Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/987 E. 2018/742 K. 04.07.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
3. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/987 Esas
KARAR NO : 2018/742

DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
DAVA TARİHİ : 15/11/2017
KARAR TARİHİ : 04/07/2018

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat) davasının yapılan açık yargılamaları sonunda :
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle :27.06.2017 tarihinde, … ili, … ilçesi, … mahallesi girişi mevkiinde dava dışı sürücü …’in sevk ve idaresindeki … plakalı araç ile yaya olan müvekkili davacıya çarpması neticesinde davacının yaralandığını, Davalı … şirketine sigortalı araç sürücüsü olay yerinden firar ettiğinden olaya ilişkin kaza tespit tutanağı tutulmadığını, davacı acil olarak öncelikle … Devlet Hastanesi’ne, oradan … Devlet Hastanesi’ne, oradan … Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne oradan da …. Üniversitesi … Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edilip tedavisinin yapıldığını, Olay nedeniyle davacının vücudunda kalıcı sakatlık oluştuğunu, Kaza nedeniyle … C.Başsavcılığı’nın …. soruşturma sayılı dosyasından soruşturma başlatıldığını, olayda müvekkile atfı kabil herhangi bir kusur bulunmadığını, tüm kusurun … plakalı araç sürücüsünde olduğunu, müvekkili davacının emniyet şeridinde yürüdüğü esnada …. plakalı araç sürücüsünün aşırı hızla gelip müvekkili davacıya arkadan çarpmak suretiyle kazaya sebebiyet verdiğini, Müvekkili davacının kaza nedeniyle kalıcı sakatlığı meydana geldiğini, Bu nedenle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi uyarınca belirsiz alacak niteliğindeki şimdilik 1.000-TL. geçici ve kalıcı iş göremezlik (maluliyet) tazminatının, yargılama sırasında toplanacak deliller ve tazminat hesap raporuyla ortaya çıkacak zarar miktarının davalıdan yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini, Kazaya sebep olan ve olayda kusurlu bulunan … plakalı araç, olay tarihinde … Sigorta A.Ş.’nin … poliçe nolu Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, geçici ve kalıcı iş göremezlik tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle : davanın reddini savunmuştur.
DELİLLER:
1- Tedavi Evrakları, … Sigorta A.Ş.’nin … poliçe nolu Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta poliçesi ve … nolu hasar dosyası, gelir durumu belgesi, SGK kayıtları,
2- … C.Başsavcılığı’nın … sayılı soruşturma dosyası
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE
Dava, 2918 sayılı KTK’nın 97. Maddesi ile 6098 sayılı TBK’nın 54. Maddesine göre trafik kazasından kaynaklanan ve sigorta sorumluluğuna dayalı geçici ve sürekli iş göremezlik tazminatı talebidir.
Yargı erkini tekelinde bulunduran Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de taraf olduğu AİHS’in 6. Maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlali sebebiyle AİHM nezdinde, Devletimiz aleyhine çokça ihlal kararları verildiği herkesçe malumdur. Bu kararların kahir ekseriyeti uzun ve maliyetli yargılama süreçlerinden neşet etmektedir. Bu bağlamda ülkemizde siyasi irade tarafından alternatif çözüm yolları arayışı son 20 senedir hız kazanmış durumdadır.
1987 yılından beri üzerinde çalışılan Avrupa Medeni Usul Model Kanun Tasarısı’nda, uzlaştırmayla ilgili hükümler yer almaktadır. Bu Model Kanun Tasarısı kabul edildiği takdirde, Birliğe dahil ülkeler, kendi milli kanunlarında, model kanunda getirilen ilkeler çerçevesinde uzlaşmayla ilgili hükümler sevk etmek; varsa uzlaşmayla ilgili bu hükümleri, Model Kanun’da kabul edilmiş sistemle uyumlu hale getirmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalacaktır. Biz de, birlik üyeliğine aday ülke olduğumuz için, bu durum ister istemez bizim mevzuatımızı da etkileyecektir. Bunların dışında, Amerikan Hukuk Enstitüsü ve Özel Hukukun Bütünleştirilmesine İlişkin Milletlerarası Enstitü’nün hazırlamış olduğu Uluslar-Ötesi Hukuk Usulü Prensiplerine İlişkin Model Kanun’da da, uzlaşmayla ilgili özel bir düzenleme bulunmaktadır. Bu Model Kanun’un 24. maddesi aynen şu şekildedir: “Mahkeme, tarafların yargılamaya devam etme fırsatına saygı gösterirken aynı zamanda mümkün olan hallerde makul bir biçimde, tarafları uzlaşmaya teşvik eder. Mahkeme, yargılamanın herhangi bir aşamasında tarafların uyuşmazlığın alternatif yollarla çözümü sürecine katılımını kolaylaştırmalıdır. Taraflar, yargılamanın hem başlamasından önce hem de sonra makul uzlaşma çabaları konusunda iş birliği yapmalıdır. Mahkeme, masraflara ilişkin kararını, iş birliği yapmadaki makul olmayan başarısızlığı veya uzlaşma çabalarına kötü niyetle katılımı yansıtacak bir şekilde ayarlayabilir.”
Yine Avrupa Birliği Konseyi, alternatif uyuşmazlık çözümlerinin en yaygın biçimi olan arabuluculukla ilgili olarak konunun uzmanlarına 2004 tarihli bir direktif taslağı hazırlatmıştır. Bu direktif taslağı, Avrupa Parlamentosu’nca kabul edildiği takdirde, Birlik üyesi tüm ülkeler bağlamında bağlayıcılık kazanacak ve ülkelerin bu direktifte belirlenen ilkeler çerçevesinde, arabuluculukla ilgili hukuki düzenlemeleri gerçekleştirme, kendi iç hukuk sistemlerine adapte etme zorunluluğu doğacaktır. Bu direktif taslağı, Avrupa Parlamentosu’nca kabul edildiği takdirde, ileride Birlik bünyesine dahil olmak için müracaatta bulunmuş; müzakere için tarih almış ve mevzuat uyumlaştırması çalışmalarına başlamış olan ülkemiz için de bağlayıcılık kazanacak; öngörülen ilkeler çerçevesinde hukuk ve ticaret uyuşmazlıkları bağlamında, arabuluculuk kurumunun yasal çerçevesini oluşturmak, bizim için de bir zorunluluk haline gelecektir. Direktif taslağı, uyuşmazlıkların, dostane yollarla çözüme kavuşturulması düşüncesini temel almakta ve arabuluculuğu bu çerçevede en etkin uyuşmazlık çözüm mekanizması olarak öngörmektedir. Direktif taslağında, arabuluculuk kurumuna tüm üye devletler bağlamında işlerlik kazandırılabilmesi için, ortak bir takım ilkeler belirlenmiştir. Bu ilkeler, şu şekilde sıralanabilir:
1. Mahkemeler, somut olayın koşullarına ve özelliklerini gözeterek, uyuşmazlığın çözümünü arabulucuya havale etmeyi taraflara önermeli; en azından taraflardan arabuluculuk sürecinin uygulanmasına ilişkin bilgilendirme toplantısında hazır bulunmalarını talep etmelidir.
2. Arabulucuların kalitelerinin güvence altına alınabilmesi için gerekli önlemler alınmalı, eğitim standartları tespit edilmeli, davranış normlarının (etiğinin) vücuda getirilmesi ve disipline edilebilmeleri için, ihtiyaç duyulan organizasyonlar ve alt yapı kurumları oluşturulmalıdır.
3. Arabuluculuk sürecinde bir çözüme ulaşılmış yani anlaşma sağlanmışsa, bu çözüm ya da anlaşma arabulucu tarafından belgelendirilmeli ve bu belgenin tarafların isteği üzerine, mahkeme yahut diğer bir resmi makam tarafından tasdik edilmesi sağlanarak, iç hukuklara göre verilmiş bir mahkeme kararı gibi icra edilmesine olanak tanıyan düzenlemeler yapılmalıdır. Yani, arabuluculuk sürecinin sonucunda ulaşılan anlaşmaya, icra edilebilirlik açısından ilam niteliğinde belge kimliği kazandırılmalıdır.
4. Arabuluculuk faaliyetinin gizliliği vurgulanmalı ve arabulucuların sır saklama yükümlülüklerinin bulunduğuna açıkça işaret edilmelidir.
5. Arabuluculuk sürecinin işletilmeye başlamasına, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin işlemesini durdurucu bir etki tanınmalıdır. İşte ülkemizde de uzayan yargılamaların önüne geçilmek amacıyla 2000’li yılların başından itibaren temel adli yasalarda köklü değişikliklere gidilmiş, TCK, CMK, TMK, TTK, TBK gibi hukuk yargılamalarındaki usulü düzenleyen HUMK’ta da değişikliğe gidilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe konmuştur. Bu temel kararlılığın uzantısı olarak muhtelif mevzuat ahkamında uyuşmazlıklara alternatif çözüm yolları getirilmiştir. Hatta bu gayenin tahakkukuna matuf olarak 6763 sayılı yasanın 9. maddesi ile Alternatif Çözümler Daire Başkanlığı dahi kurulmuştur.
Uzun ve maliyetli yargılamaların önüne geçmek, kamu hukukunun ihlalinden ziyade, haksızlık içeriği itibari ile daha çok uyuşmazlığın taraflarını ilgilendiren hususlarda tıpkı Anglo-Sakson ve Anglo-Amerikan sistemlerinde olduğu gibi, meselenin hallinde yargı erkinden önce alternatif çözüm yollarına müracaat kurumu ülkemizde de siyasi irade tarafından bu şekilde hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenen ön ödeme ve uzlaşma gibi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 140/2. maddesi, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 3 üncü maddesi, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 66. maddesi, 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunu’nun 7. Maddesi, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesi ile 5684 saylı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesinin ihdası anılan bu alternatif çözüm arayışlarının neticesidir.
Anılan alternatif çözüm arayışının diğer bir tezahürü de somut uyuşmazlıkta olduğu gibi, trafik kazalarına matuftur. 2918 sayılı KTK’nın 97. maddesiyle getirilen özel dava şartı ile trafik kazalarından kaynaklanan maddi taleplerin öncelikle sigorta şirketleri ile kazazede arasında çözülmesini mecbur kılmıştır. Esasen kanun koyucu trafik kazalarından kaynaklanan maddi mağduriyetlerin sigorta vasıtası ile çözülmesi iradesi yeni değildir. 1983 yılında yürürlüğe giren 2918 sayılı Karayolları Tarafik Kanunu’nun 91. maddesi ile motorlu taşıtlara karayolları mali mesuliyet sigortası yaptırılması mecbur kılınmıştır. Hatta öyle ki bu mecburiyete rağmen sigorta yaptırmayan araçların yol açtığı trafik kazalarından kaynaklanan zararların tazmini için de 5684 sayılı kanunun 14. maddesine göre Güvence Hesabı (daha evvelki mevzuatta Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı) oluşturulmuştur. Görüldüğü üzere kanun koyucu daha o yıllarda trafik kazalarından kaynaklanan maddi zararları sigorta eliyle çözüme kavuşturma iradesindedir. 2918 sayılı yasanın 97. maddesi ile sigorta şirketine müracaat ve 5684 sayılı yasanın 30. maddesi ile sigorta tahkim komisyonuna müracaat ihtiyari ve alternatif bir çözüm yolu olarak getirilmiştir.
Ne var ki, zaman içerisinde tüm tedbirlere rağmen gerek trafik kazalarındaki artış ve buna bağlı olarak trafik kazalarının hukuk yargılamalarındaki sayısal artışı, kanun koyucuyu ihtiyari olan sigorta şirketine müracaat yolunu, 2016 yılında yaptığı 6704 sayılı yasa ile zorunlu hale getirmek mecburiyetinde bırakmıştır.
6704 sayılı yasanın 5. maddesi ile trafik kazalarından kaynaklanan maddi tazminat davalarında dava açmadan evvel sigorta şirketine müracaat edilmesi mecburiyeti esasen tartışma konusu değildir. Hukuk yargılamalarında bu hükümden kaynaklı tartışmalar davacının dava açmadan evvel sigorta şirketine eksik evrakla müracaat etmesi durumunda bu dava şartı yerine gelmiş olur mu ve dava açıldıktan sonra sigorta şirketine müracaat HMK 115/2. maddesi bağlamında dava şartını yerine getirir mi noktalarındadır.
Uygulamada, 6704 sayılı yasa yürürlüğe girdikten sonra, cismani zarar sebebiyle çoğu hak sahibinin 97. madde gereği şeklen sigorta şirketine müracaat ettiği fakat bilhassa maluliyet durumunu belgeleyen raporu müracaatına eklemediği görülmektedir. Buna mazeret olarak da maluliyet durumun tespiti için kazanın üzerinden bir seneyi aşkın sürenin geçmesi gerektiği, bu sürenin beklenmesinin hak sahibinde mağduriyete yol açacağı gösterilmektedir. Bu şekilde etkili olmayan müracaatın yukarıda sayılan ve anılan kanunun ihdasını mecburi kılan amaçla örtüşmediği ortadadır. Zira yargılamayı yapan mahkemelerin dahi, cismani zararlar sebebiyle rapor almadan hüküm kurması mümkün değildir. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre cismani zararlar sebebiyle tazminata hükmedilebilmesi için ya Adli Tıp Kurumu’ndan veya üniversitelerin adli tıp ana bilim dalı başkanlıklarından rapor alınması mecburidir. Görüldüğü üzere mahkemeler dahi maluliyet raporu olmaksızın tazminata hükmedemezken, sigorta şirketlerinin maluliyet raporu olmadan ödeme yapmasını beklemek bir çelişkidir. Bu durumda hak sahiplerinin 97. madde bağlamında sigorta şirketine şeklen değil, etkili bir müracaatının olması şarttır. Etkili müracaatın ne demek olduğuna dair AİHS 13. maddesine bağlı AHİM kararları da herkesçe malumdur. Nasıl ki hiç kimse ön müracaat koşullarını etkili bir şekilde tüketmeden AHİM nezdinde uyuşmazlık başlatamaz, aynı şekilde cismani zarar sebebiyle sigorta şirketlerine etkili bir müracaat yapmadan yargıya müracaat edilemez.
Bu hususu şu basit örnekle açıklamakta fayda var. Yüz katlı bir gökdelen yapmak isteyen bir müteahhit, dilekçesine hiçbir belge eklemeksizin ruhsat için ilgili Belediyeye müracaat etse, Belediye de haklı olarak 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21 ve 22. maddelerine göre müracaatınıza tapu, proje, zemin etüt raporları vs eklemeniz gerekir şeklinde müracaat sahibine cevap verse, bu cevap üzerine hak sahibi 2577 sayılı İYUK muvacehesinde talebinin reddedildiğinden bahisle ve 100 katlı gökdelenin projesini çizdirmek bir yıl sürer gerekçesi ile dava açsa, şimdi burada idare mahkemesi, etkin bir müracaat vardır, bu sebeple ruhsat verilmelidir deyip davacının davasını kabul etmesi mümkün mü? Tıpkı bunun gibi, trafik kazalarından kaynak cismani zararlarda dahi, hak sahibi dava açmadan evvel rapor düzenlenebilmesi için geçecek süreyi beklemeli, raporunu almalı ve diğer belgelerle birlikte etkin bir şekilde sigorta şirketine müracaat etmelidir. Etkin müracaata rağmen 15 gün içerisinde mağduriyet tatmin edilmez ise ancak o zaman eldeki dava açılabilmelidir.
Öte yandan hukukun temel ilkelerinden biri olan “kanun koyucu abesle iştigal etmez” hükmü fehvasınca, 97. maddedeki mecburiyeti ihdas ederken kanun koyucunun maluliyet raporunun düzenlenmesi için geçmesi gereken süreyi bilmediğini ileri sürmek mümkün değildir. O halde 97. maddeyi, maluliyet raporu almak için geçmesi gereken sürenin geçmesini hak sahibinin beklemesi gerektiği, sonra raporunu alması ve sigorta şirketine müracaat etmesi gerekir şeklinde okumak amaca daha uygun olacaktır. Aksi halde 6704 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden önceki durum ile yürürlüğe girdikten sonraki durum arasında hiçbir fark meydana gelmeyecektir. Kanun koyucunun hukuk uyuşmazlıklarında alternatif çözüm yollarına dair öteden beri ortaya koyduğu irade, kanunlarda yazan hükümler, ancak uygulayıcılar eliyle hayat bulması mümkündür. Bu iradeyi by-pass eder, boşa çıkarır, yok sayar mahiyette kanunların yorumlanması hukukun genel ilkelerine aykırıdır.
Bu sebeple somut olayda davacının eksik evrakla sigorta şirketine müracaat etmesi 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 97. maddesindeki özel dava şartını karşılar mahiyette olmadığından, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/2 ve 115/2. maddelerine göre dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Ayrıntısı ve gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere :
1-Davanın 2918 sayılı KTK’nın 97. Maddesi, 6100 sayılı HMK’nın 114/2 ve 115/2. Maddesi gereği dava şartı yokluğundan usulden Reddine,
2-Harç peşin alınmış olmakla yeniden alınmasına yer olmadığına,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi gereği hesap ve takdir olunan 1.000,00-TL vekalet ücretinin davacı taraftan alınarak davalı tarafa verilmesine,
5-Taraflarca yatırılan gider ve delil avansının kullanılmayan bakiyesinin karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair; davacı ve davalı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere karar verildi. 04/07/2018

Katip …
e-imza

Hakim …
e-imza