Emsal Mahkeme Kararı İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/474 E. 2023/335 K. 06.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. İstanbul Anadolu 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/474 Esas
KARAR NO : 2023/335

DAVA : Alacak (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 17/06/2022
KARAR TARİHİ : 06/04/2023
Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle:Davalı —–Şubesi nezdindeki hesabına toplam 200.000,00.TL.’nin ödenmesi için 8 adet çek keşide ettiğini, Davacı—–çeklerin meşru hamili sıfatı ile ödeme gününde ilgili bankaya çekleri tahsil için ibraz ettiğini, ödeme gününde ilgili hesapta karşılık bulunmadığından 8 adet çek hakkında karşılıksız işleminin ilgili banka tarafından gerçekleştirildiğini, Davacı —– meşru hamili olduğu 8 adet çekin ödenmemesi nedeni ile 2015 yılında Davalı’dan 200.000,00.TL. alacaklı hale geldiğini, davacı ile davalı arasında çekten kaynaklı kambiyo senedinden kaynaklanan alacak ilişkisi dışında sözleşmesel ya da başka bir mal ya da hizmet alım satım ilişkisi bulunmadığını, Davacının alacağını tahsil edemediği için davalı aleyhine——- sayılı dosyasından takibe geçtiğini, kesinleşen takibe ve cebri icra işlemlerine rağmen alacağın tahsilinin mümkün olmadığını, bunun üzerine Davalının, babasından intikal eden miras hissesini alacaklılar zararına reddettiği mirasın reddi işleminin —–. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin——-sayılı dosyasından açılan dava neticesinde iptal ettirildiğini, Davalıya babasından intikal eden miras hissesine ulaşıldığını, terekenin resmi tasfiyesi süreci başlatıldığını,—–Sulh Hukuk Mahkemesi’nin——Tereke sayılı dosyasından resmi tasfiye işlemleri devam ederken icra dosyasına olan borç 13.01.2022 tarihinde ödendiğini, Davacının 20.06.2015 ödeme tarihi itibari ile tahsil etmesi gereken alacağına 6 yıl, 6 ay sonra kavuşabildiğini, alacağın tahsili işlemlerinin devam ettiği dönemde ekonomik koşulların kötüleştiği, yüksek enflasyonun etkilerinin her alanda hissedildiği, Türk parasının kabul edilemez koşullarda değer kaybettiğini, Davacı’nın 13.01.2022 tarihinde yapılan ödeme ile eline geçen değer ile 2015 yılında alacaklı olduğu değer arasında, satın alma gücü açısından çok ciddi fark bulunduğunu, davacı alacağını geç tahsil etmesi nedeni ile açık zarara uğradığını, bu zararın Davalı’nın borcunu ödemede temerrüte düşmesinden kaynaklandığını, Davalının temerrüdünün alacaklının zararına neden olduğunu, alacağın tahsil edilmesi gereken tarihte gram altın 100,38.TL.’dir. Davalı’nın borcunu ödediği tarihte gram altın fiyatı 798,66.TL.’dir. Türk insanın yatırım alışkanlıklarında ilk sıralarda yer alan altın özelinde Davacı’nın alacağının 7,96 kat değer kaybettiğini, diğer bir ifade ile davacı alacağına vadesinde kavuşsa altın alacak ve ödeme tarihinde alacağı 7,96 kat artmış olacağını, Davacının 2015 yılında yaşadığı —– ilçesinde arsa metre kare fiyatları 117,19.TL. iken, alacağın ödendiği 2022 Ocak ayında arsa metre kare fiyatları 1.705,00.TL.’ye ulaştığını, davacı alacağını zamanında tahsil etse bununla yaşadığı bölgeden arsa alacak ve ödeme tarihinde alacağı 14,55 kat artmış olacağını, Davacı’nın alacağına 6 yıl, 6 ay sonra kavuşması nedeni ile uğradığı zararının çok büyük olduğunu, Davalının bu zararı Borçlar Kanunu 122. maddesi gereği karşılamak zorunda olduğunu, etmeye çalıştığımız ve Başkalığınızca re’sen nazara alınacak sebeplerle, Davacı’nın gerek aşkın zarar taleplerine yönelik, gerekse kanundan doğan diğer taleplerine yönelik fazlaya ilişkin her türlü hakkı saklı kalmak kaydıyla, huzurdaki davadan ileri sürülen davanın HMK 107. maddesi çerçevesinde belirsiz alacak davası olarak kabulüne, Davacı’nın şimdilik 5.000,00TL. aşkın zarardan kaynaklanan belirsiz alacağının, arabuluculuk bürosuna başvuru tarihi olan 30.03.2022 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt (avans) faizi ile Davalı’dan tahsili ile Davacı’ya ödenmesine, yargılama giderlerinin davalıya tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP : Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Müvekkilinin borçları sebebiyle zor durumda olmasından dolayı babası —— sağlığında kendisine devrettiği taşınmazlar bulunduğunu, müvekkilinin babasının, vefat etmeden müvekkilin ihtiyacı olması sebebiyle miras hakkı olan taşınmazları müvekkile devrettiğini, bu nedenle müvekkilinin aslında babası henüz vefat etmeden mirastan payına düşeni almış bulunduğunu, bu nedenle müvekkilin babası vefat edip miras bölüşüleceği zaman diğer mirasçılar tarafından bu durum hatırlatıldığını, mirastan alacak bir payı olmadığı, müvekkilinin de mirastan kendine düşen payı babası yaşarken aldığından ve vefatından önce babası ile arasında miras konusunda anlaşıp kalan mal varlığı değerlerinden herhangi bir pay almayacağını belirttiğinden bu durumu kabul ettiğini, bu itibarla müvekkil tarafından —— Sulh Hukuk Mahkemesi ——- numarası ile görülen mirasın reddi davası açtığını bu davanın da kabul edildiğini, davaya konu dosyaya ilişkin olarak müvekkil şirket tarafından davacının başvurusuna istinaden dava öncesi değer kaybı ve maddi hasar tazminatına ilişkin ödemelerin yapıldığını, bu ödemelerin detayları ve ödemelere ilişkin dekontları sunduklarını, davacı tarafından işbu miras reddinin müvekkilin alacaklılarının zararına olması amacıyla yapıldığını iddia ederek, —– Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ——-. numarası görülen dava ile mirasın reddi işleminin haksız olarak iptal edildiğini, öyle ki müvekkil alacaklılarının zararına hareket etmek için değil aslında mirastan gerçekten de bir hakkı kalmadığından ötürü bu işlemi yaptığını, ancak buna rağmen mirasın reddi işleminin iptal edildiğini, müvekkili henüz tereke dosyası dahi karara çıkmadan tüm borcunu kapatmak istediğini, davacı tarafın ile görüşmelere başladığını, bunun sonucunda müvekkilinin davacı tarafından hesaplanan tüm borcu, faizleri ve vekalet ücretleri de dahil olmak üzere hepsini davacıya ödediğini, davacı tarafın ödemeyi aldıktan bir süre sonra bu kararından vazgeçtiğini, değişen enflasyon oranlarını sebep göstererek müvekkilden çok daha fazla para göndermesini istediğini, görüşmeler sonucu anlaşılan, hesaplanan hatta ödenen miktarda tekrar değişim talep edilmesinin müvekkil tarafından anlaşılamadığını, davacı tarafın avukatı ile yapmış oldukları görüşmelerden de talep etmiş oldukları alacak tutarını ödedikleri durumda herhangi bir aşkın zarar taleplerinin olmadığı, bu tutardan başkaca bir masraf ya da ödeme çıkmayacağını da açıkça belirttiklerini, bu davada bahis olunan zararın belli olmadığı bununla ilgili açılmış bir icra takibi de bulunmadığını, şu an müvekkil davacı tarafın iddia ettiği zararı karşılamak istese nereye ve ne kadar ödeme yapacağını bilmediğini, Müvekkilinin, davacıya olan tüm borçlarını ferileriyle birlikte kapattığını, bu nedenle müvekkilinin davacıya karşı hiçbir borcu bulunmadığı gibi kendisi aleyhine davacı tarafından açılmış bir icra takibi de bulunmadığını, ki taraflar arasındaki borç miktarı icra takibine konu edileceğini, kesinleştiğinde bu miktar ve işletilen faiz üzerinden ödeme yapılacağını, afaki ifadelerle sadece müvekkilin borcu olduğundan bahisle alacak talep etmenin hukuken bir dayanağı ve geçerliliği olmadığını, davacı tarafın taleplerinin müvekkili sürekli borç altına sokan, hukuki dayanağı olmayan ve en önemlisi belirsiz talepler olduğunu, müvekkilinin bugün borcunu ödemek istese ne kadar borcu olduğunu dahi bilmediğini, kendisine bildirilen bir aşkın zarar, tebliğ edilen bir borç bakiyesi bulunmadığını, aktadır. davacının, müvekkilinin ödeme yapmadığı sürede uğradı zararı karşılanması için alacağa yakın miktarda faiz ödemesi aldığını, müvekkilinin davacıya olan borcundan sonra maddi olarak oldukça zor duruma girdiğini, şirketi iflasın eşiğine geldiğini, geçimini zor sağladığını, bu nedenle de borcunu geç ödemek zorunda kaldığını, ancak müvekkil eline para geçer geçmez davacıya ödemesini yaptığını, değişen ekonomik koşulların müvekkilin elinde olan veya tahmin edebileceği bir durum olmadığını, açıklanan nedenlerle müvekkilin borcunun tamamını tüm ferileriyle birlikte ödemesi göz önüne alındığında değişen ekonomik koşullarla oluşan bir zarar mevcut ise bu zarar sebebiyle müvekkile herhangi bir kusuru atfedilemeyeceğinin açık olduğunu, davacının iddialarının kabulü halinde ekonomik koşulların iyiye gitmesi ve kurun düşmesi durumunda ödemeyi erken yapan borçlular alacaklılara fazla ödeme yapmak suretiyle zarara uğramış olacağını, her durumda davacı tarafın iddialarının hukuk sistemi düşünüldüğünde kabulü mümkün olmadığını, tüm bu sebeplerle; davacının haksız davasının reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafından tahsiline, karar verilmesini talep etmiştir.
İNCELEME ve GEREKÇE : Dava, hukuki niteliği itibari ile Davacının davalı aleyhine—–.İcra Mdürlüğünün —— Esas sayılı dosyasıyla karşılıksız kalan çekler sebebiyle başlattığı icra takibine konu alacağının geç tahsil edilmesi sebebiyle 5.000 TL aşkın zarardan kaynaklanan alacağının tahsili tabeline ilişkindir
——- yazılan müzekkerelere cevap verildiği, müzekkere yazı cevaplarının dosya arasına alındığı görüldü.
Davada aktif ve pasif taraf husumetinin sağlandığı anlaşılmış olup taraflar arasında bu hususta çekişme yoktur.7155 sayılı Kanun’un 20. Maddesi ile eklenen 5/A maddesi uyarınca arabuluculuk başvurusunda bulunulmuştur. arabuluculuk son tutanağında icra dosya borcunun ödenmesi hususunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin arabuluculuk son tutanağı dosya arasına alınmıştır.Dava, munzam zarar talebine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının alacağını zamanında tahsil edememesi nedeniyle belirsiz alacak olarak 500-TL’nin avans faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 09/03/2022 tarihli duruşmada; biz munzam zarar talebimizi olumsuz ekonomik veriler üzerinden hesaplanmasını talep ediyoruz. Anayasa Mahkemesi kararı gereği ayrıca munzam zararın somutlaştırılmasını gerek yoktur zararın hesabı konusunda bilirkişi incelemesi yapılmasını talep ediyoruz” şeklinde beyan ve talepte bulunmuştur.6098 sayılı TBK’nın 122/1. maddesinde, “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” düzenlemesine yer verilmiştir.Munzam Zararın İspatında Yargıtay’ın Tarihsel Yaklaşımı Değerlendirildiğinde;Munzam zarar, borçlunun temerrüdü ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borç olup bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyla, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak kabul edilemez. Bu nedenle asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.Munzam zararın ispatın somut olarak ispatının gerekip gerekmediği hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Özel Dairelerinin birbirinden farklı uygulamaları ile süregelmiştir. Yargıtay uygulamalarındaki bu iki farklı görüş, munzam zararı ispatının sıkı ispat kurallarına bağlanıp bağlanmaması; maruf ve meşhur olayların “karine” olarak kabul edilip, edilemeyeceği ve maddi zararın belirlenmesi yöntemlerinde yoğunlaşmaktadır.Yargıtay’ın eskiden beri ağırlıklı olarak uyguladığı birinci görüşe göre; munzam zarar talep eden-davacı, temerrüde uğrayan alacağın varlığını, bu alacağın ödenmemesi sebebiyle temerrüt faizini aşan zararı bulunduğunu somut olarak ve yasal delilerle ispatlamak zorundadır. Olumsuz ekonomik veriler (yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki artış, piyasa yüksek faiz oranları) davacı-alacaklıyı ispat yükünden kurtarmaz. Geç tahsil edilen alacağın, iştigal konusu ticarette kullanılmasının tabiî olduğu varsayımı yeterli kabul edilip hüküm kurulamaz. Alacaklının, munzam zararını yasal delillerle kanıtlaması halinde borçlu; ya alacaklının bir zarara uğramadığını ya da borç zamanında ifa edilmiş olsaydı bile, alacaklının değeri düşmeyecek bir yatırım yapmayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir.İkinci görüşe göre; munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faiziyle karşılanmayan zarar miktarını; zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamalıdır. Munzam zarar alacaklısı, normal durumlar ve fiili karineler ile maruf ve meşhur olaylara dayanıyorsa bunun ispatı istenmemeli, munzam zarar davalarında davacı-alacaklının ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, enflasyonist ortamda, bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması; örneğin, en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirilmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmelidir. Bu karinenin aksini, kusursuzluğunu ve sorumsuzluğunu ispatlamak borçlunun yükümlülüğündedir.Yargıtay Daireleri arasında bu yolda oluşan içtihat aykırılığının giderilmesi istemi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nca reddedilmiştir.
Başından beri birinci görüşü uygulayan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, daha sonra ikinci görüşü benimsemiş, 2021 ve 2022 yıllarında verdiği kararlar incelendiğinde ise somut ispat kuralına geri döndüğü görülmüştür.
Ekonomik Olumsuzluklar Karine Yönünden Değerlendirildiğinde;Gerek 818 sayılı mülga BK’nın 105.maddesinde ve gerekse 6098 sayılı TBK’nın 122/1. Maddesinde “FAİZ”den değil, “ZARAR”dan bahsedilmektedir. “Günümüz ekonomik koşullarıyla geçmişdeki ekonomik veriler değerlendirildiğinde; ekonomi düzeni içinde yer alan yatırım araçlarının hiçbir zaman istikrarlı gelir getirmediği ve dolayısıyla munzam zararın ispatında “karine” oluşturmadıkları sonucuna varılmaktadır. Örneğin, belli bir zamanda getirisi olan döviz, başka bir zamanda zarar oluşturmaktadır. Borsalardaki yatırımlarda kâr sağlayabildiği gibi, zarara da sebebiyet vermektedir. Enflasyon oranı düştükçe, banka mevzuat faizi de düşmektedir. O halde, ikinci görüşü benimseyen Yargıtay kararları ve hukuksal öğretideki görüşler, “karine” yönünden hukuksal dayanaktan yoksun kalmaktadır.” —–sayılı kararı) Yakın bir tarihte yüksek döviz kurlarının bir gecede neredeyse yarı yarıya kadar düştüğü dikkate alındığında, dövize yatırımın her zaman gelir getirmeyeceği, bu nedenle olumsuz ekonomik verilerin karine sayılamayacağı görülmektedir.
Somut Olay ve Güncel Yargıtay Kararları Değerlendirildiğinde;
Dava dilekçesinde davacının faizle karşılanmadığı ileri sürülen zararına ilişkin somut bir vakıa ve somut bir vakıaya ilişkin delil bildirilmemiştir. Davacı vekili munzam zarar talebini enflasyon döviz artışı gibi olumsuz ekonomik verilere dayandırmış, alacak hesabının da bu verilen üzerinden hesaplanmasını talep etmiştir.
——-sayılı kararında; “Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır.” şeklindeki kararı ile somut ispatı aramıştır.—–.sayılı kararında;”Uğranılan zarar, yetkili merciin belirlediğinden fazla ve bu nedenle 105. maddeye dayanılarak munzam zarar istenecek ise, artık o merciin, zararın oranını belirlemek için kullandığı/dikkate aldığı/değerlendirdiği ölçülere ve bunların “maruf ve meşhur” oldukları olgusuna değil, davaya özgü somut vakıalara dayanılması gerekir. Bunlar da, elverişli ve geçerli delillerle kanıtlanmalıdır.”——sayılı kararında; “Davacı tarafından ileri sürülen, ülkemizdeki belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklardan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı aşkın (munzam) zarar talebi, zarar olgusunun delili olarak kabul edilemez. Zira ülkemizdeki belirli dönemlerde var olan ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, tek başına davacının temerrüt faizi dışında bir zararının varlığının ispatı değildir. Dolayısıyla ekonomik şartlar sebebiyle ortaya çıkan yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanma, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma gibi olumsuzluklar, bir karine olarak kabul edilip davacıyı, kendi somut durumuna özgü vakıalarla oluştuğu iddia olunan zararı ispat yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi davacıya bu yönde herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamaz. Hâl böyle olunca, TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın (munzam) zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerekir.”
Dosya kapsamı ve deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının salt olumsuz ekonomik verilere dayanarak munzam zarar talebinde bulunduğu, somut olarak zarara uğradığına dair vakıa ve delil ibraz etmediği, Yargıtay’ın son dönemdeki kararlarına göre, munzam zararın somut olarak ispatının gerektiği, olumsuz ekonomik verilere üzerinden varsayıma dayalı hesap yapılamayacağı anlaşılmakla, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar kanunu gereğince alınması gereken 99,20-TL eksik harcın davacıdan alınarak hazineye irad kaydına,
3-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiginden A.A.Ü.T göre hesaplanan 5.000,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5- Fazla yatan gider avansı ile delil avansı var ise karar kesinleştikten sonra istek halinde yatıran taraflara İADESİNE,
6-Dava şartı olan arabuluculuk görüşmeleri neticesinde —– Arabulucuk Başvuru Nolu dosyada taktir olunan 1.320,00-TL ücretin davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına, Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğden itibaren 2 hafta içinde ——Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı.