Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/390 E. 2021/797 K. 11.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2021/390
KARAR NO:2021/797

DAVA :TANIMA VE TENFİZ
DAVA TARİHİ:18/09/2014
KARAR TARİHİ:11/11/2021

Mahkememizde görülmekte olan Tanıma Ve Tenfiz davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkili ile davalının da aralarında bulunduğu pay sahiplerinin tahkim davasına konu olan … …şirketinin ortaklarından olduğunu, bu şirkete müvekkili ile tahkim yargılamasında davalı mevkiinde yer alan … …’ın %50 oranında hissedar konumunda olup, taraflar arasında 16/01/2007 tarihinde hissedarlar sözleşmesi imzalandığını, sözleşme uyarınca taraflar ortak olarak … … A.Ş.’ni işletmeye başladıklarını, ancak davalı ve … şirketinin, müvekkili şirketi sözleşme kapsamında hileli eylemlerle uzaklaştırıp sözleşmeyi ihlal ederek büyük zararlara uğrattığını, …’nin ortağı olduğu şirketten tamamen uzaklaştırıldığını, zararın ve uyuşmazlığın artması üzerine tahkime gidildiğini, yargılamada davalılar aleyhine karar verildiğini ve tenfıze gidildiğini, ancak taleplerinin şirketin iflası üzerine semeresiz kaldığını, bu sebeple davalının taşınır ve taşınmaz mallarına, hak ve alacaklarına dava konusu borcu karşılayacak şekilde tedbir konulmasını, … Odası Tahkim Divanı’nın … no’lu dosyasından yapılan yargılama neticesi verilen 13/12/2012 ve 19/06/2013 tarihli kararların New York Sözleşmesi uyarınca tanınmasını ve tenfizini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile; …’in ihtilaf tarihi itibarıyla …’un veya … A.Ş.’nin ortağı olmadığını, … A.Ş.’nin kurucu ortaklarından biri olduğunu ve elinde kalan hisselerini ihtilaftan dört yıl önce 31/01/2007’de devrettiğini, sadece tahkim anlaşmasının yer aldığı 16/01/2007 tarihli Ortaklararası Sözleşme’yi imzaladığını, ancak … ile işbu dava dışı … arasında imzalanan kredi sözleşmelerine taraf olmadığını, hakem heyetinin, …’in taraflarla hiçbir hukuki veya ticari ilişkisi kalmadığını iletmesine ve husumet itirazında bulunmuş olmasına rağmen …’in …’nın gerçek ortağı olduğu varsayımı ile aleyhine hüküm tesis ettiğini, çifte tazminat ve tenfize konu hakem kararının kısmen veya tamamen yerine getirilmiş sayılması ihtimali nedeniyle, tenfiz davasında hüküm verilebilmesi için … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin …Esas sayılı dosyası ile görülmekte olan hissedarlığın tespiti davasının bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizin 30/06/2016 tarih ve … Esas, … karar sayılı kararı ile; “Türk mahkemelerince verilmiş ve kesinleşmiş mahkeme kararı ile çelişen 13/12/2012 tarihli hakem kararı ile adil yargılanma hakkının ihlali suretiyle yapılan tahkim yargılaması sonucu verilen 19/06/2013 tarihli yabancı hakem kararlarının kamu düzenine aykırılık sebebiyle, kararların tenfizine dair istemin reddine” karar verilmiş, verilen kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 29/11/2018 tarih ve 2016/14160 Esas, 2018/7501 Karar sayılı ilamı ile; “… …. Ağır Ceza Mahkemesi’nin … Esas … Karar sayılı kararında, davalının da aralarında bulunduğu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı iddiadan başka delil elde edilemediği ve atılan suçların unsurları itibarı ile oluşmadığı anlaşıldığından, sanıkların üzerlerine atılı nitelikli dolandırıcılık, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve üye olma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, özel belgede sahtecilik suçlarından dolayı CMK 223/2-a-e maddeleri gereğince beraatlerine karar verilmiş olup, bu karar Yargıtay 23. Ceza Dairesi’nin 2015/18025 Esas, 2015/1785 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiş olup, beraat gerekçesi dikkate alındığında tenfizi istenilen yabancı hakem kararı ile ceza davası sonucu verilen bu kararın çeliştiğinden ve tenfizi istenen kararın kamu düzenine aykırı olduğundan söz edilemez. Öte yandan, davalı yan tahkim heyetince hükme esas alınan ”Mart 2010 Raporu” adı verilen rapordan raporu hazırlayan kişilerin isimlerinin, … A.Ş’nin değeri ile ilgili olmayan kısımların çıkartılmasına, raporun sadece davalıların avukatlarının ve uzmanlarının incelemesine izin verilmesine, davalı …’ün ve … Şirketi yetkililerinin raporu görmelerinin yasaklanmasına karar verildiğini belirterek, tahkim yargılamasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini savunmuş ise de, tahkim yargılamasında hakemlerin uyguladıkları bu yönetimin, yargılamada benimsenmesi ve uygulanması gereken usul kurallarına aykırı olduğuna dair somut deliller ibraz edilmemiştir.” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş, bozma ilamına karşı davalı vekilince karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 10/02/2021 tarih ve 2019/2417 Esas, 2021/1051 Karar sayılı ilamı ile; “1- Davacının %50 ve davalının kontrolünde olan …’nın %50 hissedar oldukları … … şirketinin tek malvarlığı olan ve liman işletmesi bulunan … A.Ş.’nin %95 hissesinin yönetimi hususunda taraflar arasında 16/01/2007 tarihli “Hissedarlık Yönetim Sözleşmesi”nin imzalandığı, ancak davalı tarafın hile yoluyla bu sözleşmeye aykırı icra takipleri nedeniyle … …’ın … A.Ş.’deki hisselerinin çok düşük değerde satılmasına ve bu surette davacı şirketin zarar görmesine yol açıldığı iddiasıyla davacı tarafça … hakem heyetine başvurulduğu, sözleşme uyarınca taraflar arasında çıkacak ihtilaflarda “giderilemeyen (çözülemeyen) temerrüt” halinin varlığı halinde doğrudan … hakem heyetine başvurulabileceği, uygulanacak hukukun İngiliz Hukuku olarak seçildiği, böyle bir temerrüt halinin varlığının hakem heyeti tarafından tespit edildiği, yargılama usulü yönünden, tarafların 27/01/2012 tarihli anlaşmalarına istinaden Hakem Heyetinin (2) No’lu Usul Kararı uyarınca, yargılamanın; hukuki sorumluluğun tespiti ile miktar, faiz ve masrafların tespiti olmak üzere iki ayrı safhaya ayrıldığı, hukuki sorumluluğun tespiti yönünden hakem heyetince usulü dairesinde yapılan yargılama sonucunda, bazı talepler yönünden davanın reddine, diğer bazı talepler yönünden davanın kabulüne ilişkin olarak verilen 13/12/2012 tarihli kararın tanınması istemi yönünden, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine dayanak yapılan yabancı hakem heyeti kararının Türk Mahkemeleri’nce verilen kesinleşmiş karar sonucuna aykırı olması nedeniyle kamu düzenine aykırılık teşkil ettiğine ilişkin gerekçesinin, kesinleşen ceza dosyasındaki beraat kararının gerekçesi itibariyle yerinde olmamasına göre yerel mahkemece davacının …’nin 13/12/2012 tarihli kararın tanınması talebinin reddi kararı doğru olmadığından ve Dairemizin 29/11/2018 tarihli ve 2016/14160 E. 2018/7501 K. sayılı bozma ilamında yer alan gerekçelerin 13/12/2012 tarihi hakem heyeti kararı usul ve yasaya uygun olduğundan, davalı vekilinin 13/12/2012 tarihli hakem heyeti kararına yönelik tüm, 19/06/2013 tarihli hakem heyeti karına yönelik ise aşağıdaki bent dışındaki sair karar düzeltme sebeplerinin reddine karar verilmiştir.
2- Buna karşılık davacının … … Heyeti’nin 19/06/2013 tarihli kararının tenfizi isteminin yerel mahkemece reddine ilişkin kararının Dairemizce bozulmasına yönelik karar düzeltme istemine gelince;
… Hakem Heyetince yapılan yargılama sonucunda, davacı şirketin …’taki hissesinin 01.04.2010 tarihindeki adil değerinin karşılığı olan 60.500.000 ABD doları tutarındaki tazminatın davacıya ödenmesine, 1.085.000 ABD doları tutarında tahkim muamelesi masrafı ile davacı tarafın yaptığı 7.070.135,72 ABD doları tutarında masrafın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesince, Hakem Heyetinin 19.06.2013 tarihli kararı yönünden de tenfiz istemi reddedilmiş ve Dairemizin yukarıda anılan kararı ile bu karar yönünden de bozma kararı verilmiş ise de;…
Somut olayda, taraflarca kararlaştırılan ve Hakem Heyeti tarafından da onaylanan yargılamada uyulacak usul kuralları uyarınca, tarafların belirli bir takvim içerisinde, taraflara davacının uğradığı zarar miktarına ilişkin taraf bilirkişi raporlarını ve delillerinin bir suretini eş zamanlı olarak Hakem Heyetine ve bir suretini de karşı tarafa sunmaları, yine eş zamanlı olarak taraflardan her birinin diğer tarafın iddiasına konu delillerini ve yargılama sırasında aldıkları bilirkişi raporlarını inceleme ve cevap sunma, rapor sunan bilirkişileri çapraz sorguya alma hakları tanınmıştır. Nitekim her iki taraf da, zararın miktarına ilişkin kendilerince yargılama sırasında aldıkları bilirkişi raporlarını bir bütün halinde dosyaya sunmuşlar, bu raporların hiçbir kısmı karşı taraftan gizlenmemiştir. Öte yandan, davacı taraf, kendi iddiasını güçlendirmek için, … … şirketinin mali yapısı ve değeri yönünden kendilerince davadan çok önce alınan 2008, 2009 ve 2010 yıllarına ilişkin inceleme raporlarına da delil olarak dayanmış, ancak uyuşmazlık çözüm takvimine göre diğer delillerle birlikte bu raporların da bir suretini hakem heyetine, bir suretini de davalı tarafa gönderme yükümünde olmasına rağmen göndermemesi üzerine, davalı tarafın bu raporların kendilerinde gönderilmediğini ileri sürerek bir suretin kendilerine gönderilmesini talep etmesine rağmen, davacı tarafın göndermeyi reddetmesi üzerine bu defa davalı tarafça Hakem Heyetine başvurulmuştur. Hakem Heyeti tarafından usul kararıyla bu raporların sunulması ve bir suretinin davalı tarafa gönderilmesine karar verilmiş ancak davacı tarafça bu yine reddedilmiştir. Davalı tarafça yeniden talepte bulunulmuş, davacı tarafça bu defa ticari sırların gizliliği gerekçesiyle tekrar reddedilmiştir. Davalı tarafın bu defa yeniden talebi üzerine Hakem Heyeti, 2009 ve 2010 yıllarına ait davacı tarafın inceleme raporlarının sadece şirketin değerlemesine ilişkin ilgili fasıllarının sunulmasını emretmiş, isterse rapor sunanların isimlerinin ve değerleme ilgili olmayan kısımlarının değiştirilerek sunulabileceği ve raporların davalı asiller tarafından değil, ancak davalıların avukatı ve değerleme uzmanlarınca incelenebileceğine karar vermiştir. Bu defa davacı taraf, 2009 ve 2010 yılı raporlarından kendilerince uygun gördükleri kısımlara ilişkin bilgileri çıkartarak dosyaya sunmaları üzerine, davalıların avukatları ve değerleme uzmanları, ancak kendilerine gösterilen kısmı itibariyle bu raporları inceleyebilmiş, ancak bu defa da davalıların kendi uzmanlarının hazırladığı raporun taslağını davalı asillerle paylaşması ve birlikte değerlendirme yapmaları yasaklanmıştır.
Hakem Heyeti kararında, çok büyük ölçüde davacı tarafça hazırlatılan raporlardan Mart 2010 tarihli raporu esas alarak davacı tarafın uğradığı zararı belirlemiştir.
Tenfiz davalarında tenfiz mahkemesi kararın içeriğini ve hakemlerin takdir haklarını denetleyememekle birlikte, Newyork Sözleşmesinin 5.maddesi kapsamında, somut dosya özelinde, tahkim yargılaması sırasında tarafların savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığı, hakem mahkemesince alınan kararın Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığını serbestçe değerlendirebilecektir. Hakem heyetince, büyük ölçüde hükme esas alınan Mart 2010 tarihli raporun incelenmesi konusunda, taraflarca üzerinde anlaşılan yargılama usul kurallarına da aykırı olacak şekilde, inceleme raporunu hazırlayan kişilerin isimleri, liman değerinin hesaplanmasında esas alınan finansal model ve metotla ilgili kısmı ile bu raporun alınma amacının olduğu bölümün gizlenmesi suretiyle eksik şekilde dosyaya sunulmasına izin verilmesi, böyle bir raporun mevcudiyetinden ve değiştirilmiş olabileceğinden kuşku duyan davalı taraftan raporun aslının ve kopyasının gizlenmesi, hatta hükme esas raporun görülen kısmı itibariyle davalı tarafın değerleme uzmanınca hazırlanan taslak raporun dahi davalılarca görülmesine izin verilmemesi, bu raporları hazırlayan kişilerin davalılarca çapraz sorguya çekilmelerinin engellenmesi, tüm bu gizliliğin hiçbir makul ve hukuki temele dayalı olmaması hakem heyetinin tarafsızlığı konusunda kuşkuya düşürülmesinin, tahkim yargılaması sırasında davalı tarafın delillere erişimi ve kendilerini savunma haklarının ağır şekilde ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.
Savunma hakkının kısıtlanması ve bu suretle adil yargılanma hakkının ihlali, ayrıca Türk kamu düzenine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda anılan sebeplerle, davacı tarafın uğradığı zarar miktarına ilişkin olarak Hakem Heyeti tarafından verilen 19/06/2013 tarihli kararın tenfizi isteminin Newyork Sözleşmesi’nin 5/1-b ve 5/2-b maddeleri ile MÖHUK’un 62/1-b ve d bentlerine aykırılık nedeniyle İlk Derece Mahkemesince reddi kararı yerinde ise de, Mahkemece, tanıma ve tenfiz istenilen her bir hakem heyeti kararı yönünden ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken, tek bir hüküm kurulması doğru görülmediğinden mahkeme kararının değişik bu gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) no’lu bentte yer alan sebeplerle davalı taraf vekilinin sair karar düzeltme istemlerinin reddine, (2) no’lu bentte yer alan sebeplerle davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile, Dairemizin 29/11/2018 tarihli ve 2016/14160 E. 2018/7501 K. sayılı bozma kararının kaldırılarak değişik gerekçeyle bozulmasına,…” karar verilmiştir.
Dava, … Milletlerarası Ticaret Odası Tahkim Divanı’nın … no’lu dosyasından yapılan yargılama neticesi verilen 13/12/2012 ve 19/06/2013 tarihli kararların New York Sözleşmesi uyarınca tanınması ve tenfizi talebine ilişkin bulunmaktadır.
Yabancı olarak nitelendirilen mahkeme kararları ile hakem kararları ancak tanıma veya tenfiz edilebilme koşulu ile ülkemizde sonuç doğurabilir. Tanıma; icra kabiliyetinden ayrı olarak, yabancı mahkeme kararı ya da hakem kararının tanıma işleminin yapıldığı devlet tarafından kabul edilmesi anlamına gelmekte, tenfiz ise; yabancı mahkeme kararının ya da hakem kararının tenfiz işleminin gerçekleştiği ülkede icra kabiliyeti kazanmasını ifade etmektedir. Talebe konu ve Tenfizi istenen hakem kararının MTO (…) bünyesinde verilmiş ve tahkim yerinin Cenevre olduğu tarafların yapmış oldukları sözleşmede tahkim yerinin bu yer olarak belirlendiği ve MTO kurallarının da uygulanacak usul kuralları olduğu taraflarca benimsenmiştir. MÖHUK 1/2 maddesi uyarınca uluslararası bir sözleşme olduğundan öncelik uluslararası sözleşme hükümlerinde olup, Milletlerarası Tahkim Kanunu seçilmediği için, yabancı hakem kararı ve tenfizi de yabancı hakem kararlarının tenfizi hükmüne tabi olacaktır. Ülkemiz 10/06/1958 tarihli ve Yabancı Hakem Kararların Tanınması ve İcrası hakkındaki New York Sözleşmesine taraf olup, buna göre yabancı hakem kararının tenfizi de bu sözleşme şartlarına göre değerlendirilecektir. New York Sözleşmesinde tenfiz şartları, geçerli bir tahkim anlaşmasının bulunması, davalının savunma hakkına riayet edilmek suretiyle karar verilmiş olması, hakemlerin yetkileri içinde karar vermiş olması, Hakem Mahkemesinin oluşumu ve tahkim prosedürünün taraflar arasındaki anlaşmaya uygun ve anlaşmada hüküm yok ise tahkim prosedürünün cereyan ettiği ülke hukukuna uygun olması, kararın taraflar için bağlayıcı olması ya da verildiği ülke hukukuna ya da tahkimin tabi olduğu ülke hukukuna göre iptal edilmemiş yahut icrası askıya alınmamış olması, kararın tenfiz devleti hukukuna göre tahkim yoluyla çözümü mümkün bir uyuşmazlığa ilişkin bulunması ve son olarak kararın tenfiz devleti hukukunun kamu düzenine aykırı olmaması şeklinde ifade edilmiştir. Tenfiz incelemesinde hakem kararının esastan değerlendirilmesi söz konusu olmayıp sadece belirtilen tenfiz şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilmek durumundadır. Buna göre isteme konu 13/12/2012 tarihli hakem kararında, davacının tenfiz talep eden şirket, davalıların dosyamız davalısı ile dava dışı … … olduğu, …’dan oluşan hakem heyeti tarafından karar verildiği görülmektedir. Hakem kararında hakemlerin görev belgesinin kapsamı, uyguladıkları usul ve gerekçeli karann bir bütün olarak değerlendirilip, hakemlerin yetkilerini aşıp aşmadığı, taraflara eşit uzaklıkta durup durmadığı ve karann tenfiz ülkesi kamu düzenini ihlal edip etmediği hususları yönünden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunmaktadır. 13 Aralık 2012 tarihli hakem kararında; yukarda belirtilen taraflar arasındaki uyuşmazlıkta, 25 Ekim 2011 tarihli mektupla taraflara görev tanımı taslağı gönderildiği ve görüş belirtmelerinin istendiği (pr. 1.34), davacı ve davalıların görev tanımı taslağına eklenmek üzere iddia ve savunma özetlerini sundukları (pr. 1.36), tarafların belgelerini ve tanıklarını sundukları (pr. 1.54-1.86), her iki tarafın da uygulanacak yabancı hukuk hakkında bilirkişi raporlarını ibraz ettikleri (pr. 1.87-1.92). hakem heyetinin davalıların itirazları ve karşı iddialarını değerlendirdiği (pr. 3.1-3.210), hakem heyetinin kendisine sunulan vakıalar üzerinde inceleme yaptığı, bu inceleme esnasında her iki tarafın ileri sürdüğü delillerin dikkate alındığı (4.42-4.80), hakem heyetinin davalıların heyetin yargılama yetkisine karşı yaptıkları itirazı kabul etmediği (pr. 6.1), davacının üçüncü şahıslardan finansman bulmak amacıyla makul çaba göstermediği iddiasına dayalı karşı talebi reddettiği(pr. 5.2.a), köprü kredisi içinden 5 milyon ABD dolan tutanndaki avansın kredi kullandırma vadesinde verilmediği iddiasına dayalı karşı talebi reddettiği (pr. 5.2.b), taraflardan birinin veya diğerinin mahkemede açtığı çeşitli davaları takibi veya bu davalarda savunma yapılması neticesinde davacının uğradığı tüm zararlara ilişkin kararları uygun mahkemelere havale ettiği (pr. 6.6), davacının davalıların hissedarlık sözleşmesi kapsamında işledikleri ihlaller sonucu elde ettikleri kazancının iadesi talebini, kamtlanamadığı için reddettiği( pr. 6.7), davacının davalılar aleyhine aynen ifa çıkanlması talebini diğer mahkemelerde açılmış davalarla ilgili ve hissedarlık sözleşmesiyle doğrudan ilgili olmadığı için reddettiği (pr. 6.8), davacının, …’nin mülkiyetiyle doğrudan veya dolaylı olarak davalılar aleyhine aynen ifa emri çıkanlması talebini reddettiği (pr. 6.9) ve bir temerrüt durumunun meydana gelmiş olduğu ve davalıların 1 Aralık 2009 ve 30 Mart 2010 tarihleri arasında ödeme ihtarnamelerini ve Türkiye’deki icra müdürlüğü kullanmak suretiyle …’un …’deki hisselerini haksız olarak ele geçirmek üzere tasarlanmış bir planı gizlice tasarlayıp uygulamış oldukları, …’nın başlattığı kredi icra takibini, …’un meşru menfaatlerinin korumasını engellemek amacıyla 30 Mart 2010’dan önce …’a haber vermemiş oldukları, taraflar ve onların temsilcileri arasında gerçekleştirilen bir dizi e-posta haberleşmesi ve toplantı vasıtasıyla katıldığı 7 Nisan 2010’da yapılan konferans görüşmesi dahil …’nin haksız şekilde ele geçirildiğini gizlemiş oldukları için Hissedarlık Sözleşmesinin 8. Ekinin 1.3 sayılı maddesinde belirtilen anlamda kasıtlı suiistimalde bulunmuş olduklarına(pr. 5.3) ve sözkonusu temerrüt halinin düzeltilmediğine, davalıların davacının uğradığı zarar ve ziyandan sorumlu olduğuna karar vermiştir( pr. 5.4). 19 Haziran 2013 tarihli hakem kararında; … (Davacı) ve …, … …, … …(Davalılar) arasındaki davada … hakem heyeti tarafından verilen nihai kararda 13 Aralık 2012 tarihli kısmi kararda yer alan usul bakımından tarihçeye atıfta bulunulmuştur (pr. 8). Bu kararda Hakem Heyeti kısmi kararda belirtildiği üzere uyuşmazlık üzerinde yargılama yetkisi olduğunu, Hissedarlık Sözleşmesi kapsamında düzeltilmemiş bir temerrüt halinin meydana geldiğini, temerrüde düşen hissedarlar olan davalılann bu temerrüt hali neticesinde davacının uğradığı zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu tekrar etmiştir. Katılan taraflar arasında 27 Ocak 2012’de vanlan anlaşmaya ve 30 Ocak 2012 tarihli 2 sayılı Usul Emrinde saptanan programa göre tazminat miktarı sonradan alınacak bir karara göre belirlenecektir (pr. 9). Miktar hakkında davacı bilirkişi raporlanm sunmuş (pr. 11), davalılar bilirkişi raporlarının sunumu için ek süre istemiştir (pr. 13). Davalılar 2 sayılı Usul Emri uyannca Masraflar hakkında sunulan belgeler dahil olmak üzere duruşma sonrasına ait belgeleri Hakem heyetine 22 Ağustos 2012’de ibraz etmişler, davacı da aynı belgeleri 23 Ağustos 2012’de sunmuştur(pr.l8). Davacı, davalılann … üzerinde üçüncü şahısların yaptığı değerlendirmelerin açıklanması yönündeki talebini, 21 Mayıs 2012 tarihli ve 3 sayılı Usul Emrinde Heyetin tanıdığı süre içinde yapılmaması nedeniyle bu belgeleri göstermeyi reddetmiş ve dolayısıyla ifşa prosedürüne uymamıştır (pr. 25). Davalılar … kurallarında ve … kurallannda, tahkimin herhangi bir aşamasında bir tarafın bir belgenin sunulmasını talep etmesini veya Tahkim Heyetinin bunu emretmesini engelleyen bir husus olmadığını ileri sürmüştür (pr. 26). Davacı davalılann ifşa talebine davalılann bilirkişi raporu için istenen belgenin gerekli olmadığı ve gizliliğe tâbi olduğu gerekçesiyle karşı çıkmıştır (pr. 27). Heyet … ve … kurallarını gözönünde bulundurarak 17 Eylül 2012’de 7 sayılı Usul Emrini çıkarmıştır. Bu emirde Davacının Fiyatlama Metodolojisi Komitesinin belirlenen tarihlerdeki toplantı raporlannda bahsedilen belgeleri Davalılara sunması istenmiştir (pr. 28). Heyet Fiyatlama Metodolojisi Komitesinin 22 Nisan 2009 tarihli Toplantı raporunun 3. Sayfasında geçen, Aralık 2008 dönemine ait üçüncü şahıs değerlendirmelerini de sunmasını emretmiştir. Heyet davacının raporun yazarlarının isimlerini ve …’nin değerlendirilmesiyle ilgili olmayan bilgileri değiştirmesine izin vermiştir. Ayrıca sunulan belgelerin yalnızca davalıların avukatı, değerlendirme uzmanları (FTI Consulting) ve Heyet tarafından incelenebileceğini karara bağlamıştır (pr. 29). Davalılar 26 Eylül 2012’de değiştirilmiş değerlendirme raporları içinden 18 Mart 2010 tarihli olanını kendilerinin liman endüstrisi uzmanına göstermek için Davacıdan ve Heyetten aynı anda izin istemiş (pr. 30) bu izin 8 sayılı Usul Emri ile verilmiştir (pr. 32). Davalılar 27 Eylül 2012’de hem davacı hem de Heyetten davacının sunduğu üçüncü şahıs değerlendirmelerinden alınan bilgileri davalılann uzmanı …’in kullanmasına izin verilmesini ve aynca tebliğ öncesinde Degere bünyesindeki davalılara bir kopyanın gönderilmesini istemiştir (pr. 33). Davacı bu iki talepten birincisini kabul etmiş, ikincisine karşı çıkmıştır. Tahkim heyeti 9 Sayılı Usul Emri ile …’e kendisinin hazırladığı rapor taslağının bir kopyasının Degere bünyesindeki davalılara gösterme ve içeriğini değerlendirme yetkisi vermiş ancak Davacının sunduğu üçüncü şahıs değerlendirmelerinde yer alan bilgileri Degere bünyesindeki davalıların görmesini yasaklamıştır (pr. 34). Davacı ve davalının tanık ve bilirkişileri dinlenmiş ve çapraz sorguya tâbi tutulmuştur. Miktar duruşması 10-14 Aralık 2012 tarihlerinde Londra’da yapılmıştır. Davacı ve Degere bünyesindeki davalılar duruşmaya avukatla katılmıştır (pr. 73). Davacı ve davalılann tanıkları sorgulanmış ve çapraz sorguya tâbi tutulmuştur (pr. 74-75). Davacı ve davalının bilirkişileri …’nin …’daki hissesinin değerinin …’nin çıkanlmış sermayesinin …’a ait %95’inin değerine bakılarak bulunabileceği konusunda hemfikir oldukları, bilirkişilerin bu bağlamda …’nin değerini biçmek için en uygun yöntemin indirgenmiş nakit akışı (DCF) yöntemi olduğu konusunda da mutabık olmuşlar, fakat bilirkişiler değer hesaplamasında çok farklı sonuçlara ulaşmıştır (pr. 101) ve bilirkişilerin değerlendirmelerinde temel aldıkları hukuki ve siyasal olgusal varsayımlarda önemli farklılıklar vardır ve bu farklılar … Projesinin nihai değeri üzerinde önemli bir etki yaratmaktadır (pr. 115). Tahkim heyeti Hissedarlık sözleşmesinin feshedilmemiş olduğuna karar vermiştir. …’nin ihlalden ötürü tazminat hakkı bulunmaktadır (pr. 121). …’nin zararının ölçüsü …’da sahip olduğu hissenin davalılann ihlali gerçekleşmemiş olsaydı taşıyacağı değer ve bu hissenin ihlalden sonraki değeri arasındaki farktır (pr. 122). Heyet 1 Nisan 2010 ’un zarar hesaplanmasında esas alınacak muhtemel bir tarih olarak üzerinde durulması gerektiğini kayda geçirmiştir (pr. 133). Heyet tarafların sundukları belge ve bilirkişi raporlarını dikkatle inceledikten sonra bağımsız bilirkişilerin bu uyuşmazlığı dikkate almaksızın ve düzeltilmemiş temerrüt halinin öğrenilmesinin ertesinde gerçekleşen tüm olaylardan önceki dönemi esas alarak yapacağı bir değerlendirmeye güvenmenin daha uygun olacağı sonucuna varmıştır (pr. 136). Heyet bu raporları yazan kişilerin isimlerinin gizlilik emrine tâbi olduğunu ve Heyete ve davalılara açıklanmamış olduğunu belirtmiştir. (pr. 137). Davacı raporların … için büyük bir uluslararası muhasebe firması tarafından hazırlandığını ve bu bilgilerin doğruluğunun sorgulanmadığını teyit etmiştir. Heyete göre bu üç raporun aynı firma tarafından hazırlandığı raporların hepsinde 14 Ağustos 2008 tarihli görevlendirme mektubundan bahsedilmesinden anlaşılmaktadır ve hepsi aynı formattadır (pr. 137). Davalılar Heyetin Mart 2010 raporuna güvenmesine itiraz etmiştir. Heyet davalı itirazlarını reddetmiştir. Davacının raporu göstermek istememesine rağmen Heyetin emri ile raporu sunması Heyet açısından önemli değildir. Heyet raporu yazan kişilerin ve raporun amaçları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını raporun güvenirliği açısından önemsiz bulmaktadır. Davalılann raporu bizzat görmemiş olmalarına rağmen avukatlarının ve değerlendirme uzmanlarının görmesi yeterli kabul edilmiştir. Heyete göre; raporun metninde değerlendirme yöntemi hakkında davalıların yorum yapabilmesi için yeterli bilgi yer almaktadır (pr. 139). Heyet varsayımlann uygunluğu konusunda vardığı sonucun bazı noktalarda Mart 2010 raporunu yazan kişilerin vardığı sonuçlardan farklı olduğunu belirtmiştir (pr. 140- 144). Ancak Hakem Heyeti 2010 raporunda benimsenen yöntemin ve varsayımlann … Projesinin 1 Nisan 2010 civanndaki değerini doğru olarak belirlemek için uygun bir esas teşkil ettiği ve davacının bu değerle ilgili meşru beklentilerine uygun düşeceği kanaatine varmıştır (pr. 145). Heyet bir kez daha taraf bilirkişilerinin raporunu esas almadığını, kararını verirken Mart 2010 raporunu temel aldığını vurgulamıştır (pr. 157). Buna göre Hakem Heyeti Davacı lehine ve Degere bünyesindeki davalılar aleyhine; …’nin …’taki hissesinin 1 Nisan 2010’daki adil değerinin karşılığı olarak 60,5 milyon ABD doları tutarında tazminatın Davacıya ödenmesi, Davacının verdiği Köprü kredisinin miktarının bu tazminata dahil bulunduğu, tahkim mahkemesinin 1.085.000 ABD doları masraflara ve Faize oybirliğiyle karar vermiştir. 19/06/2013 tarihli karara ilişkin tahkim yargılamasında, yukarda aşama aşama verilen safhalarda da görüldüğü üzere; tahkim heyeti bağımsız bir bilirkişi atayıp onun raporunu esas almak yerine davacının 2 sayılı usul emri gereğince sunduğu 18 Aralık 2008, 24 Temmuz 2009 ve 18 Mart 2010 tarihli üç değerlendirme raporunu şans eseri bağımsız bilirkişi raporu olarak değerlendirmiştir. 19/06/2013 tarihli hakem kararı davacı tarafından hazırlatılan, başlangıçta ibrazını reddettiği ancak Hakem Heyetinin emri ve gizlilik kararı ile ibraz ettiği; kimin tarafından hazırlandığı Hakem Heyeti tarafindan dahi bilinmeyen, ayrıca davalının görmesine izin verilmeyen bir rapora binaen verilmiştir. Bu noktada; adil yargılanma hakkının değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Hakem kararına esas alınan değerleme raporunun, hakemlerce atanmış bilirkişi raporu olmaması, taraflarca yargılamaya sunulan uzman tanık raporu niteliği taşımadığı, sadece davacı tarafın kendi bünyesinde, davadan önce hazırlanmış raporlar olması, raporu hazırlayan kişinin kimliğinin gizli tutulması ve davalı tarafın şahsına açıklanmaması, raporun bir bütün olarak kesinlikle davalı tarafın şahsından gizlenmesi, değerlemeye esas alınan finansal modellerin tarafın şahsından gizlenmiş olmasının, aynı zamanda kamu düzeni ile ilgili olan iki temel kavram ile ilgili olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi aleniyet ilkesi, diğeri ise adil yargılanma hakkının/ilkesinin bir cüz’ü olan hukuki dinlenilme hakkıdır. Bu ilkeler hem Türk hukuku hem uluslararası hukuk tarafından benimsenmiş ilkelerdir (Anayasa m.36 ve AİHS m.6). Adil yargılanma hakkı, gerçek ve etkin bir hukukî korumayı da içermektedir. Aksi takdirde hukuk Devletinde yargılama temin edilmemiş olur. Bu hak, yargılamanın kanuna, hakkaniyete uygun yapılmasına, adil bir karar verilmesine hizmet eder. Yine bu yolla temel haklann mahkeme önünde gerçekleşmesi ve korunması sağlanır. Adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkından (m. 27) daha geniştir, onu da içine alan bir haktır. Temel hak olarak adil yargılanma hakkı, medenî usûl hukukunda her iki tarafa ait bir haktır. Davanın açılmasından yargılamanın sona ermesine ve hükümden sonra da cebri icranın sona ermesine kadar devam eder. Anayasamızın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesi’nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. 6100 sayılı HMK 27.maddesinde de davanın taraflarının kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları, bu hakkın; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerdiği hüküm altına alınmıştır. Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Bu çerçevede taraflann gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Bu bilgilenme genellikle usûlüne uygun olarak tebligat yapılmasının gerektirir. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahlann eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir. Bu hakkın üçüncü unsuru, taraflann iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamamn belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke olmayıp, tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tâbi olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkım ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükmede esas alınamaz. Bu çerçevede örneğin, tarafa bildirilmeden ve görüşü alınmadan bilirkişi raporunun bir karara esas alınması hukuki dinlenilme hakkına aykırıdır. Bilgilenme hakkı, dava dosyasının incelenmesi hakkını da kapsamaktadır. Taraflar ve yargılamayla ilgili kişiler dosya kapsamındaki tutanakları, bilgi ve belgeleri de inceleyebilirler. Taraflar ve vekilleri dosyayı incelemekten men edilemezler. Yargılamayı etkileyen, hükme esas olacak tüm belgeleri taraflar inceleyebilir. Dava malzemesinin görülmesi ve incelenmesinin engellenmesi, hukuki dinlenilme hakkının ihlali olacaktır. Dosyadaki bilgi ve belgeler için yeterli inceleme şansı tanınmazsa, eksik bilgilenme sonucu, açıklama hakkı da eksik kullanılacaktır. Bu noktada vurgulanmalıdır ki; yargılamada taraf aleniyetinin kaldırılması ve ispat hakkı ile ilgisi bakımından alenîyet ilkesinin smırlandınlmasında ölçülülük ilkesinin aşılması ve yargılamamn taraflardan birinden gizli şekilde gerçekleştirilmesi, ispat hakkının ihlâli anlamına gelir. Bu durum genellikle yargılamada taraf aleniyetinin kaldınlması olarak ifade edilir; ispat hakkının yanı sıra âdil yargılanma hakkının, silâhların eşitliği ilkesinin ve hukuki dinlenilme hakkının ihlâline sebebiyet verir. Zira bu durumda taraflardan birisi, ispat hakkını kullanacağı birtakım delillerin içeriği hakkında bilgi edinemez ve yargılama onun aleyhinde gizli şekilde yürütülmüş olur. Yukarda yer verilen safahat dikkate alındığında, tahkim yargılaması sırasında, davacı tarafın inisiyatifi ile, davadan önce hazırlanmış olan bir değerleme raporu, yargılama sırasında Taraflarca atanan ve yargılamada çapraz sorguya tabi tutulan uzman tanıkların raporlarına üstün tutulmuş ve karara esas alınmıştır. Bu rapor ise, gizlilik gerekçesiyle, hakem heyeti tarafından, sadece davalı tarafın avukatları, değerleme uzmanları ve liman endüstrisi uzmanlarının incelemesine sunulmuş; ancak bizzat davalı tarafın incelemesine izin verilmemiştir. Devlet mahkemelerinde ya da tahkimde, hükme esas alınan bir belgenin yargılamanın tarafı olan kişiden gizlenmesi, taraf aleniyetinin ortadan kaldınlması anlamına gelir. Taraf aleniyetinin ortadan kaldınlması ise, davanın gerçek sahibi olan ve dava sonunda verilecek hükümden hukuki durumu doğrudan etkilenecek kişi olan davalının, bilgilenme ve bu bilgi kapsamında açıklama yapma imkanlarını kısıtladığından, hukuki dinlenilme hakkının ihlali anlamına gelecek, taraf aleniyetinin bertaraf edilmiş olması, yukarıda açıklandığı üzere ispat hakkının da kısıtlanmış olması sonucunu doğuracaktır. Hakem heyetince hükme esas alınan raporun kim ya da kimler tarafından hazırlandığının davalı tarafın şahsından gizlenmiş olması nedeniyle, bu kişi ya da kişilerin yargılamada çapraz sorguya çağrılması imkanının davalı tarafa tanınmadığı, dolayısıyla hukuki dinlenilme hakkının unsurları olan, bilgi alma ve açıklama yapma haklarının ihlal edilmiş sayılacağı, davalının bizzat raporu inceleme hakkından mahrum bırakılmak suretiyle, avukat ve danışmanlarının görebileceği çerçevede savunma yapma hakkı tanınmasının, rapordan hangi kısımların çıkarılmış olduğu ve rapora esas alınan finansal modellerin neler olduğu konusunda bilgiye ulaşmasına izin verilmemiş olmasının, taraf aleniyeti ve dolaylı olarak ispat hakkının ihlali olarak nitelendirilmesi gerektiği açıktır.
Hakem Heyetince 13/12/2012 tarihli kararla; tahkim yargılamasındaki davalıların 1 Aralık 2009 ve 30 Mart 2010 tarihleri arasında ödeme ihtarnamelerini ve Türkiye’deki icra müdürlüğünü kullanmak suretiyle …’un …’deki hisselerini haksız olarak ele geçirmek üzere tasarlanmış bir planı gizlice tasarlayıp uygulamış oldukları, …’nın başlattığı kredi icra takibini, …’un meşru menfaatlerinin korumasını engellemek amacıyla 30 Mart 2010’dan önce …’a haber vermemiş oldukları, taraflar ve onların temsilcileri arasında gerçekleştirilen bir dizi e-posta haberleşmesi ve toplantı vasıtasıyla katıldığı 7 Nisan 2010’da yapılan konferans görüşmesi dahil …’nin haksız şekilde ele geçirildiğini gizlemiş oldukları için Hissedarlık Sözleşmesinin 8. Ekinin 1.3 sayılı maddesinde belirtilen anlamda kasıtlı suiistimalde bulunmuş olduklarına ve sözkonusu temerrüt halinin düzeltilmediğine, davalıların davacının uğradığı zarar ve ziyandan sorumlu olduklarına karar verilmiştir.
Dosya kapsamına alınan …. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 20/01/2014 tarih ve … E., … K. Sayılı kararının incelenmesinden, aralarında dosyamız davalısı …’in de bulunduğu 13 kişi hakkında dolandırıcılık ve özel belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılmaları için kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonunda Mahkemece; “….yapılan incelemede 31.İcra Müdürlüğünün (Eski ….İcra) … ve … esas sayılı dosyalarının ve ….İcra Hukuk Mahkemesinin … esas, 387 esas, 388 esas, 389 esas sayılı dava dosyalarında … Holding ‘in yarı ortağı olan … tarafından … Holding aleyhine her biri 5 milyon dolar tutarlı toplam 10 milyon dolar alacağı tahsili istemiyle (16.985.937.00 TL) ödeme emri düzenlenmek suretiyle genel haciz yoluyla ilamsız takip yapıldığı, ödeme emrinin borçluya … … Merkezi, Kat:6 … adresinde tebliğ almaya yetkili yönetim kurulu üyesi … imzasına 11.12.2009 tarihinde tebliğ edildiği, takibin itiraz edilememesi nedeniyle kesinleştiği ve 21.12.2009 tarihinde … Holding ‘e ait … hisselerinin … şirket merkezinde haczedildiği, icra müdürlüğünün 21.12.2009 tarihli kararı ile kıymet takdir raporunun hazırlanması için 2 bilirkişi görevlendirildiği ve takdir raporunun 24/12/2009 tarihinde … ‘na tebliğ edildiği, satış ilamının da 30/12/2009 tarihinde … ‘e tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
Söz konusu dosyalarda yapılan incelemede işlemlerin icra müdürlüğünün görev ve yetkisi kapsamında gerçekleştiği, ….İcra Müdürlüğünce yapılan tüm işlemler ile ilgili olarak şirket tarafından 2010 yılında yatırım ve tanıtım hizmetleri daire başkanlığı şikayet edildiği, başkanlığın bu şikayeti Adalet bakanlığına ilettiği, Adalet Bakanlığı personele genel müdürlüğünün 23/09/2010 tarihinde … C.Başsavcılığından iddialar ile ilgili soruşturma yapılmasının istediği, … C.Başsavcılığı tarafından icra müdürlüğü çalışanları hakkında … soruşturma başlatıldığı ve neticesinde 07/02/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği, aynı işlemler ile ilgili olarak ….İcra Mahkemesi Disiplin Amirliği tarafından da soruşturma başlatıldığı ve yapılan idari soruşturma neticesinde kötü niyetli, suç teşkil edecek hukuka aykırı işlem ve eyleme rastlanmadığı, tebligat kanunu ve yasa hükümlerinin yorum uygulamasında farklılık olabileceği, yasal denetime açık yorum ve uygulamaların sonucunda herhangi bir disiplin cezası verilmesine gerek olmadığı şeklinde karar verildiği görülmüştür.
….İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyasında 29/06/2009 tarihli satış kararının 85.460.996 adet hissenin birlikte satılmasının borçlunun aleyhine olacağından ikiye bölünerek 45.000.000 adedinin ve kalan 40.460.996 adedinin ayrı saatlerde paraya çevrilmesine, hisse senetlerine konulan diğer değerde dikkate alınarak satışın ülke genelinde yayınlanan ve tirajı 50.000 üzerinde olan bir gazete ile ilan edilmesi için basın ilan kurumuna yazı yazılmasına ve masrafları verildiğinde ilamın ilgililere tebliğine karar verildiği, keza aynı icra müdürlüğünün … sayılı dosyasında da diğer satışın aynı usuller ile yapılmasına ve toplam 4 ihalenin icra müdürlüğünde, icra müdürü ve tellal huzurunda mesai saatlerinde yapıldığı, ihaleye 2 ayrı alıcının katılmış olduğu ve ilk ihalede ileri sürülen tekliflerin muhammen bedelinin %60 ‘ını geçmesi nedeniyle satışın yapıldığı anlaşılmıştır.
Yapılan ihalelerde hisseler … şirket olan … tarafından satın alınmıştır, mahkememizce getirilen … ve … esas sayılı dosyaların incelenmesinde ihale satışlarından sonra 08/04/2010 tarihinde borçlu … Holding ve ortağı … … tarafından alacaklı … şirketi aleyhine ödeme emirlerinin usule uygun yapılmadığı iddiası ile ….İcra Hukuk Mahkemesinde takiplerin iptali talebi ile dava açılmış(…-387 esas sayılı) İcra Hukuk Mahkemesinin 14/04/2010 tarihinde verdiği kararında tebligat kanunun 10 maddesi hükmü gereğince tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde tebliğ yapılması, şahsın müracaatı ve kabulü şartıyla her yerde tebligat yapılmasının mümkün olduğu ve tebligat tüzüğüne göre tüzel kişilere tebligatın yetkili temsilcilerine, bunlar birden fazla ise yalnızca birine yapılması hükmü bulunduğu, şirketin … ‘de ki adresinde faaliyette bulunan en büyük hissedarı … … şirketinin yetkililerinden … imzasına 30/12/2012 tarihinde satış ilanı tebligatı, 24/12/2009 tarihinde … tarafına yapılan tebligatların kanun hükmüne kabul uygulaması nedeniyle … … vekilinin takibe 01/04/2010 tarihinde muttali olduğundan bahisle usulsüz tebligat şikayeti yerinde olmadığından şikayet hakkında bulunmaması sebebiyle davalar reddedilmiş, Yargıtay 12.Hukuk dairesinin 11/10/2012 tarihli kararında tebliğ edilen memurun ad ve soyadının yazılı olmaması, ödeme emrinin borçlunun bilinen yurtdışı adresine gönderilmemesi nedeniyle tebligatın geçersiz olduğunun bildirilmesi gerekçesi ile mahkeme kararı bozulmuş, yapılan yargılamada ödeme emrinin öğrenme tarihi olan 01/04/2010 tarihinde tebliğ edilmiş olduğuna karar verilmiştir, ve bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
… Holding ‘in tebliğ tarihi olarak mahkemece belirlenen 01/04/2010 tarihinden itibaren 7 gün içinde itiraz etmesi gerekirken, borca itiraz edilmemesi nedeniyle icra takipleri kesinleşmiştir.
Mahkememize getirilen … 18.İcra Hukuk mahkemesinin …/… esas ve … esas sayılı dosyaların incelenmesinde, katılan … tarafından icra ihale satışlarından sonra 08/04/2010 tarihinde ihale öncesi hazırlık işlemlerinin usule uygun olmadığı iddiası ile … ve … şirketi aleyhine ihalenin feshi davaları açıldığı ve bu mahkemelerin 21/05/2010 tarihli kararla mahkemelerce reddedildiği, Yargıtay 12.Hukuk dairesinin 11/10/2010 tarihli kararında menkul ihalelerinde satış ihalelerinde taraflara satış tebliğinin zorunlu değilse de icra müdürlüğünce satış kararında satış ilamının taraflara tebliği karar verildiği takdirde bu tebliğin usule uygun yapılması gerektiği, usule uygun olmadığı gerekçesi ile kararın bozulduğu ve mahkemece bozma kararına uyularak ihalenin feshine karar verildiği anlaşılmıştır.
Tüm bu dosyaların incelenmesinde kanunen zorunlululuk olmadığı halde yapılan satış ilamı tebliğindeki usule uygun olmadığı sebebiyle, ihaleye fesat karıştırıldığına dair herhangi bir iddia bulunmaması, mahkeme ve Yargıtayca bu yönde bir tespit olmadığının anlaşılması karşısında ihaleye fesat karıştırma suçunun oluşmasının da mümkün olmadığı mahkememizce kabul edilmiştir.
İhale işlemlerinin hileli ve usulsüz olduğu ve sürecin gizlendiği iddiası ile ilgili olarak toplanan deliller ve getirilen hukuk mahkemeleri dosyaları dikkate alındığında ödeme emirlerinin 11/12/2009 tarihinde … … tarafından tebliğ alındıktan sonra ilk iş gününde 14/12/2009 … … kargo şirketi ile gönderildiği, tebligatların gönderimi … ‘ta ki 15/12/2009 tarihinde tebliğ edildiğinin yazılı olduğu, borçlu şirketin gönderi zarfının içinde ticaret sicil evraklarının çıktığı ve 24/12/2009 tarihinde sorması, ayrıca … un denetçi sıfatı ile 13/01/2010 tarihinde genel kurul toplantı çağrı mektuplarını katılan şirket tarafından … yönetim kuruluna üye olarak seçilen … ve … … ‘na 20/01/2010 tarihinde iadeli taahhütlü olarak gönderildiğine ilişkin PTT evraklarının mevcut olduğu, ….Asliye Ticaret Mahkemesinin …/…, 8.Asliye Ticaret Mahkemesinin …/… esas sayılı dava dosyalarında genel kurul toplantılarına … ve … ‘in vekilleri aracılığıyla katılmalarının değerlendirildiği ve borçlu ve katılan şirketin ihale işlemlerinden haberdar olduğu ve bu işlemlerin gizlenildiğine dair herhangi bir delil elde edilemediği anlaşılmaktadır.
23/06/2011 tarihinde bir poşet içinde ele geçen belgelerden muvakkat ilmuhaberelerinin, … hisse senetlerinin çıkarıldığına dair hükümsüz olduğuna dair mahkeme kararı, yönetim kurulu karar taslakları ile yönetim kurulu kararı başlıklı imzalı boş kağıtlar ve hukuka aykırı görünmeyerek … vekiline tesliminde sakınca olmadığına dair mahkeme kararı, Av. … ‘ın bütün bu belgeler 29/05/2013 tarihli belgelerin imha edilmesine dair beyanı dikkate alındığında, özel evrakta sahtecilik suçunu oluşturabilecek herhangi bir eylemin oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Maliye Bakanlığına yapılan şikayette icra işlemlerinin müştekiden gizlendiği, … ve …&… … adlı 2 şirkete yapılan hisse devir işlemlerinin TCK 282 maddesi kapsamında suçtan kaynaklanan mal varlığı ve değerleme aklama suçunu oluşturduğu iddia edilmiş ve yapılan inceleme sonucunda 16/08/2013 tarihli … raporunun tetkiki ile iddianamede yer alan nitelikli dolandırıcılık suçunun öncül suç olduğu sayılmış, bu suçun aklama suçu oluşabileceği sonucuna varılmış ve bu haliyle aklama suçunun oluşmadığı belirtilmiş ise de, raporun sonuç kısmında vergi baş müfettişinin nitelikli dolandırıcılık suçunun oluşturabilecek şekilde değerlendirme yapması, bu konunun mahkememizce değerlendirilmesi nedeniyle hükme esas alınmamıştır.
Yargılama konusu olayda karşı tarafın idaresini sakatlamaya yönelik bir hareket bulunmadığı, tahkime konu olan hukuki ihtilafın bulunduğu, bu ihtilafların özel hukuk ilişkilerine dayandığı, ticaret, icra, medeni hukuk kurallarına göre yapılacağı, buna karşılık cezai ihtilaflarda kamu hukuku kurallarının geçerli olduğu ve özel hukuk ihtilafının halli yönünde çeşitli başvuruların ve davaların bulunması konunun özel hukuka dayalı bir hukuki ihtilaf niteliğinde olduğunun mahkememizce kabulü gerektiği kanaatine varılmıştır.
Örgüt iddiası ile ilgili yapılan değerlendirmede örgütün varlığı için en az 3 kişi bulunması, bu kişilerin birden fazla suç için anlaşması ve birleşmesi, bu anlaşma ve birleşme ilişkisinin sürekli olması, üyeler arası hiyerarşik bir ilişki bulunması, örgütlenme ve iş bölümü olması gerektiği, TCK 220 maddesinde belirtildiği üzere örgütün soyut bir birleşme olmayıp, bünyesinde hiyerarşik bir ilişkinin, devamlılık arz eden belirli bir suç işlemekten farklı olarak herhangi ve belirsiz suçları işlemek için bir araya gelen kişilerden yapılanma olduğu, birbirlerini tanımayan şahısların bulunduğu ve bu kişiler arasında yukarıda anlatıldığı şekilde örgüt suçunun oluşması için gerekli bir birleşmeye dair herhangi bir delil olmadığı, iş bölümü ve hiyerarşik yapının bulunmadığı, bu nedenle örgüt kurma, örgüte üye olma, örgüte yardım etme suçunun oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
Böylece yapılan yargılama sonucunda şikayet dilekçesine konu ve iddiaların tamamen hukuki uyuşmazlık olduğu, söz konusu iddiaların kısmen ya da tamamen çeşitli hukuk mahkemelerinde dava ve icra takiplerine konu olduğu, bu davaların bir kısmının halen devam ettiği, niteliği itibarı ile hukuki uyuşmazlık konularının çözümünün iddia ve delilleri değerlendirme yetkisinin hukuk mahkemesi usulü kanununa göre yargılama yapacak olan hukuk mahkemelerine ait olduğu, keza bu uyuşmazlıklarla ilgili delillerin takdir ve değerlendirme hususunun hukuk mahkemelerine ait olduğu, bu tür davaların taraflar arasında bulunduğu, tarafların bu usulleri bertaraf ederek ceza soruşturması kapsamının dışında kalan hukuki uyuşmazlıklarda hukuk mahkemesinin yetki ve görevini ortadan kaldıracak ve bu şekilde yasa yolu dışlanarak hukuki anlaşmazlık sonucu değerlendirme yapmasının kanun içeriğinde uygun düşmeyeceği, söz konusu iddiaların hukuki anlaşmazlık olduğu anlaşıldığı,
Davanın ana konusu olan dolandırııcılık suçlamasının ve dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için öncelikle sanıkta dolandırıcılık kastının bulunması ve bu kasıt altında TCK ‘nun 157 maddesinde beliritlen şekilde hileli davranışlar ile bir kimseyi aldatıp, kendiisne veye başkasına yarar sağlaması gerektiği, dolandırıcılık kastının sanıklarda oluştuğuna dair hiçbir delil yargılama sırasında tespit edilemediği, taraflar arasında sadece ve sadece borç alacak ilişkisi ve bundan doğan icra takipleri nedeni ile hukuki anlaşmazlık bulunduğu, ve bu anlaşmazlığın yukarıda isimleri belirtilen hukuk mahkemelerinde çözülmesi için çeşitlli davalar açıldığı, eylemlerinin 2009 yılına ait olup, davaları bu tarihlerde açıldığı ve 2012 yılına kadar yaklaşık 2,5-3 yıllık bir süre içerisinde sanıkların üzerine atılan eylemlerde bir değişiklik olmamasına rağmen cezai yönden herhangi bir şikayetin yapılmadığı, hukuk mahkemelerinde bu süre içerisinde sonuç elde edilemeyince ceza davası sonucunda elde edilecek olan bazı sonuçların ve delillerin hukuk mahkemelerinde kullanılması amacına yönelik olarak şikayette bulunulduğu düşüncesinin mahkememizde oluştuğu,
Keza bazı sanıkların üzerine atılı örgüt kurma ve kurulan örgüte üye olma suçlarının oluşması için sistematik olarak önceden bir örgütün kurulup sadece bir suç değil, birden fazla imkanı bulunduğu takdirde .çeşitli suçları işleme amacına yönelik olarak kurulması gerektiği, sanıkların üzerine atılı eylemlerde bunun oluşmadığı, dolayısı ile bu suçun oluşmadığı;
Keza yapılan işlemlerde evrakta sahtecilik hükümlerinin uygulanmasını gerektirir bir eylemin yargılama sırasında tespit edilemediği, kaldı ki iddia edilen ihalenin tebliğinin usule aykırı olarak yönetim kurulu üyeliğinden bir kişiye ( sanık olan ) tebligatın yapılmasının Yargıtay ‘ca da belirtildiği gibi öncelikle bu işlemlerde tebligat zorunluluğu bulunmadığı, tebligat yapılsa bile yapıldığı takdirde usule uygun olarak şirketin adresine tebligatın yapılması gerektiğinin kabul gerektiği, bunun hukuki bir nitelendirme olduğu ve bu nedenle ihalenin feshine karar verilmesi gerektiğinin belirtildiği, sahtecilik işleminin söz konusu olmadığı,
Böylece sanıkların eylemlerinin atılan suçlar ve ceza kanununca belirtilen diğer suçlar yönünden hukuka aykırılık teşkil etmediği anlaşılmış ve bu konuda mahkememizce vicdani kanaat oluşmuş olmakla,
….Tüm sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı iddiadan başka delil elde edilemediği ve atılan suçların unsurları itibarı ile oluşmadığı anlaşıldığından, sanıkların atılan nitelikli dolandırıcılık, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve üye olma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, özel belgede sahtecilik suçlarından dolayı CMK 223/2-a-e maddeleri gereğince AYRI AYRI BERAATLERİNE,” karar verildiği, verilen kararın Yargıtay 23. Ceza Dairesi’nin 25/05/2015 tarih ve 2015/18025 E., 2015/1785 K. Sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
Söz konusu ceza mahkemesi kararı dikkate alındığında, ceza mahkemesince, yargılama konusu olayda karşı tarafın idaresini sakatlamaya yönelik bir hareket bulunmadığının, dolandırıcılık kastının oluşmadığı, suç örgütünün söz konusu olmadığının maddi vakıa olarak kabul edilerek eldeki dosyasının davalısı olan …’in de aralarında bulunduğu sanıklar hakkında beraat kararı verildiği görülmektedir. Söz konusu karar Yargıtay 23. Ceza Mahkemesi’nin 25/05/2015 tarih ve 2015/18025 E., 2015/1785 K. Sayılı kararı ile, uyuşmazlığın hukuki ihtilaf olduğunun anlaşılması karşısında beraat kararının onanmasına karar verilmişse de, Yargıtay bozma ilamı incelendiğinde, …. Ağır Ceza Mahkemesi’nin … E., …. K. Sayılı kararında varlığı ve yokluğu kabul edilen maddi vakıaların hatalı olduğuna yönelik herhangi bir tespitte bulunulmadığı gibi, Yargıtay Ceza Dairesi’nce de tüm dosya kapsamına göre atılı suçların kanunda tanımlanan unsurlarının oluşmadığı da kabul edilmiş bulunmaktadır. 6098 Sayılı TBK’nun 74. maddesi gereğince, ceza mahkemesince verilen beraat kararı hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte bulunmamakta ise de; hukuk hakimi ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylar ile fiilin hukuka aykırılığı konusundaki tespitleri ile bağlı bulunmaktadır. Tüm bu hususlar dikkate alındığında, davalı …’in yargılama konusu olayda karşı tarafın iradesini sakatlamaya yönelik bir hareketinin bulunmadığı, kasıtlı olarak hareket etmediği, kötü niyetli ve suç teşkil edecek hukuka aykırı işlem ve eylemine rastlanmadığının kesinleşen ceza mahkemesi kararı ile sabit olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, hakem heyetince, davalıların 1 Aralık 2009 ve 30 Mart 2010 tarihleri arasında ödeme ihtarnamelerini ve Türkiye’deki icra müdürlüğünü kullanmak suretiyle …’un …’deki hisselerini haksız olarak ele geçirmek üzere tasarlanmış bir planı gizlice tasarlayıp uygulamış oldukları, …’nın başlattığı kredi icra takibini, …’un meşru menfaatlerinin korumasını engellemek amacıyla 30 Mart 2010’dan önce …’a haber vermemiş oldukları, taraflar ve onların temsilcileri arasında gerçekleştirilen bir dizi e-posta haberleşmesi ve toplantı vasıtasıyla katıldığı 7 Nisan 2010’da yapılan konferans görüşmesi dahil …’nin haksız şekilde ele geçirildiğini gizlemiş oldukları için Hissedarlık Sözleşmesinin 8. Ekinin 1.3 sayılı maddesinde belirtilen anlamda kasıtlı suiistimalde bulunmuş oldukları gerekçesiyle davalıların, davacının uğradığı zarar ve ziyandan sorumlu olduklarına ilişkin 13/12/2012 tarihli kararı ile, davalı …’in yargılama konusu olayda karşı tarafın iradesini sakatlamaya yönelik bir hareketinin bulunmadığı, kasıtlı olarak hareket etmediği, kötü niyetli ve suç teşkil edecek hukuka aykırı işlem ve eylemine rastlanmadığını tespit eden …. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 20/01/2014 tarih ve … E., … K. Sayılı kesinleşmiş kararının birbiriyle çeliştiği açıktır. Bir Türk Mahkemesi kararı ile çelişki arzeden hakem kararının tanınması ve tenfizinin Türk kamu düzenine aykırılık teşkil edeceği ortadadır. Bu itibarla davacı tarafın,… Divanı’nın … no’lu dosyasından yapılan yargılama neticesi verilen 13/12/2012 tarihli kararın tanınması ve tenfizi talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Davacının diğer talebi, … Milletlerarası Ticaret Odası Tahkim Divanı’nın … no’lu dosyasından yapılan yargılama neticesi verilen 19/06/2013 tarihli kararın New York Sözleşmesi uyarınca tanınması ve tenfizine ilişkin bulunmaktadır.
Tahkim kararının incelenmesinden, Hakem Heyetinin kararında, çok büyük ölçüde davacı tarafça hazırlatılan raporlardan Mart 2010 tarihli raporu esas alarak davacı tarafın uğradığı zararı belirlemiş olduğu anlaşılmaktadır.
Tenfiz davalarında tenfiz mahkemesi kararın içeriğini ve hakemlerin takdir haklarını denetleyememekle birlikte, Newyork Sözleşmesinin 5.maddesi kapsamında, somut dosya özelinde, tahkim yargılaması sırasında tarafların savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığı, hakem mahkemesince alınan kararın Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığını serbestçe değerlendirebilecektir. Hakem heyetince, büyük ölçüde hükme esas alınan Mart 2010 tarihli raporun incelenmesi konusunda, taraflarca üzerinde anlaşılan yargılama usul kurallarına da aykırı olacak şekilde, inceleme raporunu hazırlayan kişilerin isimleri, liman değerinin hesaplanmasında esas alınan finansal model ve metotla ilgili kısmı ile bu raporun alınma amacının olduğu bölümün gizlenmesi suretiyle eksik şekilde dosyaya sunulmasına izin verilmesi, böyle bir raporun mevcudiyetinden ve değiştirilmiş olabileceğinden kuşku duyan davalı taraftan raporun aslının ve kopyasının gizlenmesi, hatta hükme esas raporun görülen kısmı itibariyle davalı tarafın değerleme uzmanınca hazırlanan taslak raporun dahi davalılarca görülmesine izin verilmemesi, bu raporları hazırlayan kişilerin davalılarca çapraz sorguya çekilmelerinin engellenmesi, tüm bu gizliliğin hiçbir makul ve hukuki temele dayalı olmaması hakem heyetinin tarafsızlığı konusunda kuşkuya düşürülmesinin, tahkim yargılaması sırasında davalı tarafın delillere erişimi ve kendilerini savunma haklarının ağır şekilde ihlal edildiği kanaatine varılmıştır. Savunma hakkının kısıtlanması ve bu suretle adil yargılanma hakkının ihlali, ayrıca Türk kamu düzenine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu itibarla, davacı tarafın uğradığı zarar miktarına ilişkin olarak Hakem Heyeti tarafından verilen 19/06/2013 tarihli kararın tanınması ve tenfizi talebinin de reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Tahkim dosyasının incelenmesinden, davacı tarafından tek bir başvuru yapıldığı, tahkim yargılaması sırasında tarafların da kabulü üzerine, hukuki sorumluluk ve tazminat miktarının belirlenmesi bakımından ayrı ayrı yargılama yapıldığı ve iki ayrı tarihte iki ayrı karar verildiği, davacı tarafından her iki kararın tanınması ve tenfizi talebiyle dava açıldığı görülmektedir. Tahkim yargılamasının tek oluşu, iki ayrı tahkim kararı için ayrı ayrı hangi nedenle tanınma ve tenfiz talebinin reddine karar verilmiş olduğunun Mahkeme gerekçeli kararında belirtilmesi yine her iki tahkim kararına yönelik talebin reddine karar verilmesi nedeniyle infaz edilebilecek bir karar verilmemiş olması nedeniyle, iki ayrı tahkim kararı yönünden ayrı ayrı hüküm kurulmamasının usul ve yasaya aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır.
Tüm bu nedenlerle Mahkememizce verilen 30/06/2016 tarih ve … E., … K. sayılı kararında direnilmesine karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Mahkememizin 30/06/2016 tarih ve … E., … K. sayılı kararında DİRENİLMESİNE,
2-Davacı tarafça açılan davanın REDDİNE,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından yapılan ve posta ve müzekkere giderinden ibaret 340,20-TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine,
5-Davalı taraf kendini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihi AAÜT gereğince belirlenen 4.080,00-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine,
6-6100 Sayılı HMK’nun 333. maddesi gereğince, davacı ve davalı tarafından yatırılan ve bakiye kalan gider avansının kararın kesinleşmesi sonrası talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde, mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere her hangi bir Asliye Ticaret Mahkemesine verilecek bir dilekçe ile Yargıtay nezdinde Temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliğiyle verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 11/11/2021

Başkan …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Katip …
e-imzalıdır