Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/745 E. 2022/839 K. 20.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2021/745
KARAR NO:2022/839

DAVA:Alacak
DAVA TARİHİ:16/11/2021
KARAR TARİHİ:20/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan Alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;
Davacı şirketin çeşitli alanlarda yatırım yapmak suretiyle ticari faaliyet göstermekte olduğu, İşbu ticari faaliyeti kapsamında, … menşeili bir marka olan … markasının Türkiye’ye getirilmesi için projelendirme çalışmalarına başlamış bulunduğu, davacı şirketin söz konusu markayı Türkiye’ye getirme kararının tetikleyicisi … projesi olduğunu, buna ilişkin çalışmalar en başından beri mağazanın … AVM’de açılması üzerinden yürütüldüğünü, tüm bu süreçte, davalı şirket, … … … … ile anlaşma sağlanması halinde, mağazanın kiralanması hususuna kesin gözüyle bakıldığını ifade ettiğini, bu kapsamda alışveriş merkezi kapsamında bir mağazanın kiralanması için sözleşme görüşmelerine başlanıldığını, bu kapsamda taraflarca 10.03.2020 tarihli teklif mektubu imzalandığını, karşılıklı sözleşme görüşmelerine başlayan taraflar, culpa in contrahendo sorumluluğu kapsamında belirli yükümlülükler altına girmekte olduğu, bu çerçevede sözleşmenin kurulmasından önceki safhada taraflar, dürüstlük kuralı tahtında kurulan güven ilişkisine aykırı davranışlar ile karşı tarafa vermiş oldukları zararlardan sorumlu olduğu, şimdilik, fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla, bakiye alacağa ilişkin olarak şimdilik 10.000,00 TL’nin 14.06.2021 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yüklenmesini, karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle;
Davacı’nın, haksız ve hukuka aykırı tazminat talepli dava dilekçesi olduğunu,dava konusu tazminat miktarı dava tarihi itibariyle belirlenebilir bir nitelik arz ettiğinden huzurdaki dava belirsiz alacak davası olarak ikame edilemez olduğunu, davacı, iddialarını somutlaştıramadığını bu doğrultuda üzerine düşen ispat yükünü yerine getiremediğini, işbu davada Davacının, delil ibrazı, ispat külfeti, iddiaların somutlaştırılması yükümlülüğü hususlarında HMK’nin ilgili tüm maddelerine aykırı davrandığını, davalı şirket, davacı ile olan ticari ve hukuki görüşmelerde herhangi bir şekilde dürüstlük ilkesine ve ticari etiğe aykırı davranmadığını, aksine; Davacının türlü türlü ticari “değişken istek” ve “taleplerine” maruz kaldığını ve süreci özen ve itina ile yönetmek sureti ile bir takım tavizler dahi vererek çözüm odaklı hareket ettiğini, gelinen noktada ise görüşmeler, davalı şirket’in iyi niyetinin suistimali derecesine ulaşmış ve davacının aşırı talepkar bir hal aldığını, davacı’nın basiretli tacir vasfına ve dürüstlük kuralına aykırı hareket etmesi neticesinde zaruri şekilde sonlandırıldığını ve davalı şirket tarafından süreçte hukuka uygun hareket edildiğini, davacı’nın herhangi bir zararından bahsedilemeyeceğini, davalı şirket’in de kusurundan ve dolayısıyla sorumluluğundan da bahsedilemeyeceğini, her türlü yasal başvuru hakkımızı saklı tutmak kaydıyla, işbu mesnetsiz, haksız ve usule aykırı olarak açılmış bulunan davanın, belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağı ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden derhal reddini, usulen haksız ve hukuka aykırı şekilde derhal reddedilmemesi halinde ise, tafsilatlı bir şekilde arz ve izah olunan sebeplerle esastan reddini, vekalet ücretinin ve sair yargılama giderlerinin tam ve eksiksiz bir şekilde karşı tarafa yükletilmesini karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER;
… Şirketine müzekkere yazılarak, davacı ile yapılan Konsept ve Uygulama Projesi: 76.500,00USD + KDV’ne ait tüm faturalar celp edilmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE;
Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda; tarafların beyanları, deliller ve tüm dosya kapsamına göre; Davacı taraf ticari faaliyetleri kapsamında Luisaviaroma markasının Türkiye’ye getirilmesi için yapılan çalışmalar kapsamında söz konusu mağazanın … AVM’de açılması için davalı ile olumlu yönde görüşmeler yapıldığını, davalı şirketin, … ile anlaşma sağlanması halinde, mağazanın kiralanması hususuna kesin gözüyle baktığını ifade etmiştir. Bu kapsamda mağazanın kiralanması için sözleşme görüşmelerine başlandığını, bu kapsamda taraflarca 10.03.2020 tarihli teklif mektubu imzalandığını, taraflar arasında gerçekleştirilen sözlü görüşmelerde, bu teklif mektubunun akdedilmiş olmasının, kira akdinin imzalanması konusunda mutabık kalındığı, kalan tek hususun detay ticari ve hukuki şartların belirlenmesi olduğu anlamına geldiği şeklinde değerlendirildiğini, davalı tarafın kiracı teknik İç ilişkiler Uzmanı tarafından kendilerine iletilen 26.03.2020 tarihli, mail içeriğinde kiralamaya konu taşınmazdan “anlaşmasını sağladığımız alanlar” olarak bahsedildiğini ifade etmiştir. Davacı taraf temel şartlarda anlaşılmış olduğu ve kira akdinin imzalanacağı yönündeki ortak kabul tahtında, davalı şirketin de talebiyle, kiralanmak üzere anlaşılan … nolu mağazaya ilişkin olarak dekorasyon ve projelendirme çalışmalarına başladığını, bu hususta doğrudan davalı şirket’in yönlendirmesiyle, … projesinin de tasarım danışmanlığını yürüten mimar … ile anlaştığını ve mağaza açılış çalışmaları sebebiyle birçok masraf yaptığını ifade etmiştir. Davalı taraf kendilerine atfedilecek kusurun bulunmadığını ifade ederek davanın reddini talep etmiştir.
Toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkansız hale gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukuki müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir (Süleyman Yalman, Türk- İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006, s. 37).
Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı (MK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt. III, Ankara 1990, s. 1083.; İlhan Ulusan, Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287). Başka bir ifadeyle sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur (Süleyman Yalman, a.g.e., s. 38).
Zira sözleşme görüşmelerine başlanmasıyla birlikte taraflar arasında temeli dürüstlük kuralına dayanan bir güven ilişkisi meydana gelir ve bu ilişki koruma yükümlerini de içerir. Bundan dolayı sözleşme görüşmelerinde taraflardan her biri veya yardımcıları, diğer tarafa veya onun himayesinde bulunan kişilerin şahıs ve mal varlıklarına zarar vermeyi engellemek için gerekli dikkat ve özeni göstermek ve koruma yükümlerine uymak zorundadırlar. Çünkü, koruma yükümleri, ifa menfaati dışında kalan diğer şahıs ve mal varlığı değerlerine zarar vermemeyi ihtiva eder. Sözleşme öncesi koruma yükümlerinin ihlali, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğa sebebiyet verir (Ayfer Kutlu Surgurbey, Yetkisiz Temsil Özellikle Culpa in Contrahendo -Sözleşmenin Görüşülmesinde Kusur- ve Olumsuz Zarar, Haziran 1988, s 103 vd.; Fikret Eren, a.g.e., s. 1086, 1091).
Diğer taraftan taraflar arasında bir hukuki ilişki söz konusu olduğunda, bunun ihlalinin haksız fiil olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü haksız fiilde, zarar verici davranışın işlendiği aşamada taraflar arasında daha önce kurulmuş bir hukuki ilişki yoktur. Bu sebeple sözleşme görüşmelerindeki bir yüküm ihlali haksız fiil olarak nitelendirilemez. Sözleşme görüşmeleri ile ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlaline kıyasen sözleşme hükümlerinin uygulanması daha uygun olacaktır (Süleyman Yalman, a.g.e., s. 83).
Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, yalnızca sözleşmenin geçerliliğine güvenden doğan zarardan (olumsuz zarardan) sorumluluğu değil, Medeni Yasa, m. 2, I’deki dürüstlük kurallarına dayanan “güven ilkesi”nden kaynaklanan karşı tarafın kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolundaki davranış yükümüne aykırılıktan doğan sorumluluğu da kapsar. Bu hukuksal düşünce Mukayeseli Hukukta, Alman İmparatorluk Mahkemesi ve Federal Mahkemesinin “mağaza kararları” diye anılan kararlarında dile getirilmiştir.
Alman İmparatorluk Mahkemesi 7 Aralık 1911 tarihinde verdiği “muşamba topu kararı” olarak adlandırılan kararıyla, sözleşmenin görüşülmesinden yalnız bildirim ve aydınlatma yükümlerinin değil, karşı tarafın canını ve malını (kişi ve mal varlığını) koruma yükümlerinin de doğduğunu kabul etmiştir. Bundan dolayı da, mağaza tezgahtarının bir yer muşambası satın almak isteyen bir kadına muşamba toplarını gösterirken bunlardan birini kadının üstüne düşürerek ona zarar vermesi durumunda, mağaza sahibinin Türk Borçlar Kanunun m. 55’in karşılığı olan Alman Medeni Yasası § 831’e göre değil de, Türk Borçlar Kanunun m. 100’ün karşılığı olan Alman Medeni Yasası, § 278’e göre sorumlu olduğuna karar vermiştir.
Alman Federal Mahkemesinin, yine sözü geçen “mağaza kararları”ndan olarak 26 Eylül 1961 tarihinde verdiği “muz kabuğu kararı”nda, bu doğrultuda daha da ileri giderek, büyük bir mağazaya giren kimsenin, daha sözleşmenin görüşülmesine başlamadan önce “işlemsel ilişkiler hazırlığı aşamasında” bulunduğu sırada, yere atılmış bir muz kabuğuna basıp ayağı kayarak düşüp yaralanması yüzünden mağaza işletmecisinin mağazaya giren kimselerin güvenliğini sağlamak yolunda genel bir özen borcuna aykırılıktan dolayı sorumlu olduğunu kabul etmiştir.
“İşlemsel değinme (temas)” kuramına göre; bir kimsenin, sözleşmenin görüşülmesine başlamadan önce de, “işlemsel ilişkiler hazırlığına girişmesi” durumunda güven ilişkisinden, tarafların birbirlerinin kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolunda davranış yükümleri doğacağı kabul edilmektedir. İşlemsel ilişkiler hazırlığına girişme, bu hazırlık henüz gerçek bir “sözleşmenin görüşülmesi” aşamasına varmamış olsa bile gerçekleşebilir. Örneğin, bir kimsenin “olası müşteri” olarak kesin bir satın alma amacı olmasa bile bir mağazaya girmesi ya da bir lokantada yer araması durumunda olduğu gibi, Alman Fedaral Mahkemesinin yukarıda sözü geçen “muz kabuğu kararı”da bu görüşe uygundur (Larenz, Culpa in contrahendo, Verkehrssicherungspflicht und “Sozialer Kontakt”, MND 1954, s. 515 ve sonrası, Ayfer Kutlu Sungurbey, a.g.e., s. 103- 109).
Benzer şekilde İsviçre-Türk hukukunda baskın olan görüşe göre; sözleşmenin görüşülmesine başlamakla taraflar arasında hukuksal bir ilişki, daha doğru bir deyimle bir güven ilişkisi meydana gelir. Bu güven ilişkisinden, Medeni Yasa, m. 2’deki dürüstlük kuralları uyarınca belli bir ölçüde karşı tarafın çıkarlarını gözetme, böylece bildirim, aydınlatma (boş yere güven vermeme, güveni boşa çıkarmama) gibi birtakım özen yükümleri doğar. Bu özen yükümleri, sözleşmeden doğan edim yükümünden farklı olarak, yasadan doğan davranış yükümü niteliğindedir. Bu davranış yükümlerine aykırılık da, sözleşmeden doğan borca aykırılığa benzer. Bundan dolayı, sözleşmenin görüşülmesi sırasındaki bu davranış yükümlerine aykırılığa da sözleşmeden doğan borca aykırılık kuralları örnekseme yoluyla uygulanır (Ayfer Kutlu Sungurbey, a.g.e., s. 117- 118).
Alman Federal Mahkemesinin 1976 yılında muz kabuğu kararına benzer bir karar olarak bir sebze yaprağı dahil edilmiş, bu kararda on dört yaşında bulunan kız çocuğu, annesine malları taşımada yardım etmek üzere geldiği süper markette, yerdeki bir sebze yaprağına basarak kaymış, yere düşmüş ve sağ dizinde ameliyat gerektirecek ağırlıkta bir sakatlığa uğramıştır. Uğranılan zarar, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk esasına göre giderilmiştir. Alman Federal Mahkemesi içtihatlarını, bu olaylarda üçüncü şahısların korunması sahasına yaymıştır. Her üç olayda, bir sözleşmeyi hazırlayıcı hukuki ilişki ve kişi güvenliğinin sözleşmeyle korunması hakkı, mağazadan içeriye sözleşme yapma amacıyla girmesi hareket noktası olmuştur. Aslında Alman Hukuk uygulamasının bu olaylarda, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu kabul etmesi, Alman Medeni Kanunu’ndaki haksız fiil kurallarının bu tip olaylarda tatmin edici sonuçlar ortaya koyamamasıdır. Bundan başka asıl can alıcı nokta, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk; zarar göreni ispat külfetinden kurtarma ve zamanaşımı süresinin uzatılmasından yararlanmak için kullanılmış olmasıdır.
Çünkü sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğun sözleşme veya haksız fiil hükümlerine dayandırılması, zamanaşımı, ispat yükünün dağılımı ve yardımcı kişilerin sorumluluğu açısından önem arz etmektedir. Zira sözleşme sorumluluğunda, kanunda aksine bir hüküm yoksa zamanaşımı süresi 10 yıldır (BK. m. 125). Davacı kusuru ispatlamakla yükümlü değildir (BK. m. 96) ve yardımcı kişilerden dolayı sorumlulukta, adam çalıştıran kurtuluş delili getirme imkanından mahrumdur (BK. m. 100). Haksız fiil sorumluluğunda ise, zamanaşımı süresi 1 yıldır (BK. m. 60) davacı, davalının kusurlu olduğunu ispatlamak zorundadır (BK. m. 42) ve yardımcı kişilerden dolayı sorumlulukta adam çalıştıran kurtuluş delili getirebilme imkanına sahiptir (BK. m. 59) (Süleyman Yalman, a.g.e., s. 62, 70).
Belirtilen bu durumlarda bir sözleşme kurulmuş veya kurulmamış ya da hükümsüz veya geçerli olmasından bağımsız olarak sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğun söz konusu olması bugünkü hakim düşünceye göre artık tartışmasızdır.
Yukarıda belirtildiği üzere, borç doğurucu sorumluluk kaynakları yönünden somut olay değerlendirildiğinde; olaya “sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk” kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Gerçekte de; sözleşme bir süreçtir. Bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Sözleşme kurulmadan önce taraflar sözleşmenin muhtevası, şartları, içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yaparlar; bu görüşmeler kısa veya uzun sürebilir. Görüşmelerin başlamasıyla görüşmeciler arasında hukuki bir ilişki kurulur. Bu ilişki sözleşme benzeri bir güven ilişkisidir. Güven ilişkisi MK. m. 2/1’de düzenlenmiş bulunan dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre görüşmeler esnasında görüşmecilerin sözleşmenin muhtevası ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi, koruma yükümlülüklerine uyması gerekir. Görüşmeciler bu yükümlülüklere kusurlu olarak aykırı davranıp, görüşmelerin başlamasıyla aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar (Fikret Eren, a.g.e., s. 1084, 306 vd., İlhan Ulusan, a.g.e., s. 286).
O halde, sözleşme görüşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlığın; haksız fiil kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
6100 sayılı HMK m. 4’e göre; “Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları, (…) görürler”
Somut uyuşmazlığın tarafların … markasının mağazasının açılışı için … AVM’de … nolu mağazanın kiralanması öncesindeki görüşmeler sırasında davalı tarafından sözleşmenin kurulacağı yönünden davacıda güven oluşturulduğu, bu güvene dayanılarak bir kısım masraf yapıldığı ve giderlere katlanıldığı iddiasında bulunulduğundan; uyuşmazlığın taraflar arasında aktedilmesi düşünülen kira sözleşmesinin imzalanmamasından kaynaklandığı Mahkememizce kabul edilmiş, hukuki nitelendirme bu şekilde yapılmıştır.
Kira sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda 6100 sayılı HMK m. 4/a’ya göre görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemeleridir.
Yapılan yargılama, toplanan deliller, dosyaya sunulan belgeler ve tüm dosya kapsamına göre, taraflarca imzalanması düşünülen ve bu yönde görüşmeler yapılan sözleşmenin kira sözleşmesi olduğu, iddia olunan sözleşme öncesi sorumluluğun dahi kira sözleşmesinden ayrı düşünülemeyeceği değerlendirilmekle, uyuşmazlığa görevli Sulh Hukuk Mahkemelerince bakılması gerektiği vicdan va kanaatine varılmış ve 6100 sayılı HMK m. 114/I-c ve 115’e göre görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine yönelik olarak aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davacının davasının mahkememizin GÖREVSİZLİĞİ nedeniyle dava şartı yokluğundan REDDİNE,
2-Mahkememizin görevsizliği sebebiyle HMK 20. Maddesi gereğince gerekçeli kararın taraflara tebliği ile kararların kesinleşmesinden itibaren 2 haftalık yasal süre içinde talep edilmesi halinde dava dosyasının görevli İSTANBUL NÖBETÇİ SULH HUKUK MAHKEMESİNE gönderilmesine, başvurulmaması halinde DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASINA,
3-Mahkememizce verilen görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra dava yetkili ve görevli mahkemede devam edilmemesi ve talep halinde yargılama giderlerinin değerlendirilerek HMK’ nun 331/2. maddesi gereğince bir karar verileceğinin İHTARATINA,
4-Harç ve masrafların görevli mahkemede nazara ALINMASINA,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 hafta içinde İstinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.20/12/2022

Katip …
E-İmzalıdır

Hakim …
E-İmzalıdır