Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 10. Asliye Ticaret Mahkemesi 2023/30 E. 2023/733 K. 20.09.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO: 2023/30
KARAR NO: 2023/733
DAVA: Ticari Şirket (Genel Kurul Kararının İptali İstemli)
DAVA TARİHİ: 12/01/2023
KARAR TARİHİ: 20/09/2023

Mahkememizde görülmekte olan Ticari Şirket (Genel Kurul Kararının İptali İstemli) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,

DAVA:Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ——- … davalı firmanın 50.000.000,00 TL sermayesinin 8.500.000,00 TL lik kısmı ve 340.000 pay sahibi olmak ile davalı şirketin %17 hisse ile ortağı olduğu, firmanın diğer ortaklarının ise; … 16.500.000,00 TL ve 660.000 adet pay, … 10.000.000,00 TL ve 400.000 adet pay, … 7.500.000,00 TL ve 300.000 adet pay, ——— 7.500.000,00 TL ve 300.000 adet paya sahip oldukları, 19.12.2022 Tarihli olağanüstü Genel Kurul toplantısının gündeminin 4, 5, 6 ve 7 müvekkilinin muhalefetine rağmen oy çokluğu ile kabul edildiğini, 8 nolu gündem maddesi ile müvekkilince 4-5-6 ve 7 numaralı maddelere ilişkin kararlara katılmadıklarını, muhalefet edildiği belirtilerek muhalefet şerhlerinin tutanağa geçirildiğini, iptale konu kararların TKK hükümleri ve hukukun temel ilke ve esaslarına aykırı olmak ile yürütmenin durdurulması ile kararların iptalini talep etme zaruretlerinin hasıl olduğunu; müvekkilinin Olağanüstü Genel Kurul gündeminde 5,6 ve 7.maddede kefalet verilmesi için yetki istenilen firmaların toplantı tutanağında belirtildiğinin aksine belirtilenin aksine ortağı olmadığı, Genel Kurul gündeminin aksine ——— isimli firmanın faaliyet ve iştigal alanlarının farklı olduğu, Genel Kurulda alınan kararların TTK hükümlerine aykırılık teşkil ettiği, davalı firmanın işbu firmalar adına kefalet vermesinde şirketin hukuki bir yararı bulunmadığı, iptale konu kararları için genel kurul yapılmasının gerekliliğinin bulunmadığı, yaşı küçük ortak ——— yine ortak olan veli annesi … tarafından verilen vekaletname ile temsili medeni kanunun 426/2 maddesine aykırı bulunduğu, fazlaya ilişkin tüm haklar saklı kalmak kaydıyla müvekkilinin ve dolaysıyla davalı şirketin de uğraması muhtemel zarar doğuracak eylem ve fiillerin önüne geçmek maksadı ve verilecek kefalet ile taahhütnameler dahilinde meydana gelecek telafisi imkansız zararların engellenebilmesi bakımından 19.12.2022 tarihinde yapılan genel kurulun 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı gündem maddeleri bakımından HMK 389. Maddesi ve TTK madde 449 hükmü gereğince yürütmenin tedbiren durdurulmasını ve geri bırakılmasına karar verilmesini, 19.12.2022 tarihinde yapılan genel kurulun 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı gündem maddeleri bakımından TTK madde 445 gereğince kararların iptalini, yargılama gideri ve vekalet ücretlerinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP : Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının müvekkili şirketin 19.12.2022 tarihinde sermayenin tamamının temsili ve çağrılı olarak gerçekleştirilen genel kurul toplantısında TK m. 442 vd. gereğince iptali kabil/mümkün herhangi bir karar alınmadığı, bu bakımdan açılmasında hiçbir menfaatin bulunmadığı ve hukuki bir temeli olmayan huzurdaki davanın reddine hükmedilmesi gerektiği, genel kurul toplantısında görüşülen ve neticede “karar” olarak tutanağa geçirilen 3,4,5,6 ve 7 numaralı kararların davacı ve dava dışı … olumsuz oylarına karşılık oy çokluğuyla kabul edildiğini; işbu dava ile iptali talep edilen genel kurul kararlarının hiçbirinin hukuk âleminde bir etki meydana getirmek gücüne sahip olmadığı, alınan kararlar neticesinde davacı dahil pay sahiplerinin veya şirketin hak durumunda en ufak bir değişiklik oluşmadığının ortada olduğu, bu genel kurul kararıyla “oluşan” bir hukuki durum bulunmadığından, bu kararların genel kurul kararının öncesindeki hukuki durumun tekrar tesisine yönelik bir dava olan iptal davasına konu edilmesinin de mümkün olmadığını, eş söyleyişle, bu kararlara karşı iptal davası açılmasında hukuki bir menfaat bulunmadığı, hukuki menfaatin varlığı da bir dava şartı olduğundan (HMK 114/1-d) ve bu noksanlığın giderilmesi de işbu dava bakımından mümkün olmadığından davanın öncelikle HMK 115 gereği usulden reddini, iptali talep edilen genel kurul kararları içerik yönünden kanuna, esas sözleşmeye veya dürüstlük kuralına da aykırılık içermediğinden (TK m. 445) haksız açılan davanın esastan da reddi gerektiği, iptal sebebi olarak ileri sürülen, pay sahiplerinden küçük ——– velisi … tarafından temsil edilmesinin menfaat çatışmasına sebep olduğu, bu nedenle MK 426/1-b.2’ye aykırılık teşkil ettiği iddiasının da hukuken yerinde olmadığı, ——— genel kurulda velisi tarafından temsil edilmesinin hukuka uygun olduğu gibi, genel kurul gündeminde yer alan hususlar arasında yasal temsilcisi ile menfaat çatışması yaratabilecek hiçbir konunun bulunmadığı, kaldı ki, bir an için ve tamamen farz-ı muhal, ——– paylarının genel kurulda velisi … tarafından temsil edilemeyeceği düşünülse dahi, ——— paylarından doğan oy haklarının düşülmesinden sonra kalan olumlu oylar karar nisabını (salt çoğunluğu) yine sağlıyor olacağından hukuki durumun yine değişmeyeceği, karar yine olumlu yönde alınmış olacağını; hiçbir şekilde kabul anlamına gelmemekle birlikte, davacının iddia ettiği gibi bir hukuka aykırılık söz konusu olsaydı dahi, bu durum kararın yönüne etki etmeyeceğinden TK 446/1-b’de düzenlenen “…. ve yukarıda sayılan aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olduğunu ileri süren pay sahipleri … iptal davası açabilir” hükmü gereği davacının ileri sürdüğü savın kabulünün yine mümkün olamayacağını belirterek, açılmasında hukuki yarar bulunmayan davanın HMK 114-115 hükümleri gereği usulden reddini, dosyanın esasına girilmesi hâlinde iptali talep edilen kararların kanuna, esas sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırılık içermemeleri nedeniyle esastan reddini, yargılama gideri ve vekalet ücretinin davacıya tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: Dava, davalı şirketin 19.12.2022 tarihinde icra edilen genel kurul toplantısında alınan 3,4,5,6 ve 7 nolu kararların iptali istemine ilişkindir. Mahkememizce taraf delilleri toplanmış dosya alanında uzman bilirkişilere tevdii edilmiştir. Bilirkişi tarafından düzenlenen 18/07/2023 günlü bilirkişi heyeti raporunda; “…Somut olayda geçersizliği ileri sürülen genel kurul kararlarının, yönetim kurulunun yetkisinde bulunan işlemlerin gerçekleştirilmesi hususunda onay verilmesi, üçüncü taraf şirketler için vekalet verilmesi ve ortaklık yapısının tespitine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.İleride doğması muhtemel risklerin ortaya konarak ortakların görüşlerinin alınması, oluşabilecek sorumluluğun sınırlandırması bakımından önem taşıdığı kadar, şirket içi demokrasi bakımından da olumlu bir tutumdur. Davalı şirketin genel kurulunun yetkisi alanında bulunmasa dahi tavsiye niteliğinde kararlar almasının tek başına hukuka aykırı olarak nitelendirilemeyeceği kanaatindeyim. Alınan kararın ekonomik gerçeklere aykırı şekilde veya açık şekilde şirket menfaat gruplarına zarar verme kastı ile alınması durumunda, tavsiye niteliğinde de olsa bu tür kararların iptali talep edilebilecektir. Ancak somut olayda alınan kararın bu tür bir nitelik taşıdığını ispatlar deliller dosya kapsamında bulunmamaktadır. Bu sebeple gündemin 3. Maddesi kapsamında alınan kararın geçersizlik şartlarının somut olayda gerçekleşmediği düşünülmektedir.
Kefalet konusunda alınan kararlara ilişkin;Anonim şirketlerde tüzel kişilerin kefil olma ve garanti verme ehliyeti Mülga TTK uyarınca ——— kuralı çerçevesinde değerlendirildi. ——- ——– kuralını düzenleyen Mülga TTK m. 137 ticaret şirketlerinin şirket ana sözleşmesinde yazılı işletme konusu içinde kalmak şartıyla bütün hakları iktisap ve borçları iltizam edebileceğini düzenlerdi. ——– ——– kuralı ve ilgili maddenin lafzı ana sözleşmede açıklık bulunmadığı takdirde ticaret şirketlerinin kefil olamayacağı gibi bir sonuca yol açabilirdi. Ancak Yargıtay kararları hükmün bu şekilde yorumlanmasına engel oldu ve kefaletin şirketin olağan işlerinden olduğunu açık ve yerleşmiş içtihadı ile belirledi.Yargıtay ——– ——— kuralını değerlendirirken işletme konusunu şirketin devamlı olarak yapacağı işler olarak tanımlar. Buna ek olarak şirketin işletme konusunu doğrudan oluşturmamakla birlikte şirketin işlerini kolaylaştıran ticari iş ve sözleşmelerin de ana sözleşmede yer almasa dahi o işletmenin konusu içinde yer alması gerektiğini belirtir. Yargıtay’a göre aksi durum ticari hayatın akışına aykırı olur. Gerçekten de anonim şirketin işletme konusu, anonim şirketin unvanında da yer alan ve şirketin esas faaliyet alanını gösteren turizm, inşaat, ticaret gibi alanlardır. Anonim şirketler kanunen yasaklanmamış her türlü ekonomik amaç için kurulabilirler (TTK m. 351). Garanti vermek ve kefil olmak başlı başına bir ekonomik faaliyet olmadığından şirketin amaç ve konusunu oluşturmazlar. Ancak bu amaç ve konuyu gerçekleştirmeyi hedefleyen ve ticari hayatın olağan akışında yer alan işlemlerdir.Kefil olma ve garanti verme işlemlerinin TTK m. 371/2 kapsamına girip girmeyeceğinin değerlendirilmesi açısından Mülga TTK döneminde Yargıtay’ın ultra vires kuralına ilişkin verdiği kararlarından da yararlanılmalıdır. Zira Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadında kefil olmak “şirketin işletme mevzuu içinde kalan mutat iş ve muameleler” olarak değerlendirilir.Nitekim ——— sayılı kararında|5), Türk Hukukundaki yerleşik uygulamaya göre ticari şirketlerin ana sözleşmelerinde iştigal sahası içerisinde açıkça gösterilmemiş olsa bile, ticari faaliyetlerinin icabı olarak kefalet ve garanti sözleşmeleri yapmaları yönünden ehil sayılmaları gerektiğine hükmetti. Yine ———- sayılı kararında şu ifadelere yer verildi: “Bir şirketin işletme konusu demek, o şirketin devamlı olarak yapacağı ticari işlemler demektir. Bunlar o şirketin ana sözleşmesinde belirtilen ile ilgili işlemlerdir. Bununla birlikte, bir ticari işletmenin kendi ana sözleşmesinde belirtilen işletme mevzuuna doğrudan girmemekle beraber, o işletmenin ticari faaliyetlerini kolaylaştıran ticari iş ve ticari sözleşmelerin de o işletmenin mevzuu içinde bulunduğunun kabulü zorunludur. Ticari amaç güden işletmelerin kredi temini konusunda bankalara karşı müştereken sorumluluk yüklenmesi suretiyle birbirlerine destek olmaları ve ticari faaliyetlerini bu surette sürdürebilmeleri halini ticari hayatın normal ve mutad işlemleri arasında kabul etmek gerektiğinden, bu davada söz konusu olan kefalet akdinin de davacı şirket yönünden kendi işletme mevzuu çerçevesi içinde kalan bir muameleden ibaret olduğunun göz önünde tutulması zorunludur.”Yargıtay kararlarından da açıkça anlaşıldığı üzere, ana sözleşmede yer almasa dahi kefalet ve garanti işlemleri şirketlerin işletme konuları içinde kalan işlemler olarak kabul edilir. Diğer bir deyişle, kefil olmak TTK m. 371/2 bağlamında işletme konusu dışında bir işlem olarak değerlendirilemez. TTK m. 371/2 kefalet ve garanti işlemleri için uygulanmaz ve anonim şirketlerin gerçekleştirdiği bu işlemlerinin şirketi bağlamadığı ileri sürülemez. Bu bağlamda şirketin kefil olma ve garanti verme ehliyeti doğrudan TTK’nın hak ehliyetine ilişkin 125. maddesi uyarınca belirlenir ve anonim şirketin verdiği kefalet geçerli olur. İlgili kararların ——– ——— ilkesinin geçerli olduğu dönemde alındığı düşünüldüğünde, TTK’nın ——– ——– ilkesinden hiç söz etmeyen 125. maddesi ise ticaret şirketlerine zaten tanınmış bulunan kefil olma serbestisi bakımından bir yenilik getirmeyecek, ne var ki bu serbestiyi tanıyan uygulamanın bir garantisi olacaktır.Kefalet verilen diğer şirketlerin ortaklarının kefalet veren şirketin ortakları ile aynı veya farklı olmasının alınan genel kurul kararının sıhhati bakımından bir öneminin olmadığı kanaatindeyim. Bu tür bir kararın değerlendirmesinde kararın ekonomik gerçekler bakımından şirket azınlık ortaklarına zarar verme kastı ile yapılmış olması önem taşımaktadır. Somut olayda alınan gündemin 4, 6 ve 7. Maddeleri kapsamındaki kefalet kararlarının ekonomik gerçeklere ve dürüstlük ilkesine aykırı şekilde alındığının ispatlanamaması sebebiyle hukuka uygun olduğu düşünülmektedir.Gündemin 5. Maddesinde ortaklık yapısının tespitine ilişkin genel kurul kararı bakımından da benzer değerlendirmeler söz konusu. Sadece genel kurulun yetki tanımında yer almaması, bu tür kararların iptali bakımından tek başına yeterli bir delil değildir. Ortaklık yapısının gerçeğe aykırı şekilde tespit edilmesi durumunda geçersizlik değerlendirmesi yapılabilecektir. Somut olayda bu tür bir iddia ve delil bulunmaması sebebiyle alınan kararın hukuka uygun olduğu düşünülmektedir.

IV. SONUÇ:Dosya içerisinde bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesi ve yukarıda yapılan tespitler ve yürürlükteki mevzuat hükümleri çerçevesinde yapılan değerlendirmeler sonucu; ” Davalı şirketin 19.12.2023 tarihli genel kurulun 3, 4, 5, 6, 7, gündem maddelerinde alınan kararların hukuka uygun olduğu…” görüşleri ile rapor düzenlenmiştir. Her ne kadar davacı yanca genel kurulda alınan kararların dolaylı yoldan ibra hükmünde olduğu raporda itiraz dilekçesi ile iddia edilmiş ise de genel kurulda açık şekilde ibra yönünde bir karar alınmadığı, alınan kararların tavsiye mahiyetinde olduğu, davacının alınan kararlara muhalif kaldığı, şirketin zarara uğraması durumunda bu kararların yöneticileri sorumluluktan kurtarmayacağı kanaatine varılmış itiraza itibar edilmemiştir.Keza davacı yanca yine rapora itiraz dilekçesinde toplantıda hükümet komiseri bulundurulmadığı bu nedenle toplantıda alınan kararların hükümsüz olduğu iddia edilmiştir. Anonim şirketlerin genel kurul toplantılarının usul ve esasları ile bu toplantılarda bulunacak bakanlık temsilcileri hakkında yönetmeliğin 32. Maddesinde hangi toplantılara komiserin katılmasının zorunlu olduğu durumların açıkça belirtilmiştir. Buna göre yönetmeliğin bakanlık temsilcisi bulundurma zorunluluğu başlıklı 32. Maddesi ” (1) Aşağıda sayılan genel kurul toplantılarında ve bunların ertelenmesi halinde yapılacak ikinci toplantılarda Bakanlık temsilcisinin bulunmasızorunludur:a) Kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Bakanlık iznine tabi olan şirketlerin bütün genel kurul toplantılarında, diğer şirketlerde ise gündeminde, sermayenin arttırılması veya azaltılması, kayıtlı sermaye sistemine geçilmesi ve kayıtlı sermaye sisteminden çıkılması, kayıtlı sermaye tavanının arttırılması veya faaliyet konusunun değiştirilmesine ilişkin esas sözleşme değişikliği ile birleşme, bölünme veya tür değişikliği konuları bulunan genel kurul toplantılarında.b) Genel kurula elektronik ortamda katılım sistemini uygulayan şirketlerin genel kurul toplantılarında.c) Yurt dışında yapılacak bütün genel kurul toplantılarında.ç) Yurt dışında yapılacak imtiyazlı pay sahipleri özel kurul toplantılarında.(2) Birinci fıkrada sayılanların dışındaki genel kurul toplantılarında, kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Bakanlık iznine tabi olan şirketler hariç olmak üzere tek pay sahiplişirketlerin genel kurul toplantılarında ve imtiyazlı pay sahipleri özel kurullarında Bakanlık temsilcisinin bulunmasızorunlu değildir. Ancak genel kurulu toplantıya çağıranların talep etmeleri ve bu taleplerin görevlendirme makamınca uygun görülmesi halinde Bakanlık temsilcisi görevlendirilir.(3) Bakanlık temsilcisi bulunması zorunlu olmayan toplantılar için, çağrı yapanlar dışındakilerin Bakanlık temsilcisi görevlendirilmesine ilişkin görevlendirme makamına doğrudan yapacakları başvurular dikkate alınmaz. Ancak sermayenin en az onda birini oluşturan pay sahipleri tarafından gerekçeleri de bildirilmek suretiyle Bakanlık temsilcisi görevlendirilmesine dair talep, görevlendirme makamının değerlendirilmesine sunulmak üzere şirkete yapılır. Toplantıya çağıranlar tarafından bu talebin görevlendirme makamına iletilmesizorunludur.(4) Birinci fıkrada belirtilen toplantılar ile ikinci ve üçüncü fıkralar uyarınca Bakanlık temsilcisi görevlendirilen toplantılarda, Bakanlık temsilcisinin yokluğunda alınan kararlar geçerli değildir.(5) Şirket genel kurullarında Bakanlık temsilcisi olarak görevlendirilenler, görevlendiren makam tarafından ilgili ticaret sicilimüdürlüğüne bildirilir.” hükmüne haizdir.Somut olayda genel kurulda alınan kararlar incelendiğinde anılan maddede sayılan hususlarda kararlar alınmadığı, bu itirazın yerinde olmadığı görülmüş itiraza itibar edilmemiştir. Davacı pay sahibi küçüğün menfaat çatışması nedeni ile adına oy kullanılamayacağı ileri sürülmüş ise de toplantı tarihi itibarı ile küçüğe atanmış bir kayyım olduğu bilgisi bulunmadığı, kaldı ki——— Sayılı ilamında belirtildiği üzere “…. 4721 sayılı TMK’nın 426/2. maddesi uyarınca, bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa temsil kayyımı tayini gerekmektedir. Somut olayda vasinin kendisinin de şirkette ortak olması ve kısıtlı oylarıyla birlikte kendi adına da oy kullanması menfaat çatışması bulunduğunun kabulüne elverişli değildir. Bu nedenle davacı vekilinin, alınan kararın batıl olduğu yönündeki istinaf gerekçesi yerinde değildir…” Şeklindeki kararı nazar alındığında bu itirazın da yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Davacı yan genel kurulda alınan kararların TTK’nın 375. Maddesi uyarınca yönetim kurulunun görev alanlarına ait kararlar olduğunu ve başka bir organa devredilemeyeceğini bu nedenle anılan kararların iptali gerektiğini ileri sürmüştür. Bilirkişi raporunda da izah edildiği üzere genel kurulda alınan kararlar tavsiye mahiyetindedir. Keza davalı yanca bu tür istişari mahiyetteki genel kurul kararlarına karşı iptal davası açılamayacağına dair cevap dilekçesinde doktrinden alıntı da yapılmıştır. Anonim şirket genel kurulunun yetki alanında bulunmasa da tavsiye mahiyetinde kararlar alması tek başına hukuka aykırı olarak nitelendirilemez. Kaldı ki bu tür kararlar alınmış olması da bu yetki esasen yönetim kuruluna ait olduğundan pay sahibinin veya şirketin bu iş ve eylemlerden dolayı zarara uğraması durumunda yönetim kurulunu sorumluluktan da kurtarmayacağı açıktır. Kaldı ki zaten davacı alınan kararlara da muhalif kalmıştır. Alınan kararların ekonomik gerekçelere aykırı şekilde veya açık şekilde şirket menfaat gruplarına zarar verme kastı ile alınmış olduğunun ispatı halinde iptali talep edilebilir. Davacı yanca bu yönde bir delil ibraz edilmemiştir. Keza kefalet verilen şirketlerin ortaklarının aynı veya farklı olması da genel kurul kararının sıhhatini etkileyen bir husus değildir. Ekonomik gerçekler bakımından azınlık ortaklarına zarar verme kastı ile alındığı hususu da ispat edilmemiştir. Tüm bu anlatılan nedenlerden ötürü denetime uygun bulunan bilirkişi raporu ve yukarıda anlatılan hususlardan dolayı davanın reddi gerektiği sonucuna varılmış buna dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın reddine,
2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 269,85 TL maktu harcın peşin alınan 179,90 TL’nin mahsubu ile bakiye kalan 89,95 TL harcın davacıdan tahsiliyle hazineye gelir kaydedilmesine
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından Davalı tarafından sarf edilen 42,75 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5-6100 Sayılı HMK’nun 333. maddesi gereğince var ise bakiye gider avansının taraflara veya ahzu kabza yetkili vekillerine iadesine,
6-Davalı vekille temsil edildiğinden yürürlükte olan Avukatlık Asgari ücret tarifesi hükümleri gereği maktu 9.200,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile kendisini vekille temsil ettiren davalıya ödenmesine,
Dair karar, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun İstinafa ilişkin hükümleri doğrultusunda, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki (2) haftalık süre içerisinde (HMK’nın 345. maddesi), mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak (HMK’nın 343. maddesi) ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamen ödemek (HMK’nın 344. maddesi) suretiyle, ——— Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde İstinaf yolu açık olmak üzere, davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı, oy birliği ile açıkça okunup usulen anlatıldı. 20/09/2023