Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/275 E. 2021/85 K. 15.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2020/275 Esas
KARAR NO :2021/85

DAVA:Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ:24/02/2017
KARAR TARİHİ:15/02/2021

Davacı tarafından davalı aleyhine açılan Tazminat davasının mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda dosya incelendi.
DAVA :
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkili … A.Ş’nin, … … yayın sahibi, müvekkili …’ın da şirketin imtiyaz sahibi olduğunu, davalı şirketin ise … … yayın sahibi, davalı şahısların da bu şirketin yönetim kurulu müşterek başkanları olduklarını, … tarihinde … gazetesinde manşetten verilen “…” başlıklı haber içeriğinde, yine manşetten ve “…” başlığı ile müvekkili …’ın fotoğrafının da kullanıldığı asılsız bir haber yapıldığını, bu haberle müvekkillerinin itibar ve saygınlığına açıkça saldırıda bulunulduğunu, müvekkillerini terör örgütü ile aynı kefeye konularak ağır suçlamalarda bulunulduğunu belirterek, müvekkilleri için ayrı ayrı 5.000,00 TL olmak üzere toplam 10.000,00 TL’nin yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA :
Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; haberde davacı şirketin, doğrudan veya dolaylı olarak hedeflenmediğini, kişilik haklarına saldırı diye nitelenebilecek bir isnat yapılmadığını, bu nedenle davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, davalı …’ın gazetenin sahip ya da yönetim kurulu başkanı olmadığını, bu nedenle sorumluluğunun bulunmadığını, hakkındaki davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, oldukları iddiasıyla ava konusu haberin. Davacılar hakkında değil, … ve …’ya destek oldukları iddiasıyla “… … Çalışanlarına” yapılan operasyon hakkında olduğunu, haberde davacı …’ın nerede olduğu yönünde kamuoyunda oluşan merakın giderilmesi dışında, ne ona ne de gazeteye bir saldırı veya haksız olarak nitelendirilebilecek bir isnatta bulunulmadığını, istenilen tazminatın fahiş olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME, DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dosyada delil olarak; dava dilekçesi ve ekleri, beyan dilekçeleri, cevabi yazı içerikleri, sosyal ve ekonomik durum araştırmasına ilişkin müzekkere cevapları ve tüm dosya kapsamı bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinde davanın ilk olarak; …. Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı, anılan mahkemenin 05/03/2020 tarih ve …/… Esas-…/… karar sayılı ilamı ile karar verildiği, kararın davalılar tarafından süresinde İstinaf edilmesi üzerine kararı inceleyen … …HD.’…/… Esas-…/… Karar ve 05/03/2020 tarihli; “… …. Asliye Hukuk Mahkemesi’ince verilen kararın kaldırılarak dosyanın görevli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesi…” şeklindeki kararı üzerine mahkememize geldiği anlaşılmıştır.
Mahkememizde açılan dava öncelikle, görev, yetki, taraf sıfatı ve diğer dava şartları açısından incelenmiş ve mahkememizin görevli ve yetkili olduğu ve ayrıca diğer dava şartlarının da bulunduğu anlaşılmış olduğundan davanın esasına geçilmiştir.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
5187 sayılı Basın Yasası’nın 13. maddesi gereğince basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddî ve manevî zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisinin müştereken ve müteselsilen sorumlulukları bulunmaktadır.
Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” hükmü yer almaktadır.
Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ancak ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Öte yandan, bu konuda uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletler arası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hal böyle olunca; Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gözetilerek verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun önemli özelliklerinden biri olup, toplumun ilerlemesinin ve her bir bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Bu özgürlük AİHS’nin 10/2.maddesine tabi olmak kaydıyla, sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, Devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, Seri A No. 24, s.23, paragraf 49). Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. 10.maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu, dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli-Türkiye Davası, Başvuru No:35839/97).
Basın özgürlüğü ise, ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM basın ile ilgili kararlarında, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değindikten sonra, basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano V. İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
O halde, basın özgürlüğü; bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür; diğer yönüyle de, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon V. Fransa, Başvuru No:58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas V. Norveç, Başvuru No:21980/93, 59).
Burada hemen şunun ifade edilmesi de gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru o: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir. (Prager And Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38)
Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için yayının gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayının haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayının hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayın bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararları).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde de;
Mahkememizde görülüp karara bağlanan davanın, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkin olduğu, bu bağlamda, dava konusu somut olaya ilişkin olarak, taraflarca sunulan deliller ile başka yerden getirtilmesi gereken tüm delillerin toplandığı, gelen yazı cevaplarının dosyamız içerisine alındığı, davaya konu somut olayda, başlatılan bir soruşturma hakkında kimi bilgilerin kamuoyu ile paylaşıldığı anlaşılmış ise de, basının okuyucunun ilgisini çekmek amacıyla çarpıcı ifadeler kullanmasının gazetecilik tekniği gereği olduğu ve bu durumun bir haberi başlı başına hukuka aykırı hale getirmeyeceği, kaldı ki gazete manşetinde kullanılan ifadenin davacılar ile ilgili olmadığı, ayrıca davacılar hakkındaki gazetenin birinci sayfasında dile getirilmiş kimi iddialar hakkında da yayın tarihinden sonra, anılan iddialar ile ilgili soruşturma başlatıldığı ve bu hususun kamuoyu tarafından da bilinmekte olduğu, bu nedenlerle de davacılar hakkındaki haberin görünür gerçekliğe uygun olduğu, haberin veriliş biçimi yönünden de özle biçim arasında ölçülülük bulunduğu ve ayrıca kullanılan ifadelerin de davacıların kişilik haklarına zarar verecek nitelikte olmadığı, bu haliyle de davaya konu haberin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşıldığından, davalılar …. Ve Ticaret A.Ş. ile … yönünden açılan davanın esastan reddine, ayrıca her ne kadar … yönünden de dava açılmış ise de, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı istemli davalarda husumetin kimlere yöneltilebileceğinin Basın Kanunu’nun 13. maddesinde gösterildiği, davalılardan …’ın Basın Kanunu’nun 13. Maddesindeki husumet yöneltilecek kişilerden olmadığı anlaşıldığından, … bakımından açılan davanın da pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalılardan … yönünden açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE,
2-Diğer davalılar ….A.Ş ile … yönünden açılan davanın REDDİNE,
3-Alınması gereken 59,30-TL ret harcından peşin alınan 170,78-TL harçtan mahsubu ile fazladan yatırılan 111,48-TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin üzerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalı … kendisini vekille temsil ettirdiğinden ve hakkında açılan davanın husumet yokluğundan reddine karar verildiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/2. maddesi gereğince taktir olunan 4.080,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı yana VERİLMESİNE,
6-Diğer davalılar … ve Tic A.Ş. ile … kendisini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesap ve taktir olunan 4.080,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak, davalılara VERİLMESİNE,
7-Tarafların HMK 120. madde gereğince yatırdıkları gider avansından kalan miktarın karar kesinleştiğinde taraflara İADESİNE,
Dair; taraf vekillerinin yüzüne karşı HMK’nun 341/1 vd. maddeleri uyarınca; gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde, mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere başka yer mahkemesine istinaf dilekçesi sunulmak suretiyle, İstanbul Bölge Adliyesi Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verildi.15/02/2021

Katip …

Hakim …