Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/859 E. 2020/590 K. 16.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
8. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2018/859 Esas
KARAR NO:2020/590

DAVA:Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ:17/09/2018
KARAR TARİHİ:16/11/2020

Davacı tarafından davalı aleyhine açılan Alacak davasının mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda dosya incelendi.
DAVA :
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir şirket olduğunu davalı yan ile 17/07/2017 tarihinde yüklenici sözleşmesi akdedildiğini, müvekkili şirketin bu sözleşme ile davalı yanca … ili … İlçesi … Mah. … pafta … Ada … parselde kayıtlı arsa üzerinde inşa edilecek olan Konut + ticaret nitelikli “…” adındaki inşaatın ana başlıkları ile duvar, sıva alçıpan, şap, boya ve benzeri imalatlarının yapımını üstendiğini, müvekkilinin sözleşmeden doğan tüm yükümlülüklerini zamanında ve eksiksiz ifa ettiğini, davalı şirketin de sözleşme süresince veya müvekkilin üstlendiği edimleri tesliminden sonra müvekkili şirkete karşı herhangi bir ayıp ihbarında bulunmadığını, davalı şirket yüklenici sözleşmesi gereği ödemekle yükümlü olduğu bedelleri kesin vade olmasına rağmen ödemediğini müvekkilinin vade farkı alacağının doğduğunu, sözleşmenin 9. sayfasının Ara hak ediş ödemeleri başlıklı 10.3 maddesinin 5. Fıkrasına göre; “İşveren, hakkediş için düzenlenen fatura karşılığı ödeyeceği tutarın; %30 (Yüzde Otuzu‘nu ilgili faturanın İşveren’e tebliği tarihinden 60 (Altmış) Gün sonra, %35 (Yüzde Otuz beşi) oranındaki tutarı ise, bu ilk ödemeden 30 (0tuz) Gün sonra, %35 (Yüzde Otuz beşi) oranındaki tutarı ise, bu ikinci ödemeden 30 (0tuz) Gün sonra, olmak üzere ilgili tarihlere yazılmış çekle ya da İşverenin yetkili finans kuruluşunun ödeme tarihlerinde Yüklenicinin banka hesabına virman yapmasıyla ödeyecektir. Yine, taraflar arasındaki sözleşmenin 10. Sayfasının “Kesin Hesap” başlıklı 10.4. maddesinin son fıkrasına göre: ” … “Kesin Hak ediş” düzenlenecek ve (varsa) buna ait ödeme tutarı Yükleniciye fatura karşılığında ve faturanın tebliğ ile birlikte ara hakkediş ödemelerindeki şekilde ödemesini yapacaktır” hükmü olduğunu, davalı yanın ise, “bedel ödeme borcu”’nun ifasını vadesinde yerine getirmediğini, bu durumun, müvekkili şirketin ve davalı şirkete ait ticari defter ve kayıtlar ile ödeme tarihleri üzerinde yapılacak bilirkişi incelemesi ile açıklığa kavuşacağını, vade farkı alacağını içeren fatura davalı şirkete gönderildiğini davalı şirketin haksız ve mesnetsiz beyanlarla faturaya itiraz ettiğini, müvekkilinin vade farkı alacağını engellemek maksadıyla kötüniyetle hareket eden davalı yanın tacir olup, basiretli davranma yükümlülüğüne aykırı hareket ettiğini, taraflar arasında düzenlenen geçici kabul belgesinde de yapılan işin sözleşme, şartname ve projelere uygun olduğunun açıkça kabul edildiğini, fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava haklarının saklı kalmak kaydıyla alacağın tam ve kesin olarak belirlenmesinin mümkün olduğu anda taleplerini artırmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL tutarındaki vade alacağının vade tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalı şirketten tahsilini yargılama ücreti ve vekalet ücretinin davalı yana yüklenmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA :
Davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle; mahkemede huzurunda görülen davanın değeri belirli olduğundan davacının açmış olduğu belirsiz alacak davası nedeniyle iş bu haksız ve dayanaktan yoksun davanın öncelikle hukuki yarar olmaması nedeniyle reddi gerektiğini, davacı tarafın dava dilekçesinde iddia ettiği üzere davalı müvekkili şirkete 02/08/2018 tarihli … numaralı vade farkı açıklamalı 125.267,21 TL bakiye faturayı tanzim ettiğini, davacı tarafın alacağı olduğunu iddia bedel fatura bedeli olup bu bedel belirli iken iş bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında hiçbir hukuki yararın olmadığını, esasa ilişkin olarak taraflar arasında yüklenici sözleşmesi imzalandığını, iş bu sözleşme uyarınca sözleşmesel yükümlüklerin kendileri tarafından yerine getirildiği, ancak davalı müvekkili tarafından tek sözleşmesel yükümlülüğü olan ödemelerin zamanında yapılmadığı nedenle davalı müvekkile vade farkı faturası tanzim ettiklerini, davalının müvekkilinin vade farkı faturasını ödemek zorunda olduğunu ancak iş bu faturanın müvekkili tarafından ödenmemesi nedeniyle dava açtıklarını iddia etmiş ise de bu iddianın kabulünün mümkün olmadığı,hukuken mesnetsiz olduğunu, taraflar arasında akdedilen yüklenici sözleşmesine göre vade farkı uygulanacağına dair herhangi bir düzenleme bulunmadığını iş bu nedenle davanın esastan reddi gerektiğini, davacı tarafın dava dilekçesinde belirttiği üzere, 17.07.2017 tarihinde yüklenici sözleşmesi akdedildiğini, ancak, mahkememiz tarafından yargılama esnasında yapılacak inceleme ile birlikte vade farkı uygulanacağına dair herhangi bir düzenleme bulunmadığını, davacı tarafça sanki bu şekilde bir uygulama varmışcasına müvekkiline vade farkı faturası tanzim edilmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığını ve kabulünün de mümkün olmadığını, kaldı ki, yerleşik Yargıtay kararlarında da vade farkına ilişkin olarak taraflar arasında akdedilen sözleşmelerde düzenlemeye yer verilmemiş ise tarafların vade farkı faturası tanzim edemeyeceklerini, işbu hususun davalı müvekkili tarafından davacıya keşide edilen …. Noterliğinin 09.08.2018 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesinde de açıkça dile getirildiğini, davacı tarafından tanzim edilen 125.267,21 TL bedelli 02.08.2018 tarihli … numaralı e-faturanın kabul edilmesinin mümkün olmadığını, fatura tutarına ve içeriğine itiraz edilip, faturanın da iade edildiğini, taraflar arasında akdedilen sözleşmede vade farkı faturası düzenlenebileceğine dair herhangi bir düzenleme olmaması veya taraflar arasında bir teamül olmaması nedeniyle davacının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davasının reddi gerektiğini, sonuç olarak da davacının davasını belirsiz alacak davası olarak açmasında hukuki yararı bulunmadığını ve davanın usulden reddini, davacının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davasının esastan reddini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılması gerektiğini savunmuştur.
DAVACI YANCA SUNULAN BEYAN DİLEKÇESİNDE:
Davacı yan tarafından her ne kadar “cevap dilekçesine karşı cevap, beyan ve itiraz” dilekçesi adı altında 21.11.2018 tarihli dilekçe sunulmuş ise de, davada basit yargılama usulünün uygulandığı anlaşıldığından, davacı yanın dilekçesi beyan dilekçesi olarak değerlendirilmiş olup, sunulan beyan dilekçesinde özetle de; huzurdaki davanın konusu olan uyuşmazlığın, ticari eser sözleşmesinde, iş sahibinin edimini zamanında ifa etmemesinden kaynaklı vade farkı alacağı olduğu, davalı şirketin, yüklenici sözleşmesi gereği ödemekle yükümlü olduğu bedelleri, kesin vade olmasına rağmen ödemediği, işveren davalının, mahkeme dosyasında mübrez sözleşme ile, yüklenici olan müvekkili şirkete, sözleşmede kararlaştırılan bedeli, sözleşmedeki kesin vadelerde ödemekle yükümlü kılınmasına rağmen, borcunu vadesine ifa etmediğini, işbu sözleşmenin 10.3. maddesinin 5. Fıkrasında, müvekkilin hakkedişi için düzenlenen fatura karşılığı ödenecek tutarın ‘‘zamanının’’ belirlenmiş olduğunu, bu tarihlerin işin tamamlanma oranına göre belirlendiğini, davalı yanın ise, ‘’bedel ödeme borcu’’ nun ifasını vadesinde yerine getirmediğini, bu durumun tespiti ve açıklığa kavuşturulmasının, müvekkili şirket ve davalı şirkete ait ticari defter ve kayıtlar ile ödeme tarihleri üzerinde yapılacak bilirkişi incelemesi ile açıklığa kavuşacağını, bu nedenle huzurdaki davayı ‘’Belirsiz Alacak Davası’’ şeklinde açma zaruretinin hasıl olduğunu, belirsiz alacak davası için HMK’nın aradığı tüm koşulların mevcut olduğunu, davalı yanın aksi yöndeki talep ve beyanlarının yersiz olduğunu, zira, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarınının tam ve kesin olarak belirlenmesinin söz konusu olmadığını, bu hususun, ticari defter ve kayıtların incelenmesi ile netliğe kavuşacağını, açıkladıkları nedenlerle, davalının, huzurdaki davanın, hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden karar verilmesini talep etmesinin açıkça haksız, yersiz ve mesnetsiz bir talep olduğunu, vade farkı alacağı olarak talep edilen tutarın, para alacağının vadesinde ödenmemesinden kaynaklı temerrüt faizi niteliğinde olduğunu, müvekkili şirketin, taraflar arasında akdedilen sözleşmedeki para alacağını, sözleşmede kararlaştırılan kesin vadelerde alamaması üzerine ‘’Vade Farkı Alacağı’’ adı altında bir fatura tanzim ederek davalı şirkete göndermiş olduğunu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun da, 1999/11-207 Esas-1999/000215 Karar sayılı kararında vade farkının bir temerrüt faizi niteliğinde olduğunu ifade ettiğini, bu durum karşısında, vade farkı olarak talep edilen alacağın temerrüt faizi olarak kabulünün zorunlu görüldüğünü, müvekkili şirketin davalı şirkete gönderdiği faturanın içeriğinde her ne kadar ‘’Vade Farkı Alacağı’’ ifadesi bulunsa da, bu alacağın hukuki niteliğinin ‘’Temerrüt Faizi’’ olduğunu, zira, dava dilekçelerinde de ifade ettikleri üzere, davalı şirketin, taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 10.3/5 ve 10.4/son maddelerine aykırı bir şekilde, sözleşmede kararlaştırılan bedelleri, sözleşmede kararlaştırılan kesin vadelerde ödemediğini, ödemelerin zamanında ifa edilmemesi üzerine, kesin vadeli bir para alacağının borçlusunun temerrüde düşmesi için ihtara gerek olmamasına rağmen, ticari iş ve işlemlerinde dürüst davranmayı kendine ilke edinmiş müvekkili şirketin, davalı şirkete ihtarname göndererek, davalı şirketten söz konusu ödemeyi yapmasını talep ettiğini, ancak buna rağmen, davalı şirketin mesnetsiz savunması ile karşılaştığını, davalı yanın, sözleşmede açıkça vade farkı kaydı bulunmadığından müvekkili şirketin vade farkı alacağı talebinde bulunamayacağını ifade etmiş ise de, ödemeye ilişkin vadelerin, işlerin tamamlanma oranlarına göre, sözleşmede kesin ve net bir şekilde kararlaştırıldığını, her ne kadar, talep edilen tutar ‘’vade farkı’’ adı altında faturaya yansıtılmışsa da bundan, sözleşmede kararlaştırılan bedelin zamanında ifa edilmemesi nedeniyle ödenmesi gerekli temerrüt faizinin kastedildiğinin çok açık olduğunu, zira, Yargıtay’ın da vade farkını temerrüt faizi olarak nitelediği birçok kararının mevcut olduğunu, HMK’nın 33. Maddesine göre; Hâkimin, Türk hukukunu resen uygulayacağını, açık kanun maddesine göre, müvekkili şirketin vade farkı olarak adlandırdığı fatura içeriğinin hukuki niteliğinin temerrüt faizi olduğunun kabul edilmesini talep ettiklerini, zira, davanın hukuki nitelendirmesinin hakime ait olduğunu, hakimin hukuku kendiliğinden uygulayacağını, fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava haklarının saklı kalmak kaydıyla alacağın tam ve kesin olarak belirlenmesinin mümkün olduğu anda taleplerini artırmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL tutarındaki vade alacağının vade tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalı şirketten tahsilini yargılama ücreti ve vekalet ücretinin davalı yana yüklenmesini beyan etmiştir.
DELİLLER, DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :
Dosyada delil olarak; dava dilekçesi ve ekleri, cevap dilekçesi ve ekleri, beyan dilekçeleri, cevabi yazı içerikleri, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı bulunmaktadır.
Mahkememizde açılan dava öncelikle, görev, yetki, taraf sıfatı ve diğer dava şartları açısından incelenmiş ve mahkememizin görevli ve yetkili olduğu ve ayrıca diğer dava şartlarının da bulunduğu anlaşılmış olduğundan davanın esasına geçilmiştir.
Dava, taraflar arasındaki yüklenici sözleşmesi kapsamında davacı yanın talep ettiği vade farkı yani fer’i alacağının yerinde olup olmadığı ile miktarına ilişkindir.
Bu bağlamda, dava konusu somut olaya ilişkin olarak, taraflarca sunulan deliller ile başka yerden getirtilmesi gereken tüm deliller toplanmış, gelen yazı cevapları dosyamız içerisine katılmış, ön inceleme duruşması yapılarak tarafların iddia ve savunmaları, uyuşmazlık konusu, tarafların üzerinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, dava şartlarının bulunup bulunmadığı, ilk itiraz olup olmadığı, tarafların sulh olup olamayacakları ortaya konulmuş ve yargılama ön inceleme duruşmasında tarafların da onay verdikleri uyuşmazlık nitelendirmesi ile sonuçlandırılmış ve mahkememizin 18/12/2019 tarihli ara kararı ile bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş,
SMMM bilirkişisi tarafından tanzim edilerek dosyaya ibraz olunan 04/03/2020 teslim tarihli bilirkişi raporunun incelenmesinde özetle; “davacı tarafın dava konusu ettiği 02/08/2018 tarihli e fatura sisteminden temel fatura olarak … nolu vade farkı açıklamalı KDV dahil 125.267,21 TL faturaya davalı tarafından …. Noterliği 09/08/2018 tarih … nolu ihtarname ile itiraz edildiği, ihtarnamenin davacı taraf tebliğ edildiğine dair, taraflardan biri ya da ihtarı gönderen noterden tebligat evrakları talep edilerek davacı tarafa e-faturanın kanuni şekilde iade edildiğinin daha sağlıklı bir şekilde belirlenebileceği, taraflar arasında vade farkı faturası hariç cari hesabın sıfır olduğu, davacı tarafın paylaştığı vade farkı hesaplama tablolarına göre aylık % 8 günlük %0,002667 faiz oranına göre hesaplama yapılmış olduğu, taraflar arasında imzalanan sözleşmede gecikme halinde uygulanacak faiz oranının yazılmadığı, belirsiz olduğu, Borçlar Kanunu ve TTK göre faiz ödenmesi gereken hallerde miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse, bu ödeme yıllık %12 olarak belirlenmiş olduğu, 19/12/2015 tarihli ve 2005/9831 sayılı Bakanlar kurulu kararı ile kanuni faiz oranını 01/01/2006 tarihinden geçerli olmak üzere yıllık %12 den %9 a indirdiği, 01/01/2017 güncel dönem için kanuni faiz oranı sözleşme ile tespit edilmemişse, %9 olarak 3095 sayılı kanunla belirlendiği, bu kanuna göre %9’un % 50 fazlası % 13.5 yıllık kanuni faiz oranı üzerinden yapılan hesaplamaya göre davacı tarafın davalı tarafa KDV dahil 3.965,72 TL fatura kesmesi gerekeceği mevcut hesaplamalar ışığında davacının davalıya KDV dahil 3.965,72 TL vade farkı açıklaması ile fatura kesmesi durumunda ,3.965,72 TL alacaklı olacağı” şeklinde tespitler yapılmıştır.
Dava, taraflar arasındaki yüklenici sözleşmesi kapsamında davacı yanın talep ettiği vade farkı yani fer’i alacağının yerinde olup olmadığı ile miktarına ilişkindir.
Davaya konu somut olayda, davanın temelini oluşturan faturada vade farkı yazılı olduğu anlaşılmaktadır.
Vade farkı istenebilmesi için, taraflar arasında bu konuda yazılı bir sözleşme bulunması veya teamül halini almış fiili bir uygulamanın mevcut olması gerekli olup (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2007/19 Esas-2007/547 Karar ve Yargıtay 19 H.D. 2016/13496 Esas-2017/7273 Karar sayılı ilamları), vade farkı alacağını ihtiva eden bir faturanın düzenlenip karşı tarafa tebliğ edilmesi, yukarıda belirtilen şartların gerçekleştirilmemesi halinde tek başına vade farkı istenebileceği sonucunu doğurmayacaktır.
Somut olayda, taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 9. sayfasının Ara hak ediş ödemeleri başlıklı 10.3 maddesinin 5. Fıkrasında yer alan; “İşveren, hakkediş için düzenlenen fatura karşılığı ödeyeceği tutarın; %30 (Yüzde Otuzu‘nu ilgili faturanın İşveren’e tebliği tarihinden 60 (Altmış) Gün sonra, %35 (Yüzde Otuz beşi) oranındaki tutarı ise, bu ilk ödemeden 30 (0tuz) Gün sonra, %35 (Yüzde Otuz beşi) oranındaki tutarı ise, bu ikinci ödemeden 30 (0tuz) Gün sonra, olmak üzere ilgili tarihlere yazılmış çekle ya da İşverenin yetkili finans kuruluşunun ödeme tarihlerinde Yüklenicinin banka hesabına virman yapmasıyla ödeyecektir” şeklindeki düzenleme ile 10. Sayfasının “Kesin Hesap” başlıklı 10.4. maddesinin son fıkrasında yer alan; ” … “Kesin Hak ediş” düzenlenecek ve (varsa) buna ait ödeme tutarı Yükleniciye fatura karşılığında ve faturanın tebliğ ile birlikte ara hakkediş ödemelerindeki şekilde ödemesini yapacaktır” şeklindeki düzenlemeler incelendiğinde, söz konusu maddelerde, ödemenin yapılacağı yıl ve ay kesin olarak belirtilmediği gibi ödenecek miktar da yazılı olmadığından, Yargıtay yerleşik içtihat ve uygulamalarına göre (Yargıtay 15. H.D. 2011/3513 Esas-2012/5141 Karar sayılı ilamı) bu ibareler, kesin vade niteliğinde olmayıp, alacağın muaccel olacağı tarihi gösteren bir hükümdür. Yine sözleşmede ödemelerin süresinde yapılmaması halinde oran gösterilerek vade farkı ödeneceği ya da bu anlama gelebilecek bir düzenleme de bulunmadığından, sözkonusu hükümlerin vade farkı ödeneceği şeklinde yorumlanması da mümkün değildir.
Tüm bu bağlamda değerlendirildiğinde de, davanın temelini oluşturan faturada “vade farkı” yazılı olduğu, vade farkı istenebilmesi için de, taraflar arasında bu konuda yazılı bir sözleşme bulunması veya teamül halini almış fiili bir uygulamanın mevcut olmasının gerekli olduğu, ancak somut olayda, gerek dosyaya celp olunan kayıtlar, gerek taraf iddia ve savunmaları ve gerek se alınan bilirkişi raporu ile taraflar arasındaki sözleşmede vade farkı alacağına ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, aynı şekilde taraflar arasında vade farkı alacağına ilişkin oluşmuş ve teamül halini almış fiili bir uygulamanın da bulunmadığı, ayrıca taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 9. sayfasının Ara hak ediş ödemeleri başlıklı 10.3 maddesinin 5. Fıkrasında yer alan; “İşveren, hakkediş için düzenlenen fatura karşılığı ödeyeceği tutarın; %30 (Yüzde Otuzu‘nu ilgili faturanın İşveren’e tebliği tarihinden 60 (Altmış) Gün sonra, %35 (Yüzde Otuz beşi) oranındaki tutarı ise, bu ilk ödemeden 30 (0tuz) Gün sonra, %35 (Yüzde Otuz beşi) oranındaki tutarı ise, bu ikinci ödemeden 30 (0tuz) Gün sonra, olmak üzere ilgili tarihlere yazılmış çekle ya da İşverenin yetkili finans kuruluşunun ödeme tarihlerinde Yüklenicinin banka hesabına virman yapmasıyla ödeyecektir” şeklindeki düzenleme ile 10. Sayfasının “Kesin Hesap” başlıklı 10.4. maddesinin son fıkrasında yer alan; “… “Kesin Hak ediş” düzenlenecek ve (varsa) buna ait ödeme tutarı yükleniciye fatura karşılığında ve faturanın tebliğ ile birlikte ara hakkediş ödemelerindeki şekilde ödemesini yapacaktır” şeklindeki düzenlemede yer alan ibarelerin, kesin vade niteliğinde olmadığı, alacağın muaccel olacağı tarihi gösteren düzenlemeler olduğu anlaşıldığından, davacı yanın vade farkı talep edemeyeceği sonuç ve vicdani kanaatine ulaşılarak davanın iş bu nedenlerle reddine karar verilmiştir.
Davalı vekili tarafından sunulan, 21/11/2018 tarihli beyan dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 1999/11-207 Esas-1999/000215 Karar sayılı kararında vade farkının bir temerrüt faizi niteliğinde olduğunun ifade edidliği, bu durum karşısında, vade farkı olarak talep edilen alacağın temerrüt faizi olarak kabulünün zorunlu görüldüğü, müvekkili şirketin davalı şirkete gönderdiği faturanın içeriğinde her ne kadar ‘’Vade Farkı Alacağı’’ ifadesi bulunsa da, bu alacağın hukuki niteliğinin “Temerrüt Faizi” olduğu, HMK’nın 33. Maddesine göre; Hakimin, Türk hukukunu resen uygulayacağı, açık kanun maddesine göre, müvekkili şirketin vade farkı olarak adlandırdığı fatura içeriğinin hukuki niteliğinin temerrüt faizi olduğunun kabul edilmesi gerektiği beyan edilmiş olup, hukuki nitelendirme konusunda, gerek davacı yanın dava dilekçesindeki beyanları, gerek dava konusu alacağın dayanağı fatura mündericatı ve gerek se talep edilen alacağın niteliği gereği dava, vade farkı alacağı olarak nitelendirilmiş olup, bu konudaki mahkememizin kanaatinde herhangi bir değişiklik olmamış ise de, alacağın temerrüt faizi olarak değerlendirilmesi halinde bile, faiz alacağının anapara alacağına bağlı ek bir alacak olması, faiz alacağının doğmasının ve çoğalmasının, her şeyden önce anapara alacağının (asıl alacağın) varlığına ve devamına bağlı olması ve herhangi bir nedenle anapara alacağının doğmaması veya sona ermesi halinde, faizin de doğmayacağı veya işlemesinin duracağı ve ayrıca TBK’nın, “Asıl borca bağlı hak ve borçların sona ermesi” madde başlıklı 131. Maddesinin 1. Ve 2. Fıkaralarında yer alan; “(1) Asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur. (2)İşlemiş faizin ve ceza koşulunun ifasını isteme hakkı sözleşmeyle veya ifa anına kadar yapılacak bir bildirimle saklı tutulmuş ise ya da durum ve koşullardan saklı tutulduğu anlaşılmaktaysa, bu faizler ve ceza koşulu istenebilir” şeklindeki düzenlemeler ile, 104. Maddesinde yer alan; “(1) Faiz veya kira bedeli gibi dönemsel edimlerden biri için, alacaklı tarafından çekince belirtilmeksizin makbuz verilmişse, önceki dönemlere ait edimler de ifa edilmiş sayılır. (2) Alacaklı anaparanın tamamı için makbuz vermişse, faizlerini de almış olduğu kabul edilir” şeklindeki açık düzenlemeler karşısında, asıl alacağın ifa veya başka bir nedenle sona ermesi halinde, işlemiş olan faizlerin de (bunları isteme hakkı saklı tutulmuş veya durumdan çıkarılmış olmadıkça) sona ereceği, asıl alacak için makbuz verilmişse, faizlerin de ödenmiş sayılacağı, dolayısıyla da, asıl alacak bakımından kesilen faturalara karşı kendisine yapılan ödemeleri ihtirazi kayıt dermeyan etmeksizin tahsil eden davacının, asıl alacağı tahsil ettiği için faiz alacağından da feragat etmiş kabul edileceği, somut olayda da, davacının davalıdan olan ana para alacağını dava tarihinden önce aldığı ve davalı tarafından yapılan ödemeleri ihtirazi kayıt ileri sürmeden tahsil ettiği ve ayrıca davanın dayanağını da vade farkı faturasına yani fer’i alacağa dayandırdığı, bu bağlamda da, asıl alacağını ihtirazi kayıt olmaksızın alan davacının artık fer’i alacağından vazgeçmiş sayılacağı ve yine davacı da yapılan ana paraya ilişkin ödemeleri ihtirazi kayıt koyarak tahsil ettiğini iddia ve ispat edemediği anlaşıldığından, alacağın temerrüt faizi olarak nitelendirilmesi halinde de, davanın iş bu nedenlerle reddine karar verileceği sonuç ve vicdani kanaatine ulaşılmış ve tüm dosya kapsamına ilişkin olarak da, yukarıda yazılı gerekçelerle, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 54,40 TL ret karar ve ilam harcından peşin alınan 170,78 TL harcın mahsubu ile fazla olan 116,38 TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı yana İADESİNE,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
4-HMK 120. maddesi gereğince; davacı tarafından yatırılan gider avansının arta kalan kısmının karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
5-Davalı yan kendini davada vekille temsil ettirmiş olmakla, karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanan 3.400,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya VERİLMESİNE,
6-HMK Yönetmeliğinin 58/1. Maddesi gereğince taraflardan birinin talebi üzerine kararın ve hükmün taraflara tebliğe ÇIKARTILMASINA,
Dair; taraf vekillerinin yüzüne karşı HMK’nun 341/1 vd. maddeleri uyarınca; gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere başka yer mahkemesine istinaf dilekçesi sunulmak suretiyle, İstanbul Bölge Adliyesi Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verildi. 16/11/2020

Katip …

Hakim …