Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/186 E. 2022/441 K. 30.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO :2021/186 Esas
KARAR NO:2022/441

DAVA:ALACAK
DAVA TARİHİ:17/05/2013
KARAR TARİHİ:30/06/2022

Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile, taraflar arasında imzalanan genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borç taksitlerin ödenmesinde temerrüde düşülmesi üzerine, 30/09/2009 tarihli borç tasfiye protokolü imzalanarak, müvekkili … adına kayıtlı taşınmazın bankaya devir ve tapu tescili suretiyle borcun tasfiyesi için 18 ay süre ile vefa hakkı tanındığını, taşınmaz bankaya devredilmek suretiyle borç tasfiye edilmiş ise de, davacıların vefa hakkını kullanmak suretiyle yapmış oldukları başvuruların banka tarafından makul ve kabul edilebilir gerekçe gösterilmeksizin reddedildiğini, 07/01/2011 tarihli ek sözleşme başlıklı protokol ile imzalanarak 30/03/2009 borç tasfiye protokolü gereğince, davacılara vefa hakkı tanınması şartıyla davalı bankaya devir ve adına tescil edilen taşınmazın tapudaki satış değeri 31/03/2009 – 30/09/2010 tarihleri arasında %18 oranında, 01/10/2010-30/09/2011 tarihleri arasında %11 oranında faiz işletilmesi ile elde edilen toplam 4.500.822,07-TL’nin muhtelif tarih ve taksitler halinde davalıya ödenmesi şartıyla taşınmazın müvekkiline veya gösterecekleri 3. kişilere devredileceğinin kabul edildiğini, bankanın borçlar ödenmeye başlandığında yapılan tüm satış tekliflerini reddettiğini, taşınmazın satış ve devrine ilişkin hükmü yerine getirmediğini, daha sonra taşınmazın bir başka kişiye devredildiğini ve ödenen taksitlerin de banka tarafından irad kaydedildiğini, ek sözleşmenin şekil şartına uygun yapılmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalı bankaya ödenen 550.675,20-TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek kısa vadeli kredilere bankalar tarafından uygulanan en yüksek kredi faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile; davacıların toplam borçlarının İstanbul ili, … ilçesi, Yakacık Mh. 112 Pafta, 5726 Ada, 58 Parsel’de kayıtlı taşınmazın davalı banka adına tescil edilmesi ile tasfiye edildiği iddialarının gerçek dışı olduğunu, davacıların davalı bankaya getirdikleri hiçbir müşterinin, tüm sözleşme borcunu kapatacak bedelde ciddi bir öneri sunmadıklarını, davacıların davalı banka ile akdetmiş oldukları borç tasfiye protokolü içeriğindeki vefa hakkının şeklen geçersizliğini iddia etmelerinin TMK 2.maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olduğunu ve açıkça bir hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizin 19/03/2015 tarih ve 2013/158 E., 2015/203 K. sayılı kararı ile; davanın reddine karar verilmiş, kararın karşı davacılar vekilince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 10/01/2019 tarih ve 2017/773 E., 2019/234 K. Sayılı ilamı ile; “Taraflar arasında akdedilen 30/09/2009 tarihli sözleşme ile 07/01/2011 tarihli ek sözleşme, davacılardan …’ye ait taşınmaz üzerinde davacılar lehine vefa hakkı tanınmasına ve buna ilişkin koşullara ilişkin hükümler içermekte olup, sözleşme tarihlerinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 213. maddesinde yer alan ”Gayrimenkul bey’i muteber olmak için resmî senede raptedilmek şarttır. Gayrimenkule dair beyi vadi ve bey’i bilvefa ve istimlâk mukavelesi resmî senede raptedilmedikçe muteber değildir. Mukaveleden mütevellit şuf’a hakkı için tahrirî şekil kâfidir.” hükmü de nazara alınarak sözleşmelerin şekil şartı yönünden değerlendirilmesi gerekirken, gerek hükme esas alınan bilirkişi raporunda gerekse karar yerinde bu hususta bir değerlendirme yapılmaması doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davacılar yararına bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle kararın bozulması üzerine davalı vekilince karar düzeltme talebinde bulunulmuş, karar düzeltme talebinin Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 28/01/2021 tarih ve 2019/1386 E., 2021/561 K. Sayılı ilamı ile reddedilmesi üzerine Mahkememizce bozma ilamına uyularak yargılamaya devam olunmuştur.
Yargıtay bozma ilamı sonrasında Mahkememizce bilirkişi heyetinden 07/05/2022 tarihli rapor temin edilmiştir.
Davacılar, taraflar arasında akdedilen kredi sözleşmesinden kaynaklanan borcun ödenmemesi üzerine yapılan borç tasfiye protokolü ve ek sözleşme kapsamında kendilerine vefa hakkı tanındığını, bu hakkın davalı banka tarafından kullandırılmadığını ve ek sözleşme kapsamında davalıya ödenen bedelin cezai şart olarak kabul edilerek kendilerine iade edilmediğini, gerek protokolün gerekse ek sözleşmenin ve dolayısıyla ek sözleşmede yer alan cezai şart hükmünün resmi şekil şartına uyulmaması sebebiyle geçersiz olduğunu iddia ederek, bu bedelin iadesini talep etmiştir. Davalı banka ise, protokol ve ek sözleşme gereğinin davacılar tarafından yerine getirilmediğini, ek sözleşmenin 3. maddesi gereğince ödenen bedelin cezai şart olarak irat kaydedildiğini ileri sürmüştür.
Dava, Genel Kredi sözleşmesi kapsamında ödenmeyen ve vefa hakkı ile protokole bağlanan borç yönünden yapılmış bulunan kısmi ödemelerin vefa hakkının tanınmaması nedeniyle iadesi istemine ilişkindir.
Taraflar arasında Genel Kredi sözleşmesi imzalandığı ve bu kapsamda davacı tarafa nakit kredi kullandırılarak alacağın doğduğu ve kullandırılan kredilerin geri ödenmemesi üzerine banka tarafından … 15. Noterliğinin 29/12/2008 tarih ve …-… yevmiye nolu ihtarnameleri ile hesabın kat edildiği, 30/03/2009 tarihinde taraflar arasında borçların akdi faiz üzerinden tasfiyesine yönelik sözleşme imzalandığı ve vefa hakkı başlığı altında da 3. maddesinde sözleşmenin ikinci maddesinde belirtilen ödeme planındaki taksitlerden herhangi birisinin zamanında ve tam olarak yatırılmaması halinde o ana kadar yukarıdaki ödeme planına ilişkin yatırılan ve yatırılacak olan tüm tutarların banka tarafından cezai şart olarak irad kaydedileceği ve borçlulara herhangi bir geri ödeme yapılamayacağı, bu durumda banka tarafından taşınmazla ilgili serbestçe tasarrufta bulunabileceği, yine taraflar arasında 07/01/2011 tarihli ek sözleşme başlıklı bir protokol imzalanarak 30/03/2009 tarihli borç tasfiye protokolü gereğince bankaya devir ve tescil edilen taşınmazın ödeme planındaki ödemelerin eksiksiz ve zamanında yapılması sonrasında borçlulara veya gösterecekleri 3. şahıslara devredileceğinin kararlaştırıldığı ve tüm bu hususlarda taraflar arasında bir uyuşmazlığın da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasında imzalanan 30/03/2009 tarihli sözleşme ile 3.250.000,00-TL borç miktarı kabul edilmiş ve bu kredi borcuna basit usulde yıllık %18 faiz oranı uygulanacağı da hüküm altına alınmış, bu sözleşme kapsamında davacılar tarafından yapılan kısmi ödemelerle birlikte davalı bankanın 16/01/2012 tarihli ihtarnamesiyle 4.118.735,00-TL bakiye sözleşme borcunun 27/01/2012 tarihine kadar yatırılması aksi halde 07/01/2011 tarihli ek sözleşme 3. maddeye göre yatırılmış bulunan 550.675,20-TL’lik ödemenin banka tarafından irad kayıt edilebileceği ihtar edilmiş ve 27/01/2012 tarihi itibariyle davalı bankanın 2.699.324,80-TL asıl alacak, 1.304.414,03-TL %18 ve %12 oranında akdi faiz ve 65.220,70-TL % 5 BSMV olmak üzere toplam 4.068.959,53-TL olduğu, davalı bankanın sözleşmeye konu taşınmazı da 18/05/2012 tarihinde 1/5 hisse payları ile 5 kişiye 3.960.000,00-TL bedele sattığı, satış tarihi olan 18/05/2012 tarihi itibariyle ve belirtilen faiz oranları ile kısmi ödemelerin de mahsubu suretiyle bankanın 18/05/2012 son ihtar tarihi itibariyle alacağının 2.699.324,80-TL asıl alacak, 1.405.188,82-TL akdi faiz ve 70.259,44-TL %5 BSMV olmak üzere 4.174.773,06-TL olduğu, böylelikle bankanın toplam 4.174.773,06-TL alacak tutarına karşın taşınmazı 3.960.000,00-TL bedelle kredi alacak tutarı toplamının altında bir bedel karşılığı satmış olduğu anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki ek sözleşmenin 3. maddesinde sözleşmenin 2. maddesinde belirtilen ödeme planındaki taksitlerden birisinin zamanında ve tam olarak yatırılmaması halinde o ana kadar ödeme planına ilişkin olarak yatırılan ve yatırılacak olan tüm tutarların cezai şart olarak banka tarafından irad kaydedileceği ve borçlulara / ödeme yapanlara herhangi bir geri ödeme yapılmayacağı hüküm altına alınmıştır. Buna göre sözleşmeye konu İstanbul İli, … ilçesi, … Mahallesi 112 pafta, 5726 ada, 58 parsel sayılı taşınmaz ile ilgili olarak banka serbestçe tasarrufta bulunabilecektir. Bilindiği üzere taşınmaz bir malın maliki temlik ettiği bu malı önceden sözleşme ile belirlenen koşullarla yeniden satın alma hakkını saklı tutmuş ise ortada vefa hakkının varlığından bahsedilebilir. Bu koşullar sözleşmede satış bedeline, vefa hakkının süresine vb. hususlara ilişkin olabilir. Yukarıda da belirtildiği üzere taraflar ek sözleşmenin 3. maddesi ile bu koşulu belirlemişler ve ödeme planındaki taksitlerden herhangi birisini zamanında ve tam olarak yatırılmaması halinde o ana kadar ödeme planına ilişkin olarak yatırılan ve yatırılacak olan tüm tutarların cezai şart olarak banka tarafından irad kaydedileceği ve borçlulara / ödeme yapanlara herhangi bir geri ödeme yapılmayacağı, bu durumda bankanın taşınmazla ilgili serbestçe tasarrufta bulunabileceği kararlaştırılmıştır. Davacıların gerek Genel Kredi Sözleşmesi ve gerekse sonrasında yapılan 2 adet borç tasfiye sözleşmelerine uymamış olmaları karşısında yukarıda belirtilen hüküm doğrultusunda bankanın gayrimenkul üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabileceği de kabul edilmiş olup, bu yönüyle davacıların gayrimenkulün satış bedeli üzerinden yaptıkları iddia ve itirazların da yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Taraflar arsında kredi borcunun tasfiyesi amacıyla 30/03/2009 tarihli sözleşme kurulmuştur. Bu sözleşmeyle taşınmazın davalı bankaya devri
sağlanmış, bunun karşılığında banka da müşterisine on sekiz aylık geri alım hakkı tanımıştır. Sözleşmedeki temel hareket tarzı davacıların rızalarıyla taşınmazın mülkiyetinin Bankaya devredilmesi, bu suretle bankanın kendi alacağını garanti altına alması, kredi borcunun ödenmemesi durumunda ipoteğin paraya çevrilmesi yolundaki güçlükler ve masraflardan kaçınılarak taşınmazın paraya çevrilerek alacağını tahsil etme imkanına sahip olmasıdır. Yine bu sözleşme ile kredi borçlusuna borcunu yapılandırma imkanı sunulmaktadır. 30/03/2009 tarihli sözleşme metninde hem bir yapılandırma sözleşmesi hem de geri alım (vefa) sözleşmesi bulunmaktadır. Borcun
yapılandırılmasına ilişkin kısım herhangi bir geçerlilik şekline tabi olmaksızın serbestçe düzenlenebilir. Geri alma hakkı ise ilgili dönemde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 213. maddesi hükmüne göre resmi şekilde yapılmadıkça geçerli değildir. Geçerlilik şekline uyulmaması durumunda sözleşmeler kesin hükümsüzdür. Bundan dolayı taraflar arasındaki 30/03/2009 tarihli sözleşmede yer alan geri alım hakkına ilişkin anlaşma kesin hükümsüzlük yaptırımına tabidir. Davacılar tarafından geri alım hakkına ilişkin anlaşmanın geçersiz olması nedeniyle taşınmazı devretmeye yanaşmamış olmaları durumunda bütünü etkileyen kısmi hükümsüzlüğe dayanarak devretmemeden dolayı sorumlu tutulamayacaklardır. Ancak somut olayda taşınmaz davalı bankaya devredilmiştir. Bu sözleşme kapsamında tarafların sözleşme tarihi itibariyle 3.250.000,00-TL olarak kabul ettikleri kredi borçlarına faiz yürütülmeye devam etmiştir. On sekiz aylık geri alım hakkı süresi 30/03/2011 tarihinde sona etmiştir. Bu
süreçte davacılar tarafından sözleşme kapsamında 17/09/2010 tarihinde 50.000.00 TL, 27/10/2010 tarihinde 20.155.20 TL, 07/12/2010 tarihinde 80.520.00-TL ödeme yapılmıştır. Ayrıca geri alım hakkı süresi içinde borç kapatılmadığından davalılara ek süre verilmek üzere 07/01/2011 tarihli ek sözleşme yapılmıştır. Bu ek sözleşmede yukarıda belirtilen ödemelerin davacılar tarafından yapılmış olduğu hususunda tarafların kabulü sağlanmış, ilaveten 31/03/2011 tarihinde 410.000.00-TL, 30/08/2011 tarihinde 410.000.00-TL, 30/09/2011 tarihinde 3.130.146.87 TL ödenmesi durumunda davacıların geri alım haklarını kullanabilecekleri kayıt altına alınmış, bu suretle davacıların geri alım süreleri uzatılmıştır. Ancak 30/03/2009 tarihli sözleşmenin 3.2 ve 3.4 maddelerini değiştiren bu ek sözleşmenin kurulmasından sonra davacıların ödeme yapmamaları üzerine ek sözleşmedeki 3. madde hükmü gereği önceden yapılan ödemelerin cezai şart olarak irat kaydedileceği hususu davacılara ihtar edilmiştir. Bu ihtara davacıların cevap vermediği görülmüştür. Yukarıda belirtildiği gibi geri alma hakkı içeren sözleşmeler, sözleşmelerin yapıldığı dönemde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 213. maddesi hükmüne göre resmi şekilde yapılmadıkça geçerli değildir. Geçerlilik şekline uyulmaması durumunda sözleşmeler kesin hükümsüzdür. Bundan dolayı taraflar arasındaki 30/03/2009 tarihli sözleşme ve 07/01/2011 tarihli ek sözleşmede yer alan geri alım hakkına ilişkin anlaşma kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi olduğu düşünülebilir. Ancak şekle uyulmaması nedeniyle hükümsüz olan sözleşme taraflarca fiilen
uygulanmışsa ya da geçersizliği ileri sürmenin dürüstlük kuralına aykırı görülebildiği diğer durumlarda hakkın kötüye kullanılmasından bahsedilecektir. Taraflar arasında yapılan sözleşmeler ile taşınmaz davalı bankaya devredilmiş, davacılar tarafından, sözleşme ile kararlaştırılan taksitlerden bir kısmı ödenmiş, kalan taksitlerin ödenmemesi üzerine ek sözleşme yapılmış ve taraflar arasındaki süreç bu şekilde devam etmiştir. Bu hususlar dikkate alındığında, geri alım sözleşmesine ilişkin olarak şekil bakımından geçerli bir sözleşme bulunmasa da tarafların, söz konusu sözleşme ile yüklendikleri edimleri yerine getirmeye başladıkları dikkate alındığında, artık bu sözleşmenin tarafları bağlayıcı nitelikte olduğu, şekil eksikliği şartının ileri sürülmesinin TMK’nun 2. Maddesinde öngörülen hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı olduğu açık bulunmaktadır. Bu nedenlerle, gerek Genel Kredi Sözleşmesi, 30/09/2009 tarihli borç tasfiye protokolü ve 07/01/2011 tarihli ek sözleşmelerin yukarıda açıklanan hükümleri doğrultusunda ve davacı tarafça anılan sözleşme ve protokol hükümlerine uyulmamış olması, gerekse tarafların sözleşmeler ile yüklendikleri edimleri yerine getirmeye başlamaları nedeniyle geri alım hakkına ilişkin sözleşme hükümlerine ilişkin olarak geçerlilik şekline uyulmadığı hususunun ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, söz konusu tüm sözleşme hükümlerinin tarafları bağlayıcı nitelikte bulunduğu gözönüne alınarak, açılan davanın reddine karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar tarafından açılan davanın REDDİNE,
2-Harçlar kanunu gereğince alınması gerekli 80,70-TL karar ve ilam harcının, davacı tarafından peşin olarak yatırılan 6.482,19-TL’den mahsubu ile, fazladan yatırılan 6.401,49-TL harcın, karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı tarafa iadesine,
3-Davacılar tarafından yapılan yargılama giderinden kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihi AAÜT gereğince belirlenen 44.583,76-TL vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalı taraflara verilmesine,
5-6100 Sayılı HMK’nun 333. maddesi gereğince, davacı ve davalı tarafından yatırılan ve bakiye kalan gider avansının kararın kesinleşmesi sonrası talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair; davacılar vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde, mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere her hangi bir Asliye Ticaret Mahkemesine verilecek bir dilekçe ile Yargıtay nezdinde TEMYİZ kanun yolu açık olmak üzere oybirliğiyle verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.30/06/2022

Başkan …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Katip …
e-imzalıdır