Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi 2014/1439 E. 2023/801 K. 02.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2014/1439 Esas
KARAR NO:2023/801

DAVA:Tazminat
DAVA TARİHİ :24/10/2014

BİRLEŞEN …. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN
… SAYILI DOSYASI

DAVA:Tazminat
DAVA TARİHİ :13/10/2016
KARAR TARİHİ:02/11/2023

Taraflar arasında görülen davanın Mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Asıl davada davacılar vekili sunduğu dava dilekçesi ile; müvekkili …’ün diğer müvekkili …’nin çocuğu olduğunu, davalı … Sigorta A.Ş.’nin ise kadın doğum uzmanı Dr. …’ün tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesini tanzim ederek tarifede belirlenen 450.000 TL’lik teminat limiti dahilinde maddi ve manevi zarardan doğan sorumluluğu üstlenmiş bulunduğunu, davalı … Sigorta A.Ş.’nin sorumluluğunun TTK’nın 1485/1 hükmünün TTK.nın 1458 hükmüne atfı nedeniyle geriye dönük 10 yıllık süreyi de kapsamakta olduğunu, zamanaşımı süresinin ise TTK.nın 1482. maddesi nedeniyle 10 yıl olduğunu, müvekkili …’nin hamileliği boyunca davalının sigortalısı doktor tarafından takip edildiğini, anılan doktorun genel olarak tıbbi kötü uygulaması sonucu, orta derecede zeka geriliği ve down sendromu hamilelikte teşhis edilmediğini ve küçük …’ın orta derecede zeka geriliği ve down sendromlu olarak doğduğunu, yerleşik Yargıtay uygulamalarına göre hasta-hekim ilişkisinin vekalet sözleşmesi kapsamında olduğunu, doktorun yüksek özen borcu altında olduğundan, hastanın müterafik kusuru bulunmadıkça gerçekleşen zarardan en hafif kusurundan dolayı zararın tamamından sorumluluğunun söz konusu olduğunu, down sendromu hayat boyu devam eden bir iş göremezlik hali olduğunu, öncelikle müvekkili …’ün bu işgöremezlik hali nedeniyle maddi zarara uğradığını ve bizzat bu acıyı yaşam boyu çekecek olması nedeniyle de manevi zarara uğradığını belirterek, müvekkili küçük … için; 10.000 TL iş göremezlik tazminatı ve 60.000 TL manevi tazminat, müvekkili anne … için 30.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 100.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Asıl davada davalı vekili Mahkememize verdiği cevap dilekçesi ile; müvekkili şirket tarafından düzenlenmiş olan tıbbı kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçelerinin geçerlilik süresinin dava tarihini kapsamamakta olduğunu, dava konusu talebin müvekkili şirketin sorumluluğunda olmadığını, davalı Dr. … adına müvekkili şirket tarafından düzenlenmiş olan tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçeleri ve geçerlilik sürelerinin; … numaralı poliçenin: 12/08/2010-2011 tarihleri arasında geçerli olduğunu, … numaralı poliçenin: 01/08/2011-12/08/2012 tarihleri arasında geçerli olduğunu, … numaralı poliçenin: 01/08/2012-12/08/2013 tarihleri arasında geçerli olduğunu, Dr. … aleyhine 24/10/2014 tarihinde tazminat talebi ile davanın açıldığını, bu durumda sigortalılarına talebin dava tarihi olan 24/10/2014 tarihinde yöneltilmiş olduğu sonucuna varıldığını, tıbbı kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçelerinin, poliçenin geçerlilik süresi içerisinde sigortalı doktora yöneltilmiş olan tazminat taleplerini teminat altına almakta olduğunu, sigortalı doktora tazminat talebinin yöneltiğini tarihin dava tarihi olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen davada davacılar vekili sunduğu dava dilekçesi ile; müvekkili …’ün, diğer müvekkili …’nin çocuğu olduğunu, davalı … şirketinin ise kadın doğum uzmanı Dr. …’ün tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesini tanzim ederek tarifede belirlenen 800.000 TL’lik teminat limiti dahilinde maddi ve manevi zarardan doğan sorumluluğunu üstlendiğini, davalı sigorta şirketinin sorumluluğunun, TTK’nın 1485/1 hükmünün TTK.nın 1458 hükmüne atfı nedeniyle geriye dönük 10 yıllık süreyi de kapsadığını, zamanaşımı süresinin ise TTK.nın 1482. maddesi nedeniyle de 10 yıl olduğunu, müvekkili …, hamileliği boyunca davalının sigortalısı doktor tarafından takip edildiğini, anılan doktorun genel olarak tıbbi kötü uygulaması sonucu Down sendromu hamilelikte teşhis edilemediğini ve küçüğün down sendromlu olarak doğduğunu, bağlayıcı ve sınırlayıcı olmamak üzere davalının sigortalısının sözleşme kapsamında olduğunu, doktorun yüksek özen borcu altında olduğundan, hastanın müterafik kusuru bulunmadıkça, gerçekleşen zarardan en hafif kusurundan dolayı zararın tamamından sorumluluğunun söz konusu olduğunu, Down sendromunnun hayat boyu devam eder bir iş göremezlik hali olduğunu, öncelikle müvekkili …’ün bu iş göremezlik hali nedeniyle maddi zarara uğradığını ve bu acıyı yaşam boyu çekecek olması nedeniyle de manevi zarara uğradığını, BK.nın 56/2 hükmünün Borçlar Kanununa yeni giren bir hüküm olduğunu, bu kapsamda artık bedensel zarara düçar olan kimsenin yakınlarına da manevi tazminat ödeneceğinin yasal olarak öngörüldüğünü, bu kapsamda müvekkili anne …’nin hayat boyu çocuğunu Down Sendromlu olarak görerek acı çekmeye devam edeceğinin de tartışma dışı olduğunu, davalının sigortalısı doktorun tıbbi kötü uygulaması sonucu bebeğin orta derecede zeka geriliği ve Down Sendromlu olduğu saptanamadığını ve doğumdan sonra …’ün down sendromlu olduğunun anlaşıldığını, davada davalının sigortalısının tam kusuruna dayanılmadığını, müteselsilen talepte bulunulduğunu, kusur dahil her türlü denkleştirme de dikkate alınarak talepte bulunulduğunu, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/1439 Esas sayılı dosyası ile davacılar adına, müvekkili …’ın down sendromlu doğması nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini amacıyla, aynı sigortalı hekim Dr. …’ün dava tarihindeki tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigortasına dayanılarak … Sigorta A.Ş. aleyhine dava açıldığını, davalı tarafından sigortalı hekim hakkında dava tarihi kapsar poliçenin bulunmadığının iddia edildiğini, söz konusu iddia her ne kadar yargılamayı gerektirir nitelikte olsa da bu kez iş bu davanın açılma tarihi olan 06/10/2016 tarihini kapsar poliçenin davalı … Şirketi tarafından tanzim edilmiş olması nedeniyle davacılar adına, müvekkili …’ın down sendromlu doğması nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini amacıyla … şirketi aleyhine dava açtıklarını, davaların aynı olaya ve aynı sigortalı hekimin hatasına dayanılarak açılması sebebiyle tahsilde tekerrür olmaması, davalar arasında bağlantı bulunması ve İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/1439 Esas saylı dosyasında delillerin büyük bir kısmının topladığı gözetilerek, işbu dosyanın İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2014/1439 Esas sayılı dosyası ile HMK’nın 166.maddesinin 2.fıkrası gereğince birleştirilmesine, müvekkili küçük … için, 15.000 TL iş göremezlik (bakıcı ücreti dahil maddi) tazminat ve 20.000 TL manevi tazminat, müvekkili anne … için 10.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 45.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada davalı … Şirketi vekili sunduğu cevap dilekçesi ile; davacının hangi tarihlerde sigortalı hekimle görüştüğünü, doğum öncesi gebelik takiplerinin hangi hastanelerde yapıldığına ilişkin hiçbir bilginin dava dilekçesinde yer verilmediğini, müvekkili şirketin, davacıya tedavi işlemlerini yapan hekim veya hastane olmadığını, davanın ihbarının bir zorunluluk arz ettiğini, davanın sigortalı hekime HMK.nın 64 vd. maddeleri gereğince ihbarını talep ettiklerini, davacının gebelik takibinde sigortalı hekim tarafından takip edildiği döneme ilişkin tüm test ve tetkikler eksiksiz yaptırıldığını, mevcut tıbbi yöntemlerle down sendromu vb. anomalilerin %100 tespiti mümkün olmadığı gibi, eğer test ve tetkiklerde düşük risk çıktı ise bu durumda da hekime kusur atfedilmesinin mümkün olmadığını, zira testlerin tespit oranlarının değişkenlik gösterdiği gibi her doğum öncesi anomalinin doğumu sonlandırma endikasyonu da bulunmamakta olduğunu, hastanın ikili tarama testi vb. yöntemlerle yüksek risk grubunda bulunmadığı durumlarda, amniyosentez, kordosentez ve CVS gibi invazif işlemlerin yapılması tıbbi açıdan mümkün olmadığını, invazif tanı yöntemleri yüksek oranda risk içerdiğinden, bu tür invazif girişimlerin yapılabilmesi için hastanın endikasyonlarının bu testlerin yapılmasına uygun olması diğer bir deyişle yüksek risk grubunda yer alması gerekmekte olduğunu, hastanın hekimin yönlendirmelerine uygun şekilde işlem yapmasının (söz gelimi, amniyosentez için sevk edildi ise gönderildiği hastanede tetkiklerini yaptırması) gerekmekte olduğunu, davacı yanın, sigortalı hekimin gebelik takibini gereği gibi yapmadığını iddia etmekte ise de; sigortalı hekimin hastayı kaçıncı haftalarda gördüğü; hastanın düzenli şekilde gebelik takiplerine devam edip etmediği, hekim tarafından istenen test ve tetkikleri yaptırıp yaptırmadığının detaylı şekilde incelenmesi gerektiğini, takibin yapıldığı tarihlerde, sigortalı hekimin çalıştığı hastanede amniyosentez / kordosentez yapılıp yapılmadığı; hekimin hastayı bu tür invazif işlemler için başka bir hastaneye yönlendirip yönlendirmediği gibi hususların değerlendirilmesinin gerekmekte olduğunu, dava konusu olayda, müvekkili sigortalısı hekimin kusurlu olduğu iddialarının kabulünün mümkün olmadığını, hastanenin ve hekimin sorumluluğunun doğabilmesi için, gerçekleştirilen teşhis ve tedavi yöntemlerinde tıbbi standartın uygulanmamış olmasının gerekmekte olduğunu, tıbbi standartın uygulandığı yerde, hekimin müdahalesi tıp biliminin gereklerine de uygun ise hekimin/hastanenin kusur veya sorumluluğundan söz edilemez olduğunu, öte yandan davacı yanın tazminat taleplerinin dayanaksız ve fahiş olduğunu, davacı küçükte mevcut olduğu iddia edilen down sendromunun genetik bir bozukluk olduğunu, bu hastalığı hastanenin veya hekimin sebep olamayacağını, gebelik takibi yapılan ilgili tüm merkezlerden buna ilişkin test- tetkiklerin celp edilerek oluşturulacak uzman bilirkişi heyetinden rapor alınmasını talep ettiklerini ve sonuçta davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Feri Müdahil vekili sunduğu dilekçesi ile; davacılar vekilinin 06.10.2016 tarihli dilekçesi ile, kadın doğum uzmanı olan müvekkilinin bilgilendirmeme, aydınlatılmış rıza almama, teşhiste kusur, ileri testleri önermeme, ultrason kullanımında ihmal, ultrason bulgularını değerlendirmeme, konsültasyon istememe, CVS/Amniosentez yapmama suretiyle tıbbi kötü uygulama gerçekleştirdiğini, bunun sonucu olarak orta derecede zeka geriliği ve down sendromlu doğumun gerçekleştiğinden bahisle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunduğunu, müvekkiline anılan ihbar dilekçesi ve dava dilekçesinin kendisine tebliğ olunması üzerine yaklaşık 9 yıl önce gerçekleşen olayı ilk elde hatırlamadığını, daha sonra o tarihte çalıştığı ancak süreç içerisinde 2/3 defa el değiştiren …Sağlık Hastanesine gitmek suretiyle sınırlı imkanlar dahilinde elde edebildiği bilgilere ulaşmaya çalıştığını, davacı hastaya ilişkin dosyaya ulaşamadığını ancak çalıştığı …Sağlık Hastanesi poliklinik kayıt defterine ulaştığını, bu çerçevede ve davacıyla ilgili tıbbi yardım sürecini belleğinde güncellediğini, davacı ile müvekkili arasındaki hasta/hekim ilişkisinin 01.06.2009 ile 16.10.2009 tarihleri arasında gerçekleşmiş olup 16.10.2009 tarihinden sonra davacının hiçbir şekilde hekim olarak müvekkili ile irtibatta bulunmadığını, anılan dört buçuk ay içerisinde; davacının ilk defa 01.06.2009 tarihinde muayene için geldiğini, muayenesinin yapıldığını, takiben ultrasonografi ve laboratuvar tetkikleri istendiğini ve uygulanması gereken tedavi programının kendisine detaylı olarak anlatıldığını, davacının 22.06.2009’da hastaneye geldiğinde muayenesinin yapıldığını, ultrasonografi ve laboratuvar tetkikleri istenildiğini, düşük tehdidi olduğu görülerek bir hafta istirahat verildiğini, bir hafta sonunda kontrol önerildiğini ve düşük önlemeye yönelik tedavi düzenlendiğini, davacının önerilen kontrol süresine uymadığını takriben bir buçuk ay sonra 07.08.2009 tarihinde muayeneye geldiğini, ultrasonografi istendiğini, dönem itibarıyla davacının üçlü test yaptırması gerektiğinin anlatıldığını, bu testin bir teşhis testi olmayıp tarama testi olduğunu, bu test sonucu ancak %70 oranında sağlıklı sonuç elde edildiğinin ifade edildiğini ve bu testi dışarıda yaptırarak sonuçları getirmesinin istendiğini, 25.08.2009 tarihinde davacının muayenesi noktasında kendisinden ultrasonografi ve laboratuvar tetkikleri istendiğini ve test sonuçlarının değerlendirilmesi neticesinde davacının dahiliye servisince görülmesi gerekliliği kendisine anlatıldığını ve dahiliye servisine yönlendirildiğini, davacının 23.09.2009 tarihinde müracaatında ise yine ultrasonografi ve laboratuvar tetkikleri istendiğini, anemi tespit edildiğini ve tedavisinin programlandığını, davacının son olarak 16.10.2009 tarihinde geldiğini, muayenesinin yapıldığını, durumu hakkında bilgilendirildiğini ancak daha sonra davacının müvekkili ile olan hekim/hasta ilişkisini hiçbir neden ve açıklama yapmaksızın sonlandırdığını, bu dava aşamasına kadar da kendisinden herhangi bir şekilde bilgi alınmadığını, davacı ile müvekkili arasındaki hasta/hekim ilişkisinin dört buçuk ay sürdüğünü ve 16.10.2009 tarihinde son bulduğunu, dava dilekçesi ekinde bulunan nüfus kaydından da görüleceği üzere davacının 30.12.2009 tarihinde … ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğum yaptığını belirterek davalı … Sigorta A.Ş. yanında fer-i müdahil olarak davaya katılmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacılar vekili Mahkememize sunduğu 19/05/2021 tarihli talep arttırım dilekçesi ile; HMK.nın 107 tahtında ise: birleşen davada davalı … Şirketi açısından müvekkilinin küçük … için: 750.000 TL işgöremezlik, 20.000 TL bakıcı ücreti, 20.000 TL manevi tazminat, müvekkili anne … için 10.000 TL manevi tazminat olmak üzere taleplerini toplam 800.000 TL’ye çıkarttıklarını, bu miktar tazminatın davalı … Şirketinden birleşen dava tarihi olan 06/10/2016 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl ve birleşen dava, Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Taraf delilleri toplanmış, poliçe ve tüm hastane kayıtları celp edilmiş ve bilirkişi raporları alınmıştır.
Bilirkişi Prof. Dr. …’ın Mahkememize sunduğu 12/02/2021 tarihli raporunda; Dr. …’un hastasından gebeliğin 16. haftasında üçlü test istemiş olması yeterli tıbbi uygulama olup, nihai takdir mahkemeye ait olmak üzere testi istemekle hastayı down sendromu hakkında aydınlatmış olduğunun kabulünün gerektiğini, tıbbi uygulamalarda aydınlatma (bilgilendirme) sözlü yapılabileceğini ancak tıbbi girişim şeklindeki müdahalelerde (ameliyat, amniyosentez vb.) alınacak olan onamın (rızanın) yazılı olmasının şart olduğunu, davacı …’nin söz konusu gebeliğinden down sendromu riski taşıyıp taşımadığının anlaşılması için gebeliğin 16. haftasında Dr. … tarafından istenmiş olan ve hastanın da yaptırmış olduğu üçlü test sonucunun Sağlık Bilimleri Üniversitesi … Eğitim ve Araştırma Hastanesinden istenmesi gerektiğini belirtmiştir.
… Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Adli Sağlık Kurulunun Doç. Dr. …, Dr. Öğr. Üyesi …, Uzm. Dr. …’ın 1488 rapor sayılı, 21/06/2022 tarihli raporunda; …’de down sendromu ile ilişkili arızaları nedeniyle Balthazard Formülü uygulandığında Meslekte Kazanma Gücündeki Azalma Oranının rapor tarihindeki yaşına göre %82 olarak bulunduğunu, bu bulgulara dayanılarak …’ün engellilik oranının, “Engellilik Ölçütü Sınıflandırması ve Engellilere Verilecek Sağlık Raporları Hakkında Yönetmelik”ten faydanılanılarak hesaplandığında …’de Down Sendromu ile ilişkili arızaları nedeniyle Balthazard formülü uygulandığında engellilik oranı %76,2 olarak bulunduğunu, …’e “vücutta yaygın orta/şiddetli plaklar oluşturan Psöriazis vulgaris (sedef hastalığı)” tanısı nedeniyle 27/04/2022 tarihinde … Eğitimve Araştırma Hastanesinde ilaç kullanım raporu düzenlendiğinin görüldüğünü, güncel tıp literatürüne göre Down sendromu ve psöriazis (sedef hastalığı) arasında ilişki olup olmadığı belirsiz olduğundan, …’deki sedef hastalığı ile ilgili engel oranı hesaplamaya dahil edilmediğini, Down Sendromu ve Down Sendromuna eşlik eden tıbbi sorunlar nedeniyle …’ün başka birisinin sürekli bakımına muhtaç olduğunun kanaatine varıldığını belirtmişlerdir.
Bilirkişiler Dr. …, Dr. … … ve Dr. … Mahkememize sundukları 22/12/2022 tarihli raporlarında; davacıya gebelik sürecinde üçlü tarama testi yapılmış olması hastanın bu konuda bilgilendirildiğini göstermekte olduğunu, hastanın bilgilendirilmeden ve sözlü onamı olmadan yapılmasının mümkün olmadığını, gebeliğin çok çeşitli riskler içerebilen zor bir süreç olduğunu, gebelik takibi klinik pratikte çoğu zaman birden fazla hekimin (multi-otoriter) ve kadın hastalıkları ve doğum, perinatoloji, çocuk hastalıkları, çocuk cerrahisi, beyin sinir cerrahisi, çocuk endokrinolojisi, çocuk ortopedisi, çocuk psikiatrisi, dahiliye, genel cerrahi, genetik, metabolizma gibi birden fazla anabilim dalı, bölüm ve yandal uzmanlıkların katıldığı multi-disipliner bir yaklaşım ile yönetildiğini, gebeliğin bir bölümünün takibini yapan hekimin bütün sorumluluğu üstlenmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, davacının gebelik sürecinin güncel tıp biliminin kabul edilmiş gerçeklerine uygun bir şekilde multi-otoriter multi-disipliner bir yaklaşım ile yönetilmiş olduğunun anlaşılmış olduğunu, davacıya üçlü tarama testi uygulandığını, test sonucunun ilgili hekim tarafından görülmüş ancak asıl grafik sonuç ve bilgilendirilmiş aydınlatma içeren ikinci kısmın dosyada bulunamadığını, … Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 29.07.2009 tarihinde alınan kan örneği ile yapılan … Protokol ve … İşlem Numaralı üçlü tarama testinin sonucu Tıbbi Biyokimya Uzmanı Dr … tarafından onaylanarak raporun bir örneğinin hastaya verildiğini, davacıya verilen test sonuç raporunun ilgili kurumdan her iki sayfasını da içerecek şekilde istenmesinin gerekmekte olduğunu, üçlü tarama testinin sonuç ve bilgilendirilmiş aydınlatma kısmının dosyada bulunmamasının sebebinin anlaşılamamış olduğunu, yapılan dosya incelemesinde ikinci sayfanın birinci sayfadan zımba teli açılarak ayrıldığını, dosyada sadece raporun birinci sayfasının konduğu, ancak kesin kanaate varmak için raporun ikinci kısmının mutlaka değerlendirilmesinin gerekmekte olduğunu, bu değerlendirme yapıldıktan sonra davacının bilgilendirme ve onam süreci tamamlanıp tamamlanmadığının kesin kanaatine varılacağını belirtmişlerdir.
… Eğitim ve Araştırma Hastanesine yeniden yazılan müzekkereye verilen cevapta; Üçlü tarama laboratuvar sonucu dışında sonuç kaydına rastlanmadığının bildirildiği ve yazı ekindeki Tıbbi Biyokimya Uzmanı Dr. … tarafından onaylanan Laboratuvar sonuç raporunun 1/1 sayfa olduğu anlaşılmıştır.
Bilirkişiler Dr. …, Dr. … … ve Dr. … Mahkememize sundukları 19/06/2023 tarihli raporlarında; daha önce verdikleri 22.12.2022 tarihli bilirkişi kurulu raporunda, değerlendirmelerinin tam olarak yapılabilmesi amacıyla dosyada eksik olan üçlü tarama testi grafik sonuç ve bilgilendirilme yapılan ikinci kısmın dosyaya eklenmesi talepleri doğrultusunda üçlü tarama testinin uygulandığı … Eğitim ve Araştırma Hastanesinden raporun tamamı mahkemece istendiğini ancak yine aynı şekilde kurum tarafından dosyada daha önce bulunan eksik rapor verildiğini, gebelik takibi sırasında davacıya 29.07.2009 tarihinde üçlü tarama testi uygulandığını, sonuç raporu 30.07.2009 tarihinde Tıbbi Biyokimya Uzmanı Dr … tarafından onaylanıp davacıya verildiğini, ancak rapor normalde biyokimyasal sonuçları, grafik risk sonucu ve bilgilendirilmiş aydınlatma formu içeren iki sayfadan oluşması gerekiyor iken dava dosyasında sadece biyokimyasal sonuçların bulunduğu tek bir sayfanın mevcut olduğunu, dava dışı doktorun davacı annenin gebelik takibini yaptığı dönemde davacı küçüğün down sendromlu olup olmadığını tespiti bakımından gerekli testleri yaptığını, gerekli testler yapmış olmasına rağmen sonuçlarının hekim tarafından ne şekilde değerlendirdiği ve kayıtlandığının tespit edilemediğini, hastanın bilgilendirilmesi noktasında hekimin sorumluluğunu yerine getirmediği ve buna göre aydınlatma yükümlülüğünü gereğince yerine getirilmediğinin kabulü mütalaa etmişlerdir.
Aktüerya Bilirkişisi … Mahkememize sunduğu 06/05/2021 tarihli raporunda; hesaplanan sürekli iş göremezlik (tamamı efor dönemi) zararının 1.083.027,73 TL olduğunu, hesaplanan bakıcı gideri zararının 1.514.802,98 TL olduğunu buna göre hesaplanan toplam zararın 2.597.830,71 TL olduğunu belirtmiştir.
Mahkememizce toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; Davacılar vekili, asıl davada … Sigorta A.Ş. tarafından, birleşen davada davalı … Şirketi tarafından Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigota Poliçesi ile sigortalanan dava dışı doktorun, müvekkili …’yi hamileliği boyunca takip ettiğini, sigortalı doktorun müvekkili …’yi aydınlatmaması sebebiyle müvekkili …’ün orta derecede zeka geriliği ve down sendromlu olarak doğmasına neden olduğunu, bu nedenle müvekkillerinin maddi ve manevi zarara uğradıklarını belirterek, sigorta poliçesi kapsamında zararlarının tazminini talep etmiştir.
Asıl davada; davalı … Sigorta A.Ş. tarafından düzenlenmiş olan tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçelerinin geçerlilik süresinin dava tarihini kapsamadığı bu nedenle dava konusu talebin davalı … Sigorta A.Ş.nin sorumluluğunda olmadığı anlaşıldığından asıl davanın husumet yönünden reddine karar verilmiştir. Davacılar vekili her ne kadar poliçe hakkında davalı şirketin gerekli bilgiyi vermediğinden dava açılmasına davalı şirketin sebebiyet verdiğini ileri sürerek davalı lehine yargılama giderlerine hükmedilmemesini talep etmiş ise de; davalı … sigorta şirketinin eylemleri ile kendisine dava açılmasına sebebiyet verdiği ispat edilemediğinden davalı … Sigorta lehine vekalet ücretine ve yargılama giderlerine karar verilmiştir.
Davacılar tarafından davalı … Şirketi hakkında açılan birleşen davanın incelenmesinde; dava tarihine göre tıbbi kötü uygulamaya ilişkin zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçelerinin bu davalı sigorta şirketi tarafından düzenlendiği ve sigorta limitinin 800.000 TL olduğu görülmüştür.
İstanbul BAM 13.HD.nin 15.09.2022 tarih ve 2021/2374 E., 2022/1195 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere; Hekim ile hasta arasındaki ilişki vekalet sözleşmesine dayalı olup, uyuşmazlığın temelini teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen doktorun bu kapsamda mevcut sorumluluğu ve özen borcu oluşturmaktadır. Buna göre vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilememesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle vekil konumunda olan ve tedavi işlemlerini yapanların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle söz konusu özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. Vekil özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. 04.04.1997 tarihinde imzalanan ve 09.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Biyotıp Sözleşmesi, 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununun 59/g maddesi uyarınca çıkarılan Hekim Etiği Yönetmeliği ile Hasta Hakları Yönetmeliği hükümlerinde de belirtildiği üzere, hasta tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek hekim tarafından tıbbi müdahale konusunda bilgilendirilmelidir. Bu kapsamda sağlık hizmetinin verilmesinde tıbbi gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakımı özenle yapma görevi hekime ait olup, hastanın uygulanan ve diğer tanı, tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hasta sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, komplikasyonları ve reddetme durumda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri konusunda bilgi edinme hakkı bulunmaktadır. Bu bilgilendirme, hekim tarafından hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapılması gerekmektedir. Hastayı bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü bulunan hekim, bu yükümlülüğünü mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğini kanıtlamakla yükümlüdür. Özetle, hekim görevini özenle yerine getirmeli ve hastanın bilgi alma hakkı kapsamında onu aydınlatmalıdır. Somut olayda, hekimin down sendromunu teşhisine yönelik bir hatasının veya bu anomaliyi teşhise yönelik imkanlar konusunda hastayı aydınlatmamasının sorumluluğunu doğuracağı izahtan varestedir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 28/11/2019 tarihli, 2018/1849 Esas 2019/7606 Karar sayılı içtihadı)
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22.03.2022 tarih ve 2020/11-592 E., 2022/356 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere; Tıbbi müdahalede rızanın hukuk düzeninde geçerli olarak yerini alabilmesi için hekim tarafından aydınlatma yükümlülüğünün usulüne uygun bir şekilde yerine getirilmesi gerekir. Gerçekten de kişinin kendisine yapılacak tıbbi müdahale konusunda karar verebilmesi için neye rıza gösterdiğini bilmesi ve aydınlatılmış olarak rıza (onam) göstermesi gerekir. Başka bir deyişle tıbbi müdahale, hastanın tam olarak aydınlatılmasından sonra “aydınlatılmış rızanın (onamın)” verilmesi üzerine yapılmalıdır. Aydınlatılmış rıza (onam), Türk Tabipler Birliği Meslek Etiği Kuralları’nın 26. maddesinde; “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konusunda aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.” şeklinde ifade edilmiştir. Dolayısıyla aydınlatılmış rıza, riskleri, yararları ile alternatifleri ve onların da risk ve yararlarını kapsayan tedavi uygulamasının, hekim tarafından yeterli düzeyde ve uygun şekilde açıklanmasından ve hasta tarafından hiçbir tereddüde yer kalmayacak şekilde anlaşılmasından sonra, tıbbi tedavinin ve uygulamanın hasta tarafından “gönüllülükle kabulü” anlamına gelmektedir. Öte yandan hekimin aydınlatma yükümlülüğü, aydınlatılmış rızayı kapsamına alan ancak ondan daha kapsamlı bir yükümlülüğü ifade eder. Başka bir deyişle aydınlatma yükümlülüğünün kapsamına aydınlatılmış rıza yanında hekimin hastasını uygulanan tedavi sonrasında yapılması gerekenler konusunda bilgilendirmesi de girer. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.11.2021 tarihli ve 2018/(13)3-849 E., 2021/1385 K. sayılı kararı).
Görüldüğü üzere hekimin hastasını aydınlatma yükümlülüğünün fonksiyonu, hastanın bedensel ve ruhsal bütünlüğü ile ilgili olarak serbestçe karar alma özgürlüğünü temin etmeye yöneliktir. Bu kapsamda aydınlatma yükümlülüğü açısından önem taşıyan husus, kişinin kendisini ilgilendiren konularda yalnız olarak ve üçüncü şahısların etkisi altında kalmaksızın kendiliğinden karar alabilmesi anlamına gelen kişinin kendi geleceğini belirleme hakkıdır. Kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı, kişiye tanınan en yüksek değerdeki haklardan olup esasında hekimin aydınlatma yükümlülüğünün hukuksal temelini oluşturmaktadır. Zira hasta, kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olarak vücudu üzerinde gerçekleştirilecek her türlü müdahaleye ilişkin olarak olumlu ya da olumsuz bir kararı, aydınlatma yükümlülüğü gereği gibi yerine getirildiği durumlarda verecektir.
Hekimin aydınlatma yükümlülüğünün ispatı hususunda mevzuatta bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak her tıbbi müdahalenin hukuksal açıdan kişinin vücut bütünlüğünün ihlali anlamını taşıdığı gözetildiğinde ve TMK’nın 24. maddesi gereğince kişinin müdahaleye rızasının bulunmadığına ilişkin yasal karine dolayısıyla hekimin aydınlatma yükümlülüğünde ispat yükü hekim üzerinde olmalıdır. Zira rıza, hukuka aykırılığı ortadan kaldırdığına göre rızanın bulunduğunu ve hastanın aydınlatıldığını savunan hekimin yasal karinenin aksi olan bu hususları ispatlaması gerekir. Öte yandan hekim tarafından ispat edilmesi gereken hukuksal haklılık sebebinin kapsamına hem aydınlatma yükümlülüğünün ispat edilmesi hem de mevcut riskler hakkında hastanın aydınlatılmış rızasının alınması dahildir. Gerçekten de aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğinin ispat külfetinin hekime yüklenmesi hastanın gereği gibi aydınlatılmış olmaması halinde geçerli bir rızanın da söz konusu olmayacağı düşüncesine dayanmaktadır. Bu itibarla hasta ile hekim arasında sözleşme ilişkisi bulunsun veya bulunmasın hekimin mesleğini icra ederken göstermesi gereken özen yükümlülüğü gereğince, kendisi karşısında zayıf ve güçsüz konumda olan hastasını aydınlattığını ve hastanın aydınlatılmış rızasının alındığını ispatlaması gerekmektedir.
Aydınlatma yükümlülüğünü ispat külfetinin hekim üzerinde olmasının bir diğer sebebi de hekimlerin ve sağlık kuruluşlarının tıbbi açıdan gerekli olan hususlarda arşivleme ve kayıt tutma yükümlülüğünün bulunmasıdır. Bu yükümlülük her şeyden önce hekimin, teşhis ve tedavi süreci içerisinde sağlıklı karar verebilmesini ve aldığı kararları kontrol edebilmesini kolaylaştırmakta ve ayrıca yapılan işlemlerin belgelenmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla arşivleme ve kayıt tutma yükümlülüğü hekim ve hastaların menfaatlerinin bir gereğidir. Arşivleme ve kayıt tutma yükümlülüğünün ihlali bizatihi tazminat sebebi olmasa da hasta lehine tıbbi müdahalenin yapılmadığı yönünde fiili bir karine yaratmaktadır. Bu açıdan bakıldığında da tıbben gerekli olan müdahalenin yapıldığını ispat yükü hekime düşmektedir.
Türk hukukunda girişimsel bazı müdahalelerde hastanın yazılı rızasının alınması gerektiği öngörülmüş ise de aydınlatma yükümlülüğünün yazılı olarak yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Öte yandan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 18. maddesi gereğince bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir; hasta, tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından tıbbi müdahale konusunda sözlü olarak bilgilendirilir. Dolayısıyla hastanın aydınlatılması sözlü ya da yazılı şekilde gerçekleştirilebilir. Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği hususu hekim tarafından her türlü delille ispatlanabilir.
Gebelik takibi yapan hekim tarafından gerekli hususlara dikkat edilerek gerekli tarama testlerinin önerilmesi, tarama testleri hakkında hastanın aydınlatılması, riskli bir durum karşısında fetal detaylı ultrasonografi, CVS veya amniosentez yaptırılmasını önerilmesi ve bunlar hakkında bilgi verilmesi gerekmektedir. Ancak hekimin, riskli bir durumun tespit edilmesi karşısında dahi anneyi anılan testleri yaptırmaya veya kesin tanı yöntemlerine başvurmaya zorlaması mümkün değildir. Hekim sadece gerekli aydınlatmayı yaparak gerekli olan işlemlerin yapılması için öneride bulunmalı; ikili, üçlü, dörtlü test gibi prenatal tarama testlerinde risk saptandığında dahi kesin tanı için gerekli olan CVS veya amniosentez işlemlerini yaptırması kararını, bu işlemler bazı riskleri içerdiği için hastaya bırakmalıdır.
2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanunun “Gebeliğin sona erdirilmesi” başlıklı 5. maddesi; “Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir. Gebelik süresi, on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir” hükmünü haizdir. Yine Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük’ün “On Haftayı Geçen Gebelikte Rahim Tahliyesi” başlıklı 5. maddesi; “Gebelik süresi on haftayı geçen kadınlarda, rahim tahliyesi yapılamaz. Bu durumdaki kadınlarda, ancak, Tüzük’e ekli (2) sayılı listede sayılan hastalıklardan birinin bulunması halinde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından rahim tahliyesi yapılabilir. Hastalığın, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyla bu hastalığın ilişkin olduğu uzmanlık dalından bir hekimin birlikte hazırlayacakları, kesin klinik ve laboratuvar bulgulara dayanan, gerekçeli raporlarla saptanması zorunludur” şeklindedir. Anılan Tüzük’e ekli (2) sayılı listeye bakıldığında ise “Down Sendromu”nun da bu kapsamda sayıldığı görülmektedir. Dolayısıyla down sendromu tespit edildikten sonra, bir kurul tarafından düzenlenecek rapor neticesinde, anne ve babanın da ortak kararıyla on haftadan sonra da gebelik sonlandırılabilmektedir. Eğer hekim aydınlatma yükümlülüğüne aykırı davranmaz ve gerekli hususları aileye önerir ise ailenin Kanun tarafından tanınan bu hakkı kullanması mümkün olabilecektir. Başka bir deyişle down sendromu riski durumunda hekimin aydınlatma yükümlülüğü ayrı bir önem kazanmakta; hekimin bu yükümlülüğe aykırı davranışı neticesinde ise aileye yasal olarak tanınan bir hak ailenin elinden alınmaktadır.
Türk hukukunda aydınlatma yükümlülüğünün yazılı olarak yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme yer almadığı gözetildiğinde hastanın aydınlatılması sözlü ya da yazılı şekilde gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği hususu hekim ve zorunlu sorumluluk sigortacısı tarafından her türlü delille ispatlanabilir. Bu kapsamda aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği hususu somut olay özelinde hastanın eğitimi, yaşı, kültürel seviyesi ve hekim veya hastane tarafından tutulan kayıtlar serbestçe değerlendirilerek tespit edilmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olayda; celp edilen hastane kayıtları ile 19/06/2023 tarihli raporunda tespit edildiği üzere; gebelik takibi sırasında davacıya 29.07.2009 tarihinde üçlü tarama testi uygulandığı, sonuç raporunun 30.07.2009 tarihinde Tıbbi Biyokimya Uzmanı Dr … tarafından onaylanıp davacıya verildiği, davada feri müdahil olarak yer alan sigortalı doktor …’ün davacı annenin gebelik takibini yaptığı dönemde davacı küçüğün down sendromlu olup olmadığının tespiti bakımından gerekli testleri yaptığı, gerekli testler yapmış olmasına rağmen sonuçlarının hekim tarafından ne şekilde değerlendirdiği ve kayıtlandığının tespit edilemediği, hastanın bilgilendirilmesi noktasında hekimin sorumluluğunu yerine getirmediği, bunun ispatına ilişkin hekim tarafından her hangi bir bilgi veya belgenin sunulmadığı, davacı annenin sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğini kanıtlayamadığı, sigortalının başkaca kusurunun aranmadığı, sadece bilgilendirme yükümülüğünü yerine getirmemesinin davacıların tazminat talebinde bulunmaları için yeterli olduğu, davacıların taleplerinin davalı tarafından düzenlenen poliçe kapsamında olduğu, davacı …’ün down sendromu ve down sendromuna eşlik eden tıbbi sorunlar nedeniyle % 76,2 oranında maluliyetinin oluştuğu ve bu nedenle hayat boyu bakıma muhtaç olduğu, sürekli iş göremezlik zararının 1.083.027,73 TL olduğu, hesaplanan bakıcı gideri zararının 1.514.802,98 TL olduğu, ancak davalı sigorta şirketinin sorumluluğunun poliçe limiti ile sınırlı olduğu gözetilerek talep artırım dilekçesindeki talep uyarınca 770.000 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
Davacılar manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Manevi tazminat çekilen elem ve üzüntü karşılığı olup tarafların ekonomik ve sosyal durumları göz önüne alınarak bozulmuş ruhsal ve bedensel huzurun düzeltilmesi için TMK.nın 4. maddesinde yer alan hak ve nesafet kurallarına uygun olarak ve bu arada sebepsiz zenginleşmeye yol açmayacak şekilde takdir ve tayin edilmesi gerekir.
Bu ilkeler çerçevesinde tarafların ekonomik ve sosyal durumları, çevre koşulları, davacıların olaydan etkilenme durumu, paranın satın alma gücü, davalının ödeme gücü ile hak ve nesafet kurallarına göre olay nedeniyle davacıların çektiği elem ve üzüntü gözönüne alınarak davalının sigortalısının kusurundan kaynaklı bu zarardan da poliçe limitleri dahilinde sorumluluğunun bulunduğu sonucuna varılarak davacıların manevi tazminat istemlerinin de kabulüne karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Asıl davanın husumet nedeniyle reddine,
2-Birleşen davanın kabulü ile;
a)Davacı …’ün maddi tazminat davasının KABULÜ ile, 750.000 TL iş görmezlik tazminatı ve 20.000 TL bakıcı ücreti olmak üzere toplam 770.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
b)Davacı …’ün manevi tazminat davasının KABULÜ ile, 20.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
c)Davacı …’nin manevi tazminat davasının KABULÜ ile, 10.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
3-ASIL DAVA YÖNÜNDEN;
a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan harçlar tarifesine göre alınması gereken 269,85 TL harcın peşin alınan 25,20 TL ve 316,35 TL tamamlama harcı toplamı 341,55 TL harçtan mahsubu ile geriye kalan 71,70 TL nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacılara iadesine,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/1. maddesi gereğince 17.900 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
c)Davacıların yaptığı yargılama giderlerinin davacılar üzerinde bırakılmasına,
d)Taraflarca yatırılan gider avansından arta kalan kısmın karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
4-BİRLEŞEN DAVA YÖNÜNDEN;
a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan harçlar tarifesine göre, alınması gereken 54.648 TL harçtan, peşin alınan 153,70 TL ve ıslah harcı 2.579 TL olmak üzere toplam 2.732,70 harcın mahsubu ile geriye kalan 51.915,30 TL harcın davalıdan tahsiline,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince maddi tazminat için hesaplanan 113.800 TL vekalet ücretinin ve manevi tazminat için hesaplanan 17.900 TL olmak üzere toplam 131.700 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine,
c)Davacı tarafından yapılan 29,20 TL başvurma harcı, 153,70 TL peşin harç, 2.579 TL ıslah harcı, 364,30 TL tebligat-müzekkere gideri ve 2.000 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 5.126,20 TL yargılama giderlerinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine,
d)Taraflarca yatırılan gider avansından arta kalan kısmın karar kesinleştiğinde ilgili tarafa iadesine,
Davacılar vekili ile davalı … Şirket vekilinin yüzlerine karşı, diğer davalının yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde Mahkememize sunulacak veya gönderilecek dilekçe ile istinaf yolu açık olmak üzere oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 02/11/2023

Başkan …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Katip …
e-imzalıdır