Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2016/168 E. 2019/16 K. 29.01.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. İstanbul Anadolu 1. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2016/168
KARAR NO : 2019/16

DAVA : Marka (Maddi Tazminat İstemli)
DAVA TARİHİ : 24/04/2008
KARAR TARİHİ : 29/01/2019

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Maddi Tazminat İstemli) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
İSTEM: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 1969 yılında kurulmuş olan ———uyruklu müvekkili şirketin piyasada —- olarak bilinen, tır ve kamyonların arkasına seri bir şekilde eşya yüklenmesine yarayan bir nevi kaldıraç ve yükleme aparatları ürettiğini; müvekkilinin ticaret unvanında yer alan ——– ibaresini, ürettiği ürünlerde marka olarak da kullandığını; — ibaresinin ticaret unvanında yer aldığından ayrıca marka tesciline gerek duyulmadığını; müvekkili ile davalının 1992 senesinden 2004 yılına kadar müvekkilinin ——markalı ürünlerini satın alarak Türkiye’de sattığını; taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmamakla beraber, ticari ilişkinin distribütörlük ilişkisi olduğunu; davalının 11.12.2003 tarihli mektupta profil fiyatlarının çok yüksek olmasından yakınmaya başladığını; aslında davalının bu mektuptan önce başka firmalara ait ürünleri de taraflar arasındaki sözlü anlaşma ve ticari teamüllere aykırı olarak satmaya başladığını; bundan da cesaret alarak, davacıdan satın aldığı ürünlerin fiyatını düşürme çabası içine girdiğini; bu tarihten sonra taraflar arasında birçok görüşme yapıldığını, ancak bu görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamadığını; davalının başka firmalara ait malları satması, ödemelerini düzenli yapmaması ve sürekli olarak fiyatları aşağı çekme çabası içerisine girmesi nedeniyle, müvekkilin haklı olarak başka bir distribütör arayışı içine girdiğini ve bundan davalıyı da haberdar ettiğini; davalı tarafın müvekkilin yeni distribütör adayı olan dava dışı Memnun Temsilcilik adlı firmayı müvekkili ile çalışmaktan vazgeçirmeye çalıştığını; aynı zamanda,—- ibaresini kendi adına kötüniyetli şekilde marka olarak tescil ettirmiş olduğunu; markayı tescil ettiren davalının, müvekkilinin yeni distribütörü olan Memnun Temsilcilik’i arayıp, tescilli markasına dayanarak —– markalı ürünleri mahkeme kararı ile toplatacağını belirttiğini; esasen davalı açıkça tehdit etmese bile, müvekkili markasını, taraflar arasındaki ilişkinin kopma aşamasına gelmesiyle eş zamanlı olarak tescil ettirmiş olmasının objektif olarak böyle bir tehdidi içermekte olduğunu; bu yöndeki açık ve fiili tehdit nedeniyle müvekkilin mallarına gümrükte el konulacağı endişesiyle Türkiye’ye olan mal satışını durdurmak zorunda kaldığını; Türkiye piyasasından geçici olarak çekilmek zorunda kalan müvekkilinin, pazarını kaybetme riskiyle karşı karşıya geldiğini, Paris Sözleşmesi’nin 8. maddesi uyarınca, ticaret unvanının, bir ticaret veya fabrika markasının bir kısmını teşkil etsin veya etmesin bütün birlik ülkelerinde tevdi veya tescil mecburiyeti olmaksızın himaye edileceğinin düzenlenmiş olduğunu; TTK’nun 56. ve devamı hükümlerince davalı eyleminin haksız rekabet teşkil ettiğini; oysa müvekkilinin 36 yıldır ——– ibaresini marka olarak kullanmakta olduğunu; davalının haksız tescilinin hükümsüzlüğü amacıyla Ankara —— FSHHM’nin 2006/147 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını; söz konusu davada davalı adına tescil edilmiş olan ——– markasının hükümsüzlüğüne karar verildiğini; ancak aynı davadaki KHK’nin 74. maddesi kapsamındaki taleplerinin, usul eksikliği nedeniyle reddedildiğini; müvekkili tarafından 556 sayılı KHK’nin 74. maddeye uygun olarak ——markasını kullanabileceğini tespit amacıyla İstanbul FSHHM’nin ——- Esasa sayılı dosyası ile dava açıldığını; ihtiyati tedbir talebinin 12.02.2008 tarihinde mahkemece kabul edildiğini; netice itibari ile, ——– markasının davalı adına tescil edildiği 27.02.2004 tarihinden, ihtiyati tedbir kararının verilmiş olduğu 12.02.2008 tarihine kadar geçen 4 yıllık sürede müvekkilinin —– markalı ürünlerini Türkiye’de satamamış olmasından kaynaklanan zararının yıllık 20.000,00-Euro’dan toplamda 80.000,00-Euro olduğunu; davalının ise, dava konusu markayı uhdesinde tutarak ve kullanarak bundan gelir elde ettiğini; KHK’nin 64. maddesi uyarınca davalının müvekkil zararını tazminle yükümlü olduğunu; müvekkilinin zararının fiili kayıp yanında yoksun kalınan kazancı da kapsadığını, TTK’nun 58/d maddesi uyarınca da davalının tazminatla yükümlü olduğunu; fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere 160.000,00-TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
DAVAYA CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında 2004 yılına kadar distribütörlük ilişkisi olduğu yönündeki davacı beyanı doğru olmakla beraber, müvekkilinin başka firmalara ait ürünleri satamayacağı yönünde davacıya herhangi bir taahhüdde bulunmamış olduğunu; bu durumun davacı tarafça bilindiğini ve kabul edilmiş olduğunu; —– markasının Türkiye’de müvekkili şirket tarafından tanıtılmış olduğunu; ——– markasının müvekkili adına tescilli olduğundan, davacının —- markası üzerinde tescilden kaynaklanan herhangi bir hakkının olmadığını;—- markasının müvekkili adına tescilli olduğu sürece, müvekkilinin tescilden doğan haklarını kullanmasının davacıya tazminat talep hakkı vermeyeceğini; müvekkili şirketin 12.05.2005 tarihinden itibaren dava dışı ——– şirketi ile ticari ilişki içerisinde olduğunu ve bu tarihten itibaren dava konusu markayı kullanmadığını; ayrıca davacı şirketin de ——- adlı bir firma ile yaptığı sözleşme gereğince 2004 yılından itibaren o firma üzerinden ürünlerini Türkiye’de pazarladığını ve sattığını; müvekkilinin, davacı şirketin ürünlerini Türkiye’de pazarlaması ve satmasına asla engel olmadığını; davacının zarar iddiasının doğru olmadığı gibi abartılı da olduğunu; 2004 yılında ve devamında oluşan zararın tazmini talepli huzurdaki davada, 2004 yılında davacının dava dışı———– firması ile ticari ilişkisinin olup olmadığının ve ne kadar süre ile devam ettiğinin tespiti amacıyla her iki firmanın da ticari defterlerinin incelenmesi gerektiğini; Ankara —– FSHHM’nde görülüp karara bağlanan davanın davalı tarafından takip edilmediğini ve bu durumun dahi, müvekkilin ——markasını kullanımını benimsememiş olduğunu göstermekte olduğunu; yabancı bir şirket olan davacının teminat göstermek zorunda olduğunu belirterek, haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olarak açılan huzurdaki davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Mahkememize açılan dava, davalının haksız olarak tescil ettirdiği markanın tescil tarihi olan 27.02.2004 tarihi ile İstanbul ———– FSHHM’nin —– Esas sayılı dosyası ile ihtiyati tedbir kararının verilmiş olduğu 12.02.2008 tarihi arasında gerçekleştiği iddia edilen davacı zararının tazminine ilişkindir.
Davacı vekili 27/09/2012 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 273.054,00 TL’ye çıkartarak 113.054,00 TL artırmış.
Mahkememize bu dava 24.04.2008 tarihinde açılmış , Markanın hükümsüzlüğüne dair Ankara ——-. FSHHM ‘nin 2006/147 Esas sayısında verilen karar 14.05.2008 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkememizce davalının tescilli ve geçerli markasını kullanmasının haksız rekabet oluşturmadığı gibi, Türkiye’de tescilli olmayan davacı markasına karşı tecavüz ve haksız rekabetin sözkonusu olmayacağı gerekçesiyle tazminat istemlerinin reddine dair verilen kararın davacı tarafça temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay ——–. Hukuk Dairesinin 18/09/2014 tarih 2013/17104 Esas – 2014/14018 Karar sayılı ilamı ile; ” Somut uyuşmazlıkta da taraflar arasında uzun yıllardır devam eden ticari ilişkinin bozulması sonrasında davalının, davacının ticari faaliyetlerinde kullandığı ve ticaret unvanının da esaslı unsurunu oluşturan —— ibaresini adına marka olarak tescil ettirdiği, davacının açtığı dava sonucu mahkeme kararıyla markanın hükümsüz kılındığı ve söz konusu hükümsüzlük kararında davalının tescilde kötü niyetli olduğunun da tespit edildiği, bu durumda, davalının kötü niyetli marka tescili nedeniyle davacının uğradığı maddi zararın tazmine ilişkin olarak açılan işbu davada davacı isteminin, gerek hükümsüzlük kararında dayanılan gerekçeler ve gerekse yukarıda anılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında belirtilen ve bu davaya konu uyuşmazlık için de geçerli bulunan esaslar ile taraflar arasındaki hukuki ilişkininde de göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesinin doğru olmadığı” gerekçesiyle ile bozulmuş, mahkememizce bozmaya uyularak yargılamaya devam olunmuştır.
Ve yapılan yargılama sonrasında bu kez Mahkememizin ——Esas – ——— Karar sayılı ve 12.03.2015 tarihli kararı ile davanın kabulüne 160.000,00 TL’nin dava tarihinden, 113.054,00 TL’nin ıslah tarihi olan 27/09/2012 tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davacıdan tahsiline dair verilen kararın davalı tarafça temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay —–.H.D.nin 24.03.2016 tarihli 2015/7006 Esas – 2016/3330 Karar sayılı kararı ile “somut olayda benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda mahkemece davalının defterleri ve davacı tarafından taraflar arasındaki 1999 ila 2003 yılları arasındaki ticari ilişki nedeniyle düzenlenen faturalar üzerinden 5 yıllık satış tutarı mahrumiyetinin 888.458,15 Euro olduğu kabul edilmiş, bu rakama %30 ithalatçı karı eklenip, bu brüt kardan takdiren %50 oranında genel gider düşülmesi sonucunda istenebilecek maddi tazminat 133.268,70 TL olarak hesaplanmıştır. O halde, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda davacının maddi tazminat istemine ilişkin olarak bilirkişi kurulundan yeniden rapor alınmak ve sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken yanlış ilkeye dayalı ve yanılgılı değerlendirmeyi içeren yetersiz bilirkişi raporu nazara alınarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir. Ayrıca; dava dilekçesiyle davalı adına tescilli markanın tescil tarihi olan 27.02.2004 tarihinden İstanbul ——–. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2007/133 Esas sayılı dosyası ile verilen davalının davacının ————– şeklindeki ticari unvanını engellemeye yönelik girişim ve müdahalesinin tedbiren önlenmesine dair ihtiyati tedbir kararının verilmiş olduğu 12.02.2008 tarihine kadar geçen 4 yıllık sürede davacının —– markalı ürünlerini Türkiye’de satmamış olmasından kaynaklanan zararın tazminin talep edildiği, dava tarihinin de 24.04.2008 olduğu anlaşıldığı halde taraflar arasındaki geçmiş ticari ilişkilerindeki 5 yıllık dönem nazara alınarak hesaplama yapılması da doğru olmamış kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkememizce usul ve yasaya uygun Yargıtay bozma ilamına uyularak yargılamaya devam olunmuştur.
Mahkememizce Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda taraflardan 27/02/2004 tarihinden ihtiyati tedbir kararının verildiği 12/02/2008 tarihi arasındaki döneme ait ticari defter ve belgelerini dosyaya sunmaları istenilmiş, davacı tarafça hiç bir ticari defter ve kayıt sunulmadığından, davalı tarafa ait ticari defter ve kayıtlar üzerinde tazminat miktarının hesaplanabilmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişiler dosyaya sundukları 07/12/2017 tarihli raporda, davacı tarafın hesaplama yapılacak döneme ait defter ve belge ibraz etmemesi nedeniyle davalı tarafın kayıtlarının incelendiği, davalı şirketin 2002-2007 dönemine ait zorunlu kapanış tasdikine tabi Yevmiye ve Envanter defterlerinin noter kapanış tasdiklerinin mevcut olmadığını, 2004-2007 yıllarına ilişkin satış ve karlılık durumunun incelendiği, toplam 9.086.092,00 TL satış tutarından 914.194,00 TL faaliyet karı elde ettiğinin tespit edildiği, buna göre yıllık faaliyet karının 228.548,00 TL olduğu, davalı şirketin 2002 yılında 159.375,00 Euro ve 2003 yılında 192.105,00 Euro olmak üzere toplam 175.740,00 Euro tutarında mal alışı yapıldığı, buna durumda 2004 yılından önce davacıdan alınan yıllık ortalama mal mevcudunun döviz kuruna göre 297.455,45 TL olduğu, davacının 27/02/2004 tarihinden sonra da satışlarını devam ettirmiş olması halinde, davalı şirkete yıllık 297.455,45 TL mal satacağı ve 12/02/2008 tarihine kadar bu satış mevcudunun toplam 1.177.597,60 TL olacağı, bu tutardan satılan malın maliyetinin ve faaliyet giderlerinin indirilmesi gerektiği, bu giderler düşüldüğünde davacının bu dönem için elde edebileceği faaliyet karının toplam 151.628,72 TL olarak hesaplandığını bildirmişlerdir.
Davalı taraf alınan bilirkişi raporunda, daha önce bozma nedeni yapılan hesaplama yöntemi ile hesaplama yapıldığını belirterek tazminat miktarına ve rapora itiraz etmiş, davacı taraf ise, daha önce alınan 25/10/2010 ve 10/09/2012 tarihli raporların hükme esas alınabileceğini beyan etmiştir.
    Davalının marka hakkını haksız olarak tescil ettirdiği ve davacının bu nedenle 27/02/2004 tarihinden ihtiyati tedbir kararının verildiği 12/02/2008 tarihi arasındaki dönemde markasını Türkiye’de kullanamadığından maddi zarara uğradığı, bu durumun haksız rekabet teşkil ettiği kesinleşen mahkeme kararları ve bu davayla ilgili verilen Yargıtay kararlarıyla sabit olmuştur.
Haksız rekabet TTK’nun 54. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, 56. madde uyarınca, haksız rekabet yüzünden müşterileri, kredisi, mesleki itibarı, ticari işletmesi veya diğer iktisadi menfaatleri bakımından zarar gören veya böyle bir tehlikeye maruz bulunan kimsenin kusur varsa zarar ve ziyanın tazminini, Borçlar Kanununun 58. maddesinde gösterilen şartlar mevcutsa manevi tazminat verilmesini isteyebileceği, davacı lehine maddi tazminat olarak hakimin, haksız rekabet neticesinde davalının elde etmesi mümkün görülen menfaatin karşılığına dahi hükmedebileceği belirtilmiştir.
 Yine dava açıldığı tarihte yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 43. maddesi ile daha sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nun 50/2. Maddesine göre, zarar tam olarak ispat edilemiyorsa hakim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararı hakkaniyete uygun olarak belirler.
Toplanan deliller, alınan bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamı ile, davalının haksız olarak davacıya ait ——-” markasını kendi adına tescil ettirmek suretiyle haksız rekabette bulunduğu, davacının Türkiye’de bu markasını taşıyan ürünlerini satamaması nedeniyle maddi zarara uğradığı, TTK’nun 56/1-d maddesi uyarınca davalının kusuru mevcut olduğundan davacının maddi tazminat talep edebileceği, ancak davacının 27/02/2004 tarihinden ihtiyati tedbir kararının verildiği 12/02/2008 tarihi arasındaki döneme ait ticari defter ve belgelerinin dosyaya sunulmaması nedeniyle uğradığı kar kaybına ilişkin kesin bir belirleme yapılamadığı, davacının istediği zararı kanıtlaması gerektiği, asıl olanın, davalının haksız rekabeti ile davacının aktifinde azalma olduğunun iddia ve ispat edilmesi olduğu, bu zararın kanıtlanmasının zorluğu nedeniyle, haksız rekabetin varlığı halinde eylemin yaptırımsız kalmaması için, TTK’nun 56. maddesinde, maddi tazminat olarak davalının elde etmesi mümkün bulunan menfaatin karşılığına hükmedileceğinin belirtildiği, haksız rekabette davacının maddi tazminat istemine konu ettiği zararının, davalının elde ettiği kar miktarı olmayıp, davalının haksız rekabeti nedeniyle davacının elde etmekten mahrum kaldığı kar miktarı olduğu, bu zararın, kural olarak tarafların ticari defterleri ve diğer kanıtlarıyla beraber bilirkişi incelemesiyle tespit edilebileceği, bu şekilde bir tespit yapılamaz veya davacının kazanç kaybına uğramadığı anlaşılsa bile haksız rekabetin varlığında, TTK’nın 56/1-son bendine göre tazminatın belirleneceği, 6098 sayılı TBK’nun 50/2. maddesine göre de, zarar tam olarak ispat edilemiyorsa hakimin, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararı hakkaniyete uygun olarak belirleyeceği, davacının ticari kayıtlarının incelenemediği, davalının elde etmesi muhtemel menfaatinin de ancak tazminata konu olan dönemden önceki 2002-2003 yıllarına göre kıyas yoluyla hesaplanabildiği, bu durumda TBK’nun 50/2. maddesi uyarınca hakkaniyete uygun bir tazminat belirlenmesi gerektiği anlaşılmakla, davacı ile davalı şirketin tazminata konu dönemden önceki iş hacimleri, satış tutarları, davacının davalı ile yazılı distribütörlük sözleşmesi yapmamış olması ve uzun süre Türkiye’de ürünlerinin satılmasına rağmen markasını tescil ettirmemiş olması nedeniyle, markasını ve ticari menfaatlerini korumak için aldığı önlemlerin yeterli olmadığı da göz önüne alınarak, davanın kısmen kabulü ile 50.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın KISMEN KABULÜNE,
50.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınarak, davacıya verilmesine,
Davacının fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin reddine,
2-Peşin ve ıslah ile alınan harç toplamı karar ve ilam harcını karşıladığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
441,00 TL fazla harcın karar kesinleştiğinde ve istek halinde davacıya iadesine,
3- Davacı yararına kabul edilen miktar üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 5.850,00 TL vekalet ücreti takdiri ile davalıdan alınarak, davacıya verilmesine,
Davalı yararına red olunan miktar üzerinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 19.333,24 TL vekalet ücreti takdiri ile davacıdan alınarak, davalıya verilmesine,
4- Davacı tarafından bozma önceleri yapıldığı anlaşılan toplam 7.483,80 TL ve sonrasında yapıldığı anlaşılan 2.105,20 TL olmak üzere toplam 9.589,00 TL nin kabul ve red oranları gözönüne alınarak 1.726,02 TL sinin davalıdan alınarak, davacıya verilmesine, kalanın davacı üzerinde bırakılmasına,
Davalı tarafından yapıldığı anlaşılan 60,00 TL yargılama giderinin kabul ve red oranları gözönüne alınarak 49,20 TL sinin davacıdan alınarak, davalıya verilmesine, kalanın davalı üzerinde bırakılmasına,
Taraflarca yatırılan gider avanslarından kullanılmayan miktarların karar kesinleştiğinde ve istek halinde taraflara iadesine,
Dair; taraf vekillerinin yüzlerine karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere açıkça okunup, usulen anlatıldı.