Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 10. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/603 E. 2023/934 K. 23.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/603
KARAR NO : 2023/934

DAVA : Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 26/12/2018
KARAR TARİHİ : 22/11/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile davalı şirket arasında süregelen ticari mal alım-satımı ilişkisi olduğu, tarafların imzaladıkları 29.03.2018 tarihli satış sözleşmesinin, 300 ton ön germeli beton üretimini ve teslimini içerdiği, sipariş üzerine üretilen ürünlerin karşılığında davalı şirketin müvekkiline KDV dahil 354.000-USD ödemekle yükümlü olduğu ve 05.07.2018 tarihinde ödemelerin tamamlanarak sevkiyatın başlayacağı hususunda anlaştıkları, ürünlerin süresi içerisinde üretildiğini ve davalı şirkete teslime hazır edildiğini ancak davalı şirket tarafından ödeme yapılmadığından teslimatın gerçekleşmediğini ve müvekkili şirketin zarara uğratıldığını; müvekkili ile davalı şirketin davaya konu sözleşmeden önce de —- imzalı satış sözleşmeleri ile ticari ilişkilerinin olduğu, karşı yanın ödemeleri üzerine müvekkili şirket tarafından ilgili teslimatın gerçekleştirildiği, 29.03.2018 tarihli davaya konu sözleşmeye ilişkin olarak davalı şirket tarafından toplamda 63.201,83 USD ödeme yapıldığı davacı müvekkili tarafından 30.160,80 USD ve 30.785,73 USD bedelli iki fatura karşılığında 51.520 ton ürün teslim edildiği, müvekkili tarafından 29.03.2018 tarihli sözleşme konusu bakiye 248,48 ton ürünün üretilerek teslime hazır hale getirilmiş olduğu halde karşı yan tarafından ödemesinin yapılmadığını ve teslim alınmadığını; davalı şirkete —–. Noterliği’nin 08.11.208 tarih ve —– yevmiye numaralı ihtarnamesinin gönderildiği, davalı şirket tarafından —– Noterliğinden 16.11.2018 tarih ve—–yevmiye numarası ile gönderilen cevabi ihtarnamede, sözleşmelerin yetkili kişi tarafından imzalanmadığı gerekçesi ile sözleşme edimlerinin ifa edilmeyeceğinin ifade edildiğini; iş bu dava ile sözleşmenin geri kalan kısmının davalı yanın kusuru ile hükümsüz kalmasından doğan zararlarının fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla karşı taraftan tahsilinin istendiği, davalı şirketin taraflar arasında süregelen ticari ilişkide yetkisiz olduğunu iddia ettiği temsilcinin birden çok sözleşmeyi imzaladığını bu sözleşmelere göre ödemeler yaparak faturaları kabul ederek malları teslim aldığını; böylece davalı şirketin yetkisiz olduğunu iddia ettiği kişiye temsil yetkisi verdiği hususunda bir hukuki görünüm yarattığı, davalı şirket tarafından kesilen faturalara da itiraz edilmediği, sözleşmesel ilişkinin kabulünün bu şekilde de sağlandığı, davalı şirket tarafından ödemenin yapılmaması üzerine müvekkili şirket için TBK 235 uyarınca sözleşmeden kalan kısım bakımından dönme zaruretinin hasıl olduğu, müvekkili tarafından yapılan tüm masrafların karşı tarafça tazmin edilmesi gerektiği, müvekkilinin sözleşmenin imzalandığı tarihte güncel rayiçlere göre çok daha yüksek fiyattan hammadde alımı yaptığı, bu alım nedeniyle finansman ihtiyacı nedeniyle finansman zararına da uğradığı, 30.244,70 USD zararın karşı taraftan tahsilini talep ettiklerini; TBK’nın 236. maddesinin 1. fıkrasına göre “borcunu ifa etmeyen alıcı, satıcının bu yüzden uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür.” hükmü uyarınca müvekkilinin tazminat talep etme hakkı olduğunu, tazminat tutarı bakımından da talep haklarını saklı tuttuklarını belirterek davalarının kabulü ile müvekkili ile davalı şirket arasına imzalanmış satış sözleşmesinin ifa edilmemesine istinaden müvekkili şirketin uğramış olduğu 30.244,70 USD tutarındaki zararın fiili ödeme tarihindeki —–döviz alış kuru üzerinden hesaplanacak TL karşılığının karşı yandan tahsiline, tüm yargılama giderleri ile birlikte ücreti vekaletin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP : Davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin ticari ikametgah adresinin ve somut davaya konu malların teslim yerinin de—– olduğundan somut davada yetkili mahkemenin —– Mahkemeleri olduğunu bu nedenle davanın yetki yönünden reddine karar verilmesini; müvekkili firma ile davacı firma arasında imzalanan 29.03.2018 tarihli sözleşme ile davacı tarafından üretilen mamullerin bedellerinin müvekkili firma tarafından ödendiğini, davacının ürünlerin teslim alınmaması sebebiyle uğranılan zararın tazminini talep ettiğini, firmaları nezdinde bulunan 29.03.2018 tarihli sözleşmede davacı firma yetkilisinin imzasının bulunmadığı, müvekkili firma yetkilisinin de imzasının bulunmadığını sadece müvekkili firmada çalışan ve firmayı yasal temsil yetkisi bulunmayan —– tarafından paraf imzasının atıldığını bu nedenle her iki taraf yönünden bağlayıcılık arz eden bir sözleşmenin bulunmadığının görüldüğünü; Demir ve çelik fiyatlarının sürekli değişkenlik arz ettiğini bu sebeple firmaların mal alımı yapacakları zaman talep tarihinde muhtelif firmalardan teklifler aldıklarını ve o güne göre en uygun teklif üzerinden lokal alım yaptıklarını, davacının sözleşme kapsamında satışının yapıldığını iddia ettiği 27.04.2018 tarihinde 33.201,83 USD ve 03.07.2018 tarihinde 30.000,-USD olmak üzere toplam 63.201,83 USD tutarındaki ödeme ve mal sevkiyatlarının belli bir yazılı anlaşma kapsamındaki alış veriş olmadığını piyasa rayiçlerine göre lokal olarak yapılan mal alımından ibaret olduğunu; davacı tarafından müvekkili firmaya keşide edilen 08.11.2018 tarih —– yevmiye nolu ihtarnameye müvekkil firmanın 16.11.2018 tarih—– yevmiye nolu cevabi ihtarname ile 29.03.2018 tarihli evrakın müvekkili firmayı bağlayıcı sözleşme niteliğini kabul etmediklerini karşı tarafa bildirdiklerini; davacı tarafın iddia ettiği şekilde müvekkili firma tarafından 29.03.2018 tarihli evrakın firmayı bağlayıcı sözleşme niteliği kabul edilmiş olsa idi ödemelerde bu sözleşmeye aften veya bu sözleşmeye mahsuben ödeme yapılacağının izahten vareste olduğunu, 29.03.2018 tarihli belgenin müvekkili firmanın ticari defter ve muhasebe kayıtlarında yer almadığını bu durumun müvekkili firmanın 29.03.2018 tarihli evrakın varlığından haberdar olmadığını ve evrakın bağlayıcılığını sahiplenmediğine delil olduğunu, davacının müvekkili firma yetkilisinin imzasını taşımayan ve müvekkili firmayı yasal olarak bağlamayan 29.03.2018 tarihli belgeye farklı hukuki mütalaalarla hukuki geçerlilik sağlamaya çalışmasının TTK 18/2 madde hükmüne göre de mümkün olmadığını; davacı tarafın tazminat talebinin zenginleşme amaçlı olduğunu, varlığını iddia ettiği zararı somut delillerle ve usul kapsamında ispat etmesi gerektiğini, davacı tarafın somut davasının usul ve esas yönünde mesnetsiz olduğunu reddi gerektiğini belirterek davanın reddini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, taraflar arasında imzalanan 29.03.2018 tarihli satış sözleşmesinden kaynaklı olarak davalı alıcının sözleşme ile almayı taahhüt ettiği malları almaması nedeni ile davacının TBK’nın 235 ve 236 gereği sözleşmeden dönmesi nedeni ile sözleşmenin ifa edileceğine güvenerek sözleşmenin imzalandığı tarihte güncel rayiçlere göre çok daha düşük fiyattan malları satması nedeni ile uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davalı her ne kadar ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunmuş ise de TBK’nun 146 gereği satım sözleşmesi kaynaklı alacaklar 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğundan bu itiraza itibar edilmemiştir.
Davalı yan bahse konu evrakın proforma fatura olduğunu, sözleşme olmadığını, davacı ile lokal bazda tek seferlik ticari ilişkiler kurduğunu, söz konusu sözleşmeyi imzalayan—– isimli çalışanlarının yetkili temsilci olmadığını bu nedenle bu sözleşmenin davalıyı bağlamayacağını savunmuştur.
Yargıtay—–HD.——. Sayılı ilamında “…. Uygulamada sıkça rastlanan ve sözleşmenin imzalanmasından önce malın fiyatını, özelliklerini vs. göstermek amacıyla düzenlenen proforma fatura icap niteliğindedir…” Yargıtay —-. HD. ——Sayılı ilamında “…. Mahkemece, toplanan kanıtlara göre, davalının proforma fatura düzenleyerek icapta bulunduğu, davacının da faturalarda yazılı bedelleri ödeyerek icabı kabul ettiği…” belirtmiştir.
Bilindiği gibi sözleşme ilişkisi, sözleşmenin esaslı unsurları üzerinde tarafların karşılıklı ve birbirine uygun iradelerinin birleşmesi ile kurulur (BK m.1/I ve 2/I; TBK m.1/I ve 2/I). Bunun için de sözleşmenin taraflarından birinin teklifinin (icabının, önerisinin) diğeri tarafından kabul edilmesi yeterlidir. Sözleşmenin esaslı olmayan unsurlarının (ikincil hususların) bu aşamada kararlaştırılması şart değildir, bir diğer deyişle bunların kararlaştırılmamış olması hâlinde dahi sözleşme kurulmuş sayılır. Ticari teamülde de sözleşmeler tarafların çeşitli kanalları kullanarak icap ve kabul iradelerini birbirine iletmeleri ile kurulmaktadır. Proforma fatura gerek (sözleşmenin akdedildiği tarihte yürürlükte bulunan 6762 s.) Türk Ticaret Kanunu (m.23) ve gerek Vergi Usul Kanunu (m.229 vd) anlamında bir fatura olmayıp, satıcının, satım konusu malın niteliklerini ve özellikle satış tutarını gösterdiği bir metindir (aynı yönde HGK, 14.11.1970 gün ve —-. Yukarıda gösterilen ilkeler çerçevesinde bu metin sadece sözleşmenin asli unsurlarını gösteriyor ve karşı yanın (alıcının) karşı tekliflerinin de dikkate alınabileceği yönünde açıklık içeriyor veya bunun mümkün olduğu metinden anlaşılıyorsa, borçlar hukuku bakımından “icaba davet” sayılabilirken; satım sözleşmesine konu malın niteliklerine ve semenin tartışmasız, net tutarı gibi asli ve teslim yer ve şekli ile ödeme koşulları gibi tali tüm unsurları içeriyor ve alıcının karşı tekliflerini sunmasına imkân vermiyorsa “icap” sayılabilir (bkz.—-.).Metnin bu ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi üzerine icaba davet niteliğindeki bir proforma fatura bakımından alıcının iradesini açıklaması “icap=öneri” sayılır; oysa proforma fatura tam anlamıyla icap niteliğinde ise alacaklının iradesini açıklaması ile sözleşme kurulmuş sayılmalıdır. Bir kimsenin davranışlarında tutarlılık bulunmasını gerektiren bir prensip yoktur. Fakat bir hukuki ilişkide bir kimse davranışı ile karşı tarafta esaslı bir güven uyandırdıktan sonra, artık bu davranışına aykırı tutum takınamaz (—–)” (Prof. Dr.—-
“bir hakkın kullanılması açık bir haksızlık doğuruyorsa, kanun bu hak kullanmayı, bu hakkı korumaz..kötüye kullanmanın başladığı yerde kötüye kullanılan hak sona erer..Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması ilkeleri emredicidir..dürüstlük kuralı , hukukun tamamında geçerli bir genel ilke, üstün norm olduğu için hakimi hem bağlar hem de yol gösterir.
Yasal sınırlar içinde kullanılan ve başkasını gereksiz yere zarara sokmayan hak gerçek hak, kötüye kullanılan hak ise görünüşte hak olarak adlandırılmıştır..hakkın kötüye kullanılması yasağı kamu düzeni ile ilgilidir.Karşı tarafta güven uyandırdıktan sonra davranışını değiştirmek veya yeni ya da öncekinden tamamen farklı bir davranışta bulunarak karşı tarafı hukuken elverişsiz duruma sokmayı hukuk düzeni kabul etmez.Çünkü karşı tarafın güvenini boşa çıkarmak, sonraki davranışı ile önceki davranışını ve sonuçlarını tamamen ortadan kaldırmak hakkın kötüye kullanılmasıdır.Karşı tarafta, önceki bir takım davranışları ile güven uyandırdıktan sonra, bu güveni sarsacak, boşa çıkaracak şekilde davranılmasına hukuk müsaade etmez..—-kimse önceki çelişkili fiiline dayanamaz.. Hak sahibi daha önceki davranışı ile bir hakkını kullanmayacağını açıklamışsa veya davranışlarından bu sonuç çıkıyorsa, daha sonra, bu davranışı ile çelişir biçimde o hakkı kullanırsa, hakkını kötüye kullanmış olur..”(Prof. —–.)
Birlikte temsil esasının geçerli olduğu durumlarda şirket nam ve hesabına yapılan hukukî işlemin şirket için bağlayıcı olabilmesi, bu yetkiye sahip kişilerin (örneğin, anonim şirkette iki yönetim kurulu üyesinin veya limited şirkette iki müdürün) birlikte hareket etmelerine bağlıdır. Bir hukukî işlemin geçerli olabilmesi için, yapanın gerekli yetkileri haiz olması lâzımdır. Bu anlamda, temsilcinin hukukî işleme yöneltmiş olduğu irade beyanının geçerli olabilmesi için, temsil yetkisini haiz olması mecburidir. Temsil olunan temsil yetkisini bir tek kimseye verirse, tek temsil ilişkisi söz konusu olur. Buna karşılık, temsil olunan temsil yetkisini birden fazla kişiye verdiği takdirde, birlikte temsil ilişkisinden bahsedilir. Birlikte temsil ilişkisinde temsil olunan hukukî işlemin gerçekleşmesi için birden çok temsilci ataması ve bu temsilcilerin yaptığı işlemin hukuk hayatında sonuç doğurabilmesi için, birlikte hareket etmeleri gerekir. Ancak temsilcilerin birlikte hareket etmeyip, tek temsil ilişkisinde olduğu gibi, her birinin hukukî işlemi tek başlarına yapmalarında da işlem yine yetkisiz temsil hükümlerine tabi olur ( —–)
Yetkisiz temsilcinin temsil yetkisi olmadan yapmış olduğu hukukî işlem, temsil olunanı bağlamaz. Ancak yapılan hukukî işlemden doğan hak ve borçların, temsil olunana ait olabilmesi için onun işleme daha sonradan icazet (onam) vermesi gerekmektedir. Temsil olunan, temsilcinin, yetkisi olmaksızın yapmış olduğu hukukî işleme icazet verebilir. Böyle bir halde temsil ilişkisine ait sonuçlar, geçmişe etkili olarak, işlemin yapıldığı tarihten itibaren meydana gelmiş olur. Buna karşılık, temsil olunan icazet verinceye kadar veya durum ve şartlardan anlaşılıncaya kadar, temsilcinin yapmış olduğu hukukî işlemler askıda geçersizdir. Zira yetkisiz temsilcinin üçüncü kişiyle yaptığı sözleşmenin hüküm ve sonuçlarının doğmasını engelleyecek yetki unsuru eksik olup, bu tür bir işlem askıdadır.
Yetkisiz temsilci ile üçüncü kişi arasında yapılan hukukî işlemler, geçerlik şartlarını sağlamadığından, eksik bir işlemdir. Bu sebeple söz konusu işlemler,daha önce de ifade edildiği üzere, temsil olunanın icazet vermesine kadar askıda hükümsüzdür. Buna karşılık, üçüncü kişi yapılan söz konusu hukukî işlemle, temsil olunan tarafından açık veya örtülü (zımnen) olarak reddedilinceye kadar bağlıdır. Üçüncü kişinin bağlı kaldığı süre zarfında temsil olunan işleme icazet vermez veya hiçbir irade beyanında bulunmazsa, üçüncü kişi süre sonunda işlemle bağlı olmaktan kurtulur. Yetkisiz temsilcinin yapmış olduğu hukukî işleme temsil olunan icazet verdiği takdirde, işlem baştan itibaren geçerli hale gelir.İcazet açıkça verilebileceği gibi zımni olarak da verilebilir. Örneğin yetkisiz temsilcinin imzalamış olduğu sözleşmenin kısmi ifasına başlanması buna örnek olarak verilebilir.
Yargıtay —-HD. ——. Sayılı ilamında “….Yetkisiz temsil durumunun varlığı halinde, işlemin geçerli olabilmesi temsil olunanın işleme icazet vermesine bağlıdır. Bu nedenle icazet kurucu yenilik doğuran bir işlem olarak kabul edilmelidir. İcazet temsil olunan tarafından tek taraflı ve varması gereken bir beyanla verilir ve temsilcinin veya üçüncü kişinin hakimiyet alanına girdiği andan itibaren sonuçlarını meydana getirir. İcazetin verilmesi kural olarak şekle tabi değildir. Açıkca verilebileceği gibi, zımni davranışlarla verilmesi mümkündür. İcazetin verilmesine ilişkin bir diğer sorun susmanın icazet olarak yorumlanmasının mümkün olup olmadığıdır. Susmanın kural olarak bir irade beyanı ve buna bağlı olarak da bir icazet olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Özellikle temsil olunanın yapılan hukuki işlem hakkında bilgisinin olmadığı hallerde durum böyledir. Ancak istisnai olarak temsil olunan kimseden dürüstlük kuralı uyarınca hukuki işleme itiraz etmesinin, diğer bir ifade ile söz konusu hukuki işlemi onaylamadığını bildirmesinin beklenebildiği hallerde susmanın icazet sayılabileceği kabul edilmelidir. Böylece, Borçlar Kanunu’nun 6. maddesindeki istisna burada da kıyasen uygulama alanı bulmalı ve özellikle bağışlama gibi temsil olunanın yararına yapılan sözleşmeler ile vekalet sözleşmesine ilişkin Borçlar Kanunu’nun 387. maddesinde olduğu gibi icabı reddetmemenin kabul sayılacağı durumlarda susmak yetkisiz olarak yapılmış olan hukuki işleme icazet vermek sayılmalıdır. Ancak susmanın icazet sayılabilmesi için gereken ön şart temsil olunanın yetkisiz olarak yapılmış olan işlemden haberdar olmasıdır. Zira aksi takdirde temsil olunandan söz konusu hukuki işleme itiraz etmesinin beklenilmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca, bir hukuki işlemin yetkisiz olarak yapılması durumunda, icazetin verilmiş olduğunu iddia eden kimse bu hususu kendisinin ispat etmesi gerekecektir.Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, davacı şirket adına hesabın, müşterek temsilci olan —-tarafından tek imza ile 05.07.2011 tarihinde açıldığı,—— 06.07.2011 tarihinde hissesini devrettiği, 04.08.2011 günü müdürlük görevinden azledildiği, sermaye taahhüdü olarak tüm ortaklar adına 06.07.2011 tarihinde yatırılan 470.000 TL’nin 25.07.2011 tarihinde tek imza ile —– tarafından çekildiği, 02.08.2011 tarihinde ortak—–tarafından yatırılan 165.000 TL’nin 23.08.2011 tarihinde 100.000 TL ve 64.500 TL olarak—– tarafından tek imza ile çekildiği, geriye kalan 500.00 TL’nin 450.00 TL’sinin —– adına çıkışının yapıldığı makbuzda—– imzasının bulunduğu, ayrıca bu davanın konusu olan ödemelerden sonra, hesaba, şirket yetkilileri tarafından bir çok defa para yatırılmış ve çekilmiş olması karşısında, tüm işlemler, özellikle dava konusu paraların çekilmesinden sonra şirket yetkilisi tarafından yapılan birçok işlem değerlendirildiğinde, davacı şirketin, dava dışı—— tarafından dava konusu paraların çekildiğinden haberdar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum karşısında, davacının yetkisiz olarak yapılmış olan işlemden haberdar olmasına rağmen uzun süre sessiz kalması, itiraz etmemesi karşısında, olayın özelliği ve dürüstlük kuralı gözönüne alındığında, davacının dava konusu işlemlere icazet verdiğini ortaya koymaktadır.” belirtmiştir.
Yargıtay —-. HD.—–Sayılı ilamında “…Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, alacağı temlik eden şirket yetkilisi —- tarafından şirketin eski çalışanı —–banka işlemleri yapmak üzere yetki verildiği, şirket hesabından yapılan 83 adet işlemin 47 adedine itiraz edildiği, itiraz edilen nakit çekim veya kullanılan kredinin nakit çekim işlemlerinin şirket yetkilisi tarafından imzalı faks talimatları ile gerçekleştirildiği, çalışan —– aynı yöntemle yapılan diğer ödemelere itiraz etmeyerek, bu işlemlere sessiz kalarak zımnen (örtülü olarak) icazet verdiği ve yapılan işlemlere itiraz etmeyeceği hususunda davalı bankada haklı bir güven uyandırdığı, dava konusu nakit para çekme işleminin 2008 ile 2012 yılları arasındaki döneme yayıldığı, temlik eden şirketin nakit çekilen kredileri geri ödediği, dava konusu edilen miktarda ödeme tutarından haberdar olmamasının basiretli bir tacirden beklenemeyeceği, davalı banka çalışanlarının görevlerinin gerektirdiği özen ve dikkati gösterdikleri, kasıt ve ihmal şeklinde kusurlarının bulunmadığı ve davalı bankanın sorumlu tutulması ve bankaya hafif kusur dahi izafe edilemeyeceği gerekçesiyle istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir

.SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA..” belirtmiştir.Türk Medeni kanunun 2. Maddesi ” Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. ” hükmünü getirmiştir. Somut olayda davalı her ne kadar davalı yan 2. Cevap dilekçesinde bahse konu evrakın icaba davet mahiyetinde olduğunu belirtmiş ise de söz konusu evrakta başlık olarak satış sözleşmesi ibaresi olduğu, parantez içinde proforma fatura ibaresi olduğu, satılan malın cinsi, miktarı, bedeli teslimat şartları, teslimat adresi, sevkiyatın başlayacağı tarihe dair açık bilgilerin yer aldığı dolayısı ile bahse konu evrak proforma fatura olarak kabul edilse dahi icap mahiyetinde olduğu, davalının çalışanının şirket kaşesi basmak ve imzalamak sureti ile sözleşmeyi imzaladığı 02.11.2017 ve 05.12.2017 tarihli sözleşmelerinde de davalı temsilcisi olarak ——imzası bulunduğu, bu sözleşmelerin davalı yanca bu kişinin yetkili olmadığı vs. Gibi iddialar ileri sürülmeksizin ifa edildiği, davaya konu sözleşmeyi de davalı adına bu kişinin şirket kaşesi basmak sureti ile imzaladığı, Keza söz konusu teklif davacı şirketin kurumsal mail hesabından davalı şirketin kurumsal mail hesabına gönderildiği, kaldı ki bu sözleşmenin de davalı yanca kısmi ifa edildiği,ifa edilen kısmın ticari defterlerine de işlendiği,şayet bu işlemlerden haberdar değil ise kısmi ifanın neden kabul edildiği, neden defterlere işlendiği, bu sözleşmeden haberdar olmadığını ileri süren davalının bu satım konusu ürünlerin nereden ve nasıl geldiğini, hangi bedel ile geldiğini araştırmamasının ve kısmi ifada bulunmasının da kendisi açısından izaha muhtaç olduğu, önceki sözleşmeleri sorunsuz şekilde benimseyen ve ifa eden, davaya konu sözleşmeyi de kısmen ifa ettikten sonra kalan kısmın kendisini yetkisiz temsil nedeni ile bağlamadığını ileri sürmesinin hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olduğu, hukuk düzeninin kötüniyeti korumayacağı, karşı tarafta bu yönde esaslı bir güven oluşturan davalının sözleşmenin kendisini bağlamadığı yolundaki iddiasının dürüstlük kuralına uygun olmadığı, keza yetkisiz temsilci işlemlerine öncesinde onay verildiği, dava konusu sözleşmenin de kısmen ifası ile bu işlemlere icazet verildiği sonucuna varılmış davalının bu itirazlarına itibar edilmemiştir.
Davalı yan 20.09.2021 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde —-nolu bendde davacının 05.07.2018 tarihinde teslimi hususunda anlaşılan malları sevk etmediğini, sadece bir araç sevkiyatı yaptığını bu nedenle taahhütlerini yerine getirmek amacı ile 3. Kişi firmalardan alım yaptığını iddia etmişse de sözleşmede ürünlerin teslim tarihinin belirlenmediği, sözleşmede 05.07.2018 yazan tarihin sevkiyatın başlayacağı tarih olarak belirtildiği görülmüştür.
TBK’nın 235. Maddesi ” Satılanın, ancak satış bedeli ödendikten sonra veya ödenme anında devredilmesi gereken durumlarda alıcı temerrüde düşerse satıcı, herhangi bir işlem gerekmeksizin satıştan dönebilir. Bu hakkını kullanmak isteyen satıcı, durumu gecikmeksizin alıcıya bildirmek zorundadır. Satılanın zilyetliği satış bedeli ödenmeden alıcıya devredilmişse, alıcının temerrüdü sebebiyle satıcının dönme hakkını kullanarak satılanı geri alması, bu hakkın sözleşmede açıkça saklı tutulmasına bağlıdır.
” hükmüne haizdir.TBK’nın 236. Maddesi ” Borcunu ifa etmeyen alıcı, satıcının bu yüzden uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür.Satıcı, satış bedelini ödemede temerrüde düşmüş olan alıcıdan, bu bedel ile satılanın başkasına dürüstlük kurallarına uygun olarak satışından elde ettiği bedel arasındaki farka göre hesaplanacak zararın giderilmesini isteyebilir.Satılan, borsada kayıtlı veya piyasa fiyatı bulunan mallardan ise satıcı, böyle bir satışa gerek kalmaksızın alıcıdan, satış bedeli ile malın belirlenmiş ödeme günündeki fiyatı arasındaki farka göre hesaplanacak zararın giderilmesini isteyebilir.” hükmüne haizdir.Alınan 11.03.2022 tarihli bilirkişi raporunda davalı alıcının sözleşme gereği davacıdan alması gerekirken almadığı 248,48 ton ön germeli beton demeti ürününün raporun 8. Sayfasında belirtilen birim fiyatlarla 3. Şahıs şirketlere satıldığı, avans tutarının düşülmesi ile davacının davalıdan talep edebileceği alacağın 42.077,37 USD olduğu tespit edilmiştir. Bu raporda “….1-Taraflar arasında 29.03.2018 tarihli sözleşmenin kurulduğu, 02.11.2017 ve 05.12.2017 tarihli sözleşmelerde de 29.03.2018 tarihli sözleşmede olduğu gibi davalı çalışanı —– imzasının bulunduğu, takdiri Sayın Mahkemenize ait olmak üzere, taraflar arasındaki uygulama gereğince sözleşmedeki imzanın yetkili imza olmadığı savunmasına itibar edilemeyeceği, taraflar arasında 300 ton ön germeli beton demeti teslimi sözleşmesi kurulmuş olup bu sözleşmenin her iki yanı da bağladığı;
2-Bu sözleşme kapsamında teslim alınmayan 248,48 ton üründen dolayı, ürünün teslim alınması halinde elde edilecek olan karın davacının zararı olduğu ve davalıdan talep edilebileceği, teslim alınmayan ürünün dürüstlük kurallarına göre elden çıkarılmasıyla elde gelir ile davalıya teslim edilseydi elde edilecek gelir arasındaki farkın davacının zararı olarak hesaplanabileceği, Davacı——incelenen kayıt ve belgelerinden, davacı tarafından teslim alınmadığı belirtilen 248,48 ton ön germeli beton demeti ürünün muhtelif firmalara firmalara toplam 204.017,70 USD bedelle satıldığı;
3-29.03.2018 tarihli Satış Sözleşmesi (Proforma Fatura) içeriğinde yer alan sipariş adedi ve birim fiyatlar ile hesaplanan 300.000,-USD tutardan davalının teslim aldığı ürünlere ilişkin fatura tutarları düşüldükten sonra davalı tarafından alınmayan ürünün sözleşmeye göre 248,48 ton ve 248.350,40 USD tutarında olduğu, davacı tarafından muhtelif tarihlerde muhtelif firmalara satılan 248,48 ton 204.017,70 USD toplam bedel ile satılan ürünün bu tutardan düşülmesi ile 44.332,70 USD zarar hesaplanmıştır. Avans tutarı 2.255,33 USD düşülmesiyle davacının davalıdan 42.077,37 USD alacaklı olacağı..” yolunda görüş bildirilmiştir. Bu rapordan sonra dosya heyete tevdii edilmiş olup mahkememizce davacının sırf davalıyı zarara uğratmak amacı ile de hareket etmiş olabileceği ihtimaline binaen 28.09.2022 tarihli duruşmada “…Davacının davalıdan talep edebileceği zararın davacı ticari defterlerindeki belgelere göre tanzim edildiği anlaşılmakla 11.03.2022 tarihli bilirkişi heyeti raporunun 8. Sayfasında belirtilen davacının 3. Şahıs firmalara satışını yapmış olduğu dava konusu ön germeli beton demeti ürününün raporun 8. Sayfasında bu firmalara yapılan satış fiyatı incelenmek sureti ile , 3. Şahıs firmalara satışı yapılan tarihlerdeki piyasa rayicine uygun olup olmadığının tespiti, bu ürünün mahiyetinin ne olduğu, kısa sürede elden çıkarılmasının gerekip gerekmediği..” hususunda inşaat mühendisi bilirkişiden kök ve ek rapor alınmıştır. İnşaat mühendisi bilirkişinin 11.04.2023 tarihli ek raporundan tespite dildiği üzere “…Ham ön germeli beton demet telleriyle, siparişlere göre farklı anma çaplarında ve sarım yönlerinde öngermeli beton demetlerinin üretilebileceği, Ham ön germeli beton demet tellerinin sarılmasıyla elde edilen farklı çaplardaki ürünün yön ve çaplarının sonradan değiştirilmesinin ürünün kilogram fiyatını etkilemediği,Dava konusu ön gerilmeli beton demeti ürünün 3. Şahıs firmalara satışı yapılan tarihlerdeki fiyatının piyasa rayicine uygun olduğu..” tespit edilmiştir.Tüm dosya kapsamı, yukarıda atıf yapılan emsal yüksek mahkeme kararları, denetime uygun bulunan 11.04.2023 tarihli inşaat mühendisi bilirkişi ek raporu ile bilirkişi heyetinin 11.03.2022 tarihli ek raporu bir bütün olarak değerlendirilmiş davalının satım konusu malları almaması, bedelini ödememesi nedeni ile temerrüde düştüğü, davacının haklı nedenle sözleşmeden döndüğü,yetkisiz temsil iddiasının yukarıda geniş olarak açıklandığı üzere yerinde olmadığı, keza proforma faturanın icaba davet mahiyetinde olduğu ve davacı ile tek seferlik işlemler yapıldığı yolundaki beyan ve itirazların da yerinde olmadığı, gerekçesinin yukarıda detaylı izah edildiği, davacının TBK’nın 236. Maddesi uyarınca zararının hesaplandığı, yapılan hesaplamaların denetime uygun olduğu, davacının 3. Şahıs şirketlere malları sattığı tarihlerdeki rayice uygun satış yaptığı anlaşılmış davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir. Yargıtay —–. HD. ——. Sayılı ilamında “…Buna göre, mahkemece harcın, dava tarihindeki kur karşılığı Türk lirası üzerinden karar tarihindeki nispi harç oranına göre alınması, yine davacı yararına kabul olunan kısmın dava tarihindeki kur karşılığı Türk lirası üzerinden karar tarihindeki tarifeye göre,davacı yararına nispi vekâlet ücreti tayini gerekirken fazla ilâm harcı ve kabul olunan kısım için davacı yararına fazla vekâlet ücreti tayini usul ve yasaya aykırı olup..” belirtmiştir. Alınması gerekli harç kamu düzenindedir.Dava değeri 42.077,37 USD olup dava tarihinden bir gün önceki —-dolar efektif satış kuru 5,3209 TL dir. Yargılama gideri ve harç yönünden kabul edilen miktar 223.889,47 TL dir. Buna göre harç ve vekalet ücreti takdir edilmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın kabulü ile ;
a-42.077,37 USD alacağın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
2-492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 15.293,89 TL nispi harçtan, peşin alınan 2.739,24 TL, ıslah harcı olarak alınan 1.071,67 TL’nin mahsubu ile bakiye kalan 11.482,98 TL harcın davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafından 35,90 TL başvurma harcı, 2.739,24 TL peşin harç, 1.071,67 TL ıslah harcı olmak üzere toplam 3.846,81 TL yargılama gideri mahiyetindeki harcın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
4-Davacı yanca yapılan 9.200,00 TL bilirkişi ücreti, 1.000,40 TL tebligat, posta gideri ve diğer yargılama giderleri toplamı 10.200,40 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Av. Asg. Ücr. Trf.’ne göre, 35.583,42 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsiliyle davacıya verilmesine,
6-6100 Sayılı HMK’nun 333. maddesi gereğince var ise kalan gider/delil avansının karar kesinleştiğinde taraflara iadesine,Dair karar, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun İstinafa ilişkin hükümleri doğrultusunda, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki (2) haftalık süre içerisinde (HMK’nın 345. maddesi), mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak (HMK’nın 343. maddesi) ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamen ödemek (HMK’nın 344. maddesi) suretiyle—- Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde İstinaf yolu açık olmak üzere, taraf vekillerinin yüzüne karşı verilen karar, oy birliği ile açıkça okunup usulen anlatıldı.