Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
4.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ
ESAS NO : 2023/71
KARAR NO : 2023/221
DAVA : Marka (Tecavüzün Tespiti İstemli)
DAVA TARİHİ : 20/03/2023
KARAR TARİHİ : 12/12/2023
Mahkememizde görülen davada yapılan açık yargılama sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin maddi ve manevi tazminata ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla; davalı tarafından “…” ibareli ürünler ile müvekkiller aleyhine yaratılan marka tecavüzü ve haksız rekabet durumunun tespiti, önlenmesi, sonuçlarının ortadan kaldırılması, mütecaviz ürünlerin imhası ve hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; dava konusu “…” markası türk patent kurumu nezdinde … başvuru numarası ile müvekkil şirket adına tescilli bulunduğunu, müvekkil şirketin yıllardır devam eden ticari faaliyetleri süresince herhangi bir fikri ve sınai mülkiyet hakkı ihlali iddiası ile karşılaşmadığını, davacı tarafın dayanak markası ile müvekkil şirket markası arasında benzerlik bulunmadığını, doğada varolan, ayırt ediciliği bulunmayan bir şekil ile ilgili olarak davacılar tekeline bir kullanım hakkı tesis edilemeyeceğini, benzerliği iddia edilen ürünler üzerinde yer alan markaların herhangi bir şekilde benzerliğinin bulunmadığı, 19.01.2023 tarihli bilirkişi raporuyla da sabit hale geldiğini, müvekkil şirket tarafından herhangi bir marka tecavüzü ve haksız rekabet durumu yaratılmamış olduğundan; tedbir kararının kaldırılması ile davacının dava dilekçesindeki tüm talepleri ile huzurdaki davanın sayın mahkemeniz tarafından reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Uyuşmazlığın; davacının marka hakkına tecavüz haksız rekabetin tespiti önlenmesi ve sonuçlarının ortadan kaldırılması taleplerine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Ön inceleme duruşmasından önce taraf vekillerin sulh durumuna ilişkin beyan dilekçeleri sunulmuş olup, bu hususta değerlendirme yapılması gerekmiştir.
Sulh sözleşmesi ile taraflar birbirinden karşılıklı olarak ödünlerde (tavizlerde, fedakârlıklarda) bulunarak aralarında mevcut bir hukuki ilişki üzerindeki anlaşmazlığa veya tereddüt (kararsızlık) hâline son veren ve tam iki taraf borç yükleyen bir sözleşmedir (Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 1, İstanbul, 1988, s. 14).
Uygulamada ve teoride kabul edilmekle birlikte 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan sulh, ilk defa HMK ile düzenlenmiş ve HMK’nın 313. maddesinde bir kurum olarak yer almıştır. Anılan maddede sulh; “görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme” olarak tanımlanmıştır (HMK m. 313/1).
Hemen belirtilmelidir ki tarafların aralarındaki uyuşmazlığı anlaşarak gidermesi anlamına gelen sulh sözleşmesinin kurulması için tıpkı diğer sözleşmelerde olduğu gibi karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları, yani icap (öneri) ve kabul bulunmalıdır. Bu icap ve kabul açık olabileceği gibi zımni (örtülü) de olabilir. Bu sözleşme ile taraflar dava konusu uyuşmazlığa bir fedakârlık ve özveri göstererek son verirler. Genellikle, davacı talep sonucunun bir bölümünden feragat ederek ve davalı da davacının talep sonucunun kalan bölümünü kabul etmek suretiyle sulh sözleşmesi hukuken vücut bulur. En önemlisi bunun sonucunda uyuşmazlık ortadan kaldırılmış sayılır. Bu nedenle sadece tarafların üzerinde tasarruf yetkisine sahip oldukları davalar bakımından söz konusu olur.
Sulh yapılması kural olarak şekle tabi değildir. Ancak HMK’nın 154/3-ç maddesinde mahkeme huzurunda yapılan sulhlar için bir geçerlilik şartı öngörülmüştür. Buna göre, taraflar mahkeme huzurunda sulh olmak istediklerini bildirdikleri taktirde, bu sözlü beyanlarının tutanağa geçirilerek sulh olan taraflara okunması ve imzalattırılması gerekmektedir. Sulhun yazılı olarak yapılması hâlinde ise tarafların bu konudaki beyanlarını içeren dilekçelerinin tutanağa yazılarak eklenmesi gerekir (HMK m. 154/4). Bu hükümden hareketle sulhun tutanağa geçirilmesinin, taraflara okunmasının, onların onayının alınmasının ve (varsa) itirazlarının da tutanağa geçirilmesinin sulhun sonuç doğurabilmesi için zorunlu şartlar olduğu söylenebilir (Kuru, Baki; Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. IV, İstanbul, 2001, s. 3753).
Sulhun etkisi HMK’nın 315. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Şu hâlde mahkeme içi sulh, mahkeme tarafından bir hüküm verilmesine gerek olmaksızın davayı sona erdirir. Tarafların sulh yapmaları durumunda mahkeme sulh sözleşmesine göre karar verecek; taraflar sulhe göre karar verilmesini istemezlerse “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermek suretiyle yargılamaya son verecektir. Diğer bir deyişle, mahkeme içi sulh davayı kendiliğinden sona erdirdiğinden mahkemenin bu sonucun ortaya çıkmasını sağlamak için ayrıca bir hüküm vermesine de gerek yoktur. Zira sulhun temel işlevi hükmün tamamlayıcısı olmak değil; hüküm yerine geçmektir. Dolayısıyla sulhun bizzat kendisinin ayrıca bir mahkeme hükmü verilmesine gerek olmaksızın doğrudan doğruya davayı sona erdirmesi doğaldır. Bu bakımdan mahkemenin vereceği “esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı” davanın sulh nedeniyle konusuz kaldığını tespit ve tevsikten öte bir anlam taşımayacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun istikrarlı içtihatlarından ilamların infaz edilecek kısmının hüküm bölümü olduğu, hükmün içeriğinin aynen infazı gerektiği ve gerek icra dairesi ve gerekse sınırlı yetkili icra mahkemesinin ilamın infaz edilecek kısmını yorum yolu ile belirleme yetkisine sahip olmadığı kabul edilmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.10.1997 gün ve E:1997/12-517 K:1997/776; 22.03.2006 gün ve E:2006/12-92 K:2006/85; 25.06.2008 gün ve E:2008/12-451, K:2008/453; 03.03.2010 gün ve E:2010/12-124, K:2010/110; 06.10.2013 gün ve E:2012/12-603, K:2013/211; 16.04.2014 gün ve E:2013/12-1310, K:2014/ sayılı ilamları)”
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; taraf vekillerince ayrı ayrı dava dışı sulh durumu nedeni ile beyan dilekçesi sunulduğu, taraf vekillerinin vekaletnamelerinde sulh yetkisinin bulunduğu anlaşılmıştır. Taraf vekillerince ayrı ayrı sunulan beyan dilekçelerinde davanın sulhun tasdiki ile sonuçlandırılmasının talep edildiği, duruşma beyanlarında ise sulhe göre karar verilmesinin talep edildiği anlaşılmış, taraf vekillerince sulh sözleşmesine göre karar verilmesinin talep edilmesi üzerine, dilekçe ekinde sunulan sulh protokolünün incelenmesinde, mahkememizce infazı kabil karar verilebilecek nitelikte olmayan hükümler içerdiği görülmüş, bu kapsamda karşılıklı borçlandırıcı işlem niteliğinde hükümlere sözleşmede yer verildiği, her ne kadar borçlandırıcı işlem niteliğindeki sulh sözleşmesinin HMK m.313/4 açık hükmü gereği şarta bağlı yapılması mümkün ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun istikrarlı içtihatlarından ilamların infaz edilecek kısmının hüküm bölümü olduğu, hükmün içeriğinin aynen infazı gerektiği, bu nedenle ilgili sulh sözleşmesinin hükme aynen geçirilmesi sureti ile hüküm tesisinin sulh sözleşme hükümlerinin içeriği (örneğin sulh sözleşmesinin 12.maddesi gereği süreye bağlı, başka ülke hukuklarına tesir eden nitelikle bozucu ya da geciktirici şarta bağlı hüküm tesisinin mümkün olmaması vb.) mümkün olmadığı anlaşılmakla, mahkemece şarta bağlı olan, dava konusu edilmeyen hususlarda ayrıca ve özel olarak infazı kabil olmayan sözleşme hükümlerinin eda hükmü oluşturacak şekilde infazı kabil karar verilmesinin ise HMK m.297/2 hükmüne açık aykırılık oluşturacağı gözetilerek, kanuni düzenlemeye göre, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri uyuşmazlıkları konu alan işbu davada şarta bağlı ve dava konusu olmayan hususlarda hüküm tesis edilemeyeceğinden, taraflarca imzalanmış sulh sözleşmesinin aynen tasdiki ile HMK’nın 315/1 maddesinin son cümlesi uyarınca dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, dair karar verilmesi gerekmiştir. (Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 3.Hukuk Dairesi 2021/1063 Esas, 2023/1041 Karar sayılı ilamı
Taraf vekillerince sunulan beyanlarda ve sulh sözleşme içeriğinde tarafların karşılıklı olarak vekalet ücreti ile yargılama gideri talep etmeyecekleri konusunda anlaşma sağlandığından, mahkemece, mezkur anlaşma kapsamında, taraflarca talep edilmediğinden yargılama giderlerinin ve vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığı şeklinde karar verilmesi gerekmiştir. (İstanbul BAM 29.HD’nin 18/04/2023 tarihli, 2023/836-1040 E.K; İstanbul BAM 28.HD’nin 19/04/2023 tarihli, 2023/806-718 E.K.sayılı ilamları).
HÜKÜM:Yukarda açıklandığı üzere;
1-Taraflarca imzalanmış sulh sözleşmesinin tasdiki ile; HMK’nın 315/1 maddesinin son cümlesi uyarınca dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına,
2-Talep gibi, taraflar aleyhine/lehine yargılama gideri ile vekalet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına, tarafların yaptığı yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına,
3-Davacılardan peşin alınan 179,90-TL karar ve ilam harcından, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 22.maddesi ve aynı Kanunda belirtilen 1 nolu Harçlar Tarifesi uyarınca, sulh yargılamanın ilk celsesinden önce vuku bulduğundan alınması gereken 269,85-TL maktu karar ve ilam harcının 1/3’ü olan 89,95-TL’nin mahsubu ile 89,95-TL fazlalık harcın aynı Kanunu’nun 31.maddesine göre istek halinde ve karar kesinleştikten sonra davacılara iadesine,
4-HMK’ nın 333. maddesi uyarınca taraflarca yatırılan ancak kullanılmayarak artan bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde resen ilgili tarafa veya vekiline iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 HAFTA içerisinde mahkememize ve bulunulan yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 12/12/2023
Katip
¸e-imzalıdır
¸
Hakim
¸e-imzalıdır