Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/236 E. 2021/77 K. 03.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2020/236
KARAR NO:2021/77

DAVA:İtirazın İptali
DAVA TARİHİ:14/05/2020
KARAR TARİHİ:03/02/2021

Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

DAVACININ TALEBİ:

Davacı …A.Ş. (Eski adı … A.Ş.) vekili verdiği dava dilekçesinde, davalı … Ltd. Şti’ne ürün sattıklarını, bu satışlar sebebiyle fatura düzenlendiğini, fatura bedellerinin ödenmediğini, davalı tarafın bu satışları bağlı olduğu vergi dairesine BA ve BS formlarında bildirdiğini, toplam alacaklı oldukları miktarın 10.505,99 TL olduğunu, fatura bedellerinin ödenmemesi üzerine …. İcra Dairesinin … sayılı dosyasından icra takibi başlatıklarını, icra takibine itiraz edilmesi üzerine de itirazın iptali davası açtıklarını belirtmiştir.
DAVALININ TALEBİ:
Davalı …A.Ş. davaya cevap dilekçesi vermeyerek 6100 sayılı HMK m.128’e göre dava konusu maddi vakıaları inkâr etmiştir.
DAVANIN HUKUKİ NİTELİĞİ:
Dava, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 207 ve davamı maddelerine göre alım satım sözleşmesinden kaynaklı alacak için başlatılmış icra takibine itiraz nedeniyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 67’ye göre itirazın iptali davasıdır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Davacı taraf, …. İcra Dairesinin … sayılı dosyasını, tarafların ticari defterlerini, faturaları, Ba ve Bs formlarını, tanık beyanlarını, keşif ve bilirkişi incelemesini delil olarak sunmuştur.
Davalı taraf, Davalı 6100 sayılı HMK m. 126’ya göre cevap ve delil dilekçesi sunmamış, HMK m. 139’a göre ön inceleme ve HMK m. 144’e göre tahkikat duruşmasına usulüne uygun şekilde çağrıldığı halde katılmamıştır.
Dava, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 207 ve davamı maddelerine göre alım satım sözleşmesinden kaynaklı alacak için başlatılmış icra takibine itiraz nedeniyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 67’ye göre itirazın iptali davasıdır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun “Dava Şartı Olarak Arabuluculuk” başlıklı 5/A maddesine göre; “Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” Mahkememizde açılmış olan dava bu yasa kapsamında arabuluculuk dava şartına bağlı olup arabuluculuk son tutanağının dosyaya sunulduğu anlaşılmakla davanın esasının incelenmesine geçilmiştir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 207’ye göre; “Satış sözleşmesi, satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir. Sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça veya aksine bir âdet bulunmadıkça, satıcı ve alıcı borçlarını aynı anda ifa etmekle yükümlüdürler.” Dosyaya sunulan faturalar incelendiğinde taraflar arasındaki hukuki ilişkinin alım satım sözleşmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu madde hükmüne göre dava konusu ürünlerin satışının gerçekleşmesi ile davalının bedel ödeme borcunu yerine getirme yükümlülüğü doğmuştur.
Davacı tarafın talebi doğrultusunda her iki tarafın da bağlı olduğu vergi dairesine yazı yazılarak Ba ve Bs formlarının gönderilmesi istenilmiş ve gönderilen formlar dosya içerisine alınmıştır.
Davacı tarafın davalı taraftan alacağının bulunup bulunmadığının tespiti için 6100 sayılı HMK m. 266’ya göre bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir. Davacı taraf ticari defterlerini dosyaya sunmuş ancak usulüne uygun şekilde davetiye gönderildiği halde davalı taraf ticari defterlerini mahkememize sunmamıştır.
Hazırlanan 06.01.2021 tarihli bilirkişi raporunda faturalardan 28.05.2018 tarih, … sayılı ve 14.212,27 TL bedelli olanın ürün satışına ilişkin olduğu, 16.10.2018 tarih, 259527 sayılı ve 680,20 TL bedelli olanın ise vade farkı faturası olduğu, davalı tarafın faturaları kayıt altına alıp kendi Ba formu ile bağlı olduğu vergi dairesine beyan ettiği, vade farkı faturasında belirlenen rakamın faturada yazılı olan orana göre doğru hesaplandığı, 28.05.2018 tarih, … sayılı ve 14.212,27 TL bedelli faturanın kısmen ödendiği ve geriye 9.825,79 TL kaldığı, bunun üzerine 16.10.2018 tarih, 259527 sayılı ve 680,20 TL bedelli vade farkı faturası düzenlendiği, her iki fatura ile birlikte takip tarihinde davacının 10.505,99 TL alacaklı olduğu tespit edilmiştir.
6100 sayılı HMK m. 222/II’ye göre; “Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının birbirini doğrulamış olması şarttır.” Davacı defterlerinin bu maddeye uygun şekilde tutulduğu anlaşılmakla davacı defterlerinin kendisi lehine delil hükmünde olduğu kabul edilmiş ve bu kayıtlar hükme esas alınmıştır.
6100 sayılı HMK m. 222/III’e göre; “İkinci fıkrada belirtilen şartlara uygun olarak tutulan ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması veya diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi yahut defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin delillerle ispatlanmamış olması gerekir. Diğer tarafın ikinci fıkrada yazılan şartlara uygun olarak tutulan ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi hâlinde ticari defterler, sahibi lehine delil olarak kullanılamaz. Bu şartlara uygun olarak tutulan defterlerdeki sahibi lehine ve aleyhine olan kayıtlar birbirinden ayrılamaz.” Bu maddeye uygun olarak davacı defterlerindeki kayıtların aksi davalı tarafından senet ya da kesin delillerle kanıtlanamadığından davacı defterleri davacı lehine delil hükmündedir. Ayrıca davalının bağlı olduğu vergi dairesine verdiği Ba ve Bs formlarından da davaya konu faturaları kayıt altına aldığı ve beyan ettiği anlaşılmaktadır.
Hazırlanan 06.01.2021 tarihli bilirkişi raporuna göre davaya konu faturalardan 28.05.2018 tarih, … sayılı ve 14.212,27 TL bedelli faturanın kısmen ödendiği ve geriye 9.825,79 TL kaldığı anlaşılmaktadır. Hukuken tartışılması gereken konu bu faturanın kısmen ödenmesi nedeniyle düzenlenen 16.10.2018 tarih, 259527 sayılı ve 680,20 TL bedelli vade farkı faturasından kaynaklı davacı alacağının bulunup bulunmadığıdır. Bu konunun çözümü Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2001 / 1 Esas; 2003 / 1 Karar ve 27.06.2003 Tarihli kararı ile yapılacaktır.
Yargıtay yukarıda tarih ve numarası verilen İBK’nda “Böylece görülmektedir ki, fatura sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olduğu için TTK’nun 23/II maddesine göre süresinde itiraz olunmamak suretiyle kabul edildiği varsayılan fatura içeriği ancak sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak faturada yer alması olağan sayılan satılan malın cinsi veya yapılan işin adedi, türü, bedeli gibi hususlara ilişkin olabilir. Sözleşmenin kuruluşu aşamasında başta var olmayıp, ifa ile ilgili hususlarda sözleşmeyi değiştiren ve diğer tarafın durumunu ağırlaştıran kayıtların sonradan faturaya konulması durumunda -ki buna muhatabınca itiraz edilmese dahi- bu kayıtların faturanın zorunlu ve olağan içeriğinden kabul edilmesi, düzenlemenin şekline olduğu kadar amacına da aykırı düşecektir. Nitekim, kuruldaki tartışmalar sırasında TTK’nun 23/II maddesi hükmündeki karinenin faturanın olağan içeriği hakkında geçerli olması gerektiği, mutad içeriğin ifa ile ilgili hususlarla sınırlı olduğu kabul edilerek, faturaya sözleşmeyi değiştiren veya diğer tarafın durumunu ağırlaştıran kayıtlar konulduğu taktirde, olağan olmayan bu hususlara faturayı alanın süresinde itiraz etmemesi durumunda bu kayıtlarla sorumlu olmayacağı benimsenmiştir. (…) Vade farkı: Yasal düzenlemeler kapsamında tanımlanmış ve kabul edilmiş bir kavram değildir. Son yıllarda ülkenin içinde bulunduğu enflasyonist ortam nedeniyle yargı kararları ile ortaya çıkmış olup, para borcunun ifasındaki gecikmeden zarar gören alacaklıyı koruma amacını taşımaktadır. Bu nedenle de gerek tanımı gerek uygulanması konusunda yargısal uygulamada ve doktrinde görüş ayrılıklarına konu olmaktadır. Uygulamada gerek sözleşmelerle gerekse de faturaya “alacağın belli bir zamanda ödenmemesi halinde belirli bir oranda vade farkı alınacağı” kaydı konulmak suretiyle hayata geçirilmektedir. İçtihatları birleştirmenin konusu da bunlardan faturaya “alacağın belli bir zamanda ödenmemesi halinde belirli bir oranda vade farkı alınacağı” kaydı konulması ile ilgilidir. (…) Vade farkı başta sözleşme ilişkisi kurulurken kararlaştırılabileceği gibi başta kurulmuş olan sözleşme şartlarına ek olarak, sonradan tarafların müşterek kabulü, yürüyen uygulamalar ya da genel olarak piyasa alışkanlıkları nedeniyle de ortaya çıkabilir. Bundan çıkan sonuç şu olacaktır. Vade farkının sözleşmede kararlaştırıldığı ya da sonradan sürekli uygulama nedeniyle sözleşmenin bir unsuru olarak kabul edildiği durumda faturada yer alan kayda ayrıca ihtiyaç bulunmadığından alacaklının talebini TTK’nun 23/II maddesindeki karineye değil doğrudan sözleşmeye dayandırmak hakkına sahiptir. Sorun yazılı anlaşma olmaması ve sürekli uygulama bulunmaması halinde sözlü yapılan geçerli akitlerde vade farkının sadece faturada yer alması ve bu kayda muhatabınca sekiz günlük yasal sürede itiraz edilmemesi durumunda ortaya çıkmaktadır. (…) Sonuç olarak, faturanın sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olduğu için TTK’nun 23/II maddesine göre süresinde itiraz olunmamak suretiyle kabul edildiği varsayılan fatura içeriği ancak sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak faturada yer alması olağan sayılan satılan malın cinsi, veya yapılan işin adedi, türü bedeli gibi hususlara ilişkin olabilir. Faturadaki gecikme halinde vade farkı alınacağına ilişkin kayda itiraz edilmemesi, faturada yer almakla birlikte taraflar arasındaki sözleşmede düzenlenmemiş bir hususa ilişkin kaydın da kabul edildiği anlamına gelmez. Vade farkı kaydının faturanın zorunlu içeriğinden olmayıp, yasal sürede itiraz edilmedi diye kabul edilmesinin ağır bir sonuç doğuracağı; faturadaki vade farkı uygulanır ibaresinin yazılması halinde TTK’nun 23/I maddesindeki karinenin uygulama alanı bulmayacağı, zira fatura sözleşme olmadığı gibi, faturaya itiraz edilmemesinin de ona sözleşme niteliği vermeyeceği kabul edilmiştir.” tespitinde bulunmuştur. Buna göre faturaya yazılan vade farkının davalı tarafından faturaya itiraz edilmese bile davalıyı bağlamayacağı açıktır.
Yargıtay yukarıda alıntıladığımız kararında bu duruma iki istisna getirmiş ve “Sorun yazılı anlaşma olmaması ve sürekli uygulama bulunmaması halinde sözlü yapılan geçerli akitlerde vade farkının sadece faturada yer alması ve bu kayda muhatabınca sekiz günlük yasal sürede itiraz edilmemesi durumunda ortaya çıkmaktadır.” tespitinde bulunarak taraflar arasında vade farkı faturası düzenleneceğine ilişkin yazılı bir sözleşme bulunması ya da vade farkı faturası düzenlenmesine ilişkin sözlü bir anlaşmanın sonucunda sürekli bir uygulama bulunması durumunda vade farkının talep edilebileceğini tespit etmiştir. Yargıtay’ın bu tespiti doğrultusunda 18.11.2020 tarihli ön inceleme duruşmasında davacı tarafa davalı ile vade farkına ilişkin sözleşme yapıp yapmadıklarını açıklamaları için süre verilmiştir.
Davacı vekili mahkememize verdiği 27.11.2020 tarihli dilekçesinde davalı tarafa gönderilen 08.05.2018 tarih, … sayılı ve 14.212,27 TL bedelli faturada ödemenin geç yapılması durumunda % 10 oranında vade farkı uygulanacağının yazılı olduğunu, davalının bu faturaya itiraz etmemesi ve kısmi ödeme yapması üzerine de vade farkı faturasının düzenlenerek davalı tarafa gönderildiği açıklaması yapılmıştır. Dolayısıyla taraflar arasında vade farkına ilişkin yazılı bir sözleşme bulunmamaktadır. Davacı taraf davalı ile aralarında vade farkı faturası düzenlenmesine ilişkin sürekli bir uygulama bulunduğunu gösterir başkaca bir delil de dosyaya sunmamıştır. Dolayısıyla yukarıda alıntıladığımız Yargıtay İBK’nda belirtilen iki ayrık durumdan ikisinin de gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
Davalı tarafın kendisine gönderilen ve geç ödeme durumunda vade farkı ödeneceğine ilişkin ibare taşıyan ilk faturaya itiraz etmemesinin vade farkını kabul anlamına gelmeyeceği alıntı yaptığımız Yargıtay İBK’nda tespit edilmiştir. Ancak davalının kendisine gönderilen vade farkı faturasını bağlı olduğu vergi dairesine sunduğu Ba ve Bs formlarında bildirmiş olması vade farkı faturasını defterlerine kaydettiği ve ödemek üzere de gider olarak vergi dairesine bildirdiği anlamına gelmektedir. Vade farkı faturasına süresinde itiraz edilmemesi pasif bir hareket olmakla birlikte vade farkı faturasının vergi dairesine bildirilmesi davalı açısından açıkça kabul edildiği anlamına gelmekte ve dolayısıyla taraflar arasında vade farkı uygulanacağına ilişkin sürekli bir uygulama bulunduğunun karinesini oluşturmaktadır. Bu nedenle davalının bağlı olduğu vergi dairesine vade farkı faturasını Ba ve Bs formları ile bildirmesi Yargıtay’ın faturaya itiraz edilmemesi durumunda vade farkına itiraz hakkını ortadan kaldırmayacağı tespiti ile aynı kapsamda değerlendirilmesi gereken bir durum olmayıp davalının vade farkı faturasından da hukuken sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Bu gerekçelerle davanın kabulüne yönelik olarak aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
Davalı tarafın her iki faturayı da bağlı olduğu vergi dairesine bildirmiş olmasına karşın aleyhinde başlatılan icra takibine itiraz etmiş olması iyiniyetli görülmeyerek davacı lehine icra inkâr tazminatın hükmedilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davanın kabulü ile …. İcra Dairesi’nin …sayılı takip dosyasına, davalının itirazının iptali ile takibin takip talebindeki diğer koşullarla devamına,
2-Asıl alacak likit ve hesaplanabilir olduğundan asıl alacağın %20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi gereğince hesaplanan 717,66-TL nispi karar harcından peşin alınan 126,89-TL harcın mahsubu ile bakiye 590,77-TL harcın davalıdan tahsili ile HAZİNEYE İRAD KAYDINA,
4-Arabuluculuk görüşmelerinde arabulucu olarak atanan…’a 1.320,00-TL ödeme yapılmasına karar verildiği, ödemenin suçüstü ödeneğinden ödendiği anlaşıldığından 1.320,00-TL arabuluculuk ücreti’nin 6325 sayılı hukuk uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu madde 18/A-13’a göre davalıdan tahsili ile HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince hesap olunan 4.080,00-TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak DAVACIYA VERİLMESİNE,
6-Davacı tarafından yapılan toplam 1.070,09-TL’nin ( 54,40-TL BVH, 7,80-TL VH, 126,89-TL Peşin Harç, 750,00-TL BK, 131,00-TL Tebliğ ve Posta,) yargılama giderinin davalıdan alınarak DAVACIYA VERİLMESİNE,
7-Taraflarca yatırılan ve kullanılmayarak artan gider avansının karar kesinleştiğinde ilgili tarafa iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı davalı tarafın yokluğunda gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 hafta içinde İstinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.03/02/2021

Katip …

Hakim …