Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/990 E. 2021/42 K. 20.01.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2019/990 Esas
KARAR NO : 2021/42
DAVA : İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 13/12/2019
KARAR TARİHİ : 20/01/2021
Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesiyle özetle; davalı şirketin —–sayılı dosyası ile aleyhine ilamsız icra takibine yapmış olduğu borca itirazın haksız ve yasal dayanaktan yoksun olduğunu, davalı şirket ve müvekkili aleyhine —- karar sayılı ilamı kapsamında —— sayılı dosyası ile ilamlı icra takibi başlatıldığını, bu ilamlı icra takibine konu edilen para borcunun davalı şirkete ait olmasına rağmen davalı şirketin ödeme yapmaması üzerine icra ve haciz tehdidi altında olan müvekkilinin icra dosya kapak hesabında belirtilen toplam —- dosya borcunu yasal — günlük ödeme süresinin son gününde ödemek zorunda kaldığını, davalı şirketin yasal olarak ödemek zorunda olduğu bir borcu ödemeyerek sebepsiz olarak zenginleştiğini, davacı olan müvekkilinin —– sayılı dosyasına ödeme yaptıktan sonra davalı şirketin ödeme yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle haciz tehdidi altında ödemek zorunda kaldığı bedeli geri ödemesi için öncelikle davalı şirkete ihtarname gönderildiğini ve davalı şirketin bu ihtarnameye olumsuz cevap vererek müvekkiline ödeme yapmadığını, davalı şirketin ödeme yapmaması üzerine de müvekkilinin bu alacağın tahsili için davalı aleyhine —– sayılı dosyası ile ilamsız icra takibi başlatıldığını bu takibin davalı tarafın itirazı nedeniyle durduğunu tüm bu nedenlerle davalı tarafından ———- dosyasına yapmış odluğu itirazın iptali ile takibin devamına, haksız itiraz nedeniyle % 20 den az olmamak üzere icra inkâr tazminatına ve yargılama giderleriyle vekâlet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; —- tarihli devir sözleşmesinin yapıldığı tarihte —– topluluk şirketlerinden birisi olduğunu, dolayısıyla şirketin kazanç ve hakkedişleri dolayısıyla edilen karlar ve menfaatlerin bu ——- bünyesine aktarıldığını, zaten garanti sözleşmesinin bir özelliği olan menfaat şartı uyarınca—– yukarıdaki tarihi verilen sözleşme uyarınca garantör olmasını buradaki menfaat dolayısıyla olduğunu, davacı tarafın, taraflar arasında bulunan garanti sözleşmesine dayanmakta olup bununla birlikte, müvekkilinin sebepsiz olarak zenginleştiğini iddia ederek davasının temelini sebepsiz zenginleşmeye dayandırmakta olduğunu, Borçlar kanunundaki düzenleme dikkate alındığında sebepsiz zenginleşmenin koşullarının bulunmadığını, davacı tarafça müvekkili aleyhine açılan haksız davanın reddi ile yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizce;—- davacı —– yevmiye sayılı ihtarnamesi aslının ve buna ilişkin tebliğ şerhi asıl evrakı celp edilmiş, —- sayılı dosyası fiziken dosya arasına getirtilmiş, —— sayılı dosyası ile —- sayılı dosyası celp edilmiş, — — yazılarak —– yevmiye sayılı işlem örneği celp edilerek incelenmiştir.
Dava; —– sayılı dosyasına davalı tarafından yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.
İtirazın iptali davası, müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan, normal bir eda (alacak) davasıdır. Yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir. Takip alacaklısı tarafından takip borçlusuna karşı açılır. Borçlu bu davaya karşı vereceği cevapta ödeme emrine itiraz ederken bildirdiği itiraz sebepleri ile bağlı değildir. Borçlu cevap dilekçesinde itiraz ederken bildirmiş olup olmadığına da bakmaksızın bütün savunma sebeplerini bildirmelidir. Alacaklı bu davada alacağının varlığını 6100 sayılı HMK’ ya göre caiz olan her türlü delille ispat edebilir.
Dava konusu uyuşmazlık, hukuki nitelik itibariyle; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 128. maddesinde düzenlenmiş bulunan “üçüncü kişinin fiilini üstlenme” den kaynaklanmaktadır. 6098 sayılı TBK’nun 583/1 maddesi hükmü uyarınca kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekle tabi olduğu ve ayrıca sözleşmede kefilin sorumlu olacağı, belirli bir miktarın gösterilmesi gerektiği halde, TBK. 128 “Başkasının fiilini taahhüt” başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir. Öte yandan kefalette,6098 sayılı TBK’nun 591. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait def’ileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkında sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmış değildir. Bunların dışında kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra, TBK.596 md.hükmü uyarınca asıl borçluya dönme (rücu) hakkı bulunduğu halde garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmamıştır. Nihayet, 6098 sayılı TBK’nun 598. maddesi gereğince kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesi, bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır. Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. ——
Garanti sözleşmesi, asıl borçlu ile alacaklı arasında yapılan sözleşmeden bağımsız olup, kefalet sözleşmesinde kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerliliğine ve devamına bağlıdır. Sonuç olarak, garanti sözleşmesinde garanti verenin sorumluluğu, kefalet verenin sorumluluğundan daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Uygulamada ve doktrinde bir sözleşmenin kefalet sözleşmesi mi yoksa garanti sözleşmesi mi olduğu yönünde sorunlar çıkmış, sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda esas itibariyle teminat verenin iradesi esas alınmakla birlikte,——- sayılı ilamında etraflıca açıklandığı üzere, asli/fer’i yükümlülük, yararlanma, kişiye yönelik teminat verilmesi gibi bir takım kıstasların da dikkate alınacağı kabul edilmiştir.Yukarıda da açıkça vurgulandığı üzere kefaletten farklı olarak asıl borç ilişkisinden tamamen bağımsız nitelikteki garanti sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olup garantinin sınırının önceden belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, sözleşme serbestisi sınırsız değildir. Mülga BK’nun 19. ve 20. maddelerinde sözleşme serbestisine bir takım sınırlamalar getirilmiştir. Gerçekten bir sözleşmenin geçerli olması için, onun taraflara yüklediği hak ve borçların tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, başka bir deyimle konusunun gereği ve yeteri kadar belli ve sınırlı olması gerekir. Belirsizliğin garantisi olmaz.
Bu itibarla, limit gösterme şartı bulunmamakla birlikte, garanti sözleşmesinde hangi riskin garanti edildiğinin belli olması ya da garanti edilen riskin boyutlarının tereddüt yaratmayacak biçimde belirlenebilir nitelikte bulunması gerekir. Hangi riskin garanti edildiği belirlenmeden “doğmuş ve doğacak her türlü borcun garanti edildiğinden söz etmek, boyutları belli olmayan bir edimin garantisi anlamına gelir ki, bu da garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz. Hal böyle olunca, garanti sözleşmesi düzenlendiği anda garanti edilen edimin sınırlarının açıkça belirlenmemiş olması ya da belirlenmeye yarayan koşul ve açıklamaların sözleşmede yer almamış bulunması halinde garanti edenin sorumluluğundan söz edilemez.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; uyuşmazlığın davalı —dava dışı— arasında — tarihli devir sözleşmesi yapıldığı, davacı …nin sözleşme taraflarından davalı —– sözleşmeyi imzaladığı, davacının ———- sayılı ilamı ila hükmedilen alacağı garantör sıfatı ile icra dosyasına ödediği, söz konusu borcun davalı tarafça ödenmesi gerektiği iddiasıyla sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca ödediği bedelin davalıdan rücuen tahsilini talep ettiği, —- tarihli devir sözleşmesi incelendiğinde davacının sözleşmeyi garantör sıfatıyla imzaladığı gibi sözleşmenin 13.2 maddesi uyarınca davalı —- anlaşmanın 5. Maddesi uyarınca yükümlü olduğu meblağların ödenmesini davacının taahhüt ve garanti ettiği, teminatın edimin objektif olarak yerine getirilmesine ilişkin olduğu, sözleşme tarihinde davalı—— topluluk şirketlerinden birisi olduğu ve dolayısıyla menfaat kıstasının da somut olayda mevcut olduğu, tarafların sözleşmeyi düzenleme biçimleri bakımından taraflar arasındaki hukuki ilişkinin kefalet sözleşmesi olmayıp garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu, kefilin kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 596. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü rücu hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmadığından somut olayda garantör sıfatıyla ödeme yapan davacının da rücu hakkı bulunmadığı ve davalının sebepsiz olarak zenginleştiğinden bahsedilemeyeceği kanaatiyle açılan davanın reddi yönünde aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM (Yukarıda Açıklanan Nedenlerle):
1-)Davanın REDDİNE,
2-)Harçlar kanunu uyarınca alınması gereken 59,30 TL harçtan peşin yatırılan toplam 14.531,22 TL hacın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı tarafa iadesine,
3-)Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-)Davalı kendisini vekille temsil ettiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince davalı vekili için tayin olunan 75.082,59 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-)Suçüstü ödeneğinden karşılanan 1.320,00 TL arabuluculuk ücretinin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
6-)Davacı tarafından yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının 6100 sayılı HMK md. 333 uyarınca karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
7-)Karar kesinleştiğinde —– sayılı dosyasının iadesine,
Dair; davacı vekilleri ile davalı vekilinin yüzüne gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içinde —– Adliye Mahkemesinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere oybirliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 20/01/2021