Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. İstanbul Anadolu 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2022/834
KARAR NO : 2023/587
DAVA : Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 14/10/2022
KARAR TARİHİ : 22/06/2023
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle: 07.09.2021 tarihinde müvekkile ait —-plakalı araç ile trafik kazası meydana geldiğini, müvekkilinin ise bu kazada kusuru bulunmadığını, karayolları Trafik Kanunu madde 99 gereğince sigortacıların, hak sahibinin zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarıyla belirlenen belgeleri, sigortacının merkez veya kuruluşlarından birine ilettiği tarihten itibaren sekiz iş günü içinde zorunlu mali sorumluluk sigortası sınırları içinde kalan miktarları hak sahibine ödemek zorunda olduklarını, müvekkilinin tarihinde davalı-borçlu sigorta şirketine başvuru yapmış olmasına rağmen sigorta şirketi kanunun emrettiği 8 iş günü içerisinde ödemekle zorunda olduğu tazminatı ödemediğini, müvekkilinin haklarını sebepsiz yere ödemeyerek ihlal ettiğini, ödemekle zorunlu olduğu tazminatı sürümcemede bırakarak sebepsiz zenginleşmeye gittiğini, alacağın zamanında tahsil edilememesinden ve faizi aşan zararın ortaya çıkmış olması sebebiyle aşkın zarar talepleri bulunduğunu, sigortalısının kusurlu bulunduğu, müvekkilin ise yolcu olduğu bu sebeple kusurunun bulunmadığı dikkate alındığında müvekkilini zarara uğratmak maksadıyla herhangi bir ödeme yapmadığını, davalı tarafa bildirimin yapıldığına ilişkin iletinin dilekçe ekinde sunulduğunu, bunun üzerine 19/01/2022 tarihinde —- sayılı dosyası ile hasar bedeli talep edildiği, 27/05/2022 tarihinde—– numarasıyla karar verildiğini,
Müvekkilinin borcu tahsil etmek amacıyla 07.09.2021 tarihinde borçluyu temerrüde düşürdüğünü ancak borcunu 21.06.2022 tarihinde icra kanalı ile tahsil edebildiğini, müvekkilin davalıdan talep ettiği hasar bedeli kaybı tazminatının temerrüde düşürdüğü tarihteki alım gücü ile tahsil edeceği tarihteki alım gücünün de aynı olmadığını ve müvekkilinin zarara uğradığını, dosyada tahsil edilen faizi ile alacaklı müvekkilimin zararını karşılar nitelikte bir bedel olmadığını, HMK 107. Maddesi uyarınca fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydı ile;müvekkilinih alacağını zamanında tahsil edememesinden kaynaklanan belirsiz olan munzam zararının şimdilik 500,00 TL’sinin davalıdan avans faizi ile tahsilini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı yana tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP : Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Karayolları Zorunlu Trafik Sigortası Genel Şartları gereğince Sigortacı; poliçede tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında, üçüncü şahısların ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermiş olmasından dolayı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre sigortalıya düşen hukuki sorumluluk çerçevesinde bu Genel Şartlarda içeriği belirlenmiş tazminatlara ilişkin talepleri, kaza tarihi itibariyle geçerli zorunlu sigorta teminat limitleri dahilinde karşılamakla yükümlü olduğunu, sigortanın kapsamının üçüncü şahısların, sigortalının Karayolları Trafik Kanunu çerçevesindeki sorumluluk riski kapsamında, sigortalıdan talep edebilecekleri tazminat talepleri ile sınırlı olduğunu, müvekkili şirketin 3. şahıslara karşı doğrudan verilecek zararlara karşı sorumlu olduğunu, talep konusu aşkın zarar talebinin, zararın varlığını kabul etmemekle birlikte doğrudan bir zarar değil dolaylı bir zarar olduğunu, müvekkili şirket ile davacı arasında sigorta sözleşmesi bulunmadığından dolaylı zararların müvekkilden talep etme imkanı olmadığını sigortalı veya kusurlu sürücüden talep edilebileceğini, bu sebeplerle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, belirsiz alacak davası açılmasında hukuki menfaat bulunmadığını, HMK’nın dava şartlarına ilişkin 114-1/h maddesi kapsamında konu davada belirsiz alacak davası açmakta “hukuki yarar bulunmaması” nedeniyle dava usulden reddedilmesi gerektiğini, başvurana 16/01/2022 tarihinde 1.750,00-TL,—-İcra Dairesi Müdürlüğü’ne 15/06/2022 tarihinde 6.228,01-TL ve 20/06/2022 tarihinde 5.818,87-TL ödeme yapıldığını, başvuru konusu talepleri yargılamaya konu olduğunu, davacı tarafından yapılan müracaat neticesinde dava dilekçesinde de bahsettiği üzere yargılama sonucuna istinaden ödeme yapıldığını, temerrüt tarihi ile ödeme tarihi arasında fark olduğunu ve bu fark süresince uğranılan ve yasal faizin karşılamadığı bir ek zararının bulunduğunu iddia ettiğini, dolayısıyla müvekkili sigorta şirketinden kaynaklı bir eksiklik ve gecikme bulunmadığını, halin icabı ve yargılama sonucunun beklenmesi nedeniyle ödemenin yasal süre içerisinde yapıldığını, davacı tarafından talep edilen tutarın sigortanın konusu olmadığı, gerçek zarar ilkesi ile; zarar görenin malvarlığını haksız fiilin meydana gelmesinden önceki duruma getirmesinin amaçlandığını, tazminat hukukunun bir ilkesi olarak da, sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin malvarlığında oluşan eksilmeyi gidermek durumunda olduğunu, davacı malvarlığındaki eksilmeye karşılık gelen tutarı değil, zarar miktarından fazlasını talep ettiğini, bu sebeplerle davacı açısından sebepsiz zenginleşmeye mahal vermemek adına davanın her halükarda reddini talep ettiklerini, sigorta şirketlerinin sorumluluğunun hasara uğrayan araçların masraflarını kusuru ve poliçe limiti çerçevesinde tazmin ettiğini, müvekkili şirketin tüm sorumluluğunu yerine getirdiği halde aşkın zarar talebinde bulunan davacı tarafın taleplerinin dolaylı zarar niteliğinde olduğundan poliçe teminatları kapsamı dışında olduğunu, aşkın zarar talebinin davacı tarafın tüm hasar bedelini karşıladıktan sonra kötü niyetli ve haksız bir başvuru teşkil ettiğini, Davacı taraf geç ödendiğini iddia ettiği meblağın zamanında ödenseydi ne şekilde değerlendireceğini açıkça belirtmediği gibi, somut olarak da zarara uğradığına ilişkin herhangi bir kanıt sunmadığını, HMK 121 gereği delillerin tarafımıza tebliğini, davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki menfaati olmadığından davanın usulden reddini, davacı tarafın talebi sigortanın konusu olmadığından davanın reddedilmesini, müvekkil şirketin temerrüde düşmediği dikkate alınarak yargılama giderleri ve vekalet ücretinden en yüksek hadden sorumlu tutulmamasını talep etmiştir.
İNCELEME ve GEREKÇE : Dava, hukuki niteliği itibari ile Davaya konu trafik kazası nedeniyle davalı tarafından davacıya yapılan ödeme sonucu, davacının yasal faizle karşılanmayan munzam zararını olup olmadığı, varsa miktarının ne olduğu hususlarına ilişkindir.Davada aktif ve pasif taraf husumetinin sağlandığı anlaşılmış olup taraflar arasında bu hususta çekişme yoktur.7155 sayılı Kanun’un 20. Maddesi ile eklenen 5/A maddesi uyarınca arabuluculuk başvurusunda bulunulmuştur. arabuluculuk son tutanağında icra dosya borcunun ödenmesi hususunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin arabuluculuk son tutanağı dosya arasına alınmıştır.Dava, munzam zarar talebine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının alacağını zamanında tahsil edememesi nedeniyle belirsiz alacak olarak 500-TL’nin avans faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davacı vekili 09/03/2022 tarihli duruşmada; biz munzam zarar talebimizi olumsuz ekonomik veriler üzerinden hesaplanmasını talep ediyoruz. Anayasa Mahkemesi kararı gereği ayrıca munzam zararın somutlaştırılmasını gerek yoktur zararın hesabı konusunda bilirkişi incelemesi yapılmasını talep ediyoruz” şeklinde beyan ve talepte bulunmuştur.
6098 sayılı TBK’nın 122/1. maddesinde, “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Munzam Zararın İspatında Yargıtay’ın Tarihsel Yaklaşımı Değerlendirildiğinde;
Munzam zarar, borçlunun temerrüdü ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borç olup bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyla, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak kabul edilemez. Bu nedenle asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.Munzam zararın ispatın somut olarak ispatının gerekip gerekmediği hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Özel Dairelerinin birbirinden farklı uygulamaları ile süregelmiştir. Yargıtay uygulamalarındaki bu iki farklı görüş, munzam zararı ispatının sıkı ispat kurallarına bağlanıp bağlanmaması; maruf ve meşhur olayların “karine” olarak kabul edilip, edilemeyeceği ve maddi zararın belirlenmesi yöntemlerinde yoğunlaşmaktadır.
Yargıtay’ın eskiden beri ağırlıklı olarak uyguladığı birinci görüşe göre; munzam zarar talep eden-davacı, temerrüde uğrayan alacağın varlığını, bu alacağın ödenmemesi sebebiyle temerrüt faizini aşan zararı bulunduğunu somut olarak ve yasal delilerle ispatlamak zorundadır. Olumsuz ekonomik veriler (yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki artış, piyasa yüksek faiz oranları) davacı-alacaklıyı ispat yükünden kurtarmaz. Geç tahsil edilen alacağın, iştigal konusu ticarette kullanılmasının tabiî olduğu varsayımı yeterli kabul edilip hüküm kurulamaz. Alacaklının, munzam zararını yasal delillerle kanıtlaması halinde borçlu; ya alacaklının bir zarara uğramadığını ya da borç zamanında ifa edilmiş olsaydı bile, alacaklının değeri düşmeyecek bir yatırım yapmayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir.İkinci görüşe göre; munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faiziyle karşılanmayan zarar miktarını; zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamalıdır. Munzam zarar alacaklısı, normal durumlar ve fiili karineler ile maruf ve meşhur olaylara dayanıyorsa bunun ispatı istenmemeli, munzam zarar davalarında davacı-alacaklının ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, enflasyonist ortamda, bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması; örneğin, en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirilmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmelidir. Bu karinenin aksini, kusursuzluğunu ve sorumsuzluğunu ispatlamak borçlunun yükümlülüğündedir.
Yargıtay Daireleri arasında bu yolda oluşan içtihat aykırılığının giderilmesi istemi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nca reddedilmiştir.
Başından beri birinci görüşü uygulayan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, daha sonra ikinci görüşü benimsemiş, 2021 ve 2022 yıllarında verdiği kararlar incelendiğinde ise somut ispat kuralına geri döndüğü görülmüştür.Ekonomik Olumsuzluklar Karine Yönünden Değerlendirildiğinde;
Gerek 818 sayılı mülga BK’nın 105.maddesinde ve gerekse 6098 sayılı TBK’nın 122/1. Maddesinde “FAİZ”den değil, “ZARAR”dan bahsedilmektedir. “Günümüz ekonomik koşullarıyla geçmişdeki ekonomik veriler değerlendirildiğinde; ekonomi düzeni içinde yer alan yatırım araçlarının hiçbir zaman istikrarlı gelir getirmediği ve dolayısıyla munzam zararın ispatında “karine” oluşturmadıkları sonucuna varılmaktadır. Örneğin, belli bir zamanda getirisi olan döviz, başka bir zamanda zarar oluşturmaktadır. Borsalardaki yatırımlarda kâr sağlayabildiği gibi, zarara da sebebiyet vermektedir. Enflasyon oranı düştükçe, banka mevzuat faizi de düşmektedir. O halde, ikinci görüşü benimseyen Yargıtay kararları ve hukuksal öğretideki görüşler, “karine” yönünden hukuksal dayanaktan yoksun kalmaktadır.” (Yargıtay —-.HD’nin—-sayılı kararı) Yakın bir tarihte yüksek döviz kurlarının bir gecede neredeyse yarı yarıya kadar düştüğü dikkate alındığında, dövize yatırımın her zaman gelir getirmeyeceği, bu nedenle olumsuz ekonomik verilerin karine sayılamayacağı görülmektedir.Somut Olay ve Güncel Yargıtay Kararları Değerlendirildiğinde;Dava dilekçesinde davacının faizle karşılanmadığı ileri sürülen zararına ilişkin somut bir vakıa ve somut bir vakıaya ilişkin delil bildirilmemiştir. Davacı vekili munzam zarar talebini enflasyon döviz artışı gibi olumsuz ekonomik verilere dayandırmış, alacak hesabının da bu verilen üzerinden hesaplanmasını talep etmiştir.
Yargıtay —-.Hukuk Dairesi —–.sayılı kararında;
“Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır.” şeklindeki kararı ile somut ispatı aramıştır.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu —–sayılı kararında;”Uğranılan zarar, yetkili merciin belirlediğinden fazla ve bu nedenle 105. maddeye dayanılarak munzam zarar istenecek ise, artık o merciin, zararın oranını belirlemek için kullandığı/dikkate aldığı/değerlendirdiği ölçülere ve bunların “maruf ve meşhur” oldukları olgusuna değil, davaya özgü somut vakıalara dayanılması gerekir. Bunlar da, elverişli ve geçerli delillerle kanıtlanmalıdır.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu—–sayılı kararında;
“Davacı tarafından ileri sürülen, ülkemizdeki belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklardan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı aşkın (munzam) zarar talebi, zarar olgusunun delili olarak kabul edilemez. Zira ülkemizdeki belirli dönemlerde var olan ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, tek başına davacının temerrüt faizi dışında bir zararının varlığının ispatı değildir. Dolayısıyla ekonomik şartlar sebebiyle ortaya çıkan yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanma, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma gibi olumsuzluklar, bir karine olarak kabul edilip davacıyı, kendi somut durumuna özgü vakıalarla oluştuğu iddia olunan zararı ispat yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi davacıya bu yönde herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamaz. Hâl böyle olunca, TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın (munzam) zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerekir.” Dosya kapsamı ve deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının salt olumsuz ekonomik verilere dayanarak munzam zarar talebinde bulunduğu, somut olarak zarara uğradığına dair vakıa ve delil ibraz etmediği, Yargıtay’ın son dönemdeki kararlarına göre, munzam zararın somut olarak ispatının gerektiği, olumsuz ekonomik verilere üzerinden varsayıma dayalı hesap yapılamayacağı anlaşılmakla, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1-Davanın REDDİNE,
2 -Harçlar kanunu gereğince alınması gereken 99,20-TL eksik harcın davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
3-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiginden A.A.Ü.T göre hesaplanan 500,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Fazla yatan gider avansı ile delil avansı var ise karar kesinleştikten sonra istek halinde yatıran taraflara iadesine,
6-Dava şartı olan arabuluculuk görüşmeleri neticesinde —–Arabulucuk Başvuru Nolu dosyada taktir olunan 1.560,00-TL ücretin davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğden itibaren 2 hafta içinde —-Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı.