Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 10. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/631 E. 2023/1042 K. 20.12.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İstanbul Anadolu 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2020/631

KARAR NO: 2023/1042

DAVA: Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)

DAVA TARİHİ: 25/12/2020

KARAR TARİHİ: 20/12/2023

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;
Müvekkili —— annesi olduğu, gebelik takibinin dava dışı —- tarafından yapıldığı,—–tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu sorumluluk sigorta poliçesini —- tarihleri arasında geçerli olmak üzere ———- tarafından düzenlendiği, sigortalı doktorun gebelik takibinde davacı anneyi down sendromunu tespit eden testler, doğruluk oranları,——– seçenekleri ve bunların reddedilmesi halinde ortaya çıkacak riskler konusunda usulünce aydınlatmayarak küçük—— down sendromlu olarak doğmasına sebebiyet verdiği, oysa ki down sendromunun gebelikte tespitinin mümkün olup tespiti halinde de —–göre gebeliğin sonlandırılmasına izin verilen bir özür olduğunu; ——— down sendromunu teşhise yönelik imkanlar konusunda hastayı aydınlatmayan doktorun sorumlu olacağını kabul etmekte olduğunu; davalarının sigortalı doktorların davacıları aydınlatmaması sebebiyle down sendromlu doğumdan sorumlu olduğu iddiasına dayandığı, ——– bu konudaki ilke kararının; anomaliyi tespit imkanları konusunda aydınlatma yapılmamasının hekimin sorumluluğunu gerektirdiği ve aydınlatma konusunda da ispat yükünün davalı sigortacıya ait olduğu yönünde bulunduğunu; davalının eğer davacıların aydınlatılmış onamını aldığını ispat edemez ise davalarının kabul edilmesi, müvekkilinin zararının belirlenmesi gerektiğini, küçük müvekkilinin tedavi evrakları geldikten sonra —- kararlarına göre———hükümlerine göre rapor alınması gerektiğini; dava açılmadan önce uyuşmazlığın dava şartı arabuluculuk kapsamında olması nedeniyle taraflarınca ——-müracaat edildiği, dilekçe eklerine arabuluculuk son tutanağını eklediklerini, fazlaya dair talep ve dava hakları mahfuz kalmak kaydıyla müvekkili küçük —- 430.000 TL iş göremezlik, 40.000 TL manevi tazminat, müvekkili —– 20.000 TL manevi, —-20.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 510.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren avans faizi, mahkeme masrafları ve avukatlık ücretiyle davalıdan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle;
zamanaşımına ilişkin itirazlarının olduğu, zamanaşımı yönünden davanın reddi gerektiğini, hekim hasta arasındaki ilişkiden doğduğu iddia edilen zararın gerekçesiyle davanın doğrudan sigorta şirketine yöneltilmesinin savunma hakkını kısıtladığı ve hak ihlali teşkil ettiğini; davanın sigortalı —— ihbarını talep ettiklerini, rizikonun gerçekleşme tarihinin doğru tespit edilebilmesi için davacıların huzurdaki davadan önce hekim ——- başvuruları olup olmadığı, hakkında yapılmış bir şikayet, uzlaştırma talebi, arabuluculuk, ihtarname vb.bir yol ile haberdar olup olmadığı hususlarının araştırılması gerektiği, bu ihtimalde tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartları gereği poliçe ihbar esaslı olduğundan bir başka sigorta şirketine başvuru yapılması zorunluluğu, dolayısıyla bir başka sigorta şirketinin sorumluluğunun doğabileceğini; sigortalı hekimin ve dolayısıyla müvekkili sigorta şirketinin sorumluluğu için hukuki şartların oluşmadığını; dava konusu olguda tıbbi uygulama hatası bulunmadığını; günümüz koşullarında down sendromlunun anne karnındayken tarama testleri ile kesin olarak tespitinin mümkün olmadığını; anne karnında down sendromunun tespit edilmesi halinde dahi fetüse müdahale imkanı bulunmadığını; sigortalı hekim ——— tıbbi müdahalelerinde herhangi bir ihmal ya da hata söz konusu olmayıp aksine tıbbi kayıtlardan sigortalı hekimin görevini güncel tıp standartlarına uygun ve eksiksiz gerçekleştirdiği, meydana geldiği iddia olunan zarar ile sigortalı hekimin fiilleri arasında illiyet bağı bulunmadığının anlaşılacağını, bu nedenle sigortalının müdahalelerinde hata bulunduğu iddiasıyla haksız, mesnetsiz ve hukuka aykırı olarak müvekkili şirket aleyhine ikame edilen davanın reddini, zamanaşımı, görevsizlik nedeniyle davanın reddini, husumet yokluğunun tespiti halinde davanın reddini, kusur durumu, uygun illiyet bağı gibi hukuki nedenlerle olguda tıbbi uygulama hatasından söz edilemeyeceğinden davanın esastan reddini, davanın sigortalı hekim —- ihbar edilmesini, dosyanın rapor alınmak üzere —– gönderilmesini, yapılacak yargılamada, illiyet bağı, sınırlı sorumluluk ilkesi, gerçek zararın giderilmesi ilkesi, kusur oranında sorumluluk ilkelerinin gözetilmesini, yargılama masrafları ve vekâlet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, davacı küçüğün down sendromlu olarak doğması nedeni ile feri müdahil olan hekimin tıbbi kötü uygulamaya dair zorunlu mali sorumluluk sigortacısı davalı ——-karşı açılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Konuya dair içtihatlara, doktrindeki görüşlere geçmeden önce baştan ifade etmek gerekir ki bu tür davalarda nihai karar verici ——– son dönemlerde birbiri ile çelişkili kararları mevcut olup bu nedenle uygulamada tereddütlere sebebiyet vermiştir. Aşağıda konuya dair emsal —— Kararları, yakın dönemde konuya dair çıkmış —-genel kurul kararı , emsal——- mahkemesi kararlarına atıf yapılacak, hangi kararlara neden itibar edilip hangi kararlara ve karşı oy görüşlerine neden itibar edilmediği gerekçeleri ile izah edilecek, konuya dair yabancı ülkelerdeki duruma ve konuya bakış açısına dair geniş açıklamalar yapılacak,bizim doktrinimizde konuya bakış açısı özetlenecek ve en son somut olay özelinde mahkememizce değerlendirme yapılacak sonuca gidilecektir.Sağlık hizmetleri bireylerin ve toplumların sağlıklarının korunması, sağlık sorunlarının cereyan etmesi hâlinde tedavilerinin yapılması, tam olarak iyileşemeyen bireylerin başkalarına bağımlı olmadan yaşayabilmelerinin sağlanması ve toplumların sağlık düzeylerini yükseltmek için yapılan çalışmaların bütününü ifade etmektedir. Dolayısıyla sağlık hizmetleri nitelikleri gereği diğer kamu hizmetlerinden farklılık arz eder. Zira sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı sorunu ertelenemez ve ikame edilemez. Bilime dayalı olması gereken tanı ve tedavi metotlarının insan yararına sürekli yenilik ve gelişme göstermesi, hizmet kalite ve beklentilerini çağın koşullarına yaklaştırmayı gerektirmektedir. Bu yönüyle sağlık hizmetleri, kendi iç dinamikleri ve nitelikleri gereği üretilmesi ve halk yararına sunulmasında özel sektörün kazanç, rekabet ve büyüme dinamiklerinden yararlanacak türdeki hizmetlerdendir ———Sağlık hizmetinin sunulmasında önemli bir role sahip olan hekimler, ister kamu hastanelerinde ister özel sağlık kuruluşlarında isterse kendi muayenehanelerinde mesleklerini icra etsinler, tıp kurallarına ve meslek etiği kurallarına uygun davranmak zorundadırlar. Bu itibarla hekimlerin mesleklerini güven içinde icra edebilmeleri için hekimlere yönelik olarak mesleki sorumluluk sigortası, ——- zorunlu hale getirilmiş, zorunlu sigortaları yaptırmayanlara, mülki idare amirince idari para cezası verileceği öngörülmüştür. Öte yandan hekimin mesleki sorumluluk sigortası, —- tarihli ve —– ekindeki ——- düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler ile sigorta ettiren ve sigortacı arasındaki temel ilişki, sözleşmedeki şartlara tabi olmak kaydı ile sigortalının poliçede konusu belirlenen ve mesleki faaliyeti ifa ederken neden olduğu zarar dolayısıyla ödemek zorunda kaldığı veya kalacağı tazminata ilişkin hususlar belirlenmiştir. —— sigorta sözleşmesinin konusu, kapsamı ve süresi ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Buna göre; sigorta sözleşmesi ile 1219 sayılı Kanunun “Ek 12. madde”si çerçevesinde serbest ya da kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan hekimler, diş hekimleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanların poliçe kapsamındaki mesleki faaliyeti ifa ederken, sözleşme tarihinden önceki on yıllık dönemde veya sözleşme süresi içinde mesleki faaliyeti nedeniyle verdiği zararlara ilişkin sözleşme süresi içinde kendisine yapılan tazminat taleplerinin yanında bu taleple bağlantılı yargılama giderleri, faiz ve makul giderleri de poliçede belirlenen limitler dâhilinde teminat altına alınmış; ancak on yıllık dönemin başlangıcı —— geçemeyeceği ve bir aydan fazla sigortasız kalınan dönemlerde meydana gelen olaylara bağlı olarak sigortalı dönemlerde yapılan ihbarlar için sigorta korumasının olmayacağı belirtilmiştir. Esasen mesleki sorumluluk sigortası; sorumluluk esasına dayanmakta ve bu sorumluluğun temelini ise kişinin icra ettiği meslek ile yüklenmiş olan “özel özen gösterme” yükümlülüğünün yerine getirilmemiş olması veya kişinin mesleki yeterliliği dâhilinde kusurlu, eksik ve yanlış hareket etmesi durumunda üçüncü şahısların maruz kalacağı zarar oluşturmaktadır. Hekimlerin mesleklerini icrası esnasında bir hekimden beklenen özen yükümlülüğünün doğuracağı sonuçlar diğer mesleklere nazaran daha fazladır. Zira hekimler tarafından gerçekleştirilen tıbbî müdahaleler nitelikleri itibariyle yaşam, sağlık ve vücut bütünlüğünü koruma gibi haklarla yakından ilgilidir.Hekimin aydınlatma yükümlülüğünün ispatı hususunda mevzuatta bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak her tıbbî müdahalenin hukuksal açıdan kişinin vücut bütünlüğünün ihlali anlamını taşıdığı gözetildiğinde ve TMK’nin 24. maddesi gereğince kişinin müdahaleye rızasının bulunmadığına ilişkin yasal karine dolayısıyla hekimin aydınlatma yükümlülüğünde ispat yükü hekim üzerinde olmalıdır. Zira rıza, hukuka aykırılığı ortadan kaldırdığına göre rızanın bulunduğunu ve hastanın aydınlatıldığını savunan hekimin yasal karinenin aksi olan bu hususları ispatlaması gerekir. Öte yandan hekim tarafından ispat edilmesi gereken hukuksal haklılık sebebinin kapsamına hem aydınlatma yükümlülüğünün ispat edilmesi hem de mevcut riskler hakkında hastanın aydınlatılmış rızasının alınması dâhildir. Gerçekten de aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğinin ispat külfetinin hekime yüklenmesi hastanın gereği gibi aydınlatılmış olmaması halinde geçerli bir rızanın da söz konusu olmayacağı düşüncesine dayanmaktadır. Bu itibarla hasta ile hekim arasında sözleşme ilişkisi bulunsun veya bulunmasın hekimin mesleğini icra ederken göstermesi gereken özen yükümlülüğü gereğince, kendisi karşısında zayıf ve güçsüz konumda olan hastasını aydınlattığını ve hastanın aydınlatılmış rızasının alındığını ispatlaması gerekmektedir.
Aydınlatma yükümlülüğünü ispat külfetinin hekim üzerinde olmasının bir diğer sebebi de hekimlerin ve sağlık kuruluşlarının tıbbî açıdan gerekli olan hususlarda arşivleme ve kayıt tutma yükümlülüğünün bulunmasıdır. Bu yükümlülük her şeyden önce hekimin, teşhis ve tedavi süreci içerisinde sağlıklı karar verebilmesini ve aldığı kararları kontrol edebilmesini kolaylaştırmakta ve ayrıca yapılan işlemlerin belgelenmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla arşivleme ve kayıt tutma yükümlülüğü hekim ve hastaların menfaatlerinin bir gereğidir. Arşivleme ve kayıt tutma yükümlülüğünün ihlali bizatihi tazminat sebebi olmasa da hasta lehine tıbbî müdahalenin yapılmadığı yönünde fiili bir karine yaratmaktadır. Bu açıdan bakıldığında da tıbben gerekli olan müdahalenin yapıldığını ispat yükü hekime düşmektedir.Nitekim somut olayda da hekimin çalıştığı hastanenin ——-kapatıldığı görülmüştür. İl sağlık müdürlüğüne ve bu hastanenin tıbbi evraklarının devredildiği hastaneye yazılan müzekkerelere verilen yanıttan anneye ait tıbbi belgelere ulaşılamadığı bilgisi verildiği görülmüştür.
——— girişimsel bazı müdahalelerde hastanın yazılı rızasının alınması gerektiği öngörülmüş ise de aydınlatma yükümlülüğünün yazılı olarak yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Öte yandan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 18. maddesi gereğince bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir; hasta, tıbbî müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbî müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Dolayısıyla hastanın aydınlatılması sözlü ya da yazılı şekilde gerçekleştirilebilir. Başka bir deyişle hekimin hastasını aydınlatma yükümlülüğü kapsamında yazılı aydınlatma belirli ölçüde ispat kolaylığı sağlasa da şekil serbestisi söz konusudur. O hâlde aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği hususu hekim tarafından her türlü delille ispatlanabilir.
Hekim ile hasta arasındaki ilişki vekalet akdi mahiyetinde olup, ——— maddeleri uyarınca, vekil vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. (TBK’nın 396/1 md.). O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil,———– maddesi hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. —-yayımlanıp yürürlüğe giren ——— de iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olup, Sözleşme’nin ”amaç” başlıklı 1. maddesinde ”Bu sözleşmenin tarafları tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler”, yine 4. maddesinde “…araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir” düzenlemesi mevcuttur. ———- yazılı olan veya yazılı olmayan meslek kurallarına uygun müdahaleyi güvence altına almaktadır. Ayrıca, uygulamanın tedavi ya da yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacına yönelmesinin zorunlu olduğu belirtilmektedir. Burada kastedilenin tıbbi standartlar olduğu konusunda bir duraksama bulunmamalıdır. Yine sözleşmenin 5. maddesinde “(1) Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. (2) Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. (3) İlgili kişi, muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 59/g maddesi uyarınca çıkartılan Hekim Etiği Yönetmeliği’nin ”Aydınlatılmış Onam” başlıklı 26. maddesinde “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.” denilmiştir. Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 11.maddesinde hastanın, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahip olduğu, tababetin ilkelerine ve tababet ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi yapılamayacağı; bilgilendirmenin kapsamı başlıklı 15. maddesinde, hastaya; a) Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği, b) Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi, c) Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, ç) Muhtemel komplikasyonları, d) Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri, e) Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri, f) Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri, g) Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği hususlarında bilgi verileceği; 18. maddesinde ise, ”Bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir. Hasta, tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbi müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Bilgilendirme ve tıbbi müdahaleyi yapacak sağlık meslek mensubunun farklı olmasını zorunlu kılan durumlarda, bu duruma ilişkin hastaya açıklama yapılmak suretiyle bilgilendirme yeterliliğine sahip başka bir sağlık meslek mensubu tarafından bilgilendirme yapılabilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Özetle hekim, görevini özenle yerine getirmeli ve hastanın bilgi alma hakkı kapsamında onu aydınlatmalıdır. Somut olayda, hekimin down sendromunu teşhise yönelik bir hatasının veya bu anomaliyi teşhise yönelik imkanlar konusunda hastayı aydınlatmamasının sorumluluğunu doğuracağı izahtan varestedir.—— ilamında “….Mahkemece alınan tüm raporlarda belirtildiği gibi, üçlü tarama testi sonucunda elde edilen düşük risk oranına rağmen bebeğin down sendromlu olma ihtimali bulunmakta olup, bebeğin down sendromlu olup olmadığının tespiti için kesin tanı yöntemlerine başvurulması gerekmekte, ancak bu yöntemler de düşük gibi riskleri beraberinde getirmektedir. Bu durumda hekim, üçlü tarama testi sonucunda elde edilen düşük risk oranına rağmen bebeğin down sendromlu olabileceğini, kesin tanı için başvurulabilecek yöntemleri, bu yöntemlerin risklerini, yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri gereğince ve usulünce anneye/babaya açıklamalı, onları aydınlatmalıdır. Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğini ispat yükü ise hekimdedir. Mahkemece bu hususta herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece, sağlık hizmetinin verilmesinde tıbbı gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakımı özenle yapma görevinin hekime ait olduğu, hastanın uygulanan ve diğer tanı, tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hasta sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, komplikasyonları ve reddetme durumda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri konusunda bilgi edinme hakkının bulunduğu, bu bilgilendirmenin hekim tarafından hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapılması gerektiği, hastayı bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü bulunan hekimin, bu yükümlülüğünü mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğini ispatlamak zorunda olduğu, ispat yükünün hekimde bulunduğu kabul edilerek, taraf delilleri toplanıp sonucuna göre karar vermek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, hükmün temyiz eden davacılar yararına bozulması gerekmiştir….” belirtmiştir. —— sayılı ilamına kadar esasen ——- konuya dair kararları bu yönde olup, ——– kararları da bu yöndedir. Nitekim davacı yanca gerek dava dilekçesi ekinde ve gerekse safahatta bu yönde verilmiş bir çok karar dosyaya eklenmiştir. Kusur raporu alınmasına gerek olmadığına dair de bir çok emsal ——- kararı bulunmakta olup davacı yanca bunlar dosyaya eklenmiştir. Kusur raporuna alınmasına gerek olmadığına ilişkin emsal mahiyette bir —-ararı keza tazminatlara avans faiz işletilmesi gerektiğine dair emsal bir karar aşağıda aynen alıntılanacaktır. ——- sigortalısı tarafından davacıdan, ———dışında hastalığın teşhisine yönelik ileri düzeyde tetkikler istenilmediği gibi, davacı annenin down sendromu konusunda bilgilendirildiğine dair yazılı bir belge (aydınlatma formu) de düzenlenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda uygulanan ve diğer tanı, tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hasta sağlığı üzerindeki muhtemel etkiler, komplikasyonlar ve reddetme durumda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskler konusunda bilgilendirmenin, davalının sigortalısı olan ihbar olunan hekim tarafından davacı annenin sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapıldığının, davacı anneyi bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü bulunan hekimin, bu yükümlülüğünü mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğinin geçerli delillerle ispatlanamadığı, davalının sigortalısı hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen sigortalı hekim, davacı çocuğun down sendromlu olarak doğmasından dolayı değil, bu kapsamda aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmeyerek vekalet sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırı davranışından dolayı sorumludur. Davacı tarafça somut olayda davalının sigortalısı hekimin kusuruna dayanılmamış olup, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedenine dayanılmıştır. Bu nedenle mahkemece kusur incelemesi yaptırılmaması bir eksiklik olarak görülmemiş olup, mahkemece hekimin sigortacısı olan davalı … şirketinin poliçe kapsamında meydana geldiği anlaşılan zarardan sorumlu tutulmasında uyuşmazlık sigorta sözleşmesinden kaynaklandığından, mahkemece avans faizine hükmedilmesi de yerindedir. Bu nedenle davalı vekilinin ileri sürdüğü istinaf nedenleri yerinde görülmemiştir. …” belirtmiştir. ———- ilamı “…. Davacı tarafça davanın, hekimin aydınlatılmış onam yükümlülüğüne aykırı davranması sebebine dayandırılması ve gelen hasta dosyasında buna ilişkin belge bulunmaması nedeniyle mahkemece ayrıca bir kusur raporu alınmamış olması sonuca etkili görülmemiştir. ..” ) belirtmiştir.Somut olayda davacı yanca davalının sigortalısı doktorun kusurlu olduğuna dayanılmamış olup aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesine dayandırıldığından emsal ——–kararları gereği kusur incelemesi yaptırılmamıştır. ———— karar sayılı kararında “…dosya kapsamından sigortalı doktorun çalıştığı özel hastanede amniosentez testinin yapılamadığı, sigortalı doktorun sadece gebelik takibi yaptığı ve amniosentez testini yapma imkânının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte —— amniosentez gibi testlerin kesin tanıya ilişkin testler olduğu, bu testlerin tedavi olarak nitelemeyeceği, dolayısıyla anılan testleri yaptırmayan hastanın tedaviyi reddettiği anlamının çıkarılamayacağı çok açıktır. Bu itibarla amniosentez testi yaptırmayan hastadan amniosentez hususunda aydınlatıldığına dair imzasını taşıyan yazılı onam alınmasına da gerek bulunmamaktadır; ayrıca sigortalı hekimin kendisinin yapamayacağı bir işlemle ilgili davacıdan imzalı, yazılı onam alması da hayatın olağan akışına aykırı olacaktır. Dolayısıyla sigortalı hekimin gebeliğin haftasına uygun olarak gerekli tarama testlerini, amniyosentez ve ayrıntılı —– tetkikleri önerdiği, davacıyı amniosentez ve down sendromu hususunda aydınlattığı, davacının kendi iradesi gereğince amniosentez testini ve ayrıntılı —— yaptırmadığı ve sonuç olarak sigortalı doktorun tıbbî kötü uygulamasının bulunmadığı ve kusursuz olduğu kabul edilmelidir…” gerekçesi ile davanın reddi gerektiğini belirtmiştir. Bu karar sonraki daire kararlarını da etkilemiş olup bu karara dair ilerideki kısımlarda mahkememizce değerlendirmeler yapılacaktır. —– kararından sonra çıkan —-kararları bulunmakta olup, ——- önceki kararları gibi yine kabul kararları verildiği görülmüştür.—– Sayılı kararları da bu yöndedir. —– mahkemesi istinaf daireleri kararları karar verilmeden önce tekrar mahkememizce taranmış olup —— Sayılı kararında da önceki gibi sigorta aleyhine verilen kararları onadığı görülmüştür. Keza mahkememizce aynı mahiyette verilen bir kabul kararının da——— ilamı ile onandığı görülmüştür. Gereksiz yer tutmaması açısından bu kararlar alıntılanmamış atıf yapılmakla yetinilmiştir. ——kararından sonra çıkan—– incelendiğinde dairenin anlaşıldığı kadarı ile bu konuda üyeleri arasında görüş ayrılığı bulunduğu görülmektedir.——— kararında “…Somut olayda mahkemece, davalı sigortalısının aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle davanın kabulü ile maddi ve manevi tazminatın davalı —— tahsiline karar verilmiş ise de dosya kapsamında ele alınan sistem kayıtlarından 10. hafta tedavi kaydına göre, davacı annenin ihmale konu edilen testi yaptırması konusunda uyarıldığı, 25. hafta kayıtlarından da organ taraması konusunda bilgilendirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davalı sigortalısının aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiği gözönüne alınarak sigortalı doktorun sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken…” gerekçesi ile karar verdiği görülmüştür.—— kararında “…Bu belirtilen invaziv girişim uygulanması halinde ise hastada onam formu alınacak olduğu literatürdede bilinmektedir.Yukarıdaki izah edilen nedenler değerlendirildiğinde ise tıbbi bir müdahale nedeniyle oluşan bir zarardan hekimin dolayısıyla külli halefi sıfatındaki davalı —– sorumlu tutulabilmesi için, kusurlu bir davranışın varlığının arandığı bir noktada; kusuru bulunmayan hekimlerin veyahut sigortacısının sorumlu tutulamayacağı açıktır.
Ayrıca, küçük çocuğun davacı olarak yer alması bakımından ise; bebeğin down sendromlu olduğunun tespit edilemediği ve kürtaj hakkının engellendiği iddiası ile down sendromlu çocuk adına talepte bulunulması özürlü doğmuş çocuğun hekime karşı neden kendisinin dünyaya gelmesine yol açtığı ve henüz cenin olduğu dönemde yaşamının sona erdirmediğini ileri sürmesi gibi bir iddia ile varolmama hakkının kabulü gibi hukuken korunamaz bir duruma yol açmaktadır. Dosya içeriğine göre ise; davacının gebelik süresince sigortalı doktor dışında başka doktorlara gittiği ve sürekli sigortalı doktor tarafından takip edilmediği, son muayene sonrası istenmiş olan tetkiklerin sigortalı doktora sunulup onun tarafından aydınlatılamayıp, bilgilendirilmediğine dair dosyada somut belge ve bilginin de mevcut olmaması nazara alındığında sigortalı doktorun meslek ve sanatı arasındaki ihmal ile davacı küçük çocuğun down sendromlu doğması arasında nedensellik bağı da mevcut değildir. Tüm açıklamalar doğrultusunda davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar verdiği görülmüştür. Dairenin Down sendromlu doğumlar nedeni ile doktorun sigortacısı şirkete karşı açılan davalarda verdiği son kararı——- olup bu kararda “…. Mahkemece uyulan bozma ilamına göre, davalı … şirketinin lehine poliçe düzenlediği dava dışı sigortalı hekim tarafından sağlık hizmetinin verilmesinde tıbbi açıdan gerekli ve uygun teşhis, tedavi noktasında hekimin özenle görevini yapma yükümlüğünü yerine getirdiğinin anlaşılamadığı, daha da önemlisi hekimin çocuğun down sendromlu olarak doğması ihtimalini tespit etmeye yarayacak şekilde gerekli bilgilendirme ve uyarıları tam ve eksiksiz yapmadığı, özellikle anne adayının yaşı, hekim tarafından muayene edildiği tarih karşısında davacı annenin karşılaşabileceği fayda ve riskleri konusunda gerekli bilgilendirmeyi davacı anne açısından yapmadığı, bu suretle hekimin aydınlatma yükümlülüğünü açıklanan hükümlere uygun şekilde yerine getirdiğinin davalı —— ispatlanamadığı, nitekim hekimin görev yaptığı hastanenin teşhis ve tedaviye ilişkin tuttuğu kayıt ve belgelerin, davalının lehine sigorta yaptığı hekimin aydınlatma yükümlülüğünü gerçekleştirmesi, en önemlisi gerekli testlerin yapılması yönünde hareket ettiğini göstermekten uzak olduğu, esasen dava dışı hekim ile hastane arasındaki iç ilişkiye dair her türlü eksiklik ve yanlışlığın ise dış ilişki çerçevesinde davacıları hukuken bağlayamayacağı, davacıların maddi ve manevi zarara uğradığı gerekçesiyle…” oy çokluğu ile kabul kararı verdiği görülmüştür. Mahkememizce davacı küçüğün maluliyet oranı hususunda rapor alınmış, aktüer bilirkişiden rapor alınmış, ——- tarihli ara karar ile emsal yargıtay kararları gereği feri müdahil hekimin geniş anlamda aydınlatılmış onam alıp almadığının tespiti, yapılan işlem ve tedavilerin tıbbi standartlara uygun olup olmadığı, down sendromunun tespitine yarayan tarama testlerinin yapılıp yapılmadığı, bu yöntemlerin de düşük gibi riskleri beraberinde getirdiği, Bu durumda hekimin üçlü tarama testi sonucunda elde edilen düşük risk oranına rağmen bebeğin down sendromlu olabileceğini, kesin tanı için başvurulabilecek yöntemleri, bu yöntemlerin risklerini, mevzuat hükümleri gereğince ve usulünce anneye/babaya açıklayıp onları aydınlatıp aydınlatmadığı hususlarında uzman hekimlerden oluşturulan heyetten rapor alınmıştır. ——- Uzmanı, pernonatolji uzmanı ve kadın doğum uzmanı bilirkişilerden oluşturulan heyetten rapor alınmıştır.
Bilirkişi heyeti —— adına düzenlenmiş yukarıda kayıtlı adli-tıbbi bilgiler ve bulgular birlikte değerlendirildiğinde;
1-Bebek——— gebelik takibini yapan doktor ya da doktorların tıibbi uygulamaları nedeniyle Down Sendromu olmadığı, değerlendirme bölümünde açıklandığı gibi, Down Sendromunun % 95 sıklıkta anne kaynaklı yanlış yumurta bölünmesi —–sonucunda ortaya çıkan en sık sebebi annenin bozuk yumurta sayısı olan bir kromozom anomalisi olduğu,
2- Dosya içeriğinde bulunan evraklardan, —- gebelik sürecine dair takiplerinin ——- tarafından gerçekleştirilmiş olduğu,
3——- muayenelerinin yapılmış olduğu, ancak mevcut yazışmalardan söz konusu hastanenin— ile kapatılıp arşiv kayıtlarının saklandığı ———arşiv kayıtlarında yapılan inceleme sonucunda ——-ait doğum raporu, ilgili kayıt ve belgelere ulaşılamamış olduğunun” belirtilmiş olduğu ve yine dosya içeriğinde bu hastanede muayene ve takibi yapan —- muayene sürecine dair açıklamasının mevcut olmadığı; bu verilerle —– hamileliğinin ilk dönem muayene sürecine dair ne tıbbi belge ne de hekim açıklaması mevcut olmadığı, bu iki verinin temini gerektiği, mevcut dosya içeriği ile —— yönünden sorulan hususlarda net bir değerlendirme yapılamayacağı,
4- Değerlendirme bölümü ve sonuç bölümünde belirtilen eksiklikler nedeniyle ——–yönünden “aydınlatma bilgilendirme” gibi bazı konuların açıklığa kavuşturulmasını sağlayacak belge ve verilerin mevcut olmadığı,
5- Dosya kapsamı ve sorulan hususlar “dava dışı hekimler ile hekimlerin hizmet verdiği sağlık Kuruluşlarındaki eylem ve eylemsizliklerinin istenmeyen sonuç ile ilişkisinin araştırılmasını gerektirmekle birlikte; sağlıklı bir değerlendirme ve sonuç verilebilmesini sağlayacak gerekli tıbbi belgelerin dosyaya kazandırılamadığı (davanın sigorta şirketine açılması vb. nedenlerle), hekim ve hastane yönetiminin bilgilendirme ve savunma metinlerinin bulunmadığı, Bu koşullarda araştırılması istenen hususların aydınlığa kavuşturulmasının kaçınılmaz olarak eksik kalacağı,——-muayenelerinin —–tarafından gerçekleştirilmiş olduğu, bu verilerden bu hekim tarafından ilk muayenenin 5. Ay tamamlandıktan sonra gerçekleşmeye başlamış olduğu, bu aylardaki muayene kayıtlarından; —— tarihli epikriz raporunda; “tedavi ve bakım planında: ——- sınırlardadır. —- oluşmaktadır. —- saptanmamıştır.. —– koydurucu değildir. ———- düzeyindedir. Bu oran 3. trimesterde giderek azalmaktadır.” Kaydının varlığı dikkate alındığında; Son adet tarihinden 5 ay sonra ilk kez muayene eden ve bu aşamada yapılan —— bilgisine ve epikriz raporunda —— notunu dayanak olan raporun belgesinin dosyada mevcut olmamakla birlikte epikrizde yazılı ve hekim onayının varlığı ile doğruluğunun kabulü ile —- içeren veri olarak kabulü ile; ———- gerek muayene ve takibe başladığı zaman ( 5. Ay ve sonrası) gerek muayene bülgularının normal olması, gerek—- raporunun normal ve yapıldığı yazılı —– olarak tespit edilmiş olmasından dolayı dava dışı hekim olarak —— gebelik takibi ve sonuçlarına dair bir sorumluluğunun olmayacağı kanaatinde olduklarını…” belirtmişlerdir.
Bilirkişi heyeti her ne kadar yukarıda belirtilen tıbbi terimler nedeni ile hekime bir sorumluluk yüklenemeyeceğini belirtmiş ise de bu görüşün de yukarıda alıntılanan emsal yüksek mahkeme kararlarında belirtilen ilkeler kapsamında itibar edilir bir yönü bulunmamaktadır. Yukarıdaki kararlarda açıkça belirtildiği üzere aydınlatmanın davacı annenin sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapıldığı ve davacı anneyi bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü bulunan hekimin bu yükümlülüğünü mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğini geçerli delillerle ispatlaması gerekmektedir. İkili veya üçlü tarama testi altında yazan tıbbi terimler içeren bir yazıyı aydınlatılmış onam olarak değerlendirmek mümkün değildir. Feri müdahil hekim 18.10.2021 tarihli cevap dilekçesinde davacı annenin 8-16 hafta arasında gebelik takibini yaptığını, bu dönemde yapılan kan testlerinde yüksek risk tespit edilmediğini, istenen diğer tarama testi olan detaylı ultrasonu yaptırmadığını gebelik takibini yarım bıraktığını belirtmiştir. Feri müdahilin 06.05.2022 tarihli dilekçesi incelendiğinde davacı annenin ikili ve üçlü tarama test sonuçları normal olduğu ve yüksek risk tespit edilemediği için invazif işleme gerek görülmediğini belirttiği görülmüştür. Dilekçeye ek belgeler incelendiğinde 03.01.2012 tarihinde davacının feri müdahil hekimin görev yaptığı hastaneye gittiği, bu tarihte kendisinden ikili test istendiği, keza 06.02.2012 tarihinde yine aynı hastaneye aynı hekime tedaviye gittiği, bu tarihte de kendisinden 3’lü tarama testi istendiği görülmüştür.Feri müdahil hekimin görev yaptığı hastane——- kapatılmış tıbbi evrakları devrolunan birime yazılan tüm müzekkerelere rağmen bu hastanenin arşiv evraklarının bulunamadığı, hastanın evraklarına ulaşılamadığı yolunda yanıt verilmiştir. Her ne kadar feri müdahil hekimce bu ikili ve üçlü tarama test sonuçları normal olduğundan invazif işlem önerilmediği belirtilmişse de bu test sonuçları dosyada mevcut değildir. Nitekim ne davalı yanca ne de hekim tarafından bu test sonuçları ibraz edilmemiştir. Feri müdahil ilk dilekçesinde annenin detaylı ultrasonu yaptırmadığını, bunu istediğini belirtmiş ikinci dilekçesinde ise test sonuçları normal olduğundan invazif işleme gerek görülmediğini belirtmiştir. Hekim anneye ikili ve üçlü test sonuçlarının kesin sonuç vermeyen testler olduğunu, bu testlerdeki düşük riske rağmen bebeğin down sendromlu olabileceğini, durumun ancak invazif işlemlerle tespit edilebileceğini ancak bu yöntemlerin de düşük riskini barındırdığını annenin sosyal ve eğitim düzeyine uygun bir şekilde anlatmakla yükümlüdür. Davacı annenin diğer hastane olan Medikal park hastanesine ilk gidiş tarihinin 01.03.2012 olduğu görülmüştür. Raporda 05.03.2012 tarihinde annenin 23 hafta 1 günlük gebe olduğu tespiti olduğuna göre annenin muayene tarihleri nazara alındığında 8 hafta ile 18. Hafta arası gebelik takibini feri müdahil hekimin yaptığı görülmüştür. Bu haftalar zaten ikili ve üçlü testin istendiği haftalar olup bu dönemde gebelik takibi yapan hekimin bu testlerin kesin tanıya imkan vermediğini, bu testlere rağmen bebeğin down sendromlu olabileceğini davacı anneye anlattığını, bilgilendirdiğini ispat etmesi gerekmektedir.
Özürlü bir çocuk sahibi olmak istemeyen çiftlerin başvurusu üzerine gebelik takibi sürecine katılan hekim, ana ve babanın yasal çerçevede gebeliği sonlandırma hakkına saygı gösterme ve tıbbi standartlara uygun prenantal tanı ile onlara kendileri açısından doğru karar vermeleri için gerekli parametreleri sunmak ile yükümlüdür. Yanlış tanı sonucu gebe kadının sağlıklı olduğunu düşündüğü çocuğu özürlü olarak dünyaya gelmesi halinde ana ve babanın gebeliği sonlandırma hakkı ellerinden alınmış, dolayısı ile aile planlaması hakkı ihlal edilmiş sayılmaktadır. Nitekim başta ——- üzere —— çeşitli hukuk sistemlerinde gebelik takibi ve prenantal tanıdaki kusur nedeni ile istenmeden dünyaya gelen özürlü çocuğu bakım masrafları dolayısı ile hekime ya da hastaneye karşı açılan tazminat davaları kabul edilmektedir. —– yılına kadar söz konusu tazminat davaları kabul edilmekle beraber —- tarihinde çıkartılan özel bir kanun ile istenmeden dünyaya gelen özürlü çocuğun ana ve babasının tazminat talepleri, manevi tazminat ile sınırlandırılmıştır. İsviçre hukukunda ise prenantal tanı veya hekim kusuru nedeni ile istenmeden dünyaya gelen çocuklar nedeni ile açılan tazminat davaları kabul edilmektedir. ———– hukukunda yaşanmış bir olaya atıf yapılacak olur ise federal mahkemenin ——- kararına konu teşkil eden olayda 39 yaşındaki iki çocuk annesi gebelik takibi çerçevesinde doğum hekimine yaşı nedeni ile mongol bir çocuk doğurma riski olup olmadığını bu nedenle kendisine ammiyosentez uygulanmasına gerek olup olmadığını sormuş hekim ailede genetik bir hastalık olmaması ve diğer iki çocuğunda sağlıklı olması nedeni ile böyle bir tetkike gerek olmadığını belirtmiştir. Bunun üzerine gebe kadın ammiyosentezden vazgeçmiş ancak beklentilerin aksine down sendromlu bir çocuğu dünyaya getirmiş ve bu nedenle tazminat davası açmıştır. Federal mahkeme bu olayda hekimin down sendromlu çocuk doğurma riskinin az, buna karşılık ammiyosentezin düşüğe yol açması riskinin daha fazla olması karşısında gebe kadının ammiyosentez uygulamasına karşı çıkacağını düşünmüş olmasının kendisini tek başına sorumluluktan kurtarmayacağını ve hekimin doğan zararlardan sorumlu olduğunu belirtmiştir. ————hukukunda istenmeyen çocuk nedeni ile sadece manevi tazminat talep edilmesine yol açan kanunu çıkarmaya sevk eden sebepler arasında kamuoyu baskısı yanında özürlü çocuğa kendi doğumu ve yaşama sebebi ile tazminat talebinin bahşedilmesinin öjeniye yol açacak olması, hekimlerin tazminat riskinden kaçınmak için en ufak şüpheli bir olayda anne ve babayı gebelik sonlandırmaya teşvik etme eğilim ve tehlikesinin mevcut olması gibi kaygı ve düşünceler yattığı doktrinde belirtilmektedir.——– verdiği bir kararda anne ve babanın down sendromlu bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi nedeni ile açtıkları tazminat davasında hekim kusurunun olmaması nedeni ile davacıların talebini reddetmiştir. Davacılar söz konusu olayda davalı hekimin gebelik takibi esnasında davacı annenin ilerlemiş yaşı nedeni ile bebeğin genetik bozukluk taşıma riskinin yüksekliği konusunda davacıları aydınlatmak zorunda olduğunu, yapılan testlerin bebekteki genetik kusuru tespit için yeterli olmadığını, güvenli bir tanı için ammiyosentez yapılması gerektiğini, ancak olayda kendilerine böyle bir tıbbi müdahalenin tavsiye edilmemiş ve yapılmamış olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak dava esnasında hekim davacılara ammiyosentezin bebeğin özürlü olup olmadığına dair güvenli bir sonuç verebileceği hususunu bildirmiş olduğunu, bunun yanında davacıların ammiyosentezin riskleri hakkında uyardığını ispat ettiği gerekçesi ile açılan davayı reddetmiştir. Yüksek mahkemede bu kararı onamıştır. ————-Yine—– tarihli başka bir kararda gebe kadın gebelik takibini sürdüren hekime ilerlemiş yaşı sebebi ile özürlü bir çocuk sahibi olabileceğinin bilincinde olarak sağlıklı bir çocuk sahibi olmak istediğini belirtmiştir. Down sendromunu hekim birinci trimister tarama tetkikleri esnasında down sendromuna işaret eden cüzi bir risk üzerine ammiyosentez önermiş fakat gebe kadın tarafından bu tıbbi müdahale reddedilmiştir. Gebeliğin 20. Haftasında yapılan 2. Muayenede yapılan ultrasonografide hekim tarafından fetüsteki hidrosefali hastalığı gözden kaçırılmıştır. Fetüsta yüz, boyun, deri, el ve ayak ile iskelet yapısı tetkikleri yapılmamış olmasına rağmen hekim gebe kadın ile başkaca bir muayene günü kararlaştırmamış, gebe kadına her şeyin yolunda olduğuna dair bilgi vermiştir. Oysa ki ultrasonografide fetusun el ve ayak yapısının tetkiki halinde özürlü ayaklar tespit edilebilecek durumdadır. Gebeliğin 38. Haftasında çocuk ağır anomalili olarak dünyaya gelmiştir. Özürlü çocuğun anne ve babası doğum öncesi bu durumu yani çocuğun özürlü olduğu bilselerdi gebeliği sonlandıracak oldukları iddia ederek tazminat davası açmışlardır. Yüksek mahkeme davacıların ammiyosentezi kabul etmemeleri nedeni ile ortak kusurlarının bulunduğunu kabul etmemiş ve çocuğun bakım masraflarının tümünün hekim tarafından tazminine karar vermiştir. ———— tanı riskli gebeliklerde gebe kadın ve fetusa gebelik dönemi içerisinde uygulanan küçük cerrahi müdahaleleri, genetik testleri ve genetik danışmayı içeren ve fetustaki sağlık sorunlarını, genetik bozuklukları tespite yönelik olan bir programdır. Gebelik takibi ve gebelik takibi sürecinde uygulanan rutin prenatal tanı yöntemleri anne ve fetusun sağlığını koruma yanında, annenin özürlü çocuğu doğurma ya da doğurmama konusundaki karar verme özgürlüğünü temin etmektedir. Bunun ile birlikte gebeliğin sonlandırılması prenatal tanının zorunlu bir sonucu değildir. Başka deyişle prenatal tanı yöntemi ——- aracılığı ile çocukta yapısal kusurlar ve gelişim bozukluklarının tespit edilmesi her zaman gebelik sonlandırılması yolu ile fetusun doğumunun engellenmesi sunucuna yol açmaz. Bu nedenledir ki hekimlerin prenatal tanı vasıtası ile negatif bir bulgunun tespiti halinde bir taraftan annenin özürlü çocuğa sahip olma kaygı ve korkusunu giderme, fakat diğer taraftan tespit edilen anomalinin gebeliğin yasal olarak sonlandırılmasına teşkil edecek derecede ağır olması durumda gebe kadına, gebeliğin sürdürülmesini isteyip istemediği konusunda özgür ve kendi açısından isabetli bir karar verme imkanı sağlaması yükümlülüğü altında olduğu ifade edilmektedir. Bundan başka çocukta bir anomali tespiti halinde anne ve baba gebeliği sonlandırmayı düşünmüyor olsa bile bunların fetusun sağlık durumu ve gelişimi konusunda bilgi edinmede başkaca menfaatleri olabilir; örneğin tetkikler sonucunda elde ettikleri bilgiyi çocuğun tedavisi ya da anneyi özürlü bir çocuğun doğumuna hazırlamak amacı taşıyabilirler, bunun yanında fetusun sağlık durumu ve gelişimi gebe kadının sağlığı açısından da önemli olabilir, bu nedenle hekimin kadını prenatal tanıma ve tanı yöntemleri hakkında aydınlatma, uygulama ve tetkik sonuçları hakkında tıbbi standartlara uygun bilgilendirme yükümlülüğü tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Hekim genel olarak gebelik takibi ya da belirli prenatal tanı yöntemleri uygulanması hususunda kendisine başvurulması üzerine üstlendiği tıbbi edimleri yerine getirirken tıp biliminin standartlarına uygun bir özeni gösterme borcu altına girer. Hekim tıbbi müdahalenin uygulandığı zamanda tıp biliminin ulaştığı kalite standartının altında kalması halinde meydana gelen zarardan sorumludur. Gerekli olan özenin ölçüsü subjektif-ferdi özelliklere göre değil, objektif ölçülere göre belirlenir. Bu çerçevede hekimin dahil olduğu mesleki çevrede gerekli ehliyet, beklenen bilgi ve beceri seviyesi dikkate alınır.Hekimin gebelik takibi veya prenatal tanı programları sürecinde tanı koymada ve / veya anne ve babayı bilgilendirmedeki yükümlülüklerine aykırı davranışı sonucu beklentilerin aksine sağlıklı bir çocuk yerine özürlü bir çocuk dünyaya gelmesi duruma göre hekimin veya hastanenin hukuki sorumluluğuna yol açar. Hatalı prenatal tanı yöntemleri dolayısı ile istenmeden dünyaya gelen özürlü çocuk olaylarında anne ve babanın tazminat taleplerinin temelinde yükümlülüklere aykırı bir prenatal tanı olmasaydı veya doğru yükümlülüklere uygun şekilde bilgilendirilselerdi gebeliğe son verecek olacakları iddiası, dolayısı ile anne ve babanın aile planlaması hakkının ihlal edildiği iddiası yatmaktadır. İstenmeden dünyaya gelen çocuk olaylarında tazmini talep edilecek zarar bizatihi özürlü çocuğun kendisi ya da doğumu değil anne ve babanı gebeliğin sonlandırılması kararının ellerinden alınmış olması sebebi ile ortaya çıkan mal varlığı zararı yani doğumun sebep olduğu ve yasal olarak karşılamak zorunda oldukları ———- özürlü çocuğun bakım masraflarıdır. Burada çocuğun “istenmemiş olma” durumu anne ve baba ile çocuk arasında olumsuz bir ilişkiye işaret etmez; bu durum sadece çocuk sahibi olup olmama veya ne zaman kaç çocuk sahibi olunacağı konusundaki karar verme özgürlüğü anlamına gelen aile planlaması bağlamında planlamaya aykırılık ile alakalı bir husustur. Anne ve baba aile planlaması kararı ile daha sonra doğmuş somut çocuğa karşı değil, soyut bir çocuğa karşı önlem almak istemektedir. Anne ve babanın aile planlamasına ilişkin kararları soyut çocuğa ilişkin olup çocuğun şahsına ilişkin bir değerlendirme içermemektedir. Daha önce de belirtildiği gibi hiçbir şekilde çocuğun bizatihi varlığı zarar değildir. Çocuğun doğumun ve varlığının zarar olarak ele alınması anayasal bir değer yargısı olan insan onuru ve yaşama hakkının dokunulmazlığına aykırılık teşkil eder. Zarar olarak kabulü mümkün olan çocuğun bakım masraflarıdır. Çocuğun istenmediğini, tazminat davasına konu olduğunu öğrenmesi halinde bu durumun onun psikolojik gelişiminin olumsuz etkide bulunacağı itirazları ortaya çıkan zararı tazmin edilebilirliğinin reddi için yeterli bir gerekçe değildir. Her şeyden önce istenmeden dünyaya gelen özürlü çocuk olaylarında anomali genelde çocuğun bu olayları algılamasına engel teşkil edecek şekilde ağırdır. Anne ve babaya bu olay nedeni ile tazminat talep etme hakkının tanınmaması onları daha iyi birer anne ve baba yapmaz.———– bir kararında belirtiği gibi dünya başlangıçta planlanmış olan ve fakat sonradan hiçbir şey uğruna vazgeçilemeyen çocuklarla doludur. Diğer taraftan çocuğun anomalili olması ve özellikle ailenin ekonomik durumunun iyi olmadığı durumlarda hekimin ödediği / sigortacısının ödediği tazminatın anne ve babanın bakım yüküne olan katkısı çocuğun ailede kabulünü destekleyici bir rol oynayacaktır. Bu şekilde zaten psikolojik açıdan yük altında olan anne ve babanın mali yükü hafifletilmiş olacak, anne ve baba çocuğu daha kolay kabullenebilecek, ona karşı olumlu bir tutum geliştirebilecektir. Hekim işin kolayına kaçarak yükümlülüklerine aykırı davrandığında sorumluluktan muaf tutulamaz. Aksinin kabulü gebelik takibi ve prenatal tanı sahasında özensiz davranışlara müsaade etmek anlamına gelir. Hekimin hastasına karşı üstlendiği en önemli iki yükümlülüğü “özenli, yani tıp bilimi ve uygulamasının tanınan ve genel kabul gören kurallarına uygun tıbbi müdahalede bulunma” ve “tıbbi müdahale öncesi hastayı aydınlatma ve rızasını alma” yükümlülüğüdür. Bu yükümlülükler hekimin mesleğini nerede icra ettiği hususundan bağımsız olarak (ister özel hastanede, ister devlet hastanesinde, ister özel muayenehanede) tüm hekimler için geçerli olan mesleki yükümlülüklerdendir.Hekim sorumluluktan kurtulmak için eğitimindeki eksikliklere, tecrübesinin azlığına, yeni gelişim ve yöntemlere hakim olamamasına veya hastanede her hastaya 5-10 dakika ayırabildiği gibi bahanelere dayanamaz. Hekim özel yükümlülüğünün gerekliliklerini yerine getirmek için kendini geliştirmek, eksik bilgi ve tecrübesini tamamlamak, tıp bilimindeki gelişmeleri takip etmek zorundadır. Bu nedende hekimin kendisini geliştirme yükümlülüğü de mevcuttur. Zaman eksikliği veya mesleki yoğunluk onu kendini geliştirme yükümlülüğünden kurtarmaz.
Hekim kendisine gebelik takibi veya özel olarak prenatal tanı için başvurulması halinde gebelik takibi süresince kadının yaşının ilerlemiş olması, gebe kadının kızamıkçık hastalığı geçirmekte veya geçirmiş olması, ailede genetik hastalıkların olması gibi endikasyonların varlığı halinde fetusta gelişim bozukluğu ya da eksikliği olup olmadığını araştırmak zorundadır. Gebelik takibi ve prenatal tanı çerçevesinde hekimin bu tür endikasyonların varlığına rağmen ammiyosentez gibi özel prenatal tanı yöntemlerini hastasına önermemesi özen borcuna aykırılık teşkil eder. Bu yöntemlere başvurulmaması nedeni ile çocuktaki anomalilerin tespit edilememesi bir tanı kusuru teşkil eder. Hekim bu tür riskli gebeliğe işaret eden bulgulara tesadüf etmesi durumunda (örneğin gebe kadının yaşının ilerlemiş olması) kendisine herhangi bir soru yöneltilmese dahi gebe kadının gebeliğin riskleri, fetustaki anomalileri tespit etmeye yönelik prenatal tanı yöntemleri ve bu tıbbi müdahalenin (örneğin ammiyosentezin düşüğe yol açması riski) riskleri konusunda eksiksiz, doğru ve mümkün olduğu kadar erken bilgilendirmelidir.
Bir kişilik değeri olarak aile planlaması hakkının ihlali sebebi ile tazminat talebi hakkı gebe kadın yanında babaya da aittir. Aile planlaması hak ve özgürlüğü her iki eşe birlikte ait olduğundan ve her iki eşte bu karardan aynı ölçüde etkilendiğinden babanın da bu konudaki karar verme hak ve özgürlüğü ihlal edilmiştir. İstenmeden dünyaya gelen çocuk olaylarında hekim gebe kadını doğru olarak bilgilendirseydi gebe kadın gebeliği sonlandıracak idi ise hekimin gebelik takibi veya prenatal tanıdaki yükümlülük ihlali ile çocuğun doğumu dolayısı ile ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağının varlığı kabul edilmektedir. Nitekim tanı sonucu fetusun hasta ya da özürlü olduğu ortaya çıktığında eşler olayların büyük çoğunluğunda gebeliğin sonlandırılması yönünde karar almaktadırlar.
Özürlü doğan çocuğun hekimin gebelik takibi ve prenatal tanıdaki kusuru olmasaydı anne ve babasının gebeliği sonlandıracak olduklarına, dolayısı ile doğmayacak olduğunu ileri sürüp hekimden tazminat isteyip isteyemeyeceği tartışmalı bir konudur. İstenmeyen yaşam —— olarak adlandırılan bu olaylarda özürlü çocuk hekimden tazminat talep ederken taşıdığı anomali ya da hastalığa hekimin kusurlu bir davranışla sebebiyet verdiğini iddia etmemekte, tazminat talebini taşıdığı anomali sebebi ile kendisine acı veren varlığına ve yaşamına dayandırmaktadır. İstenmeden dünyaya gelen engelli çocuklar bakımından var olan engelin gebelik takibi süresinde hekim tarafından tespit edilmesi halinde ise, genetik koşullar söz konusu olduğunda, herhangi bir tıbbi müdahale söz konusu olmayacaktır. Ancak engelli çocuk sahibi olmaya yönelik taleplerde hekim ile yapılan sözleşmede taraflar tedaviye yönelik değil hastalığın tespitini talep etmektedirler. Dolayısı ile hekimin; gen analizi, ammiyosentez, ikili-üçlü tarama testleri vb. Gelişen tıp uygulamaları ile tanıyı koymaya yönelik yaptığı girişimlerde net yahut tespit edilebilir yaklaşık bir ihtimal belirlemesi halinde sözleşme ili giriştiği ifa yükümlülüğünü yerine getirmiş kabul edilecektir.——Öte yandan istenmeyen çocukların dünyaya gelmesi vakıalarında birçok tarama ve tetkikler, duyarlı gebelik muayene ve testleri gelişmiş iken çocukta var olan engelin tespit edilememesi hekimin mesleki tecrübesizliğinden ileri geldiği kabul edilir.—— bu nedenle hekimin tanı koyma yükümlülüğünü yerine getirirken özen ve dikkatle davranması gerekmektedir. —– kararında çocuğun anne karnında yanlış pozisyonda durduğu ancak hekimin durumu tespit edememesinden kaynaklı çocuğun sağ kolunun eksik olduğu, hekimin mevcut tıp biliminin koşullarını kullanmaksızın tanı koymadaki kusuru sebebi ile sebebiyet verdiği zarardan sorumlu tutulması gerektiğini ifade etmiştir. ——— bu kararda da dikkat edileceği üzere çocuğun tek kolunun olmamasına hekim sebebiyet vermemiştir. Hekimin sorumlu tutulmasına neden olan yükümlülük ihlali tanı koymadaki ihlali olup somut uyuşmazlıktaki olayda benzer mahiyettedir. Hekimin tanı koyma yükümlülüğündeki ifa borcunda yan edim yükümlülüğü olarak hastanın hastalığına ilişkin geçmişinin iyi araştırılması da gelmektedir. Tıp literatüründe anemnez olarak kabul edilen uygulama tedavi hizmetine başlamadan önce tanı koymanın en önemli unsurunu teşkil edecektir. Hekim hastanın anemnizini gereği gibi ifa etmeksizin kusuru ile sebep olduğu zararlardan da sorumludur. —- tıbbi malpraktise bağlı ölümlerin sağlıkta ölüme yol açan en büyük üçüncü neden olduğu, her yıl en az 250.000 insanın tıbbi malpraktis nedeni ile öldüğü, bu rakamlara göre tıbbı malpkaktise bağlı ölümlerin kalp ve kanser hastalıklarına bağlı ölümlerin arkasından geldiği, solunum yolu hastalıklarından dolayı ölenlerin sayısını geçtiğini ileri süren yayınlar mevcuttur. —– gelişmiş olduğu kabul edilen bir ülkede bile ——- verilerine göre hastaneye yatan her 3 hastadan bir tanesinde tıbbi malpraktis sorunu yaşanmaktadır. — —- nedenli tazminat ödemelerinin— yıllarının —– değerindedir. Bu 5 yıllık dönemde tıbbi malpraktisenin ilk dört nedeni değişmemiş, tanı hataları başı çekmiştir. ——- dolar olduğu hesaplanmaktadır. Daha dikkat çekici bir veri olarak bu maliyetin yaklaşık yarısının önlenebilir hatalardan kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Ulusal verilerimize bakılacak olursa, rakamlar kesin ve tutarlı değil ise de en düşük sonucu göre bile günde yaklaşık 50 kişinin tıbbi malpraktis nedeni ile öldüğü varsayılmaktadır ki bu rakam dahi oldukça ürkütücüdür ve tıbbi malpraktisin boyutları açısında fikir vermesi konusunda önemlidir. ——–Aydınlatılmış onamın alınmamış olması başlı başına tıbbi malpraktisdir. Cerrahi aydınlatılmış onamlar ile ilgili olarak yapılan bir inceleme sonucunda katılımcı hastaların %54,5 ‘i cerrahi onamı okuduğunu, %70’i anlamadığını beyan etmiştir. Ayrıca aydınlatılmış onamların %85 oranında hastanın kendisi tarafından imzalandığı, %55,5 oranında hasta imzasının hemşireler tarafından alındığı tespit edilmiştir. Aydınlatılmış onam gibi tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hale getirme gücüne sahip bir belgeyi neden imzaladığını bilmediğini veya bunun bir formaliteden ibaret olduğunu beyan eden hasta oranı %60 olmuştur. Çalışmadaki sosyodemografik değerlendirme kapsamında aydınlatılmış onamın daha çok 31-43 yaş aralığındaki (%36,7 erkek , %56 lise mezunu %43,1 memur ( %32,1) ilde yaşayan (%63,3) daha önce bir kez hastanede yatan (%62,4) ve daha önce ameliyat olmayan (%70,6) hasta grupları tarafından okunduğu belirlenmiştir. Ev hanımı ve emekli grubundaki hastaların aydınlatılmış onamı çoğunluk ile okumadığı tespit edilmiştir. —–
—–cerrahi müdahaleyi yapacak olan ——— Bana ameliyatı ayrıntılı bir şekilde anlattı. Bende bu müdahalenin şeklini ve sonuçlarını ve daha sonra ortaya çıkabilecek komplikasyonları tamamen anladım. Ben birinci maddede anlatılan ameliyatta ameliyat sırasında evvelden akla gelmeyen durumlarda gerek gördüğü takdirde ilave ve farklı müdahalelerin yapılabileceğini kabul ediyorum. Ben anestezi doktorunun benim için uygun olarak seçtiği anestetik madde ve şeklini onun direktif, mesuliyet ve kontorolü altında tatbik edilmesini uygun buluyor ve kabul ediyorum” ifadelerinin yer aldığı aydınlatılmış onam belgesindeki söz konusu ifadeleri soyut ve genel bulmuş bu onam belgesinin hekimin hastayı olası risk ve komplikasyonlar konusunda somut ve yeterli bir şekilde aydınlatma yetmediğini, bu hususu ispat edemediğini belirtmiştir. Görüldüğü üzere söz konusu onam belgesinde hastanın ortaya çıkabilecek komplikasyonları tamamen anladığını belirtmesi bile yeterli gelmemiştir. Anne karnında down sendromlu bebek hareketleri söz konusu sendromun anlaşılabilmesi için son derece önem arz eden bir konudur. Anne karnında down sendromlu bebek belirtileri genel olarak aşağıdaki şekilde ortaya çıkmaktadır.
-Bebeğin kalbinde normalin dışında ilerleme ve parlama
-Diz ve kalça eklemleri arasında yer alan kemiğin gerektiğinden daha kısa olması
-Elde bulunan serçe parmaklarında ikinci kemiğin bulunmaması
-Üst bacak kemiğinde kısalık görülmesi
-Ense kalınlığının normale göre daha kalın olması
-Üst kol kemiğinde kısalık görülmesi
-Böbreklerde genişleme yaşanması
-Orta flanks kemiğinde hipoplazi görülmesi
-Kulak uzunluğunun yeterli uzunlukta olmaması
-Ayaklarda bulunan başparmaklarda ayrıklık oluşması
-İlliak açı genişliği gibi unsurlar anne karnında down sendromlu bebek hareketleri denildiği zaman akla gelen ilk maddeler arasında yer almaktadır. Feri müdahil hekim dilekçesinde kendisinden sonraki hekimin sigortası yerine kendisinin sigortası aleyhine dava açılmasının düşündürücü olduğunu belirtmiştir. Öncelikle mahkememizin bu hususta bir takdiri bulunmamakta olup davalı sıfatını davacılar seçmektedir. Yani kime dava açacağı hususunda takdir davayı açan kişiye aittir. Genellikle bu tür davalarda davacıların ikili ve üçlü testlerin yapıldığı dönemlerdeki hekimlerin sigorta şirketlerine karşı dava açtıkları bilinen bir gerçektir. Ancak yukarıda anne karnındaki down sendromlu bebek hareketleri irdelenmiş olup down sendromlu bebek nedeni ile anne ve babanın doğum anına kadar gebeliğe son verme hakları olduğundan sonraki hekimin sigortasına karşı dava açılması durumunda da durum değişmeyecektir. Nitekim alıntılandığı üzere tıbbi literatürde down sendromunu tespit edememek mesleki yetersizlikten ileri geldiği kabul edilmektedir.
Yukarıdaki konuya dair geniş açıklamalar yapılmış olup konuya dair —– dairesinin en son tarihli kararı kabul yönündedir. Keza bahsi geçen —- kararından sonra çıkan——adliye mahkemesi kararları da kabul yönündedir. İstinaf mahkemesinin istikrarlı şekilde önceki gibi kabul kararları verdiği görülmüştür.Nitekim —– yılında çıkan istinaf dairesi kararlarının nerede ise tamamı kabul yönündedir. Bu kararlardan red yönünden olanlar ile kabul kararlarındaki karşı oylara neden uyulmadığı/itibar edilmediği son bölüm olan aşağıdaki bölümde izah edilecektir.——- ilamında karara muhalefet sebeplerinden biri TCK’nın 99 maddesi gereği çocuk düşürtme suçunun tanımlandığı, down sendromunun bu nedenler arasında sayılmadığı, mevzuata göre 10 haftadan sonra tıbbi zorunluluk olmadıkça çocuk aldırmanın suç olduğu, bu nedenle çocuğun aldırılamayacağı yönündedir.——- annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir. Gebelik süresi, on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir” hükmünü haizdir. Yine Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük’ün “On Haftayı Geçen Gebelikte Rahim Tahliyesi” başlıklı 5. maddesi; “Gebelik süresi on haftayı geçen kadınlarda, rahim tahliyesi yapılamaz. Bu durumdaki kadınlarda, ancak, Tüzük’e ekli (2) sayılı listede sayılan hastalıklardan birinin bulunması halinde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından rahim tahliyesi yapılabilir. Hastalığın, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyla bu hastalığın ilişkin olduğu uzmanlık dalından bir hekimin birlikte hazırlayacakları, kesin klinik ve laboratuvar bulgulara dayanan, gerekçeli raporlarla saptanması zorunludur” şeklindedir. Anılan Tüzük’e ekli (2) sayılı listeye bakıldığında ise “Down Sendromu”nun da bu kapsamda sayıldığı görülmektedir. Dolayısıyla down sendromu tespit edildikten sonra, bir kurul tarafından düzenlenecek rapor neticesinde, anne ve babanın da ortak kararıyla on haftadan sonra da gebelik sonlandırılabilmektedir.Karşı oy gerekçelerindeki diğer neden sigorta poliçesinin yalnızca hekimi tıbbi kötü uygulamaları sonucu oluşan zararları teminat altına aldığı, doğum sonrası komplikasyonları kapsamadığı ve çocuğun dava açma hakkı olmadığına ilişkindir. Davacıların gerek bu dosyada ve gerekse bu türden olan dosyalardaki iddiaları doğum öncesi hekimin prenetal tanı koyma yükümlülüğü ihlal etmesi, down sendromu hususunda aydınlatılmamış olmalarına dayanmaktadır. Gebelik takibi süresi içerisindeki bir yükümlülük ihlaline dayanıldığından bu görüşün yerinde olmadığı takdir edilmiştir. Keza çocuğun dava açma hakkı olmadığı yolundaki görüş ise İstenmeyen yaşam——olarak adlandırılan bu olaylarda özürlü çocuk hekimden tazminat talep ederken taşıdığı anomali ya da hastalığa hekimin kusurlu bir davranışla sebebiyet verdiğini iddia etmemekte, tazminat talebinin taşıdığı anomali sebebi ile kendisine acı veren varlığına ve yaşamına dayandırdığından yerinde değildir. Bahsi geçen —— tarihli yargıtay kararındaki somut olayda davacı anne 39 yaşında olup hekimin riski gebelik yaşında olmasına rağmen gebeden üçlü tarama testi dahi istemediği görülmüştür. Esasen bazı ——- kararlarında annenin birden fazla hekime muayene olmasının red gerekçesi yapılması da anlaşılmış değildir. Gebeliği nedeni ile tedirgin olan, belki bir hekimin görmediği bir bulguyu başka bir hekim de görebilir düşüncesinde olan ve birden fazla hekime gebelik takibini yaptıran bir annenin gebelik takibini birden fazla doktora gittiği gerekçesi ile davasının red edilmesi hakkaniyete aykırı bir durumdur. Böyle bir durumda olsa olsa birden fazla hekimin işini gereği gibi yapmamasından bahsedilebilir. — sayılı ilamı incelendiğinde somut olaydaki dava konusuna da emsal mahiyette olmadığı görülmektedir. Zira bahsi geçen olayda —- Paragrafında açıkça yazıldığı üzere hekim hastaya üçlü testi yaptırmış protokol defterinde de amniyosentez ve down sendromu hususunda bilgi verdiği hususunu ispat etmiştir. Davanın red edilme nedeni hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat etmesidir.——– kararında ise invazif girişim uygulanması halinde hastadan onam formu alınması gerektiği belirtmiştir. Keza bu tür dosyalarda feri müdahil hekimlerin neredeyse tamamının iddiaları çalıştıkları hastanede ileri tetkik gerektiren bu müdahalenin hastaneleri bünyesinde yapılmadığını, önermediği bir testin onamını da almasının mümkün olmadığı yolundadır. Bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. ———– bir ilçesini esas aldığımızda karşısına 40 yaşında gebe bir hasta gelen kadın doğum uzmanı hekim bu görüşün kabulü halinde hiçbir zaman sorumlu tutulamayacaktır. Çünkü burada hekim ” benim çalıştığım hastanede ileri tetkik gerektiren invazif işlemler yapılmıyordu , kaldı ki bu işlemi de ben yapmayacaktım, bu nedenle hastadan onam da almadım ” diyerek sorumluluktan kurtulacaktır. Bunun kabulü mümkün değildir. Down sendromu hakkında bilgi sahibi olan kişi hekimdir. Riskli yaş grubundan bir hastası gelince ikili ve üçlü tarama testlerindeki düşük risk ihtimaline rağmen bebeğin anomalili olabileceğini bilen kişi hekimdir. Hastadan bunu bilmesi beklenemez. Hekim bu hususta hastayı aydınlatmakla yükümlüdür. Bu nedenle bu görüşe itibar edilmemiştir.
Anne karnında down sendromunu teşhise elverişli bebek hareketleri ve fetus özellikleri de yukarıda belirtilmiştir. Başlı başına tarama testleri ile yetinilmesi de mümkün değildir. Tarama testlerindeki düşük risk oranına rağmen bebeğin down sendromlu olabileceği,invazif işlemlerle ilgili bilgilendirildiğine dair somut bir delil sunulmamıştır. Feri müdahilce sunulan belgelere göre anneden ikili ve üçlü tarama testini bu hekim istemiştir. Feri müdahil dilekçesinde düşük risk geldiğinden invazif işlemlere gerek görmediğini belirtmiştir. Ayrıca yukarıda detaylı olarak izah edildiği üzere anemnezin alınmaması dahi sorumluluk ihlalidir. Gebe hastanın ailesinde down sendromu olup olmadığı, tıbbi öyküsü vs. Hasta dosyasında bulunmamaktadır. Daha doğrusu ortada bir hasta dosyası bulunmamaktadır. Hastanenin kapanmış olması, evraklara ulaşılamaması davacıların aleyhine yorumlanamaz. Yukarıda yabancı ülkelerdeki durumdan da bahsedilmiştir.Dünyanın uygar ülkelerinde Down sendromlu ağır anomalili doğumlar bir yana istenmeyen normal doğumlar nedeni ile dahi ———- hekimlerin sorumluluğu yoluna gidilmektedir. Hekimin; gen analizi, ammiyosentez, ikili-üçlü tarama testleri vb. Gelişen tıp uygulamaları ile tanıyı koymaya yönelik yaptığı girişimlerde net yahut tespit edilebilir yaklaşık bir ihtimal belirlemesi halinde sözleşme ile giriştiği ifa yükümlülüğünü yerine getirmiş kabul edilecektir.Somut olayda bilirkişi raporunda yazan tıbbı terimlerin aydınlatılmış onam olarak kabulü mümkün değildir.Buradaki tespitler nedeni ile hekimin sorumlu olmadığına dair görüş yerinde değildir. Tüm bu anlatılan nedenler, emsal yargıtay ve istinaf mahkemeleri kararları ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirilmiş davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Anne baba sadece psikolojik sağlığın ihlalini ileri sürerek değil, aile planlaması hakkının ihlali sebebi ile de manevi tazminat talep edebilir. Aile planlaması hakkı bir kişilik hakkı olup bu hakkın ihlali halinde zarar görenlerin maddi tazminat yanında BK’nun 49. Maddesi gereği manevi tazminat talep edebilmeleri de mümkündür. Özürlü çocuğa sahip olma dolayısıyla yaşam kalitesi ve sevincinde meydana gelen azalma maddi tazminatla telafi edilemediğinden manevi tazminatla karşılanmalıdır.———Keza çocuğun da tazminat talep edebileceği yukarıda detaylı olarak izah edilmiştir. Davacıların sosyal ve mali durumları incelendiğinde ekonomik durumlarının kötü olduğu, evlerinin kira olduğu, annenin çalışmadığı, down sendromlu çocukları nedeni ile engelli maaşı aldıkları görülmüştür.—— entegrasyon sorgulamasında da davacılar adına kayıtlı menkul-gayrımenkul mal olmadığı, davacı babanın en son 16 gün karşılığı brüt 8.540 TL maaş aldığı görülmüştür. Son 4 ay şahsın bu şekilde kısmi süreli çalıştığı, anlaşıldığı kadarı ile yarı zamanlı çalıştığı görülmüştür. Somut olayda davacıların talep ettikleri manevi tazminat miktarı makul bulunmuş kabulüne karar verilmiştir. ——- ilamı “.. Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir….Dava konusu olayda, davacıların ihtiyari dava arkadaşı olup, ayrı ayrı manevi tazminat isteminde bulunmalarına ve her bir davacı için ayrı ayrı hüküm kurulmasına (kısmen kabul kararı verilmesine) göre davacıların her biri için ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken tek bir vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.——–Dava destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığı, aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunanların usul ekonomisi ilkesi dikkate alınarak birlikte dava açtıkları durumda da esasen birden fazla dava olduğu dikkate alınarak; her bir davacı yönünden lehine hükmedilen tazminat miktarına göre kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine; reddedilen her bir dava yönünden de kendisini vekille temsil ettiren davalı lehine ayrı ayrı vekalet ücreti takdir edilmesi gerekmektedir. Mahkemece her bir davacı bakımından maddi ve manevi tazminata ilişkin talepler reddolduğu halde, davalı ——— vekili lehine davacıların her biri için ayrı ayrı vekalet ücreti takdiri yerine tek vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değil bozma nedeni ise de; bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden 6100 sayılı HMK.’nun geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK.’nun 438/7 maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.” gerekçeleri ile aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunan kimselerin açtıkları davalarda ayrı ayrı vekalet ücreti takdiri gerektiğini belirtmiştir. Somut olayda davacılar ihtiyari dava arkadaşıdır.Yürürlükteki Avukatlık asgari ücret tarifesinin 10/4. Maddesi gereği manevi tazminat davalarının maddi tazminat veya parayla değerlendirilen başka bir taleple birlikte açılması durumunda manevi tazminat açısından ayrıca vekalet ücretine hükmedileceği belirtilmiştir. Keza bu davada davacılar ihtiyari dava arkadaşı olduklarından lehlerine ayrı ayrı vekalet ücreti takdir edilmiştir. Buna dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere ;
A-720.000 TL maddi tazminatın dava tarihi 25.12.2020 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ——– velayeten anne ve babasına ödenmesine,
2-Manevi tazminat yönünden davanın kabulü ile;
A-40.000 TL manevi tazminatın 25.12.2020 dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı —— velayeten anne ve babasına ödenmesine,
B-20.000 TL manevi tazminatın 25.12.2020 dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ——- ödenmesine,
C-20.000 TL manevi tazminatın 25.12.2020 dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ——–ödenmesine,
D-Davalı yanca yapılan bir ödeme varsa hükmün infazında icra müdürlüğünce gözetilmesine,
2-Harçlar yasası uyarınca alınması gereken 54.648.00 TL harçtan, peşin yatırılan 1.741,91 TL harç, 991,00 TL tamamlama harcının toplamı olan 2.732,91 TL’nin düşümü ile geri kalan 51.915,09 TL harcın davalıdan alınarak hazineye İRAD KAYDINA,
3-Davacı yanca yapılan 1.741,91 TL Peşin harç, 991,00 TL Tamamlama harcı, 54,40 TL başvurma harcı, 7.500,00 TL bilirkişi ücreti, 2.328,00 TL adli tıp ücreti ve 515,60 TL posta gideri olmak üzere toplam 13.130,91 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
4-Davalı tarafından yapılmış bir yargılama gideri bulunmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığını,
5-Maddi tazminat yönünden karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Üc. Trf.’ne göre, 106.800,00 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsiliyle davacı—– velayeten anne ve babasına ödenmesine,
6-Manevi tazminat yönünden;
A- Davacı —— vekille temsil edildiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Üc. Trf.’ne göre, 17.900,00 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsiliyle küçüğe velayeten anne ve babasına ödenmesine,
B- Davacı —— vekille temsil edildiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Üc. Trf.’ne göre, 17.900,00 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsiliyle davacıya ödenmesine,
C-Davacı ——-vekille temsil edildiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Üc. Trf.’ne göre, 17.900,00 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsiliyle davacıya ödenmesine,
7-Tarafların yatırdığı gider/delil avansının artan kısmının taraflara veya ahzu kabza yetkili vekillerine iadesine,
8- Adalet bakanlığı bütçesinden karşılanan 1.320,00 TL Arabulucu ücretinin davalıdan tahsiliyle hazineye irad kaydına,
Dair karar, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun İstinafa ilişkin hükümleri doğrultusunda, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki (2) haftalık süre içerisinde (HMK’nın 345. maddesi), mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak (HMK’nın 343. maddesi) ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamen ödemek (HMK’nın 344. maddesi) suretiyle, ———— Adliye Mahkemesi nezdinde İstinaf yolu açık olmak üzere, taraf vekillerinin yüzüne karşı, oy birliği ile açıkça okunup usulen anlatıldı. 20/12/2023