Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/854 E. 2023/376 K. 01.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2019/854 Esas
KARAR NO: 2023/376
DAVA: Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ: 29/11/2019
KARAR TARİHİ: 01/06/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,

DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin —– standartlarında kurulacak/kurulu akaryakıt istasyonlarında akaryakıt, istasyonlarında akaryakıt, —– ve madeni
yağ satış faaliyetlerini gerçekleştirdiğini, garantörün yükümlülük ve sorumlulukları Bayilik Sözleşmesinin Garantörlerinin Hukuki sorumluluğu başlıklı 50. Maddesinde yer aldığını, Taahhütname de taahhütlerin ihlali halinde cezai şart, tazminat ve alacaklardan garantörün de sorumlu olduğu ve olacağının kabul edildiğini, davanın kabulüne karar verilmesini, sözleşmeden ve kanundan kaynaklanan her türlü zarar ziyanın tazmini hakların ile fazlaya ilişkin tüm talep ve dava haklarının saklı kalmak kaydıyla bayil ik sözleşmesinin
başlangıcı olan 27.12.2015 tarihinden —– sözleşmesinin davalı yan tarafından tek taraflı olarak sonlandırı ldığı 05.08.2019 tarihindeki dönem yönünden şimdil ik 75.000,00 TL cezai şart alacağı ile sözleşmenin sona erdiği 05.08.2019 tarihinden bayilik sözleşmesinin devamı halinde sona ereceği 27.12.2020 tarihine kadarki dönem yönünden 10.000,00 TL kar mahrumiyeti alacağın tarafların arasındaki bayilik sözleşmesine bağlı olarak aylık %7 akdi faizi i le davalı lardan müşterek ve müteselsi len tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP:Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Tüzel kişi müvekkile karşı arabuluculuğa başvurulması karşında gerçek kişi müvekkil ler bakımından başvurulmamı olması gözetilerek davanın gerçek kişi müvekkil ler bakımından dava şartı yokluğu nedeniyle reddini talep ettiklerini, belirsiz alacak davası, zararın baştan belirlenmediği durumlarda söz konusu olabileceğini, davacı tarafından eklenen —– Sözleşmesi, —– sözleşmesi ve bayilik protokolünde görüleceği üzere gerçek kişi müvekkillerin imzalarının olmadığını, taahhütname
altına salt Garantör kelimesi yazılarak garantör sıfa tıyla kişi leri borçlandırmak hukuken mümkün olmadığını, —— adresinde bulunan bayilik l isansı ile faaliyetle bulunan akaryakıt istasyonunda kara yakıt satışı yapılması için önce 2010 yılında 5 yıl süreli tip Sözleşme vasfına haiz —— sözleşmesi taraflarıyla imzaladıklarını, dana sonraları dikey anlaşmalara il işkin grup muafiyeti tebliği gereğince 5 yılla sınırlı olması nedeniyle bitmesi üzerine 27.12.2015 tarihinde 5 yıl lık ikinci bir
—— sözleşmesinin imzalandığını, Müvekkil istasyonu sözleşme tarihinde ——- adresinde olup, yolun çalışma öncesi durumu gidiş geliş bölünmemiş yol yapılmış ve istasyonun akaryakıt satması kapatılan yol nedeniyle imkânsızlaştığını, i lk kapatmada kesintisiz 10 ay kapalı kaldığını, müvekkil yasalar gereği 6 aydan uzun süre satış yapmaması durumunda lisansının —– tarafından iptal edilmesini önüne geçmek için, petrolün önündeki yolla alakasız olarak bitişim nizamdaki arsası üzerine derme çatma köy yolu şeklinde patika toprak yol yapmış ve köy yoluyla bağlantı kurulduğunu, yolun tam anlamıyla 4 senede tamamladıklarını, mücbir sebebe rağmen kendi imkânlarıyla arsasından patika da olsa yol yaparak lisansının iptal olmasına engel olduğunu, taahhüt geçersiz olduğunu, müvekkil istasyonun işlek bir yerde olmayışı, bölgece başkaca bayilerle rekabet ilişkisi içerisinde olduğunu, bulunduğu bölgede davacı markasıyla tek elden satış yetkisinin tanınmamış olduğu, müvekkil mücbir sebep ve davacının dürüstlük kuralına aykırı ve destekleyici olmadığı gibi hayal kırıkl ığı yaratan eylemleri nedeniyle sözleşmeyi tek taraflı ve süresinden önce fesih ettiklerini, açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İNCELEME ve GEREKÇE:Dava, taraflar arasında akdedilen akaryakıt bayilik sözleşmesine istinaden kâr mahrumiyetine ve cezai şart alacağının tahsiline yönelik tazminat davasıdır.
Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında bayilik sözleşmesi ve bunun eki olan taahhütname düzenlendiğini, davalının sözleşmeyi sebep göstermeksizin feshettiğini, sözleşme uyarınca davalının satmakla yükümlü olduğu akaryakıt tutarının altında satış yaptığını ve sözleşmeyi haksız olarak feshetmesi nedeniyle müvekkilinin kar yoksunluğunun oluştuğunu ileri sürmüştür.
Mahkememizce davalı defterlerinin incelenmesi amacı ile —– Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazılmış, aldırılan bilirkişi raporu ile davalı —– şirketinin —— üzerinden yerinde yapılan tespitler sonucunda; davalı şirketin tüm Ticari Defterlerine ait Muhasebe kayıtlarının, 3568 sayılı Kanununda belirtilen Standartlar içeriğinde T.T.K. ve 213 sayılı V.U.K. nuna uygun bir şekilde tutularak Yevmiye Defterinin kapanış tasdiklerinin kanuni süresinde yaptırılmış olması nedeniyle,Tüm Resmi Defter kayıtlarının davalı —— lehine delil niteliği taşıdığının tespit edildiği, taraflar arasında imza altına alınmış olan —— Taahhütnamesi içeriğinde belirlenmiş olan şartları doğrultusunda Davalı şirketin yıllık 450,000 Litre ürün alımı taahhüdü karşılığında, 27.12.2015-05.08.2019 tarihleri arasında çekemediği eksik ürünler için %5 oranı üzerinden hesaplanan Cezai Şart toplam tutarının 235.444,58 TL. olduğu ve bu tutar üzerinden dava tarihine kadar hesaplanan işlemiş faizin ise 248.697,52 TL. olduğunun tespitinin yapıldığı, davalı ——- şirketinin Öz Kaynaklarının 2015-2019 dönemleri arasında artış sağlamasına karşılık, dönemse net karında son yılda düşüşün olduğunun tespiti yapılmış olup, hala hazırda davalı şirketin davacı şirket ile arasında yeni sözleşme kapsamında ticari faaliyetine devam ettiğinin tespit edildiği sonuç ve kanaati bildirilmiştir.Mahkememizce davacı defterlerinin incelenmesi neticesinde aldırılan bilirkişi raporu ile ceza koşulu
alacağının ifanın çekincesiz kabul edil ip edilmediğine göre değişeceği, bu hususun Sayın Mahkemenin takdirinde olduğu ve her bir dönem için hesaplamaların yapılmış olduğu, 1. dönem Cezai Şart Tutarı %5 46.271,44 TL 2. dönem Cezai Şart Tutarı %5 52.607,94 TL 3. dönem Cezai Şart Tutarı %5 76.132,11 TL 4. dönem Cezai Şart Tutarı %5 63.433,09 TL
Şeklinde olduğu, İş bu cezai şartlara 29.11.2019 dava tarihine kadar işleyecek faizin 248.697,52 TL’si olacağı, sözleşme sonuna kadar hesaplanan kar mahrumiyetinin
159.430,34 TL olduğu 3 aylık kar mahrumiyetinin 28.245,54 TL, 6 aylık kar mahrumiyetinin ise 56.491,07 TL olarak hesaplandığı, tüm bu değerlendirmelere göre yapılan hesaplamalar
çerçevesinde davacı lehine hesaplanan cezai şart ve kar mahrumiyetinin 91.678,63 TL- 543.633,17 TL arasında olabileceği, yine davalının sunulan bilançosuna göre kayıtl ı 578.711,23
TL’lik kasa bakiyesinin gerçekçi olmadığı nazara alındığında ekonomik mahvı ile ilgi li nihai değerlendirme yapılabilmesi için davalı şirket ile ilgili TTK 376 kapsamında rayiç değerler üzerinden bilanço hazırlanması gerektiği, bu kapsamda davalının kasa, stok, duran varlık vb aktif varlıkları ile borçlarının güncel değerlerinin belirlenmesi için konularında uzman kişilerden rapor alınmasının yararlı olacağı sonuç ve kanaati bildirilmiştir.Mahkememizce talimat yolu ile aldırılan 28/04/2023 tarihli bilirkişi heyeti raporu ile Karayollarından gelen yazı ile davalı —– iddiaları arasında yotun kapalı kaldığı süre konusuyla ilgili çok büyük farklılıklar vardır. Benzin istasyon ile karayolları arasında kot farkından kaynaktı yapılan istinat duvarının karayolları tarafından yapılmadığının belirlendiği, keşif için gidildiğinde fotoğraflarda gözüktüğü gibi benzin istasyonu ile karayolu arasında istinat duvarı(etek duvar)görüldüğü, yolun kotu yükselmesi ile benzin istasyonu yaklaşık 125 cem çukurda kalması ile istasyonun cazibe kaybı olduğu, her benzin istasyonuna karayollarının çalışma yaptığı dönemlerde girişlerin mümkün olduğu zamanlarda bile müşterilerin yol çalışmalarından kaynaklanan tozlar- zemin bozuklukları ve karayolu ile benzinlik arsında oluşan 1.25 kottan dolayı gelen müşteri araçlarına gerekli konfor sağlanmadığı için tercih edilmeme sebebi olabileceği, ayrıca ağır tonajlı araçların oluşan kot farkından dolayı kolaylıkla giremeyeceği, havaleli olarak tabir edilen yüklerinin yerleşimi bozulabileceği, yükün zarar görebileceği vb. endişeleri ile yakıt almak için bu istasyonu tercih etmeyebileceği ve böylece müşteri kaybına sebep olabileceği, buraya kadar yapılan tespit ve değerlendirmeler doğrultusunda; yol yapım süreçlerinde, inceleme konusu akaryakıt istasyonunda; yol yapım çalışmaları nedeniyle istasyonun durumunda ve yol ile olan kotunda önemli oranda kalıcı değişiklik olduğu, yol ile arasında kot farkı oluştuğu, istasyon girişçıkışlarının yol bağlantılarının yol yapımından kaynaklı olarak bozuk ve eğimli olduğu, rapor içeriğinde detayları ile anlatıldığı üzere akaryakıt istasyonunun bu uzun süreli yol yapımı ve inşai çalışmalar nedeniyle olumsuz etkilendiği, önemli oranda müşteri kaybı yaşanmasının kaçınılmaz olduğunun değerlendirildiği, dolayısıyla tüm bu nedenlerle yaşanılan müşteri kaybı dolayısıyla akaryakıt istasyonu işletmesinde ticari olarak da gelir kaybı oluşturduğu ve bu kaybın kaşınılmaz olduğu, hukukçu değerlendirmesi bölümünde yer alan açıklamalar, alıntısına yer verilen yüksek mahkeme kararlarının birlikte değerlendirilmesinden davalı —— tarafından benzin istasyonun önünde yol çalışmaları yapılması nedeniyle sözleşmenin feshinin haklı neden sayılıp sayılmayacağı hususundaki hukuki takdir ve değerlendirmelerin mahkemeye ait olduğunun değerlendirildiği, dosyada mevcut Mali Müşavir tarafından hazırlanmış her iki bilirkişi raporunda davacı —— şirketinin 27.12.2015 ile 05.08.2019 tarihleri arasında faaliyette bulunduğu dönemlerde davalı tarafından taahhüt edilen —– miktarından çekemediği ürün miktarı (Eksik taahhüt ettiği miktar) üzerinden hesaplanan %5 Cezai şartın 235.444,58 TL olduğu, bu tutar üzerinden dava tarihine kadar işlemiş faizin ise 248.697,52 TL olduğu, 05.02.2021 havale tarihli bilirkişi raporunda davacı şirketinin 06.08.2019-26.12.2020 tarihleri arasında faaliyette bulunmadığı dönemde davalı tarafından taahhüt edilen —— miktarından çekemediği ürün miktarı (eksik taahhüt ettiği miktar) üzerinden hesaplanan %25 kar mahrumiyeti tutarının ise toplam 159.430, 34 TL olduğunun görüldüğü sonuç ve kanaati bildirilmiştir. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “İrade beyanı” ile bir sözleşmenin kurulmasını amaçlayan “İcap” ve “Kabul” kavramlarının açıklanmasında yarar vardır. Hemen belirtilmelidir ki, irade beyanı, bir ruhî hâdiseden bir başkasını haberdar etmek üzere yapılan ve bununla özel hukuk alanındaki ilişkilerde değişiklik yapılması, yeni ilişkiler yaratılması veya bu gibi ilişkilerin ortadan kaldırılmasının istendiği, hayatta edinilen tecrübelere, örf ve âdete göre hâlin icaplarından anlaşılan iradenin hareket ve faaliyeti olarak tanımlanabilir İrade beyanları açık (sarih) olabileceği gibi, örtülü (zımnî) de olabilir Beyanın anlam ve konusu hiçbir yoruma ve karışıklığa meydan vermeyecek şekilde beyan vasıtalarından, yani kullanılan söz, yazı veya işaretlerden anlaşılıyorsa, bu, açık bir irade beyanıdır. Zımnî irade beyanı ise, iradenin varlığını gösteren davranışı ifade eder. Bu anlamda, açık olmayan her türlü irade beyanı, zımnî irade beyanıdır. İrade beyanının anlamının, yani sonuç iradesinin doğrudan doğruya söz veya işaretlerden çıkmaması, anlaşılmaması hâlinde, zımnî irade beyanı söz konusu olur. Başka bir deyişle, zımnî irade beyanlarında beyan sahibinin davranışı, işlem iradesini dolaylı bir şekilde ifade eder; onun davranışından, dolaylı olarak işlem iradesine sahip olduğu sonucu çıkar İcap, bir akdi meydana getirmek amacı ile bir şahsın teklifini ihtiva eden ve karşı tarafa yöneltilen bir irade beyanıdır. Kabul ise, yapılan bir öneriye karşılık karşı tarafça önerene yöneltilen ve sözleşmeyi öneriye uygun olarak meydana getirme arzusunu kesin olarak ifade eden irade beyanıdır. Kanunun veya tarafların anlaşması ile, yapılacak sözleşme için bir şekil öngörülmüş olmadıkça ya da önerene kabul için bir şekle uyulmasını şart kılmış olmadıkça, kabul beyanı bir şekle bağlı değildir; sözle, yazı ile veya kanaat verici bir davranışla yapılabilir Bu bağlamda, taraflar arasında öteden beri mevcut iş ilişkileri dolayısıyla, o tarihe kadarki uygulama çerçevesinde içlerinden birinin yaptığı siparişi diğer tarafın ayrıca bir kabul beyanında bulunmaksızın bir süre sonra malı göndererek cevaplandırmış bulunması, durumun bundan sonra da böyle olacağı hususunda bir güven olgusunun gerçekleşmesine yol açacağı belirtilmektedir
Öte yandan, taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür.Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir.Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi”dir. Bu güven ilkesi de, “hukukî görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur. Güven kavramı, anlam itibariyle sadece etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hâli, bir zihniyet, bir anlayıştır.
Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki o bireye güven verir. Bir kimsenin çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukukî olarak korunma gerektirmektedir. Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlâli söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.
Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hâl ve şartları dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre korunan karşı tarafın, beyan muhatabının haklı güvenidir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması dürüstlük kuralı gereğince haklı görünmelidir.
İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının dürüstlük kuralına göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makûl ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır.Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir.Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukukî görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukukî görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukukî kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukukî görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyi niyeti bulunmalıdır.
Uyuşmazlığın çözümü için “cezai şart (ceza koşulu)” kavramı üzerinde de durulmasında fayda vardır.Kanun koyucu BK’nın 158-161. maddelerinde “cezai şart” kavramını kullanmış, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 179-182. maddelerinde ise bunun yerine “ceza koşulu” kavramını tercih etmiştir.Cezai şart borçlunun, asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle cezai şart, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlâli ile doğabilecek olan fer’î bir edimdir. Borçlu cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının şümulünü ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etme imkânını bulacaktır. Cezai şartın kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezai şart kararlaştırılabilir Cezai şartın, Kanun’daki ifadesi ile ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir hüküm bulunması gerekir. Sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi temerrüt hâlinde TBK’nın 125/I. maddesi hükmünce alacaklı gecikme tazminatı talep edebilir ise de, ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede bununla ilgili açık hüküm bulunması şarttır. Cezai şartın esas itibariyle iki temel amacı (işlevi) bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri ise, borcun ihlali hâlinde borçlu tarafından ödenecek tazminatı önceden ve götürü olarak belirlemektir. Bu iki temel amacı dışında, cezai şartın (ceza koşulunun) diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezai şartta (dönme/fesih cezasında) borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır Cezai şart, somut olayda uygulanması gereken ve uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 179–182. maddelerinde düzenlenmiştir. 38. Türk Borçlar Kanunu’nun 179. maddesi: “…Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.
Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır…” düzenlemesini içermektedir.
Maddenin birinci bendinde seçimlik cezai şart düzenlenmiştir. Buna göre sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde ödenmek üzere cezai şart vaad edilmiş ve aksi de sözleşmede öngörülmemiş ise alacaklı ya sözleşmenin ifasını ya da cezai şartın ödenmesini isteyebilir. Seçimlik cezai şartta alacaklı seçimlik bir yetkiye sahiptir. Buna göre o şartın gerçekleşmesi yani borçlunun asıl edimi hiç veya gereği gibi ifa etmemesi durumunda ya asıl edimin ifasını ister ya da bundan vazgeçerek cezai şartın ödenmesini talep eder. Seçimlik cezai şartta alacaklı hem asıl edimin ifasını hem de cezai şartın ödenmesini isteyemeyecektir. Örneğin, satıcının sattığı malı teslim etmemesi hâlinde alıcının mal yerine 100.000TL ceza koşulu isteyebileceği kararlaştırılmışsa, alıcı ister malın teslimini, isterse ceza koşulunu isteyebilir. Görüldüğü üzere burada seçimlik bir hak söz konusu olup, alacaklı ancak ya asıl borcun ifasını ya da ceza koşulunun ödenmesini isteyebilir; alacaklı aynı anda hem asıl borcun ifasını hem de ceza koşulunun ödenmesini kural olarak isteyemez. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, asıl borcun sonraki imkânsızlık nedeniyle ifâ imkânının ortadan kalkması hâlinde, alacaklıya tanınmış olan bu seçim hakkı bir anlam ifade etmez. Asıl borcun ifası imkânsız olduğunda, alacaklı koşulları varsa yalnızca tazminat isteme hakkına sahip olur. Buna göre alacaklı, ya zararının tazmin edilmesini ya da ceza koşulunun ödenmesini ister.
Buradaki “seçimlik” ifadesinden, ceza koşulu ile asıl borç arasındaki ilişkinin, seçimlik borçlarda yer alan birden çok edim arasındaki ilişkiye benzediği sanılmamalıdır. Asıl borç ile ceza koşulu arasında gerçek anlamda bir seçimlik borç (alacak) ilişkisi söz konusu olmayıp, yalnızca alacaklıya tanınmış bir seçim hakkı söz konusudur. Bunun önemi şu noktada ortaya çıkar: Borçlu asıl borcun ifasıyla yükümlü olmakla birlikte, alacaklı asıl borcun ifasından vazgeçerek ceza koşulunun ödenmesini istediğini borçluya bildirebilir. Borçlu ceza koşulu kendisinden istenmedikçe yalnız asıl borcu ifa edebilir. Bu seçim hakkı, teknik anlamdaki seçimlik borçtan (alacaktan) farklıdır
İkinci bentte düzenlenen ifaya ekli cezai şartta ise alacaklı, açıkça feragat etmiş veya ifayı kayıtsız şartsız kabul etmiş olmadıkça, hem sözleşmenin ifasını hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilir. Dönme (fesih) cezası olarak da adlandırılan ifayı engelleyen cezai şart ise maddenin üçüncü bendinde hükme bağlanmıştır. Burada borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle tek taraflı olarak sözleşmeden dönme hakkına sahip olduğunu ispat yetkisi saklı tutulmuştur. Böylece borçlu alacaklı ile yaptığı anlaşmada dilerse sözleşmeden dönmeyi ve alacaklıya sadece cezai şart ödemeyi kararlaştırabilir. Bu tür cezai şartta borçlu cezayı ödemek suretiyle sözleşmeden dönebileceği gibi, alacaklı da sadece cezai şartın ödenmesini talep edebilir. Bu durumda artık alacaklı borçludan asıl edimin ifasını isteyemeyecektir. Seçimlik ve ifaya eklenen ceza koşulu, borçlunun borcunu ihlâl etmesine karşı alacaklıya bir talep hakkı sağlarken, dönme cezası borcun ihlali koşulu aranmaksızın, belirli bir meblağı ödemek suretiyle borçluya sözleşmeyi sona erdirme imkânı verir. Borçlu, borca aykırı davranışı bulunmasa bile, ceza koşulunu ödeyerek sözleşmeyi ortadan kaldırabilir. Burada asıl borcun ifasının yerini dönme (fesih) cezası almaktadır. Bundan dolayı dönme cezasının, asıl borcun alacaklı lehine ifasını teminat altına almak gibi bir işlevinin bulunmadığı, aksine onu zayıflatıcı rol oynadığı söylenebilir. Gerçekten, “borcumu ifa etmekten vazgeçersem 1.000TL ödeyeceğim” ifadesinde yerini bulan dönme cezasında asıl borcun ifasının teminat altına alınması suretiyle alacaklının hukukî durumunun güçlendirilmesi değil, aksine dönme cezasını ödemek ve sözleşmeden dönmek (veya sözleşmeyi feshetmek) suretiyle borçlunun durumunun iyileştirilmesi söz konusudur Cezai şarta ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi dışında kalan diğer borca aykırılık hâlleri için ifaya eklenen ceza koşulu kararlaştırabilecekleri gibi; bu iki ihlal durumu için seçimlik ceza koşulu da kararlaştırabilirler. Örneğin satıcının ayıplı mal teslim etmesi hâlinde, alacaklıya hem ayıpsız bir mal teslim edileceği hem de ceza koşulu ödeneceği kararlaştırılabilir. Ayrıca tarafların, ceza koşulu anlaşmasında, seçimlik ceza koşulu ile ifaya eklenen ceza koşuluna birlikte yer vermeleri de mümkündür İstisnası cezanın tenkisiyle (indirilmesiyle) ilgili TBK’nın 182. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci bendinde ceza miktarını tarafların serbestçe belirleyebilecekleri belirtildikten sonra, üçüncü bendinde bu ceza miktarının hâkim kararı ile azaltılabileceği öngörülmüştür. Nitekim aynı hususlara tarihli —– kararlarında da değinilmiştir. Somut olayda; Mahkememizce keşif yaptırılarak alınan 02/05/2023 bilirkişi raporun da yol yapım sürecinin akaryakıt istasyonunda önemli ölçü de müşteri kaybına sebep olduğu müşteri kaybının gelir kaybı oluşturacağı, ——– sayılı kararın da taraflar arasında bayilik sözleşmesinden kaynaklı akdi ilişkinin bulunduğu, —— karayolunun yükseltilmiş olmasının davalı yönünden mücbir sebep sayılmadığı, ——- kararının aynı nitelikte olduğu, dosyada mevcut Mali Müşavir tarafından hazırlanmış her iki bilirkişi raporunda davacı şirketinin 27.12.2015 ile 05.08.2019 tarihleri arasında faaliyette bulunduğu dönemlerde davalı tarafından taahhüt edilen —— miktarından çekemediği ürün miktarı (Eksik taahhütettiği miktar) üzerinden hesaplanan 965 Cezai şartın 235.444,58 TL olduğu, bu tutar üzerinden dava tarihine kadar işlemiş faizin ise 248.697,52 TL olduğu, 05.02.2021 havale tarihli bilirkişi raporunda —– şirketinin 06.08.2019-26.12.2020 tarihleri arasında faaliyette bulunmadığı dönemde davalı tarafından taahhüt edilen —— miktarından çekemediği ürün miktarı (eksik taahhüt ettiği miktar) üzerinden hesaplanan kar mahrumiyeti tutarının ise toplam 159.430, 34 TL olduğunun görüldüğü, davalı vekilince her ne kadar cevap dilekçesinde ve bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde mücbir sebebe dayanılmış ise de TBK Madde 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır hükmünün düzenlendiği davalı tarafından sözleşmenin geçerli olduğu süreç içinde bu düzenlemeye ilişkin bir talebin ileri sürülmediği dava aşamasında ileri sürülmesinin TMK madde 2 gereğince dürüstlük kuralına aykırı olacağı, dosya kapsamından davalının feshinin haksız olduğu anlaşılmakla usul ve yasaya uygun bilirkişi raporu hükme esas alınarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın KABULÜNE,
10.000 TL kar mahrumiyeti alacağının dava tarihi olan 29/11/2019 tarihinden itibaren işleyecek aylık %7 akdi faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,
75.000 TL cezai şart alacağının dava tarihi olan 29/11/2019 tarihinden itibaren işleyecek aylık %7 akdi faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,
2-Alınması gerekli karar ve ilam harcı olan 5.806,35 TL’den dava açılırken yatırılan 1.451,59 TL harcın mahsubu ile bakiye kalan 4.354,76 TL karar ve ilam harcının davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-Davacı tarafça yatırılan 1.451,59 TL peşin harç, 44,40 başvurma harcı, 571,90 TL keşif harcı olmak üzere toplam 2.067,89 TL harcın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan 3.600,00 TL bilirkişi ücreti, 1.208,70 TL posta gideri olmak üzere toplam 4.808,70 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
5-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
6-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye göre belirlenecek 13.600,00 TL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,
7-Suçüstü ödeneğinden karşılanan 1.320,00 TL arabuluculuk ücretinin davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
8-Kararın kesinleşmesi halinde kullanılmayan gider avansının ilgili tarafa iadesine,
Dair davacı vekilinin ve davalı vekilinin yüzüne karşı, kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içinde —— Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup, usulen anlatıldı.01/06/2023