Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi 2023/554 E. 2023/1115 K. 26.12.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2023/554 Esas
KARAR NO : 2023/1115

DAVA : Alacak (Ticari Nitelikteki Ödünç Verme Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 28/08/2023
KARAR TARİHİ : 26/12/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Ticari Nitelikteki Ödünç Verme Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde ve duruşmalarda özetle; Müvekkilinin …bank’ın kurumsal yapısı ile Şube yetkililerine karşı duyduğu güven neticesi hem kişisel hem de kurumsal birikimlerinin değerlendirilmesinde yıllardan beri davalı bankayı tercih ettiğini, böylelikle taraflar arasında güven ilişkisi tesis edildiğini, müvekkilinin, bankanın kurumsal kimliğine ve bankanın üst düzeyde yetkilendirerek referans olduğunu, 14 yılı aşkın bir süre davalı bankanın … şube müdürü olarak görev yapan, 1 yılı aşkın da Levent şube müdürü olarak görev yapan ve 15 yılı aşkın bir süredir davalı bankanın en prestijli şubelerinde görev yapan, davalı bankanın tüm toplantılarına katılan ve bankayı üst düzeyde temsil yetkisi haiz, son olarak davalı bankanın … Şube Müdürü olarak görev yapan …’a duyduğu güvenle gerek Ticari olarak gerekse de bireysel bankacılık işlemlerinin (Mevduat-Kredi-teminat mektubu-Bireysel Emeklilik ve diğer hizmetler) büyük çoğunluğunu 2017 yılından bu yana … bünyesinde gerçekleştirdiğini, müvekkilinin aile çevresi ve şirketleri ile ilgili olarak diğer bankacılık işlemlerinin yanı sıra bugün için davalı bankaya ait (10) ayrı kredi işlemi yürütüldüğünü, müvekkilinin yatırımlarını doğru yapmak için danışmanlığına başvurduğu ..bank … Şube Müdürü …’a, müvekkiline bir süre önce vadeli mevduattan daha iyi getirisi olan aynı zamanda da yabancı para cinsinden değerlendirilerek, kur zararının da olmayacağı alternatif bir yatırım aracı tavsiye ettiğini, bu hesabın bir yatırım hesabı olduğunu, sadece belli büyüklükteki özel müşterilere uygulandığını, daha yüksek bir getiri sağlamak için bir havuzda çeşitli yatırım araçları bulunan fonlarda (Altın-hisse senedi-döviz-hazine bonosu-repo vb.) değerlendirildiğini, müvekkilinin Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşulları da göz önünde bulundurarak en iyi getiriyi sağlayacağına inandığını ve davalı bankanın kurumsal kimliği ve yıllara dayanan güven ilişkisi nedeniyle Şube Müdürünün önerdiği bu tasarruf yöntemini tercih ettiğini, müvekkilinin yalnız nakit birikimlerini değil gayrimenkul birikimlerini de daha iyi değerlendirmek için; …’da bulunan bir adet daire ile ve …’te bulunan villasının satışını yaparak satış bedelinin tamamını, …bank … Şube Müdürü …’ nın tavsiye ettiği bu fon hesabına yatırmak üzere, kendisinin deyimiyle “Merkezi Vezne Müdürlüğü’ne ait araca verilmek üzere” kendisine teslim ettiğini, ancak, hesaba ait hesap cüzdanı ve dekontlar müvekkiline verilmeyip sadece A4 kağıdına yatırılan meblağ ve kazancına ilişkin bilgileri ihtiva eden, Şube Müdürü …’ ın el yazısıyla yazarak imzaladığı belgeler teslimatın yapıldığı anda müvekkiline verildiğini, (Başka bankalarda da bulunan yatırım hesaplarıyla ilgili uygulamalarda genellikle, güncel verilere göre pozisyon alınarak işlemler yapılmaktadır.) dolayısıyla yapılan bu işlemlerin bankanın kurumsal kimliği altında yapılmış olması ve müvekkiline verilen belgelerin de yıllardır bankacılık işlemlerini yürüttüğü Şube Müdürü …’ın kendi el yazısıyla yazılmış olması ve altında da resmi evraklarda görülen imzasının bulunması nedeniyle yapılan uygulamanın, güvenilir olması yönünden yeterli geldiğini, bankanın kurumsal kimliği ve uzun yıllara dayanan güven ilişkisi nedeniyle Şube Müdürüne ve yapılan uygulamalara güvenildiğini, müvekkilinin davalıya duyduğu güven nedeniyle yaptığı yatırımlarını geri isteyince davalı bankadan herhangi bir olumlu cevap alamadığının, bunun üzerine müvekkilinin, belgeleriyle birlikte yazılı olarak davalı banka genel müdürlüğünden talepte bulunduğunu ancak maalesef herhangi bir olumlu geri dönüş alamadığını, müvekkilinin davalıdan olan tüm alacağının verildiği tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka reeskont faizi ile birlikte bilirkişi marifetiyle tespit edilerek, davalı-borçlu bankadan olan alacağının (fazlaya dair tüm hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik) şimdilik 100.000 TL alacağının, verildiği tarihten itibaren işleyecek en yüksek banka reeskont faizi ile birlikte davalı bankadan tahsiline karar verilmesini yargılama gider ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde ve duruşmalarda özetle; Davacı ile müvekkili banka arasında herhangi bir bankacılık sözleşmesi bulunmadığını, öncelikle sözleşme olduğunun ispatlanması gerektiğini, davacının parayı teslim ettiği tarihlerde müvekkili banka nezdinde Fatih isimli birinin çalıştığını, bu şahısın muhtemelen tefecilik sistemi içerisinde yer alan bir kimse olduğunu, davacının müvekkili banka nezdinde hesaplarını 10 Mayıs 2010 tarihinde kapatıldığını, sözleşme ve mevduat ilişkisinin bulunmadığını dava konusu uyuşmazlık bakımından asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu, öncelikle pasif husumet yokluğundan davanın reddine, davanın Ticaret Mahkemelerinin görev alanına girmediği kabul edilerek görev yönünden davanın usulden reddi ile dava dosyasının görevli İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olarak açıldığının davacıya açıklatılmasını, ceza dava dosyasının bekletici mesele yapılmasına, davanın usulden ve esastan reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizce tarafların bildirdiği deliller toplanmış dosyamız arasına alınmıştır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, tazminat istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, haksız fiile dayalı olarak davacının davalı bankadan tazminat talebinde bulunma şartlarının oluşup oluşmadığı hususunda toplanmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nın 3. maddesi hükmüne göre, bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir. Bir işin ticari veya adi olması, farklı kuralların uygulanmasını gerektirir. Bir işin ticari olup olmadığını kanunda öngörülen kurallar uyarınca saptamak gerekir. Eğer iş ticari ise özel ticari kuralların uygulanması zorunlu olur. Ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işler, yani haklı veya haksız fiil yahut işletmeyi ilgilendiren her iş ayrık durumlar dışında ticari iş sayılır. Bu işler, eğer bir ticari işletmeyi ilgilendirmiyorsa ticari iş sayılmazlar (ERİŞ Gönen, Gerekçeli- Açıklamalı- İçtihatlı 6335 Sayılı Kanunla Güncellenmiş Yeni TTK Hükümlerine Göre Ticari İşletme ve Şirketler Ticaret Sicili Yönetmeliği ve İlgili Tebliğler, Seçkin Yayınevi, 1. Baskı, Mart 2013, 1. Cilt, Sh, 323).
Ticari davalar ise aynı Kanunun 4/1 maddesinde tanımlanmıştır. Bu maddeye göre, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri ve tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447,  yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde; fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta; borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde ve bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu maddeye göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için tarafların her ikisinin tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması veya ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi olması veyahut da açılan davanın maddede altı bent halinde sayılan davalardan olması gerekir. Taraflardan biri tacir değilse veya tacir olmasına rağmen uyuşmazlığın ticari işletmeyle ilgisi yoksa ticari davanın varlığından söz edilemez.
Ticari davalar, mutlak ticari davalar, nispi ticari davalar ve yalnızca bir ticari işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticari nitelikte kabul edilen davalar olmak üzere üç gruba ayrılır.
Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticari işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın ticari sayılan davalardır. Mutlak ticari davalar, TTK’nın 4/1. maddesinde bentler halinde sayılmıştır. Bunların yanında Kooperatifler Kanunu (m.99), İcra İflas Kanunu (m.154), Finansal Kiralama Kanunu (m.31), Ticari İşletme Rehni Kanunu (m.22) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticari davalar da bulunmaktadır. Bu guruptaki davaların ticari dava sayılabilmesi için taraflarının tacir olması veya ticari işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar aranmaz. TTK’nın 4/1. bendinde sınırlı olarak sayılan davalar arasında yer alması veya özel kanunlarda ticari dava olarak nitelendirilmesi yeterlidir. Bu davalar kanun gereği ticari dava sayılan davalardır.
Nispi ticari davalar, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olması halinde ticari nitelikte sayılan davalardır. TTK’nın 4/1. maddesine göre, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticari işletmesini ilgilendirmesi hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticari iş niteliğinde olması veya ticari iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticari iş sayılması davanın ticari dava olması için yeterli değildir. Ticari iş karinesinin düzenlendiği TTK’nın 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmez. TTK, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hal böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez.
Üçüncü grup ticari davalar, yalnızca bir tarafın ticari işletmesini ilgilendiren havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davalardır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticari dava sayılması için kural olarak ya mutlak ticari davalar arasında yer alması ya da her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davaların ticari nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticari işletmesiyle ilgili olması TTK’da yeterli görülmüştür.
6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu İle Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2. maddesi ile değişik TTK’nın 5/1. maddesinde, aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın, asliye ticaret mahkemesinin tüm ticarî davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olduğu belirtilmiştir. Buna göre, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki hukuki ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunundan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil görev ilişkisidir. Bu nedenle, asliye ticaret mahkemesinin bakması gereken davalarda, asliye hukuk mahkemesi görevli sayılamaz. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanununun 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olup mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtayca re’sen dikkate alınır. Bu kuralın tek istisnası, 6335 sayılı Kanunun 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı TTK’nın 5/4. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.09.2015 gün ve 2014/15-1026 E. 2015/1765 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
TTK’nın 5/1.maddesinde, aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesinin tüm ticari davalar ile çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olacağı düzenlenmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 2.maddesinde ise Asliye Hukuk Mahkemesinin görev alanı düzenlenmiş olup madde metnine göre, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkemenin, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesi olacağı hüküm altına alınmıştır.
Görevle ilgili değerlendirmenin 6102 Sayılı TTK’nun 4 ve 5.maddesindeki düzenlemeler gözetilerek yapılması gerekir. 6102 Sayılı Kanun’un 19.maddesi ”ticari iş karinesi” başlığını taşımakta olup, bu maddenin 2.fıkrasında yer alan ”Taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeler, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, diğeri için de ticari iş sayılır.” hükmünün, görevli mahkemenin belirlenmesinde dikkate alınması mümkün değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2015/15-440 esas 2015/1769 karar sayılı ilamı).
Yapılan açıklamalar ışığında somut olayda, uyuşmazlığın haksız fiil hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği, davalı taraf tacir ise de gelen müzekkere cevaplarından ve UYAP sistemi üzerinden yapılan Gelir İdaresi Başkanlığı Sorgulaması neticesinde, davacının dava tarihi itibariyle tacir sıfatını taşımadığının tespit edildiği, buna göre eldeki davanın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili nispi ticari dava olarak nitelendirilmesinin de mümkün olmadığı, mahkememizin mutlak ve nispi ticari dava niteliği taşımayan işbu davaya bakmakla görevli olmadığı, davalı ile davacı arasındaki uyuşmazlığın genel hükümler uyarınca asliye hukuk mahkemesinde çözümlenmesi gerektiği anlaşıldığından görevle ilgili düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle taraflarca ileri sürülmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilmesi gerektiği nazara alınarak davanın 6100 sayılı HMK 114/1-c ve 115/2 maddesi uyarınca görev yönünden usulden reddine ve mahkememizin görevsizliğine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Açıklanan gerekçeye göre;
1-Davanın HMK 114/1-c , 115/2 mad uyarınca görev yönünden usulden reddine ve mahkememizin GÖREVSİZLİĞİNE,
2-Karar kesinleştiğinde ve HMK 20 md uyarınca 2 haftalık süre içinde talep halinde dosyanın görevli İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,
3-Harç, vekalet ücreti, arabuluculuk gideri, yargılama giderleri konusunda görevli mahkemece karar verilmesine,
4-Kararının kesinleşmesinden itibaren 2 hafta içinde dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için başvurulmadığı taktirde harç ve yargılama gideri konusunda ek karar yazılmasına, ,
Dair verilen karar davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı vekilinin yokluğunda gerekçeli kararın tebliğden itibaren 2 hafta içerisinde İstanbul Bölge Adliyesi ( İstinaf Mahkemesi ) nezdinde istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usülen anlatıldı.26/12/2023
Katip … Hakim …
¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır