Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/538 E. 2023/202 K. 09.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2019/538
KARAR NO:2023/202

DAVA:Genel Kurul Kararının İptali
DAVA TARİHİ:07/08/2019

BİRLEŞEN İSTANBUL 1. A.T.M.’NİN… ESAS SAYILI DOSYASINDA

DAVA:Genel Kurul Kararının İptali İstemli
DAVA TARİHİ:07/08/2019
KARAR TARİHİ:09/03/2023

Mahkememizde görülmekte olan genel kurul kararının iptali istemli davalarının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Asıl davada davacı vekili dava dilekçesi ile; davalı şirketin sermaye arttırımına ilişkin karar alınan olağanüstü genel kurul toplantısının 17/07/2019 tarihinde yapıldığını, toplantıya asaleten ve vekaleten olmak üzere tüm pay sahiplerinin iştirak ettiklerini, müvekkilinin davalı şirketteki payının, davalı şirketin 83.217.654,00-TL’lik sermayesine tekabül eden toplam 8.321.765.400 adet hissenin 1.260.559.093 adedi olduğunu, buna göre müvekkilinin, davalı şirketteki pay sahipliği oranının %15,15 olduğunu, toplantının 2 numaralı gündem maddesi uyarınca davalı şirketin sermayesinin 83.217.654,00-TL’den 301.235.327,66-TL’ye çıkarılmasına karar verildiğini, arttırılan 218.017.673,66-TL’nin 70.690.027,30-TL’lik kısmının geçmiş yıl kârlarından, 38.318.809,54-TL’lik kısmının birleşme kârlarından ve 109.008.836,82-TL’lik kısmının da nakit olarak arttırıldığını, davalı şirketin sermayesini yitirmiş ve/veya borca batık halde olması nedeniyle sermaye arttırımı yapamayacağını, davalı şirketin öz varlığının günümüz itibariyle yaklaşık -579.789.017,00-TL olduğunu, bu hususun bağımsız denetçi tarafından düzenlenen rapor ile de sabit olduğunu, davalı şirketin sermaye kaybının aynı zamanda 31/12/2018 tarihli bilanço ile kâr/zarar tablosunda da açık bir şekilde görülmekte olduğunu, şirketin teknik iflas halinde olduğunu, İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyasında görülen davada bilirkişinin mahkemeye sunduğu raporda davalı şirketin finansal tablolarının dürüst resim ilkesine uygun olarak hazırlanmadığının tespit edildiğini, kabul anlamına gelmemekle birlikte bir an için şirketin öz varlığının korunduğu düşünülse dahi, geçmiş yıllar kârından sermayeye ilave yapılması için öncelikle şirket zararının kapatılması gerektiğini, davalı şirketin zararda olan bir şirket olduğunu ve geçmiş yıl kârlarının gerçekten de zararlara mahsup edilmesi gerekmekte olduğunu, buna rağmen sermayeye eklenmesinin kanuna aykırı olduğunu, sermaye artışı kararının dürüstlük ilkesine aykırı olduğunu, iptali talep edilen kararın TTK hükümlerine aykırı olduğu gibi ayrıca TMK madde 2’ye de aykırı olduğunu, müvekkilinin davalı şirketten 13.524.244,59-USD alacağı olduğunu, müvekkilinin bu alacağının tahsilini davalı şirketten talep ettiğini, ancak talebin reddi üzerine İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün 2018/… esas sayılı dosyası üzerinden görülen takibi başlattığını, davalı şirketin takibe itirazı üzerine itirazın iptali davası açılmış olup davanın derdest olduğunu ve İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyası ile görülmekte olduğunu, müvekkili gibi diğer pay sahiplerinden … tarafından da şirketten alacağının ödenmesinin talep edildiğini, bu hususta da şirket ile ortak arasında ihtilaf bulunduğunu, ortak alacağı olarak görülen tutarların, gerçekte olduğundan çok daha düşük olarak belirtilmesinin nedeninin, 01/06/2018 tarihli yönetim kurulu kararında görüleceği üzere, davalı şirketin ortak alacaklarının, müvekkilinin bilgi ve rızası olmaksızın geçmişe etkili olarak Amerikan Dolarından Türk Lirası’na çevrilmiş olması ve 2014 yılından itibaren döviz kuru üzerinden takip edilmesinden vazgeçilerek kur farklarının iptal edilmesine karar vererek, kur farkını gider hesabından gelir hesabına aktarmış olması olduğunu, bu konuya bağımsız denetçi raporunda da değinilmiş olduğunu, bu duruma müvekkilinin hiçbir suretle muvafakatı olmadığını, bu şekilde azlık pay sahiplerinin adeta alacaklarının tahsilinden vazgeçerek artışa katılması; aksi takdirde hissedarlığının eriyeceği tehdidi ile baş başa bırakıldıklarını, ortak alacaklarının sermayeye eklenebilmesi için, ayni sermaye niteliğinde olduğu nedenle bilirkişi tarafından değer biçilmesi gerektiğini, iptali talep edilen sermaye arttırımının, ortak alacaklarının sermayeye eklenmesini öngörmekte olduğu halde bunların değerlerinin tespitine yönelik herhangi bir işlemin yapılmadığını, bu yönde bir bilirkişi raporunun temini yoluna başvurulmadığının görülmekte olduğunu, güncel bilanço olmaksızın geçmiş yıl kârlarından sermaye artışı yapıldığını, arttırılan nakdi sermayenin tamamının ödenmiş olduğu iddiasının doğru olmadığını, belgeler ve yönetim kurulu beyanlarının gerçekleri yansıtmadığını, şirketin finansal tablolarının gerçeği yansıtmadığı ve dürüst resim ilkesine uygun hazırlanmadığını, bu durumun iki farklı mahkeme tarafından atanan iki farklı bilirkişi raporunda tespit edildiğini, şirketin hizmet aldığı bağımsız denetim firması tarafından dahi şirketin mali durumunun olumlu olarak değerlendirilmemekte ve arka arkaya sınırlı olumlu görüş verilmekte olduğunu, şirketin mali durumunun hali hazırda içinden çıkılmaz bir sarmala girdiğini, üstelik sermaye artışı ile müvekkilinin, alacağından feragat veya pay oranının çok büyük oranda düşmesi arasında seçim yapmaya zorlanmakta olduğunu, bu şartlar altında kanuna aykırı bir şekilde yapılacak sermaye artışının şirkete, pay sahiplerine ve alacaklara herhangi bir faydasının bulunmasının mümkün olmadığını, yönetim kurulunun, iptal veya butlan davasının açıldığını ve duruşma gününü usulüne uygun olarak ilan etmesi ve şirketin internet sitesine koyması gerektiğini, kanunda yer bulan bu açık düzenlemeye rağmen davalı şirket tarafından, daha evvel ikame edilen genel kurul kararlarının iptali talebiyle açılan davaların, uzun süre ilan edilmediğini, nihayet mahkemenin açık kararı üzerine bu kanuni gereği yerine getirmek mecburiyetinde kaldığını, tüm bu nedenlerle öncelikle dava konusu genel kurulda yönetim kurulu üye seçimi olmadığından, kararların geri bırakılması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesini, taleplerinin kabul edildiğinde şirket yönetim kurulunun değişmeyecek veya organsız kalmayacağını, sadece hukuka aykırı alınan kararın uygulanmasının öteleneceğini belirterek, davalı şirketin 17/07/2019 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurulda müvekkilininin itiraz ve muhalefetine rağmen oy çokluğuyla alınan gündemin ikinci maddesindeki şirket sermayesinin arttırılması kararının batıl olduğunun tespitine karar verilmesini, mahkemenin aksi kanaatte olması durumunda alınan kararın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl davada davalı vekili cevap dilekçesi ile; huzurdaki davada, şirketin muhtemel zararına karşılık davacının mahkemenin uygun göreceği miktarda teminat yatırması gerektiğini, açılan bu dava nedeniyle davacının, şirketin uğrayacağı zararlardan sorumlu olacağını ve mahkemece takdir edilmesi halinde sunulacak teminatı aşan bir zarar doğması halinde bu zararın da tazmini için talep haklarını saklı tuttuklarını, müvekkili şirketin olağanüstü genel kurul kararının, usulüne uygun alındığını ve sermaye arttırım kararının da kanuna uygun bir şekilde gerçekleştirildiğini, davacı tarafın da kendisini şirket genel kurulunda vekilleri aracılığı ile temsil ettirdiğini ve bu genel kurulda kararda muhalif kaldığını, buna karşın davacı vekilinin sadece ve sebepsiz yere sermaye artışına muhalif olduklarının üzülerek müşahede edildiğini, davacı tarafın kendisine bilgi verilmediği iddiasının gerçeği yansıtmadığını, müvekkili şirket tarafından davacı tarafa genel kurul öncesinde gerekli tüm bilançolar ve raporların sunulduğunu, davacı tarafın, şirket genel kurulunda sunulan yıl sonu bilançosundan şirketin borca batık olduğu kanaatine ulaşmakta ve bu kanaatini İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporu ile Prof. Dr. …’ın mütalaâsına dayandırmakta olduğunu, oysa dosya kapsamında borca batıklık iddiasının yıl sonu bilançosu üzerinden incelemeyeceğinin ortaya çıktığını, şirketin borca batık olmadığının ara bilançolar ile de görülmekte olduğunu, hazırlanmış olan tek bilançonun borca batıklığı bertaraf ettiği ve dolayısıyla ikinci bir bilanço düzenlenmemiş olmasının sonuca etkili olmadığını, meselenin genel kurul önüne getirilmemiş olması veya değerlemenin yönetim kurulu kararı ve inisiyatifinde yapılmasının da kesinlikle bir eksiklik olmadığını, borca batıklıktan bahsedebilmek için geçmiş dönem finansal tabloları, bir yıl önceki değerleme raporları ya da eski verilerin kullanılamayacağını, şirketin sermaye kaybı ve/veya borca batıklık konusunda yönetim kurulunun hiçbir önlem almadığı iddiasının da gerçekleri yansıtmamakta olduğunu, müvekkili şirketin 2015 mali yılından itibaren yönetim kuruluna verilen ödevleri tek tek yerine getirdiğini ve getirmeye devam etmekte olduğunu, bilançolarda özkaynakların dinamik olarak borca batık olmadığının ortaya konulduğunu, statik olarak yasanın göstermiş olduğu hadlerin altında kalmasının şirketin finansal tablolarının yanlış anlaşılmasına neden olmakta olduğunu, hatta bu nedenle de bazı hissedarların borca batıklıktan kurtulma ile ilgili aksiyon alınması gerektiğini müteaddit defalar gerek genel kurul toplantılarında; gerek ise yönetim kuruluna gönderdikleri ihtarnameler ile dile getirdiğini, özkaynakların içinde sermaye ve yasal yedekler toplamının tamamının karşılanabildiğinin tespit edildiğini, çıkarılan bütün rayiç değer bilançolarında şirketin borca batık olmadığının görülmekte olduğunu, yine davacı tarafın, yönetim kurulunun şirketin mevcut durumu ile ilgili önlemler almadığı iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, davalı şirketin borca batık olup olmadığına yönelik 31/12/2017 tarihi itibariyle 28/02/2018 tarihinde çıkarmış olduğu rayiç değerler bilançosuna göre özkaynak toplamının 131.460.314,17-TL olduğunu, bu durumda şirketin teknik iflasta olmadığını, borca batık olma durumunun dahi sermayenin arttırılmasına engel teşkil etmemekte olduğunu, sermaye artışının dürüstlük kuralına aykırı olmadığını; aksine davacının davranışlarının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, sermaye arttırımının usulüne uygun olarak gerçekleştirildiğini, müvekkili şirketin özsermayesi içinden davacının bilgisi dahilinde çekilen ve daha sonra sermaye artışında kullanılmak üzere müvekkili şirkete verilen tutarlar olduğu konusunda ortaklar arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamakta olduğunu, güncel bilanço olmaksızın sermaye arttırımının yapıldığına ilişkin iddianın da gerçek dışı olduğunu, arttırılan nakdi sermayenin tamamının ödenmiş olduğu ve davacıya sermaye artışına iştirak için makul süre verilmediği iddiasında bulunabilmenin mümkün olmadığını, belge ve beyanların gerçeği yansıtmadığı iddiasında bulunan davacının, bu iddiasının açık özetini ve hangi delille ispat edeceğini açıklamadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen davada davacı vekili dava dilekçesi ile; davalı şirketin sermaye arttırımına ilişkin karar alınan olağanüstü genel kurul toplantısının 17/07/2019 tarihinde yapıldığını, müvekkilinin davalı şirketteki payının, davalı şirketin 83.217.654,00-TL’lik sermayesine tekabül eden toplam 8.321.765.400 adet hissenin 1.260.559.093 adedi olduğunu, buna göre müvekkilinin, davalı şirketteki pay sahipliği oranının %15,14 olduğunu, toplantının 2 numaralı gündem maddesi uyarınca davalı şirketin sermayesinin 83.217.654,00-TL’den 301.235.327,66-TL’ye çıkarılmasına karar verildiğini, arttırılan 218.017.673,66-TL’nin; 70.690.027,30-TL’lik kısmının geçmiş yıl kârlarından, 38.318.809,54-TL’lik kısmının birleşme kârlarından ve 109.008.836,82-TL’lik kısmının da nakit olarak arttırıldığını, diğer pay sahiplerinden …’in de huzurda iptali talep edilen genel kurul toplantısının ikinci gündem maddesi uyarınca alınan sermaye arttırımı kararının batıl olduğunun tespiti ve iptalini talep etmiş bulunmakta oltuğunu, anılan İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/538 esas sayılı dosyası ile görülmeye başladığını, bu nedenle dosyanın bu dosya ile birleştirilmesi gerektiğini, davalı şirketin sermayesini yitirmiş ve/veya borca batık halde olması nedeniyle sermaye arttırımı yapamayacağını, şirketin finansal durumu sırasıyla bilanço ve raporlar çerçevesinde değerlendirildiğinde, öncelikle davalı şirketin 2017 yılı bağımsız denetim raporu ve ekindeki konsolide finansal tablolar uyarınca ödenmiş sermayesinin 83.217.654,00-TL; akçelerinin 4.178.017,00-TL olduğu; net dönem zararının 117.322.937,00-TL, geçmiş yıl zararlarının 492.946.022,00-TL olduğu ve dolayısıyla toplam özkaynaklarının -522.937.139,00-TL olduğunun anlaşılmakta olduğunu, bu hususun bağımsız denetçi tarafından sunulan raporda ile de sabit olduğunu, davalı şirketin sermaye kaybının aynı zamanda 31/12/2018 tarihli bilanço ile kâr/zarar tablosunda da açık bir şekilde görülmekte olduğunu, şirketin teknik iflas halinde olduğunu, bağımsız denetçinin 2017 yılında olduğu gibi 2018 yılı mali tabloları için de sınırlı olumlu görüş verdiği ve işletmenin sürekliliği üzerinde ciddi şüpheler uyandıracak önemli belirsizliklerin mevcudiyetine işaret ettiğini, tüm finansallar, denetçi raporları ve ara bilançolar birlikte değerlendirildiğinde, şirketin finansal tablolarındaki zarar miktarı ile bağımsız denetçinin tespit ettiği zarar ve özkaynak miktarlarının farklı olmasının, finansalların gerçeğe uygunluğu hakkında şüphe uyandırırken, bu rakamların şirketin her geçen yıl biraz daha zarar ederek eridiğini gösterdiğinin de ortada olduğunu, bu şüpheler ve endişeler çerçevesinde şirkete bu konuda ve şirketin finansalları hakkında bilgi alma ve inceleme hakkı kapsamında yöneltilen sorulara ise dürüst hesap verme ilkeleri uyarınca cevap alınamadığını, aksi önemli bilgilerin saklanarak şirketin mali durumunun iyi gösterilmeye çalışıldığını, şirket aleyhine açılan davalarda öne sürülen şirketin 2017 ve 2018 yıllarına ilişkin mali tablolara duyulan güvensizliğin haklılığının bu davalarda sunulmuş bilirkişi raporları ve uzman görüşleri ile doğrulandığını bu rapor ve görüşlerin şirketin sermayesini yitirdiğini ve şirketin borca batık olduğunu belirtmekte olduğunu, davalı şirketin zararda olan bir şirket olduğunu ve geçmiş yıl kârlarının gerçekten de zararlara mahsup edilmesi gerekmekte olduğunu, buna rağmen sermayeye eklenmesinin kanuna aykırı olduğunu, sermaye artışı kararının dürüstlük ilkesine aykırı olduğunu, iptali talep edilen kararın TTK hükümlerine aykırı olduğu gibi ayrıca TMK madde 2’ye de aykırı olduğunu, müvekkilinin davalı şirketten 13.264.764,00-USD alacağı olduğunu, müvekkilinin bu alacağının tahsilini davalı şirketten talep ettiğini, ancak talebin reddi üzerine arabuluculuğa başvurulduğunu, ancak anlaşmazlıkla sonuçlandığını, diğer ortak …’in de alacaklarının tahsili için icra takibi başlattığını, davalı şirketin takibe itirazı üzerine itirazın iptali davası açılmış olup davanın derdest olduğunu ve İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyası ile görülmekte olduğunu, ortak alacağı olarak görülen tutarların, gerçekte olduğundan çok daha düşük olarak belirtilmesinin nedeninin, 01/06/2018 tarihli yönetim kurulu kararında görüleceği üzere, davalı şirketin ortak alacaklarının, müvekkilinin bilgi ve rızası olmaksızın geçmişe etkili olarak Amerikan Dolarından Türk Lirası’na çevrilmiş olması ve 2014 yılından itibaren döviz kuru üzerinden takip edilmesinden vazgeçilerek kur farklarının iptal edilmesine karar vererek, kur farkını gider hesabından gelir hesabına aktarmış olması olduğunu, bu konuya bağımsız denetçi raporunda da değinilmiş olduğunu, bu şekilde azlık pay sahiplerinin adeta alacaklarının tahsilinden vazgeçerek artışa katılmak zorunda bırakılmaya çalışıldığını, güncel bilanço olmaksızın geçmiş yıl kârlarından sermaye artışı yapıldığını, arttırılan nakdi sermayenin tamamının ödenmiş olduğu iddiasının doğru olmadığını, belgeler ve yönetim kurulu beyanlarının gerçekleri yansıtmadığını, şirketin finansal tablolarının gerçeği yansıtmadığını ve dürüst resim ilkesine uygun hazırlanmadığını, iki farklı mahkeme tarafından atanan iki farklı bilirkişi raporu ile de bu durumun tespit edildiğini, şirketin hizmet aldığı bağımsız denetim firması tarafından dahi şirketin mali durumunun olumlu olarak değerlendirilmemekte ve arka arkaya sınırlı olumlu görüş verilmekte olduğunu, üstelik sermaye artışı ile müvekkilinin, alacağından feragat veya pay oranının çok büyük oranda düşmesi arasında seçim yapmaya zorlanmakta olduğunu, bu şartlar altında kanuna aykırı bir şekilde yapılacak sermaye artışının şirkete, pay sahiplerine ve alacaklara herhangi bir faydasının bulunmasının mümkün olmadığını belirterek, öncelikle davanın, İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/538 esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmesini, 2 numaralı kararın yürütülmesinin geri bırakılması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesini ve davalı şirketin 17/07/2019 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurulda müvekkilininin itiraz ve muhalefetine rağmen oy çokluğuyla alınan gündemin ikinci maddesindeki sermayesinin arttırılması kararının batıl olduğunun tespitine karar verilmesini, mahkemenin aksi kanaatte olması durumunda bu kararın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen davada davalı vekili cevap dilekçesi ile; huzurdaki davada, şirketin muhtemel zararına karşılık davacının mahkemenin uygun göreceği miktarda teminat yatırması gerektiğini, açılan bu dava nedeniyle davacının, şirketin uğrayacağı zararlardan sorumlu olacağını ve mahkemece takdir edilmesi halinde sunulacak teminatı aşan bir zarar doğması halinde bu zararın da tazmini için talep haklarını saklı tuttuklarını, müvekkili şirketin olağanüstü genel kurul kararının, usulüne uygun alındığını ve sermaye arttırım kararının da kanuna uygun bir şekilde gerçekleştirildiğini, davacı tarafın da kendisini şirket genel kurulunda vekilleri aracılığı ile temsil ettirdiğini ve bu genel kurulda karara muhalif kaldığını, buna karşın davacı vekilinin sadece ve sebepsiz yere sermaye artışına muhalif olduklarının üzülerek müşahede edildiğini, davacının sermaye arttırım kararına muhalefeti ve gerekçelerinin tamamen kötü niyetli olduğunu, davacı vekilinin sermayenin arttırılabilmesi için tümünün bütün ortaklarca ödenmiş olması gerektiği ve şirketin özvarlığını tamamen yitirmediğinin tespitine ilişkin olan açıklamalarının da haksız ve kötü niyetli olduğunu, öncelikle daha önce taahhüt edilmiş olan bütün sermayenin ödendiğini, bu hususun zaten ortaklara sunulan raporlarla sabit olduğunu, buna karşın özvarlığın yitirilip yitirilmediği hususunun ise halihazırda Türk hukuk sisteminde sermaye arttırımının bir şartı olmaktan çıkmış olduğunu, sermayenin yitirildiğine ilişkin davacı iddialarının haksız olduğunu, bağımsız denetçi raporu ile özkaynaklarının içinde sermaye ve yasal yedekler toplamının tamamının karşılanabildiğinin tespit edildiğini, davacı tarafça, bağımsız denetçinin sınırlı olumlu görüş vermesinin sebebinin de işletmenin devamlılığında ciddi şüpheler duyması olduğunun söylendiğini, oysa bu konuda bağımsız denetçi raporlarına bakıldığında konunun bu şekilde olmadığının açıkça görülmekte olduğunu, bağımsız denetçinin sınırlı olumlu görüş vermesinin gerekçesinin, yapılan muhasebe düzeltmeleri mutabakat farklarından kaynaklanmakta ve söz konusu mutabakat farklarının en önemli bölümünün, …A.Ş. ile geçmiş dönemlerde teslim edilen ancak tapu harçları giderlerine intikal etmeyen tutarlar olduğunu, bağımsız denetim karşılaştırmalı bilançolar üzerinden yapıldığı için, bağımsız denetçinin bu gerekçeyi düzenlemenin yapıldığı yıl da dahil olmak üzere üç yılın raporuna taşımak zorunda olduğunu, sınırlı olumlu görüşe yol açan şirket muhasebe kayıtlarında gerekli düzeltmelerin müvekkili şirket tarafından yapıldığını ve bu durumu davacı tarafın da bilmekte olduğunu, teknik olarak yapılan bu düzenlemenin yıl sonu mutabakatlarından kaynaklandığını, 2016 yılı olağan genel kurul toplantısında bütün ortaklar tarafından kabul edildiğini ve bilanço kâr ve zarar hesaplarının onaylandığını, yönetim kurulunun bu işlemlerle ilgili olarak da oy birliği ile ibra edildiğini, bağımsız denetçi raporunda etkisi tespit edilemeyen herhangi bir düzeltme mevcut olmadığı gibi; bağımsız denetçiye açıklanamayan herhangi bir hususun da söz konusu olmadığını, davacının gerçekleri saklama çabası içerisinde olduğunu, mahkemeye gerçekleri anlatmamakta olduğunu, bu halde bağımsız denetçinin raporuna dayanılarak dürüst resim ilkesinin olmadığı ve işletmenin devamlılığının bulunmadığının ileri sürülemeyeceğini, davacı tarafın diğer yandan İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyasına sunulan mütalaâya atıf ile müvekkili şirketin borca batıklığından bahsetmekte olduğunu, oysa dosya kapsamında borca batıklık iddiasının yıl sonu bilançosu üzerinden incelemeyeceğinin ortaya çıktığını, şirketin borca batık olmadığının ara bilançolar ile de görülmekte olduğunu, hazırlanmış olan tek bilançonun borca batıklığı bertaraf ettiği ve dolayısıyla ikinci bir bilanço düzenlenmemiş olmasının sonuca etkili olmadığını, meselenin genel kurul önüne getirilmemiş olması veya değerlemenin yönetim kurulu kararı ve inisiyatifinde yapılmasının da kesinlikle bir eksiklik olmadığını, borca batıklıktan bahsedebilmek için geçmiş dönem finansal tabloları, bir yıl önceki değerleme raporları ya da eski verilerin kullanılamayacağını, şirketin sermaye kaybı ve/veya borca batıklık konusunda yönetim kurulunun hiçbir önlem almadığı iddiasının da gerçekleri yansıtmamakta olduğunu, müvekkili şirketin 2015 mali yılından itibaren yönetim kuruluna verilen ödevleri tek tek yerine getirdiğini ve getirmeye devam etmekte olduğunu, bilançolarda özkaynakların dinamik olarak borca batık olmadığının ortaya konulduğunu, statik olarak yasanın göstermiş olduğu hadlerin altında kalmasının şirketin finansal tablolarının yanlış anlaşılmasına neden olmakta olduğunu, hatta bu nedenle de bazı hissedarların borca batıklıktan kurtulma ile ilgili aksiyon alınması gerektiğini müteaddit defalar gerek genel kurul toplantılarında; gerek ise yönetim kuruluna gönderdikleri ihtarnameler ile dile getirdiğini, özkaynakların içinde sermaye ve yasal yedekler toplamının tamamının karşılanabildiğinin tespit edildiğini, çıkarılan bütün rayiç değer bilançolarında şirketin borca batık olmadığının görülmekte olduğunu, yine davacı tarafın, yönetim kurulunun şirketin mevcut durumu ile ilgili önlemler almadığı iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, davalı şirketin borca batık olup olmadığına yönelik 31/12/2017 tarihi itibariyle 28/02/2018 tarihinde çıkarmış olduğu rayiç değerler bilançosuna göre özkaynak toplamının 131.460.314,17-TL olduğunu, bu durumda şirketin teknik iflasta olmadığını, borca batık olma durumunun dahi sermayenin arttırılmasına engel teşkil etmemekte olduğunu, sermaye artışının dürüstlük kuralına aykırı olmadığını; aksine davacının davranışlarının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, sermaye arttırımının usulüne uygun olarak gerçekleştirildiğini, müvekkili şirketin özsermayesi içinden davacının bilgisi dahilinde çekilen ve daha sonra sermaye artışında kullanılmak üzere müvekkili şirkete verilen tutarlar olduğu konusunda ortaklar arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamakta olduğunu, güncel bilanço olmaksızın sermaye arttırımının yapıldığına ilişkin iddianın da gerçek dışı olduğunu, arttırılan nakdi sermayenin tamamının ödenmiş olduğu ve davacıya sermaye artışına iştirak için makul süre verilmediği iddiasında bulunabilmenin mümkün olmadığını, belge ve beyanların gerçeği yansıtmadığı iddiasında bulunan davacının, bu iddiasının açık özetini ve hangi delille ispat edeceğini açıklamadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl ve birleşen dava, davalı şirketin 17/07/2019 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurulunda davacıların muhalefetine rağmen oy çokluğuyla alınan, gündemin ikinci maddesindeki sermayesinin arttırılması kararının batıl olduğunun tespiti, olmadığı takdirde iptali talebine ilişkin bulunmaktadırlar.
Mahkememizce davalı şirketin ticaret sicili kayıtları, davalı şirket ana sözleşmesi, 17/07/2019 tarihli olağanüstü genel kurul toplantı tutanağı ile toplantı gündem ve tutanakları ve hazır bulunanlar listesi, 30/04/2019 tarihli olağan genel kurul toplantı tutanağı ile 30/04/2019 tarihinde yapılan 2018 yılı ertelenen genel kurul toplantı tutanağı, davalı şirket faaliyet raporları, finansal raporları, davalı şirketin 01/01-31/12/2018 hesap dönemine ait finansal tabloları ve bağımsız denetçi raporları, 31/12/2018 tarihli bilanço ve kâr/zarar tablosu, ara bilançolar, davalı şirketin tarihli yönetim kurulu kararları, sermaye artışının tesciline ve yayınlanmasına ilişkin belgeler, davalı şirket 28/03/2019 tarihinde yapılan 2018 yılı olağan genel kurul toplantı tutanağı, SPKdan akredite gayrimenkul değerleme şirketlerine davalı şirket tarafından yaptırılan değerleme raporları, iştirak taahhütnamesi, yönetim kurulu beyanı, … ili, … ilçesindeki 33 adet gayrimenkulün satılmasına ilişkin bilgi talebini içeren … 7. Noterliği’ne ait 12/11/2019 tarihli ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ve bu gayrimenkullerin satışına ilişkin tüm bilgi ve belgeler, hukuki mütalaâ, İstanbul…. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyası, İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … sayılı dosyalar, SMMM raporu, yönetim kurulu raporu, İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyası, İstanbul .. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyası, İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosyası ve İstanbul… Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … esas sayılı dosya dosyamız arasına alınmış; asıl ve birleşen davalarda iddia, savunma ve toplanan tüm delillere nazaran ve davalı şirketin ilgili genel kurul tutanakları ile, ilgili yıllara ait ticari defter ve dayanak kayıtları ve karar defterleri üzerinde, butlan ve iptali talep olunan genel kurul kararının butlan şartlarının oluşup oluşmadığının ya da kanun, ana sözleşme ve objektif iyi niyet kurallarına aykırı olup olmadığı; buna göre iptali şartlarının bulunup bulunmadığı ve ayrıca iddia ve savunma kapsamında taraflarca cevaplandırılması istenilen hususları da kapsar şekilde SMMM, ticaret hukuku öğretim üyesi ve iktisat-ekonometri öğretim üyesinden oluşan bilirkişi heyetinden rapor ve aynı heyetten taraf vekillerince bilirkişi raporuna karşı sunulan beyan ve itirazlar ile dosyaya yeni sunulan farklı mahkemelerce temin edilen raporlar da göz önünde bulundurularak ek rapor; dosya kapsamına sunulan deliller, taraf beyanları, temin edilen raporlar, raporlara karşı yapılan itirazlar, dosyamız arasına alınan diğer mahkeme dosyaları kapsamında da inceleme yapılmak suretiyle YMM, muhasebe-finansman öğretim üyesi ve ticaret hukuku öğretim üyesinden oluşan bilirkişi heyetinden rapor temin edilmiştir.
YMM …, muhasebe-finansman öğretim üyesi Prof. Dr. … ve ticaret hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. … tarafından düzenlenerek mahkememiz dosyası kapsamına sunulan 17/01/2023 tarihli rapor ile; sermayenin artırılan kısmını iç kaynaklardan karşılayan tutarın,
şirket bünyesinde gerçekten var olduğunun, onaylanmış yıllık bilanço ve yönetim kurulunun
vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanmasının, bilanço tarihinin üzerinden altı aydan
fazla zaman geçmiş olduğu takdirde, yeni bir bilanço çıkarılmasının ve bunun yönetim
kurulu tarafından onaylanmasının şart olduğu, somut olayda yıllık bilanço tarihinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olduğunun tartışmasız olduğu, davalı şirketin, bu nedenle serbest muhasebeci mali müşavir görevlendirerek
16/07/2019 tarihli iki ayrı rapor hazırlattığını, bu raporların birinde sermayeye ilave
edilecek iç kaynakları ile ortakların nakit alacaklarının miktarı; diğerinde ise 30/06/2019
tarihi itibari ile Türkiye Finansal Raporlama Standartları doğrultusunda hazırlanan
bilançoya göre şirket sermayesinin ödendiğinin tespit edildiği, davalı şirketin sunduğu … Yönetim Kurulu
Faaliyet Raporu başlığını taşıyan ve yönetim kurulu üyeleri tarafından imzalanan yazıda,
16/07/2019 tarihli yönetim kurulu kararı ile 30/06/2019 tarihi itibariyle TFRS(Türkiye
Finansal Raporlama Standartları)’ye göre işletmenin sürekliliği ilkesi ve rayiç değerlere göre şirketin
bilançosunun çıkartılmasına karar verildiğinin belirtildiği, aynı yazı içerisinde TFRS’ye göre
çıkartılan mali bilançonun da verildiği, 16/07/2019 tarihli yönetim kurulu kararında ayrıca sunulduğu, kararda 30/06/2019
tarihli bilançonun çıkartıldığı ve şirket sermayesinin yeterli olduğu ve öz kaynakların içinde sermaye ve yasal yedekler toplamının
karşılanabildiğine karar verildiğinin görüldüğü, ancak, bu yönetim kurulu kararında ve
kararda yer alan 30/06/2019 tarihli bilançoda, sermayenin artırılan kısmını, tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğunun belirtilmediğinin anlaşıldığı, ayrıca, bu bilançoya göre geçmiş yıllardan gelen 572.739.861-TL zarar mevcut olduğu, şirketin
geçmiş yıllara ait zararları kapatılmadan kâr payı dağıtılamayacağı gibi bu kârın sermaye
artışında da kullanılamayacağı, nakit sermaye artışında kullanılan 109.008.836,82-TL ortak alacağının gerçekliği ve geçerliliği
hakkında alınmış bir bilirkişi raporu bulunmadığı ve ortak alacağının mevcudiyeti hakkında
rapor hazırlayan serbest muhasebeci mali müşavirin raporunda bu alacağın 431 uzun vadeli
ortaklara borçlar hesabında yer aldığı, dolayısıyla vadesi gelmeyen ortak alacaklarının ise
sermaye artışında kullanılmış olması sebebiyle kanuna uygun olmadığı,
sermaye artırımının, kanuni usule uygun yapılmadığı, hem
yönetim kurulunun sermayenin artırılan kısmını, iç kaynaklardan karşılayan tutarın davalı
şirket bünyesinde gerçekten var olduğu hakkında bir bilanço hazırlanmadığı ve yönetim
kurulunca onaylanmadığı; hem de geçmiş yıllardan gelen zarar kapatılmadan şirketin geçmiş yıl
kârlarının sermaye artışında kullanılamayacağı gerekçeleriyle usule uygun olmadığı,
üçte iki sermaye kaybı bakımından inceleme sonuçlarına göre;
31/12/2018 tarihli son yıllık bilanço ile sermayesinin üçte ikisinden fazlasını kaybettiği tespit
edilen davalı şirketin, kanunda öngörülen tedbirlerden sermayenin tamamlanması veya
kalan sermaye ile yetinilmesi dışında bir tedbire başvuramayacağı, son yıllık bilançoya göre
sermayesinin tümünü kaybettiği anlaşın davalı şirketin kalan sermaye ile yetinmek bakımından
sermaye azaltmasının söz konusu olamayacağı, buna karşılık, kanun gereğince tüm pay
sahiplerinin oy birliğiyle alacağı kararla sermayesini tamamlayabileceği ve sermayenin
tamamlanmasının bir yöntemi olarak TTK. m.473/1’de ve TTK’nun 376. Maddesinin
Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ m.10/1-a’da sözü edilen, esas sözleşme
değişikliğini gerektirmeyen eş zamanlı sermaye azaltılması ve artırılması yoluna başvurabileceği,
buna karşılık, aynı tebliğin 10/1-b hükmü kapsamında sermaye artırımı yapamayacağı,
davalı şirketin 17/07/2019 tarihli olağanüstü genel kurulda alınan sermaye artırımı
kararında; iç kaynaklardan (geçmiş yıl karlarından ve birleşme karlarından) yapılan artırım
kısımlarının şirketin 31/12/2018 tarihli son yıllık bilançosu ile çelişkili olduğu, söz konusu iç
kaynakların şirket bünyesinde bulunmadığı usulünce tespit edilmiş olduğu halde, yapılmak
istenen sermaye artırımına gerekçe oluşturmak amacıyla hazırlanan mali raporlar, ara bilanço ve
yönetim kurulu kararlarının bu yönden kesinleşen finansal tablolara ve maddi gerçeklere uygun
düşmediği tespit edilmiştir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376. maddesi; “(1) Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırır ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.
(2) Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer.
(3) (Değişik: 26/6/2012-6335/16 md.) Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması hâlinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister. Meğerki, iflas kararının verilmesinden önce, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul etmiş ve bu beyanın veya sözleşmenin yerindeliği, gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulu tarafından iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilirkişilerce doğrulanmış olsun. Aksi hâlde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru, iflas bildirimi olarak kabul olunur.” hükmünü içermektedir.
Kanun hükmünde dava konusu olayı ilgilendiren kısım maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarıdır. İkinci fıkra hükmünde Şirket’in “son yıllık bilançosuna göre” sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığının anlaşılması düzenlenmektedir. Üçüncü fıkrada ise Şirket’in borca batık olması durumunda Yönetim Kurulu’nun “ara bilanço” çıkartarak akabinde izlemesi tanımlanmaktadır. Şirket’in “31/12/2018 tarihli yıllık bilançosuna” göre öz kaynakların tamamen kaybedilmiş olduğu taraflar arasında tartışmalı değildir. Bağımsız Denetim Raporu’nu hazırlayan …A.Ş. de, Bağımsız denetim raporunun 2, 5 numaralı Dipnotunda “31 Aralık 2018 tarihli finansal bilgilerin işletmenin sürekliliği ilkesi” uyarınca hazırlandığı, bununla birlikte, 31 Aralık 2018 tarihi itibariyle Şirket’in kısa vadeli yükümlülükleri dönen varlıklarını 98.189.731-TL aşmış, Şirket’in dönem zararı 191.038.072-TL, geçmiş yıllar zararları ise 475.867.265-TL olarak gerçekleşmiş ve öz kaynak açığı 579.789.017-TL olmuştur” şeklindeki görüşü ile aynı noktayı tespit etmiştir. Davacı taraf, son yıllık bilançodaki bu tespit nedeniyle TTK’nın 376/2. maddesinin uygulanması gerektiğini ve doğrudan sermaye artışı kararı alınamayacağını belirtmekte; davalı ise son yıllık bilançodan sonra hazırlatılan ara bilançoda şirketin öz kaynak toplamının arttığını ileri sürerek esasında şirketin sermayesinin şirket özvarlığının içinde yasal oranda bulunduğunu, böylelikle TTK 376/2 prosedürünü uygulamadan doğrudan sermaye artışı kararı alınabileceğini belirtmektedir. Burada cevaplanması gereken soru, şirketin son yıllık bilançosunda öz kaynaklarını tamamen yitirmiş olduğunun tespit edildiği hallerde nasıl bir usul izleneceğidir. 6102 sayılı -yeni- Türk Ticaret Kanunu’nun 376. Maddesi, 6762 sayılı -eski- Türk Ticaret Kanunu’nun 324/2. Maddesinden farklı olarak sermaye ve yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalıp kalmadığının son yıllık bilançoya göre tespit edileceği düzenlenmiştir. Böyle bir tespit yapıldığında Yönetim Kurulu’na verilen görev derhal Genel Kurul’u toplantıya çağırmak ve pay sahiplerine olumsuz finansal tabloyu düzeltme imkanı vermektir. Pay sahipleri Genel Kurul’da şirketin devam edip etmemesine karar verecektir. Sermaye ve yedek akçeler toplamının üçte ikisinden daha fazlasının, hatta tamamının karşılıksız kaldığının yıllık bilançodan anlaşılması halinde de aynı usul uygulanmalıdır. Aksi görüşün kabulü halinde, yani Yönetim Kurulu’nun son yıllık bilançoda ortaya çıkan sermaye kaybını pay sahiplerine bildirmeden doğrudan ara bilanço hazırlatmasının mümkün olduğunu kabulü durumunda, şirketin bir anda iflas riski ile karşı karşıya kalması muhtemeldir. Hazırlatılacak ara bilanço sonucunda aktiflerin şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması halinde pay sahiplerinin müdahalesine imkan olmaksızın mahkemeye iflas müracaatı yapılması gerekecektir. Böyle bir otomatik sonuç ile karşılaşılmaması ve pay sahiplerine şirketin geleceği hakkında karar verme imkanı tanınması için, yıllık bilançodan sermayenin üçte ikisinin ya da tamamının kaybedildiğinin görülmesi halinde derhal Genel Kurul’un toplantıya çağırılması zaruri bulunmaktadır. Genel Kurul bu toplantıda sermayenin kalanı ile yetinme ya da sermayenin tamamlanmasına karar vermelidir. Sermayenin kalanı ile yetinme kararının alınabilmesi için TTK m.473/1’ün yaptığı atıfla 421/3. maddesinin birinci cümlesi gereği sermayenin en az % 75’inin olumlu oyu gereklidir. Sermayenin tamamlanması halinde ise, ya aynı genel kurul kararıyla sermaye azaltılmasını takiben sermaye artırımı ile öz kaynaklar esas sermaye düzeyine çıkarılabilir veya TTK m.421/2 (a) uyarınca bilanço zararlarının kapatılmasına karar verilebilir. İlk halde sermayesini %75’inin, ikinci halde ise % 100’ünün olumlu oyu şarttır. Yargıtay’da, şirketin son yıllık bilançosuna göre borca batık durumda olması halinde esas sermaye artışına gidilemeyeceği görüşündedir(Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 12/05/2015 tarih ve 2014/10023 E. 2015/6770 K. Sayılı kararı). Davalı taraf, bu uygulamanın değişeceğini, zira 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ ile borca batıklık halinde dahi sermayenin arttırılmasının mümkün hale geldiğini savunmaktadır. Anılan Tebliğ hükümleri uyarınca borca batıklık dışında sermaye ve yedek akçeler toplamının “en az” üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde de Genel Kurul’un doğrudan sermaye artırımına karar verilebilecektir. Bir başka ifade ile Tebliğ, yukarıda varılan sonucu doğrulamakta, ancak şirketlere TTK 376/2 uyarınca mümkün olmayan yeni bir imkan tanımaktadır. Normlar hiyerarşisi dikkate alındığında, Ticaret Bakanlığı tarafından çıkartılan bir Tebliğ ile Türk Ticaret Kanunu’ndaki bir düzenlemenin değiştirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu itibarla, davalı tarafın, alınan sermaye artırımı kararının ilgili tebliğe uygun olduğu yönündeki savunmasına itibar edilmemiştir. Davacı taraf, Genel Kurul’un, pay sahiplerinin şirketten olan alacaklarının da nakit sermaye artışında kullanılabileceği yönünde karar aldığını, nitekim pay sahiplerinden …’ın şirketten alacağını kullanarak nakit katılım yapmış bulunduğunu, ancak pay sahiplerinin şirketten olan alacaklarının Bilirkişi marifetiyle tespit edilmemiş olduğunu, bunun usule aykırılık teşkil ettiğini belirtmektedir. Davalı taraf ise, söz konusu alacakların “daha önce şirkete sermaye konulması gayesi ile ortaklar tarafından nakit olarak şirket hesaplarına intikal ettirilmiş olan tutarlardan oluştuğunu, nakit olarak konulan tutarların bilirkişi tarafından belirlenmesine gerek bulunmadığını, bu konu ile ilgili olarak hazırlanan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünün 02/01/2014 tarihli yazısında açıkça nakit olarak konulmuş paraların sermaye artışında SMMM Raporu ile sermayeye ilave edilebileceği, bu tip tutarlar için ayni sermaye muamelesi yapılmaması gerektiğini ifade ederek kanuni usule uygun davranıldığını belirtmektedir. Tartışma Türk Ticaret Kanunu’nun 127. maddesi ile, bu maddenin atıf yaptığı TTK’nın 342. maddesi 1. fıkrasına ilişkindir. Sermaye koyma borcunu düzenleyen 127. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde para, alacak gibi değerlerin sermaye olarak konulabileceği belirtildikten sonra 2.fıkrasında bazı madde hükümleri saklı tutulmuştur. Saklı tutulan hükümlerden olan TTK’nın 342. maddesinin 1. fıkrası ayni sermaye konulabilecek mal varlığı unsurlarını tanımlamaktadır. Buna göre “Üzerlerinde sınırlı ayni bir hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikri mülkiyet hakları ile sanal ortamlar da dâhil, malvarlığı unsurları ayni sermaye olarak konulabilir. Hizmet edimleri, kişisel emek, ticari itibar ve vadesi gelmemiş alacaklar sermaye olamaz.” Hemen bir sonraki maddede de değerlemenin nasıl yapılacağı belirlenmiştir. TTK 343/1 maddesi hükmü gereği konulan ayni sermayeye, şirket merkezinin bulunacağı yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesince atanacak bilirkişilerce değer biçilecektir. Değerleme raporunda sermaye olarak konulan alacakların gerçekliğinin, geçerliliğinin ve 342. maddeye uygunluğunun tespit edilmesi istenmiştir. Davalı tarafından atıfta bulunulan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nün 02/01/2014 tarihli yazısında ortağın şirketten olan alacağının SMMM raporu ile sermaye artırımına konu edilebilmesi için; “bu alacağın yalnızca şirkete nakit olarak verilen borçtan kaynaklanması ve ibraz edilen raporda da bu alacağın nakdi borçlanmadan kaynaklandığının açıkça belirtilmesi, bunun dışında kalan ortaklık alacakları bakımından yapılacak tespitin ise 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 343. maddesi uyarınca şirket merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesi’nde atanan bilirkişilerce hazırlanacak raporla yapılması” gerektiği açıklanmıştır. Öncelikle ifade edilmelidir ki, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret yazısındaki değerlendirme TTK düzenlemesini değiştirecek mahiyette bulunmamaktadır. TTK’nın 342. ve 343. maddeleri hükmü gayet açıktır ve ortak alacağının, sermaye olarak konulmak istenmesi halinde bu alacağın gerçekliği, geçerliliği ve 343. maddeye uygunluğu şirket merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesince tayin edilecek bilirkişi marifetiyle tespit edilmelidir. Somut olayda böyle bir bilirkişi tespitinin yapılmadığı açıktır. Kaldı ki, dosyadan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünün 02/01/2014 tarihli yazısındaki şartların dahi yerine getirildiği anlaşılamamaktadır. Bu yazı uyarınca mahkeme, bilirkişi raporu aranmaması için “bu alacağın yalnızca şirkete nakit olarak verilen borçtan kaynaklanması” zaruridir. Oysa Davalı tarafın yaptığı açıklamalardan bu alacağın mahiyetini tespit etmek mümkün olamamaktadır. Davalı şirketin hem kendi Bağımsız Denetçisi tarafından hazırlanan Rapor’dan hem de sermaye artışı için hazırlattırılan Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Raporundan alacağın vadesinin gelmediği sonucu çıkmaktadır. TTK’nın 342. maddesi I. fıkrası uyarınca vadesi gelmemiş alacaklar sermaye olamazlar. Bu nedenle de yapılan sermaye artışının usule uygun olmadığı ortadadır. görüşündedir.
Yine 6102 Sayılı TTK’nun iç kaynaklardan sermaye artırımını düzenleyen 462. maddesi; “(1) Esas sözleşme veya genel kurul kararıyla ayrılmış ve belirli bir amaca özgülenmemiş yedek akçeler ile kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları ve mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar sermayeye dönüştürülerek sermaye iç kaynaklardan artırılabilir.
(2) Sermayenin artırılan kısmını, iç kaynaklardan karşılayan tutarın şirket bünyesinde gerçekten varolduğu, onaylanmış yıllık bilanço ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanır. Bilanço tarihinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olduğu takdirde, yeni bir bilanço çıkarılması ve bunun yönetim kurulu tarafından onaylanmış olması şarttır.
(3) Bilançoda sermayeye eklenmesine mevzuatın izin verdiği fonların bulunması hâlinde, bu fonlar sermayeye dönüştürülmeden, sermaye taahhüt edilmesi yoluyla sermaye artırılamaz. Hem bu fonların sermayeye dönüştürülmesi hem de aynı zamanda ve aynı oranda sermayenin taahhüt edilmesi yoluyla sermaye artırılabilir. Artırım genel kurul veya yönetim kurulu kararının ve esas sözleşmenin ilgili maddelerinin değişik şeklinin tescili ile kesinleşir. Tescil ile o anda mevcut pay sahipleri mevcut paylarının sermayeye oranına göre bedelsiz payları kendiliğinden iktisap ederler. Bedelsiz paylar üzerindeki hak kaldırılamaz ve sınırlandırılamaz; bu haktan vazgeçilemez.” hükmünü içermektedir.
Buna göre, yedek akçeler ile kanuni yedek akçelerin serbestçe kullanılabilen kısımları ve mevzuatın bilançoya konulmasına ve sermayeye eklenmesine izin verdiği fonlar prensip olarak sermayeye dönüştürülerek sermaye iç kaynaklardan artırılabilir. Sermayenin iç kaynaklar kullanılarak artırılacak kısmı karşılayan tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğu onaylanır, yıllık bilanço ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanır. Bilanço tarihinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olduğu takdirde, yeni bir bilanço çıkarılması ve bunun yönetim kurulu tarafında onaylanması aranmaktadır. Somut olayda, artırılan 218.017.673,66-TL sermayenin; 70.690.027,30-TL’lik kısmının geçmiş yıl kârlarından, 38.318.809,54-TL’lik kısmının birleşme kârlarından artırılmış ve artırılan sermayeden hissedarlara hisseleri oranında bedelsiz pay verilmiştir. TTK’nın 462. maddesi içerisinde şirketin elde ettiği karın iç kaynak olarak sermaye artışında kullanılacağı açıkça belirtilmemiş ise de, doktrin ve Yargıtay Kararları ile sabit olduğu üzere önceki yıldan aktarılan kar, önceki hesap dönemlerinin dağıtılmamış karlarından artırım, dağıtılmamış son yıl karı ve şirketin birleşmesi ve devralmadan doğan kazançlar sermaye artırımı için kullanılabilecek iç kaynaklardandır. Davacı taraflar, geçmiş yıl karının ya da birleşme karının iç kaynak olarak sermayeye katılamayacağını iddia etmemekte, Ssermaye artışında kullanılan -bilançonun Kanuna uygun hazırlanmadığını ve şirketin zararı olması halinde karın öncelikle zararın kapatılmasında kullanılması gerektiğini, zarar kapatılmadan sermayeye ilave edilemeyeceğini savunmaktadır. TTK 462. maddenin 2. fıkrası “sermayenin artırılan kısmını, iç kaynaklardan karşılayan tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğunun, onaylanmış yıllık bilanço ve yönetim kurulunun vereceği açık ve yazılı bir beyanla doğrulanmasını, bilanço tarihinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olduğu takdirde, yeni bir bilanço çıkarılmasını ve bunun yönetim kurulu tarafından onaylanmasını şart koşmaktadır. Somut olayda yıllık bilanço tarihinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olduğu tartışmasızdır. Davalı Şirket, zaten bu nedenle Serbest Muhasebeci Mali Müşavir görevlendirerek 16/07/2019 tarihli iki ayrı rapor hazırlatmıştır. Bu raporların birinde “sermayeye ilave gerekçesi iç kaynakları ile ortakların nakit alacaklarının miktarı”, diğerinde ise 30/06/2019 tarihi itibari ile Türkiye Finansal Raporlama Standartları doğrultusunda hazırlanan Bilançoya göre “şirket sermayesinin ödendiği” tespit edilmiştir. Davalı Şirket’in sunduğu “… Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu” başlığını taşıyan ve Yönetim Kurulu üyeleri tarafından imzalanan yazıda, 16/07/2019 tarihli Yönetim Kurulu Kararı ile 30/06/2019 tarihi itibariyle TERS’ye (Türkiye Finansal Raporlama Standartları) göre işletmenin sürekliliği ilkesi ve rayiç değerlere göre şirketin bilançosunun çıkartılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Aynı yazı içerisinde TFRS’ye göre çıkartılan mali bilanço da verilmiştir. 16/07/2019 tarihli Yönetim Kurulu Kararı da ayrıca sunulmuştur. Bu kararda 30/06/2019 tarihli bilançonun çıkartıldığı ve “şirket sermayesinin TTK 376. Madde hükümlerine göre yeterli olduğu ve öz kaynakların içinde sermaye ve yasal yedekler toplamının karşılanabildiğine karar verildiği” ancak, bu Yönetim Kurulu Kararı’nda ve kararda yer alan 30/06/2019 tarihli Bilançoda, 462.maddenin ikinci fıkrası şart koşulan “sermayenin artırılan kısmını, tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğunun” belirtilmediği anlaşılmaktadır. Yıllık safı kar, dağıtılmayarak genel kurul tarafından bir sonraki yıla aktarılmış olabilir. Böyle bir durumda söz konusu kar, kar dağıtımı maksadıyla ayrılmış yedek akçe kabul edilecektir. Ancak, o yıl bir zarar söz konusu ise bu yedek akçenin zararların kapatılmasına tahsis edilmesi gerekecektir. Şirketin geçmiş yıllara ait zararları kapatılmadan önce kar payı dağıtılamaz”. “Yedek akçelerin sermaye artırımında kullanılabilmesi için serbest tasarruf edilebilecek nitelikte olması gerekmektedir.” Bu nedenle, öncelikle yapılması gereken yedek akçeye dönüşmüş olan geçmiş yıllar karlarından zararın kapatılması, daha sonra kar payı dağıtılması ya da miktarın sermayeye eklenmesidir. Belirtilen nedenlerle, geçmiş yıl karının ya da birleşme karının iç kaynak olarak sermayeye katılması işleminin Kanun’a uygun gerçekleştirilmediği açıktır.
Dosya kapsamında temin edilen 19/01/2023 tarihli bilirkişi raporu ile, davalı şirketin 31/12/2018 tarihli yıllık bilançosu ile şirketin dönem zararının 191.038,072-TL, geçmiş yıl zararlarının 475.867.265-TL olduğu, aktiflerinin düşülmesiyle öz sermayesinin -579.789.017-TL olduğu, sermayesinin üçte ikisinden fazlasını kaybettiği, hatta borca batık olduğu tespit edilmiştir. TTK.m.376/2’ye göre; “Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer.” TTK.m.376/3’e göre borca batıklık “aktiflerin muhtemel satış fiyatları üzerinden hazırlanacak ara bilanço” ile tespit edilmelidir. Daha sonra alınan mali raporlara göre şirketin borca batık olmadığı iddia edilmiş olmakla birlikte, bu tespitler TTK.m.376/3’e göre borca batıklık bildirimi yapılarak iflasın istenmesi zorunluluğunu ortadan kaldırabilirse de TTK.m.376/2 gereğince, emredici kanun hükmüyle belirlenen tedbirlerden muafiyet imkanı vermez. Çünkü TTK.m.376/2’de üçte iki veya daha fazla sermaye kaybının son yıllık bilanço ile tespiti halinde, derhal olağanüstü toplantıya çağrılacak genel kurul ya sermayenin tamamlanmasına ya da kalan sermaye ile yetinmeye karar verebilecektir. Bu iki karardan birinin alınmaması halinde şirket infisah eder. Somut olayda, 31/12/2018 tarihli yıllık bilanço ile sermayenin tümüyle kaybedildiği tespit edildiğine göre, kalan sermaye ile yetinme seçeneği artık mümkün değildir. Dolayısıyla, somut olay bakımından, şirketin devamı için tek seçenek sermayenin tamamlanmasıdır. TTK.m.421/2-a gereğince “Bilanço zararlarının kapatılması için yükümli ve ikincil yükümlülük koyan kararlar” oybirliğiyle alınabileceğinden, eksilen sermayenin tamamlanması bütün ortaların temsil edildiği genel kurulda ve tüm ortakların olumlu oylarıyla alınacak kararla olabilir. Yani sermayenin tamamlanması için gerek toplantı yeter sayısı gerek karar yetersayısı oy birliğidir. AŞ genel kurul kararları için “oybirliği” koşulu son derece istisnai bir karar yetersayısı olup, sermaye artırımında olduğunun aksine, sermayenin tamamlanmasında oybirliği aranması özel sebebe ve amaca matuftur. Konu AŞ hukukunda pay sahiplerinin “tek borç ilkesi” ile bağlantılıdır. TTK.m.480/1’e göre, Kanunda öngörülen istisnalar dışında, esas sözleşmeyle pay sahibine, pay bedelini veya payın itibari değerini aşan primi ifa dışında borç yükletilemez. Tek borç ilkesi gereğince, AŞ pay sahipleri sermaye taahhütlerini tamamen yerine getirdikten sonra, kendi onayları olmadan artık tekrar borç ve yükümlülük altına sokulamazlar. Dolayısıyla somut olayda esas ve birleşen davalardaki davacı pay sahipleri de dahil tüm pay sahiplerinin onayı olmadan sermayenin tamamlanması mümkün değildir. Üçte iki sermaye kaybında, bir zorunlu tedbir olarak öngörülmüş olan sermayenin tamamlanması, sermaye artırımından farklıdır. Pay sahipleri sermaye artırımına katılmaya da zorlanamaz ve bazı pay sahiplerinin karşı oy kullanmasına rağmen genel kurulda sermaye artırımı yapılabilir ise de tüm pay sahiplerinin kabul ve onayı olmadan sermayenin tamamlanmasına karar verilemez. Esasen TTK.m.376 gereğince genel kurulun kanunla belirlenen iki seçenekten birine karar vermek üzere olağanüstü toplantıya çağrılması durumunda, bu iki karardan biri alınmadan toplantının sona ermesi halinde, başka bir karara gerek olmaksızın, kanunun açık hükmü gereğince şirket kendiliğinden sona erer. Fakat somut olayda bu infisah durumunun da vaki olmadığı açıktır. Zira, genel kurul TTK.m.376/2’ye uygun şekilde sermayenin tamamlanması (veya somut olayda mümkün olmamakla birlikte kalan sermaye ile yetinme) kararı almak üzere, kanunda öngörülen özel gündemle toplantıya çağrılmamıştır. Dava konusu 17/07/2019 tarihli genel kurulda ise sermayenin tamamlanmasına değil sermaye artırılmasına karar verilmiştir. TTK.m.376 yönetim kurulunun “görev ve yetkileri” üst başlığı altında düzenlenmiş olup, sermaye kaybı ve borca batıklık durumunda şirket yönetim kuruluna kanunen devredilmez görev ve yetkiler tanımaktadır (TTK.m.375/1-g). Somut olayda, davalı şirketin 31/12/2018 tarihli yıllık bilançosu ile şirket sermayesinin tümüyle kaybedildiği tespit edildiğine göre yönetim kurulunun ivedilikle yerine getirmesi gereken iki görevi vardır. Bunlar; 1. TTK.m.376/2 gereğince “derhal” genel kurulu özel gündemle olağanüstü toplantıya çağırmak, 2. Yıllık bilançoya göre ortaya çıkan ağır sermaye kaybını “Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaret” kabul ederek aktiflerin satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkararak, şirketin borca batık olup olmadığını tespit etmektir. Bunlardan yalnızca biri değil her ikisi de yönetim kurulunun “kanundan doğan” görevidir. Aksine davranış TTK.m.553 vd. hükümleri gereğince sorumluluğu gerektirecektir. Somut dava konusu olayda olduğu gibi, son yıllık bilanço ile üçte iki sermaye kaybı tespit edildiği halde, YK’nun genel kurulu tamamlama veya yetinme kararı almak üzere toplantıya çağırmaması ihtimalinde ne olacağı ise kanunda açıkça düzenlenmemiştir. Yönetim kurulunun, yıllık bilanço ile üçte ikiyi aşan sermaye kaybını tespit etmesine rağmen, TTK.m.376/2’deki zorunlu tedbirleri yok sayarak, sermaye artırımı gibi başka tedbirlere başvurması artık mümkün değildir. Ancak TTK.m.376/2’de “derhal” vurgusuyla ve aksi takdirde “şirket kendiliğinden sona erer” ikazıyla emredici şekilde düzenlenen söz konusu kanuni yükümlülüğün herhangi bir sonucu olmayacağı söylenemeyecektir. Son yıllık bilanço ile şirketin üçte ikiyi bulan veya aşan sermaye kaybının tespiti halinde m.376/2’de emredici şekilde düzenlenen tedbirlere başvurulması zorunludur. Diğer ifadeyle, yıllık bilanço veya daha fazla sermaye kaybını tespit ettiği halde, sonradan çıkarılan ara bilançoya göre şirketin borca batık olmadığının anlaşılması halinde artık m.376/2’nin devre dışı kalacağı söylenemeyecektir. Dolayısıyla, m.376/2’deki tamamlama veya yetinme kararlarından biri alınmadan şirketin olağan faaliyetlerine devam etmesi de sanki üçte iki sermaye kaybı tespit edilmemiş gibi davranılarak sermaye artırımı veya başkaca iyileştirici önlemler alınması da kanuna aykırı olacaktır. Kanun gereği son yıllık bilanço ile üçte iki sermaye kaybı tespit edilmiş ise, artık YK’nun ve genel kurulun sermaye artırımı veya kendince başka iyileştirici önlemler almasının yolu kapatılmıştır. Davalı tarafın savunduğu şekilde, “madem ki şirket borca batık değildir, artık son yıllık bilançoya göre sermayenin üçte ikisinin veya tümünün kaybedilmesinin önemi kalmamıştır” şeklindeki görüşler TTK.m.376’nın “ratio legis”ine aykırıdır. Zira, üçte iki veya daha fazla sermaye kaybı halinde, artık şirket malvarlığının ticaret siciline tescil ve ilan edilen sermayesini büyük ölçüde kaybettiği dikkate alınarak öncelikle ve ivedilikle bu yanılgılı durumun düzeltmesi gerektiği kabul edilmiştir. Sermaye şirketlerinde alacaklıların asgari güvencesi, şirketin malvarlığı ve onun da temeli olan ve terakümü ve muhafazası için kanunun çok yoğun önlemler aldığı esas sermayedir. Üçte ikiye ulaşmayan sermaye kayıplarının izalesi için şirkete geniş takdir yetkisi veren kanun, sermaye kaybının üçte ikiyi aşması halinde bu takdir yetkisini üç seçenekle sınırlamaktadır. Diğer ifadeyle “ya sermayeyi tamamla veya kalan sermaye ile yetin” diyerek sermaye yapısı bakımından “ya olduğu gibi görünmeyi ya da göründüğü gibi olmayı” emretmektedir. Aksi takdirde şirketin infisah edeceği de kanunda açıklanmıştır. Dolayısıyla dava konusu olayda olduğu gibi, üçte iki sermaye kaybı tespit edildikten sonra sermayeyi tamamlama veya kalan sermaye ile yetinme kararı alınmaksızın yapılan sermaye artırımının emredici kanun hükmüne aykırı olacağı açıktır. Davalı şirketin 31/12/2018 tarihli yıllık bilançosu ile sermayesinin tümünü kaybettiği tespit edildiğinden, yukarıda açıklandığı üzere, sermayenin tamamlanması dışında, kanundaki ifadesiyle kalan “üçte bir sermaye ile yetinme” seçeneği artık devre dışı kalmıştır. Bununla birlikte, sermayenin tamamlanmasının bir yöntemi olarak, TTK.m.473/1’de ve TTK’nun 376. maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ m.10/l-a’da sözü edilen, esas sözleşme değişikliğini gerektirmeyen eş zamanlı sermaye azaltılması ve artırılması yapılabilir. Buna karşılık, aynı tebliğin 10/1-b hükmü kapsamında sermaye artırımı yapılamayacağı ortadadır. Tebliğ m.10/1-b) Sermayenin zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar verilebilir. Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında, tescil edilecek sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının özvarlık içerisinde korunmasını sağlayacak tutarın sermaye artırımının tescilinden önce ödenmesi zorunludur. Tebliğin 7 ila 11. maddeleri üçte iki sermaye kaybında alınacak önlemlere ayrılmış, 8. maddede sermayenin azaltılması, 9. maddede sermayenin tamamlanması, 10. maddede sermayenin artırılması, 11 maddede ise genel kurulun hiçbir önlem almamasının sonuçları düzenlenmiştir. Üçte iki sermaye kaybını düzenleyen TTK.m.376/2’de sermayenin artırılması diye bir seçenek bulunmadığı halde, sözde TTK.m.376’nınu uygulama usul ve esaslarını düzenlemek amacıyla çıkarılan tebliğde üçte iki sermaye kaybının sermaye artırımı yoluyla izalesine dair düzenlemeye yer verilmesi ilginç olmuştur. Tebliğin 10/1-a hükmünde düzenlenen sermayenin eş zamanlı olarak kayıplar kadar azaltması ve artırılması seçeneği dışında kalan, üçte iki sermaye kaybı tespit edilen şirkette doğrudan sermaye artırımına cevaz veren 10/1-b ve c bentleri açıkça kanuna aykırıdır. Zira, Tebliğ metninde “sermayenin tamamlanması” ile “sermayenin artırılması” terimleri birbirine karıştırılmış, sermaye kaybı ve borca batıklık yönünden TTK.m.376’nın getirdiği düzene açıkça aykırı düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, dava konusu sermaye artırımında sermayeye eklendiği iddia edilen 70.690.027,30-TL geçmiş yıl kârları ve 38.318.809,54-TL birleşme karlarının, son yıllık bilançoya göre aslında şirket bünyesinde bulunmadığı sabit olduğuna göre, söz konusu Tebliğ’in 10/1-b hükmünde ifade edilen şekilde, “Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında, tescil edilecek sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının özvarlık içerisinde korunmasını sağlayacak tutarın sermaye artırımının tescilinden önce ödenmesi zorunludur. ” koşulunun sağlandığı da söylenemeyecektir.
Dava tarihinden önce, henüz taraflar arasında bu davanın konusu olan ihtilaf ve tartışmalar mevcut değilken, şirketin 31/12/2018 tarihli bilançosunda dönem zararının 191.038,072-TL, geçmiş yıl zararlarının 475.867.265-TL olduğuna dair tespitler samimi bulunmaktadır. Buna göre, şirket 2018 yılını zararla kapattığı gibi önceki yıllardan da devreden şirket zararları vardır. Son yıllık bilançoda hem dönem zararı hem geçmiş yıl zararları (ve borca batıklık) tespit edilmiş olduğuna göre, artık artırılan sermayenin 70.690.027,30-TL’lik kısmının geçmiş yıl karlarından artırılması mümkün değildir. Zira TTK.m.508/2’ye göre, “yıllık kar, yıllık bilançoya göre belirlenir”. 31/12/2018 itibariyle kesinleşen, muhtemelen KV beyannamesi ekinde resmi kurumlara da sunulmuş olan bilançoda hem cari yıl hem de geçmiş yıl zararları tespit edildiği halde henüz üzerinden bir mali yıl geçmeden 17/07/2019 tarihi itibariyle yapılan karma sermaye artırımında geçmiş yıl karlarının sermayeye eklendiğinden bahisle sermaye artırımı yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla dava konusu sermaye artırımının geçmiş yıl karlarından sermaye artırımına dair kısmının son yıllık bilanço ile uyumlu olmadığı görülmektedir. Zira 31/12/2018 itibariyle (ve önceki yıllık bilançolarda) geçmiş yıl karı varsa bunların kendiliğinden zarardan mahsup edilmesi gerekirdi. Zaten 2018 yıl sonu itibariyle oluşan dönem zararı ve geçmiş yıl zararları son yıllarda şirketin hiç kar etmediğini veya varsa dönem karlarının zararlara mahsubundan sonra neticenin yine zarar verdiğini göstermektedir. Diğer ifadeyle, dava konusu ihtilaflar çıkmadan önce davalı şirket 31/12/2018 tarihli yıllık bilanço ile 2018 mali yılını 191.038,072-TL zararla kapattığını ve önceki yıllardan da 475.867.265-TL devreden zarar kalemi olduğunu tespit etmişken, bundan 6 ay sonra ise dava konusu edilen sermaye artırımı kararıyla, aslında şirket bünyesinde ortaklara dağıtılabilecek mahiyette 70.690,027,30-TL geçmiş yıl karı ve 30.318.809,54-TL birleşme karı bulunduğundan bahisle, bu karların sermayeye eklendiği savunmaları inandırıcı bulunmamaktadır. Bu açık ve kesin tespitlerden sonra, 16/07/2019 tarihli raporlar ile 30/06/2019 tarihi itibariyle TFRS’ye göre işletmenin sürekliliği ve rayiç değerlere göre çıkarılan bilanço ile şirket sermayesinin TTK 376’ya göre yeterli olduğuna dair 16/07/2019 tarihli yönetim kurulu kararının, şirketin kendi iç dinamiklerine göre rutin olarak hazırlanan 31/12/2018 tarihli bilançodaki dönem zararı ve geçmiş yıl zararları ile uyumlu olmadığı ve dava konusu edilen sermaye artırımına gerekçe oluşturmak amacıyla hazırlanmış olabileceği değerlendirilmektedir. Bu haliyle TTK.m.462’de aranan, sermayenin artırılan kısmının şirketin iç kaynaklarında gerçekten var olduğunun usulünce tespit edilmediği, sermaye artırımının iç kaynaklardan yapılan kısmının, “kağıt üzerinde” bir artırım olduğu ve kanunun sermaye artırımı ile hedeflediği sonuçları sağlamaktan uzak olduğu görülmektedir. Sonuç olarak, 17/07/2019 tarihli sermaye artırımı kararının iç kaynaklardan (geçmiş yıl karlarından ve birleşme karlarından) yapılan artırım kısımlarının şirketin 31/12/2018 tarihli son bilançosu ile çelişkili olduğu, son yıllık bilanço ile söz konusu iç kaynakların şirket bünyesinde bulunmadığı usulünce tespit edilmiş olduğu halde, yapılmak istenen sermaye artırımına gerekçe oluşturmak amacıyla hazırlanan mali raporlar, ara bilanço ve yönetim kurulu kararlarının bu yönden kesinleşen mali tablolara ve maddi gerçeklere uygun düşmediği ortadadır.
Bu itibarla dava konusu davalı şirketin 17/07/2019 tarihine yapılan 2019 yılı Olağanüstü Genel Kurul toplantısında gündemin 2. maddesi ile alınan sermaye artırımına yönelik kararın, 6102 Sayılı TTK’nun 447. maddesi gereğince butlan yaptırımına tabi değilse de, aynı Kanunun 445. Maddesinde öngörülen iptal yaptırımına tabi olduğu sonucuna varılmakla, asıl ve birleşen davalarda davacılar tarafından açılan davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Asıl ve birleşen davalarda davacılar tarafından açılan davaların KABULÜ ile; İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü’nün … sicil numarasında kayıtlı davalı … YAPI İNŞ. SAN. VE TİC. A. Ş.’nin 17/07/2019 tarihine yapılan 2019 yılı Olağanüstü Genel Kurul toplantısında gündemin 2. maddesi ile alınan sermaye artırımına yönelik kararın 6102 Sayılı TTK’nun 445. maddesi gereğince İPTALİNE,
2-Asıl davada alınması gerekli 179,90-TL karar ve ilam harcından, davacı tarafça peşin olarak yatırılan 44,40-TL’nin mahsubu ile bakiye 135,50-TL harcın davalıdan alınarak Hazineye gelir kaydına; asıl davada davacı tarafça yatırılan 44,40-TL harcın, davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,
3-Birleşen davada alınması gerekli 179,90-TL karar ve ilam harcından, davacı tarafça peşin olarak yatırılan 44,40-TL’nin mahsubu ile bakiye 135,50-TL harcın davalıdan alınarak Hazineye gelir kaydına; birleşen davada davacı tarafça yatırılan 44,40-TL harcın, davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,
4-Asıl davada davacı tarafından yapılan 44,40-TL başvurma harcı, 6,40-TL vekalet harcı, 696,00-TL posta ve müzekkere gideri ve 2.250,00-TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 2.996,80-TL yargılama giderinin, davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,‬
5-Birleşen davada davacı tarafından yapılan 44,40-TL başvurma harcı, 6,40-TL vekalet harcı, 256,00-TL posta ve müzekkere gideri ve 2.250,00-TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 2.556,8‬0-TL yargılama giderinin, davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,‬
6-Asıl ve birleşen davalarda davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin, kendi üzerinde bırakılmasına,
7-Asıl davada davacı … kendini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihi AAÜT gereğince belirlenen 9.200,00-TL vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı …’e verilmesine,
8-Birleşen davada davacı … kendini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihi AAÜT gereğince belirlenen 9.200,00-TL vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı …’ye verilmesine,

9-6100 Sayılı HMK’nun 333. maddesi gereğince, taraflarca yatırılan ve bakiye kalan gider avansının kararın kesinleşmesi sonrası talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair; taraf vekillerinin yüzlerine karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içerisinde, mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere her hangi bir Asliye Ticaret Mahkemesine verilecek bir dilekçe ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde İSTİNAF kanun yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 09/03/2023

Başkan …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Katip …
e-imzalıdır