Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/560 E. 2022/456 K. 29.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2021/560 Esas
KARAR NO:2022/456

DAVA:Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ:25/08/2021
KARAR TARİHİ:29/06/2022

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkil şirket, Türkiye’nin en önemli ve büyük medya kuruluşlarından biri olan …’na bağlı olan … kanalının yayın hakkı sahibi olup, … kanalı kamuoyu tarafından bilinen, sevilen, ilgiyle takip edilen, göz önünde olan önemli ve başarılı bir haber kanalıdır.Davalı şirket, … logosuyla ulusal yayın yapmakta olup diğer davalı … … televizyon kanalında yayınlanan ‘… ile … …’ isimli programın sunucusu olan kişidir. … televizyon kanalında 20.05.2021 tarihinde canlı olarak yayınlanan, davalı …’nin hazırlayıp sunduğu, ”… ile … …” isimli programda müvekkil şirket hakkında sarf edilen gerçek dışı, asılsız, haksız, mesnetsiz, basın ilke ve ahlakına tamamen aykırı nitelikteki beyanlar ve iddialarla müvekkilin kişilik haklarına ve ticari itibarına saldırıda bulunulmuş, müvekkilimiz kamuoyu nezdinde adeta hedef gösterilmiştir.Müvekkilimizin manevi haklarına tecavüz teşkil eden dava konusu yayın nedeniyle; davalılardan toplam 100.000,00 TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsili ile yargılama giderleri ve ücret-i vekâletin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle ; Müvekkil yayın kuruluşu, basın yayın organı olup, televizyon kanalı olan …’de kurulduğu tarihten beri güncel ve gerçek haberleri olduğu gibi sunarak toplumu bilgilendirme görevini ifa etmektedir. Müvekkil yayın kuruluşu yıllardır sürdürdüğü yayın politikası ile herhangi bir diziye, magazin ve eğlence programına yer vermeyip; salt siyasi, güncel ve yaşam haberlerini okuyucularıyla en doğru ve en hızlı şekilde paylaşan bir haber kanalıdır.Dava konusu edilen program müvekkil kanalda her gün saat 18.00 ile 20.00 arasında, müvekkil …’nin kendine has yorumlarıyla gündemi değerlendirdiği, seyircisinin de interaktif şekilde YouTube, Twitter, Instagram gibi sosyal medya mecralarından katılım sağladığı, tüm haber kanallarının aynı saat diliminde yayınladıkları bültenlerden daha çok izleyiciye ulaşan bir … programıdır. ifade ve basın özgürlüğünün demokratik toplum olmanın olmazsa olmaz unsuru olduğu ilkesi dikkate alınarak reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yan üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizce 18/01/2022 tarihli celsede dosyanın Bilgisayar Teknikeri bilirkişiye tevdi ile CD dökümünün yapılabilmesi kapsamında rapor düzenlenmesine karar verilmiştir.
27/03/2022 tarihli bilirkişi raporunda; CD içerisinde bulunan … – … ile … … 20 Mayıs 2021 Tam Bölüm_360p adlı görüntüye göre dava konusu olan programda ilgili konuşmalar görüntü kaydına göre 27.dakika 55.Snden itibaren başlayıp 33.dakika 47. sn’leri arasında gerçekleşmiş olup raporda sayfa 3 ile sayfa 5 arasında dökümleri yapılmıştır.CD içerisinde bulunan … … adlı görüntüye ait dökümler raporda sayfa 6 ile sayfa 7 arasında dökümleri gerçekleştirilmiştir. … … adllı görüntüye göre dava konusu olan programda ilgili konuşmalar görüntü kaydına göre 27.dakika 55.Snden itibaren başlayıp 33.dk 47 sn’leri arasında gerçekleşmiş olduğu görüşüne varılmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Kişilik haklarına saldırı nedeniyle açılan manevi tazminat davasıdır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi’nin 17/05/2022 tarih 2021/664 Esas 2022/926 karar sayılı ilamında; “Davacı şirketin itibarının korunması meşru amacıyla eldeki davayı açtığı, buna göre davanın kanuni dayanağının Anayasanın 17. maddesi, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu olduğu tespit edilmiştir.
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (Anayasa Mahkemesinin Başvuru No: 2013/1123, 02/10/2013 tarihli kararı, paragraf 33) Başka bir deyişle kişisel itibarının korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır. ( AİHM’nin 26/3/1985 tarihli X ve Y/Hollanda kararı Başvuru No: 8978/80, § 22; 15/11/2007 tarihli Pfeifer/Avusturya kararı, Başvuru No: 12556/03, § 35; 7/2/2012 tarihli Axel Springer AG/ Almanya kararı, Başvuru No: 39954/08, § 83)
Anayasa’nın 25. maddesi uyarınca, “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
Anayasa’nın 26. maddesi uyarınca, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak yada vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir….”
Anayasanın 90.maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine bakıldığında: “1.Herkes ifade özgürlüğü hakkında sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” biçiminde düzenleme bulunduğu görülmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM’e göre 10. maddenin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (Na. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).”
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin 2020/843 esas ve 2022/542 karar sayılı ilamında;”Dava, internetteki yayın nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, … verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince; Anayasa’ya göre, herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir ve her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir ve bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında bu hürriyetlerin kullanılması, sınırlandırılması düzenlenmiş; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
Düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırının aşılması ve kişilik hakkına saldırı seviyesine ulaşması hâlinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddeleri gereğince manevi tazminat istenebilecektir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin yerleşik içtihatlarında belirtildiği üzere, basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.”
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin 2020/747 Esas ve 2022/490 Karar sayılı ilamında;” Dava; davalı şirketin yayın hakkı sahibi olduğu Birgün Gazetesinde davalı İrfan’ın yazdığı yazı dolayısıyla davacının manevi zarar gördüğünden bahisle tazminat istemine ilişkindir.
Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum, halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın; olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, … verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında; “…Sözleşme’nin 10/1. fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10/2. fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamayacağını …” belirtmiştir.
İfade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.”
Tüm bu açıklamalar ışığında; davacı yanca davalı … … AŞ’ye ait kanalda, diğer davalı …’nin hazırlayıp sunduğu, ”… ile … …” isimli programda dava şirket hakkında sarf edilen gerçek dışı, asılsız, haksız, mesnetsiz, basın ilke ve ahlakına tamamen aykırı nitelikteki beyanlar ve iddialarla müvekkilin kişilik haklarına ve ticari itibarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile manevi tazminat davası açılmıştır. Mahkememizce aldırılan bilirkişi raporuyla uyuşmazlığa konu yayın akışını dökümünün yapıldığı, dava konusu yayında kullanılan ifadelerin ağır eleştiri niteliğinde, kişisel değer yargısını ifade eden kaba, incitici, nezaket dışı sözler olduğu, ifade özgürlüğünün, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerliliğini koruduğu, bu durumun demokratik toplumun gereği olduğu, bu kapsamda yayının basın özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, kişilik haklarına saldırı boyutuna ulaşmadığı anlaşılmakla; davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davanın REDDİ İLE;
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi gereğince hesaplanan 80,70-TL maktu karar harcının peşin alınan 1.707,75-TL harçtan mahsubu ile artan 1.627,05-TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde DAVACIYA İADESİNE,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince hesap olunan 5.100,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak, DAVALIYA VERİLMESİNE,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendisi üzerinde bırakılmasına,
5-Kullanılmayan gider/delil avansının karar kesinleştiğinde ilgilisine iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 hafta içinde İstinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 29/06/2022

Katip …

Hakim …