Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2019/28 E. 2021/435 K. 30.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/28 Esas
KARAR NO : 2021/435

DAVA : Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 31/01/2019
KARAR TARİHİ : 30/12/2021

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarda özetle: Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi üzerinden, Başkanlığa vatandaşlar tarafından gönderilen ileti içeriklerinden “…” kelimesinin alkollü bir içecek olan “…” şeklinde marka olarak kullanıldığının anlaşıldığını, “…” markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğini, Başkanlığa yapılan şikayetler üzerine “…” isminin “dini bir değer veya sembol” içerip içermediği hakkında Başkanlık Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görüşüne başvurulduğunu, Kurul tarafından verilen yazıda “…” kelimesinin Arapça kökenli bir sözcük olduğunu, Türkçe’de “iyi, pekiyi, yüksek, pek yüksek, pek güzel, nefis, enfes” gibi anlamlara geldiğini, … isminin Kur’an’da içki hakkındaki olumsuz nitelemeye muarız ve övücü bir mahiyet arz ettiğini, Türkçe’de her ne kadar “iyi, pekiyi” anlamında kullanılmış olsa da …’ın sıfatlarından biri olan “…”yı çağrıştırdığını, Kur’an-ı Kerimde sure ismi olarak geçtiğini, gelenekte dini çağrışımı bulunduğunu, nesneyi övme-yüceltme anlamı taşıması yönleriyle bahis konusu ismin bir içki türüne marka olarak kullanılmasının dinen uygun olmadığını,“…” markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini, yargılama giderlerinin ve vekâlet ücretinin davacı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle: 2013 yılında Türk Patent tarafından tescil edilen davaya konu ”…” markasının kullanımının korunan hakları ihlâl etmediğini, davalı şirketin ürünlerini 5 yılı aşkın süredir “…” markasıyla piyasaya sunulduğunu, dava açılmasının dürüstlük kuralına aykırı olduğunu, davalı şirketin markasında yer alan “…” kelimesinin Arapça kökenli bir Türkçe kelime olduğu ve “iyi, pekiyi, yüksek, pek güzel, nefis, enfes” anlamlarına geldiğini, Kur’an-ı Kerim’de geçen kelimenin Arapça başka bir kelime olan “…” kelimesi olduğunu ve “en yüksek, daha yüksek, yüce, en üstte” gibi anlamlara geldiğini, Kur’an-ı Kerim’de “…” kelimesinin Allah’ın yüceliğini ifade eden bir sıfat olarak kullanıldığını ve Musa peygamberin Firavun ve sihirbazları karşısındaki durumunu ve gökyüzündeki en yüce ufku ifade etmek amacıyla da kullanıldığını, “…” kelimesi İle Arapça “…” kelimesinin aynı olmadığını, ”…” markasını taşıyan ürünler için T.C Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü tarafından Gıda Üretim İzni verildiğini ve Gıda Sicilinde tescil edilip onaylandığını, markanın yabancı ülkeler nezdinde de tescilleri bulunduğunu, “…” ibaresinin Osmanlı döneminden bu yana … ürünleri üzerinde kullanılan bir ibare olduğunu, Kur’an-ı Kerim’de geçen Arapça “…” kelimesi ile davalı şirketin markasında yer alan “…” kelimesi hem telaffuz hem de anlam olarak farklı kelimeler olduğunu, “…” ve Arapça “…” işaretlerinin görsel olarak birbirlerinden ayrıştığını, markanın “…” kelimesinden değil bir bütün olarak “…” ibaresinden oluştuğunu, markanın bütün olarak değerlendirilmesi ve “…” kelimesinin bütün içerisinde taşıdığı anlamın göz önüne alınması gerektiğini, “…” kelimesinin herhangi bîr dîni değer taşımadığını, Türkçedeki “yüce, üstün, yüksek” kelimelerinin karşılığı olarak da kullanıldığını, “…” kelimesinin Arapçada yer alan birçok kelime gibi sıradan bir sıfat olduğunu, Kur’an-ı Kerim’de yer alıyor olması bu kelimenin herhangi bir kutsiyete, dinî bir değer veya sembol olduğu anlamına gelmediğini, dava konusu markanın … ve … de haberlere konu olduğunu, sosyal medya platformlarından Ekşi Sözlük’te kullanıcıların yorumlarına konu olduğunu, davalı şirketin reklam sınırlamalarından önce yayına sürdüğü reklamı da video paylaşım platformlarında kullanıcılar tarafından paylaşıldığını, davacının iddiasının şirket markasına manevî olarak zarar verdiğini belirtmiş davacının taleplerinin reddinin gerektiğini talep etmiştir.
Davacı vekili dosyaya sunmuş olduğu cevaba cevap dilekçesinde özetle; cevap dilekçesinde davalı vekili tarafından ifade edilen hususların, dava dilekçemizde talep edilen dava konusu ile ilgili olmaktan uzak olduğunu, davalı vekili, 6769 sayılı Kanun’un m. 25/6 fıkrasında yer alan “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötüniyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez.” hükmü uyarınca İdaremizin sessiz kalmakla hak kaybına uğradığını ileri sürmekte ise de bu iddia gerçeği yansıtmadığını, çünkü mezkur fıkra hükmü “marka sahibi” olan kişilerle ilgili bir düzenleme olduğunu, başkanlığın bu hususta marka sahibi olması gibi bir durum söz konusu olmadığından bu fıkra hükmüne dayanarak hak kaybına uğradığımızı iddia etmenin isabetli olmadığını, başkanlık tarafından “marka sahibi” sıfatıyla değil, 6769 sayılı Kanun’un 5 inci maddesinin (h) bendine göre “Dinî değerleri veya sembolleri içeren işaretler marka olarak tescil edilemez” hükmüne dayanarak talepte bulunulduğunu, davalı vekili tarafından cevap dilekçesinin 3 üncü sayfasında ifade edildiği üzere; 6769 sayılı Kanun’un 5 inci maddesinin 1-h bendi hükmü ile “toplumun manevi hassasiyetlerine zarar verilmesinin önlenmesi” nin amaçlandığını delil olarak sunulan ifade tutanakları ile dava dilekçemiz ekinde sunulan Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (ÇİMER) tarafından Başkanlığımıza iletilen, talep-şikayet içeriğinden de anlaşılacağı üzere “toplumun manevi hassasiyetlerine zarar verilmesi” sebebiyle vatandaşlar tarafından şikayette bulunulduğunu, Başkanlığa yapılan şikayetler üzerine “…” isminin “dini bir değer veya sembol” içerip içermediği hakkında Başkanlığımız Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görüşüne başvurulduğunu, mezkur Kurul tarafından verilen 25/01/2019 tarihli ve 22282 sayılı cevabi yazının sonuç kısmında özetle; “Yukarıdaki anlam içerikleri ve kullanımlarına işaret edilen … isminin bir içki türüne verilmesi ile ilgili dikkat çeken bir başka husus da bu isimlendirmenin Kur’an’da içki hakkındaki olumsuz nitelemeye muarız ve övücü bir mahiyet arz etmesidir. Zira Allah Teala Kur’an-ı Kerimde içki ve türlerini “şeytan işi, çirkin, kötü işler” (Maide, 90) kapsamında değerlendirildiğini, sonuç olarak Türkçemizde her ne kadar “iyi, pekiyi” anlamında kullanılmış olsa da Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından biri olan “… çağrıştırması, Kur’an-ı Kerimde sûre ismi olarak geçmesi, gelenekte dinî çağrışımı bulunması ve Allah Teâlâ’nın haram kıldığı bir nesneyi övme-yüceltme anlamı taşıması yönleriyle bahis konusu ismin bir … türüne ad/marka olarak kullanılmasının dinen uygun olmadığı değerlendirilmektedir.” şeklinde cevap verildiğini, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görevlerini sayan 5 inci maddesinde Din İşleri Yüksek Kurulu’nun, Başkanlığın dini konularda en yüksek karar ve danışma organı olduğu ifade edilmiş ve anılan Kurul tarafından mezkur markanın dini değer içerdiğinin belirtildiğini, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 07/02/2006 tarihli ve E:2005/899, K:2006/1071 sayılı kararında; “davacı tarafından tescili istenen ‘…’ işareti ile davalıya ait ‘…* işaretinin okunuşları farklı olmakla beraber, yazılış ve görsel olarak birbirleriyle aynı veya ayırt edilmeyecek kadar aynı nitelikte” olduğu, “tescil yasağı getirilişinin sebebi, halka mal olmuş dini değerlerin rencide edilmesini ve bir çıkar uğruna kullanılmasını önlemektir. Bu itibarla … tescili mümkün değildir.” şeklinde hüküm tesis edildiğini belirtmiş davanın kabulü ile markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili sunmuş olduğu cevaba cevap dilekçesinde özetle; davacının taraf sıfatına ve bu davayı açma hakkına ilişkin bir itirazlarının bulunmadığını, ancak marka hukukundaki sessiz kalma yoluyla hak kaybı prensibinin kaynağı yalnızca 6769 sayılı SMK olmadığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin ve yerel ihtisas mahkemelerinin süregelen içtihadı olduğunu, temeli TMK m. 2’ye dayanan ve hukuk güvenliği ilkesine dayanan bu prensip Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından yalnızca marka sahipleriyle sınırlanmadığını, kaldı ki aksi durumun sicile güven ilkesini ve hukuk güvenliğini sarsacağı için sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğrama ilkesinin yalnızca marka sahiplerine uygulanmasının doğru olmayacağını, SMK m. 25’te hükümsüzlük davası açma hakkına sahip olduğu belirtilen “menfaati olanlar, Cumhuriyet savcıları veya ilgili kamu kurum ve kuruluşlarımın bu 5 yıllık hak düşürücü süre ile bağlı olmamasının, marka sicilinde yer alan tüm markaların ne zaman tescil edilmiş olursa olsun, hükümsüzlüğe tabi olduğu anlamına geldiğini, kişilerin tescil ettirip yıllarca yatırım yaptıkları ve kullandıkları markalara karşı her an hükümsüzlük davası açılabilmesine izin verilmesi sicile güven ilkesini ve hukuk güvenliğini önemli ölçüde zedeleyeceğini, davacı kurumun da 5 yıllık süreyi gözetmek yükümlülüğü altında olduğunun sabit olduğunu, bu bağlamda davanın reddinin gerektiğini, davacının dava dilekçesi ekinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi tarafından iletilmiş bir şikayet ya da talep kaydı bulunmadığını, kaldı ki, dava dilekçesinin son sayfasında sunulan ek listesinde de böyle bir delilden bahsedilmediğini, şirketin markasının toplumsal hassasiyetlere zarar verdiğinin kabulü için markanın ilk bakışta ilgili kesimin ortalama bireyleri tarafından dinî bir simge veya değer olarak algılanması ve bu algıya sahip kesimin ilgili inanca sahip kişilerin önemli bir kısmı olması gerektiğini, aksi durum, ilgili inanca sahip kesimin en radikal bireylerinin dahi bireysel görüşlerinin dikkate alınmasına veya aslında dinî olmayan bir işaretin zorlama bir bağlantıyla yasaklanmasına neden olacağını, davacının dosyaya sunduğu şikayet tutanaklarına gelindiğinde ise, ifadeyi verenlerin beyanlarından aslında şirketimizin markasının toplum tarafından dinî bir simge veya işaret olarak algılanmadığı net bir biçimde anlaşıldığı görüldüğünü, belgelerdeki ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, ifadeyi veren kişiler ürünü rafta gördükleri ve şirketimizin ürününden haberdar oldukları anda değil, ürün hakkında ve “…” kelimesi hakkında araştırma yapmak suretiyle bir ilişkilendirmede bulunabildiklerini, bu durumun dahi başlı başına şirketin ürününün herhangi bir dinî değer veya simge içermediğini böyle bir anlayış için bu kasıtla düşünülmesi gerektiğini gösterdiğini, aynı zamanda yalnızca iki kişi tarafından verilmiş ifadelerin de toplumda aynı inancı paylaşan herkesin düşünceleriymiş gibi kabul edilmesi mümkün olmadığını, söz konusu vakanın münferit olduğu ve tüm topluma atfedilemeyeceğini, yalnızca iki kişi tarafından verilmiş bu ifadeler yoluyla toplumun büyük kesimi tarafından şirketimizin “…” markasını dinî değer içerip içermediği şeklinde bir değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığını, kaldı ki, davacı tarafından sunulan ifadelerden “…”e ait olanın da delil olarak bir geçerliliği bulunmadığını, ifade metninde okuma-yazma bilmediği ifade edilen bir vatandaşımızın böyle bir beyanın altına imza atabilmesi veya böyle bir beyanın altındaki imzanın geçerli bir imza olarak kabulünün mümkün olmadığını, böyle bir değerlendirmenin yapılabilmesi ve herhangi bir şekilde somut bir kanıya varılabilmesi için (i) sağlıklı bir araştırma grubu kabul edilebilecek sayıda insanın görüşünün alınması veya (ii) Türk dili ve edebiyatında “…” kelimesinin dinî bir anlamda ne sıklıkla kullanıldığının değerlendirilmesi gerektiğini, davacının sunmuş olduğu delillerin ne şirketimizin markasının ilk bakışta tüketici tarafından dinî bir değer olarak algılandığını ne de toplumun ilgili kesiminin yaygın şekilde bu düşünceye sahip olduğunu ispat etmeye yeterli olmadığını, Din İşleri Yüksek Kurulunun 25.01.2019 tarihli ve 22282 sayılı görüş yazısında davalı şirketin “…” markasının dinî değer içerdiğinin tespit edildiği, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görevlerini sayan 5’inci maddesinde Kurulun, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en yüksek karar ve danışma organı olduğunu ifade etmiş ve anılan kurulun şirketimizin markasının dinî değer içerdiğini belirttiğini ifade ettiğini, anılan görüş yazısında davalı şirketin markasının dinî değer içermediği açık ve net bir biçimde ortaya konulduğunu, söz konusu görüş yazısı ile “…’’ ibaresinin Kur’an-ı Kerim’de geçtiği ifade edildiğini, davalı şirketin markasında ver alan “…” ibaresinin Kur’an-ı Kerim’de bahsi gecen ibareden farklı olduğunun ve farklı anlamda kullanıldığı kabul edildiğini, kaldı ki, her ne kadar Kurul 633 sayılı Kanun’un 5’inci maddesi uyarınca Diyanet İşleri Başkanlığının en yüksek karar ve danışma organı olsa da Kurul’un kararlan yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığı için bağlayıcı olduğunu, Kurul’un kararları toplumda ilgili inanca mensup kişilerin şahsi düşünce ve inançlarını değil, Diyanet İşleri Başkanlığının çeşitli konulardaki pozisyonunu gösterdiğini, bu bağlamda Kurul’un kararının Mahkeme açısından bağlayıcı olmadığını, bununla birlikte, “…” kelimesinin yalnızca Kur’an-ı Kerim’de geçmekle dinî bir değer veya sembol olup olmadığı da tartışılması gereken bir bakış açısı olduğunu, bir an için Kurul’un görüşünün doğru olduğu ve “…” kelimesinin gerçekten dinî bir değer veya sembol olduğu kabul edilse dahi, Kurul’un yalnızca bu yöndeki açıklamaları sebebiyle markanın hükümsüz kılınması mümkün olmadığını, davalı şirketin tescilli markasında yer alan “…” kelmesinin kutsal olmadığının Kurul kararı ile de tespit edildiğini, Türkçede “…” kelimesinin “…” kelimesinden farklı bir anlama sahip olmasının, bu anlam ile günlük dilde ve edebiyatta sıkça kullanılıyor olması sebebiyle, Türk toplumunun İslam inancının benimsemiş kesimi tarafından kutsal bir değer olarak mı algılanacağının yoksa sıradan bir kelime olarak mı algılanacağının tespitinin gerektiğini, “…” kelimesinin tarihte rakı kültüründe kullanıldığı ve bunun rakı açısından bir kalite göstergesi olduğu gerçekten de “..” ibaresinin Osmanlı’nın son yılları ve Cumhuriyet döneminde genellikle alkol derecesi %45 olan kaliteli rakılara yakıştırılan bir sıfat olduğu ve daha yüksek dereceli lüks rakılar için “…” sıfatı kullanıldığı çeşitli kaynaklarda yer aldığını,“…” kelimesinin kapsamlı olarak Türk dilinde kullanımı dikkate alındığında, dinî bir değer olarak görülmediğinin de anlaşıldığını, Türk Dil Kurumu’nun “Güncel Türkçe Sözlüğü”ne göre; “…” ibaresi “genellikle hoş karşılanmayan bir durumun aşırılığını anlatan bir söz olduğunu, yine bir başka örnek de “benzerlerinden aşağı olmayan” veya “peki” anlamalarına gelen “…” ibaresi olduğunu, “…” ibaresi ise “ne iyi, diyecek bir şey yok” anlamlarında kullanılan bir söz olarak tanımlandığını, “…” atasözü ise, yine Türk Dil Kurumu’na göre “ana baba için en tatlı şey, çocuklarıdır” anlamına geldiğini, “… ” atasözü de “yoksul kimse geçici olarak bile iyi bir duruma gelse herkese yüksekten bakar, kimseye selam bile vermez olur” anlamında olduğunu, verilen örneklerden de “…” kelimesinin günlük Türkçede sıkça kullanılan ve dinî bir anlam taşımayan bir kelime olduğu anlaşıldığını, her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Başkanlığın en yüksek danışma ve karar organı olduğu ifade edilmişse de bunun Mahkeme için bir bağlayıcılığı olmadığını, kaldı ki “…” kelimesinin 6769 sayılı SMK’nin 5/1-h bendi anlamında dinî bir değer veya sembol olarak algılanıp algılanmayacağı hususu sosyolojik ve filolojik bir konu olup, bu konu Kurul’un uzmanlık alanında da olmadığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2005/899 E., 2006/1071 K. sayılı ve 07/02/2006 tarihli kararında “… davacı tarafından tescili istenen “…” işareti ile davalıya ait “…” işaretinin okunuşları farklı olmakla beraber, yazılış ve görsel olarak birbirleriyle aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı nitelikte” olduğu, “tescil yasağı getirilişinin sebebi, halka mal otmuş dinî değerlerin rencide edilmesini ve bir çıkar uğruna kullanılmasını önlemektir. Bu itibarla … tescili mümkün değildir” seklinde hüküm tesis edildiğini iddia ettiğini, davacının beyanları sebebiyle söz konusu Yargıtay kararında alıntılanan son cümlenin ve sonrasının aşağıda herhangi bir eksiltme yapılmadan alıntılanma mecburiyeti doğduğunu, ilgili kararda “…Bu itibarla kutsal kitaplardan veya peygamberlerden birinin adından oluşan yada ibadet mekanlarının veya sembollerinin resmini içeren markaların tescili mümkün değildir. Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafından tescili istenilen “…” ibaresi 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1 (i) maddesi kapsamında görülerek davanın reddine karar verilmiş ise de, tescile konu ibarenin salt Kuran-ı Kerim’de yer alması nedeniyle ile yukarıda açıklanan ilkeler ışığında bir değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” öncelikle belirtilmesi gerekir ki ilgili Yargıtay kararı yerel mahkemenin “…”nın dinî bir değer veya sembol olarak görülmesi sebebiyle davacının davasını reddine dair verdiği kararın temyizi başvurusuna ilişkin olduğunu, ilgili Yargıtay kararından alıntılanan kısım incelendiğinde, “…” ibaresinin salt olarak Kur’an-ı Kerim’de geçiyor olmasının bu ibarenin dinî olduğuna işaret edemeyeceği ifade edilerek yerel mahkeme kararının bozulduğunu, daha sonra yerel mahkemece yapılan incelemede de “…” ibaresinin dinî bir değer veya sembol olmadığına hükmedilerek markanın tescilinin reddine ilişkin YİDK kararının iptaline karar verildiğini, kararlara konu olan markanın 07 Ocak 2019 tarihinde tescil edildiğini ve 29 Mart 2019 tarihli bültende tescilin yayınlandığını, üstelik davalı şirketin markasının yukarıda alıntılanan emsal kararla konu markadan çok daha farklı olduğu dikkate alındığında, “…” markasının dinî bir değer veya sembol içermediğinin evleviyetle kabulünün gerektiğini belirtmiş, davanın reddini savunmuştur.
Taraf delilleri toplanmış, TPMK kayıtları dosya içerisine alınmış, bilirkişi raporu alınmıştır.
TPMK kayıtları incelendiğinde; dava konusu “…” ibareli markanın …no ile 13.08.2010 tarihinden itibaren 10 yıl süre ile davalı şirket adına tescilli olup 29.07.2020 tarihinde yenilemesi yapıldığı, halen marka koruma süresi içinde olduğu anlaşılmıştır.
Davacı tarafından sunulan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından verilen 25/01/2019 tarih ve 22282 sayılı görüşte özetle “…” kelimesinin Türkçede ‘iyi, pekiyi, pek yüksek, pek güzel, nefis, enfes’ gibi anlamlara geldiği; yine Türkçede kullanılan ‘…’ tabirinin de Cennetin en yüksek katı anlamına geldiği; Arapçada da …kelimesinin Türkçedeki ‘…’ kelimesinden biraz daha farklı bir telaffuzla ‘en yüksek, yüce, en üstte’ gibi anlamlarıyla kullanıldığı; Kur’ân-ı Kerim’de bu kelimenin Allah’ın yüceliğini ifade eden bir sıfat olarak kullanıldığı gibi Musa peygamberin Firavun ve sihirbazları karşısındaki durumu ve gökyüzündeki en yüce ufku nitelemek için kullanıldığı; bu şekilde kullanımlarına işaret edilen … isminin bir içki türüne verilmesinin Kur’an’da … hakkındaki olumsuz nitelemeye muarız ve övücü mahiyet taşıdığı; Türkçede her ne kadar ‘iyi, pek iyi’ gibi anlamlarda kullanılmış olsa da Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından biri olan …’yı çağrışması; Kur’ân-ı Kerimde sûre ismi olarak geçmesi, gelenekte dini çağrışımının bulunması ve Allah Teâlâ’nın haram kıldığı bir nesneyi övme, yüceltme anlamı taşıması yönleriyle bahse konu ismin bir içki türünde ad/marka olarak kullanılmasının dinen uygun olmadığı” yönünde kanaat bildirilmiştir.
CİMER’e yapılan şikayetler: … başvuru no.lu 23.09.2018 tarihli ÇİMER başvurusunda “… tarafından üretilen “…” isimli içkinin Kur’an-ı Kerimin … Suresi ile aynı adı taşıması nedeniyle isminin değiştirilmesi”nin talep edildiği görülmektedir.
Davalı tarafından davaya konu markanın kullanıldığı ürüne ve markaya ilişkin …’nin 12.02.2011 tarihli ve https://… … linkli haberinin görüntüleri: …-… -‘…” markası ile pazarlanacak haberi ve diğer haberlere ilişkin link ve görseller,
…” ibaresinin kullanıldığı diğer rakı markalarının görselleri: Söz konusu görsellerden “…, “…, …, …, …, …” markalarında “…” ibaresinin … markası olarak kullanıldığına ilişkin delillerin sunulduğu anlaşılmıştır.
… 3.FSHHM’nin … esas … karar sayılı dosyasının dosya içerisine alındığı anlaşılmıştır.
Davacı tarafça dosyaya emsal olarak sunulan Yargıtay 11. HD’nin 2005/899 E, 2006/1071 K. sayılı 07.02.2006 tarihli kararı incelendiğinde kararda; “Davacı vekili, müvekkili şirketin … ibaresini 3, 7, 29 ve 35 nci mal ve hizmet sınıflarını kapsar şekilde marka olarak tescili için yaptığı başvurunun davalı TPE Başkanlığı tarafından, 556sayılı KHK’nin 7/1 (b) ve (c) bentleri gereğince reddedildiğini, (…) 20.05.2003 tarih m-1029 sayılı TPE Başkanlığı YİDK kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir….davalı TPE Başkanlığı tarafından başvurunun 29 ncu sınıfı kapsayan bir kısım emtialar yönünden 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ’nin 7/1 (b) maddesine dayalı refllhararının doğru olduğu, başvuru konusu … ibaresinin 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ’nin 7/1 (c) anlamında vasıf, cins, kalite bildiren tanımlayıcı ibarelerden olmadığı, bu madde yönünden TPE Başkanlığı Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu kararının yerinde bulunmadığı, ancak… tescil konusu … ibaresinin kaynağını Kuran-ı Kerimdeki … suresinden aldığı, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ’nin 7/1 (j) maddesine göre dini değerleri ve sembolleri içeren markaların tescil edilemeyeceği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar … temyiz edilmiştir.(…)556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7 nci maddesinin I.fıkrasının (j) bendinde mutlak ret sebeplerinden olarak tescili talep olunan markanın “dini değerleri ve sembolleri içermesi” sayılmıştır. Böyle bir tescil yasağı getirilişinin sebebi, halka mal olmuş dini değerlerin rencide edilmesini ve bir çıkar uğruna kullanılmasını önlemektir. (…) Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafından tescili istenilen … ibaresi 556 sayılı KHK ’nin 7/1 (j) maddesi kapsamında görülerek davanın reddine karar verilmiş ise de tescile konu ibarenin salt Kuran-ı Kerim’de ver alması nedeniyle ile yukarıda açıklanan ilkeler ışığında bir değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir. …kararın davacı yararına BOZULMASINA (…) ” şeklinde hüküm tesis edildiği, … 3. FSHHM’nin … E. …K. sayılı 15.11.2006 tarihli bozmaya uyma kararında ; “Davacı vekili…müvekkili Şirketin “…’ ibaresinin 3,7,29,35 mal ve hizmet sınıflarında tescili için 13.11.2001 tarihve … kod numaralı başvurusunun (…) önce Markalar Dairesi ve devamında da dava konusu edilen YİDKkararı ile reddedildiğini iddia ederek (…) 20.05.2003 gün ve M-1029 sayılı YİDK kararının iptalini talep ve dava etmiştir. Davalı TPE vekili yanıtında… davanın reddini istemiştir.(…) Mahkememizce…taraf markalarının … 556 sayılı KHK 7/1- b maddesi anlamında benzer ve bu husustaki ret gerekçesinin doğru olduğu, ancak başvuru konusu “…” ibaresinin 7/1-c maddesi anlamında cins, vasıf, kalite belirten tanımlayıcı bir ibare olmaması nedeniyle bu madde yönünden YİDK kararının yerinde bulunmadığını ancak (…) bu sözcüğün 7/1-j maddesi uyarınca marka olarak tescilinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği, bozma kararında 7/1 -b ve c maddeleri için mahkeme gerekçesi doğru ise de 7/1-j maddesinin amacının halka mal olmuş dini değerlerin rencide edilmesini ve bir çıkar uğruna kullanılmasını önlemek olduğu (…) tescile konu ibarenin salt Kur’an’da yer almasının açıklanan nedenlerle redde neden olmayacağı belirtilerek mahkememiz kararı yalnızca 7/1-j maddesi açısından davacı yararına bozulmuştur. Mahkememizce (…) bozma kararına uyularak davanın kısmen kabulüne” şeklinde hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.
Dosyadaki bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi yönünden dosya alanında uzman bilirkişilere tevdi olunmuş olup, bilirkişiler …, .. ve … tarafından sunulan 08/01/2021 tarihli bilirkişi heyet raporunda özetle; “…” kelimesinin etimolojik acıdan “… olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, “…” kelimesinin etimolojik ve ilahiyat açısından, “Dini değer taşıyan ve kutsal anlam içeren bir kelime olarak”, “dini değer” kapsamında değerlendirilebileceği markanın bir bütün halinde yansıttığı mesajda, ifadenin dini anlamından bir parça uzaklaşmış olduğu görülmekle birlikte, etimolojik ve ilahiyat açısından yapılan değerlendirmeler göz önüne alındığında, dini mesaj ileten anlamının açıkça bertaraf edilmediği, dini anlamın artık algılanmadığını söylemenin mümkün olmadığı, ilgili dine mensup ortalama duyarlılığa sahip bir bireyin, söz konusu dini değer veya sembolün ilgili ürüne uygulandığım gördüğünde kutsal değerlerinin zedelenmesinin mümkün olabileceği, …” kelimesinin “Dini değer taşıyan ve kutsal anlam içeren bir kelime olarak”, “dini değer” kapsamında SMK’nm 5/1. Maddesinin (h) bendine göre marka olarak mutlak tescil engelinin mevcut olduğu, hükümsüzlüğe dair değerlendirme ve nihai takdirin Sayın Mahkemenize ait olduğu, mutlak tescil engelleri kamu düzenine ilişkin olduğu için herhangi bir süre kısıtlaması olmaksızın her zaman ileri sürülebilecekleri, sessiz kalma yolu ile hak kaybının bu açıdan mümkün olamayacağı yönünde görüş ve kanaat bildirilmiş olduğu anlaşılmıştır.
Davalı vekilinin 17.01.2021 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde özetle: söz konusu raporda etimolojik açıdan yapılan incelemede “…” sözcüğünün yanına cennet, Firdevs, arş, mele gibi dini anlam içeren sözcükler eklenerek sözcüğün dini anlam taşıdığı ancak simge/sembol olarak değerlendirilmesini mümkün olmayacağı şeklinde görüş beyan edildiği, “…” kelimesinin dini olmayan kullanımlarının inceleme dışı bırakıldığı, Yargıtay 11. HD’nin bir kararında “…tescile konu ibarenin salt Kuran-ı Kerim’de yer alması nedeniyle yukarıda açıklanan ilkeler ışığında bir değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş…” ifadelerine yer verilerek sadece bir kelimenin Kuran-ı Kerim’de yer almasının tescilini engellemeyeceğine hükmolunduğu, “…” harflerinin şapkalı olarak yazılmasını dini duyarlılığı olan kişileri inciteceği sonucuna varılarak hatalı bir değerlendirme yapıldığı; markadaki “…” kelimesi ile kutsal kitapta yer alan “…”nın farklı kelimeler olduğu, “…” kelimesinin 33.sınıfta yer alan … emtiası üzerinde tescilli olduğu başka markaların (… başvuru no.lu ve 33/35.sınıflarda tescilli …markası ve … başvuru no.lu …sınıflarda tescilli … markası) da bulunduğu, Raporda “Bir marka, uygulandığı ürünle birlikte ele alındığında ilgili çevrede nötr veya dinsel çağrışım yaratmayan bir etkiye yol açıyor veya ilgili ürün sınıfında sıklıkla kullanılan bir mahiyet taşıyorsa tescil edilebilecektir. ” ifadelerine yer verildiği; bu kapsamda “…” ibaresinin 1930’lu yıllardan bu yana rakı emtiaları için kullanıldığı; “…, “…, …, …, …, …” markalarının “…” ibaresinin … markası olarak kullanımına örnek teşkil ettiği; toplum nezdinde bu durumun benimsendiği, davalı firmanın tekel zamanında en iyi … olarak nitelendirilen “…” … geleneğini günümüzde taşıma amacı güttüğü; uzun yıllara yayılan bu kullanımın dini bir yanının mevcudiyetinden bahisle söz konusu markanın hükümsüz kılınmasının söylenemeyeceği, davalının markasının Ukrayna, Gürcistan, Honk Kong, Hindistan, Japonya, Norveç, Türkmenistan, Avustralya, Lübnan, Çin, Moldova ve KKTC ülkelerinde de tescilli, bilinen bir marka olduğu ifade edilerek yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınması talep etmiştir.
İlk sunulan heyet raporunun ayrıntılı değerlendirme içermediği, subjektif yorumlar içerdiği, davalının itirazlarının değerlendirilmesi gerektiği dikkate alınarak “dosya içerisinde yer alan önceki tarihli yargı kararı ve değerlendirilmesi de dikkate alınarak sunulan deliller kapsamında davalı taraf adına tescilli markada yer alan … ibaresinin mutlak ret nedeni olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunda önceki rapordaki değerlendirmeler de irdelenmek suretiyle rapor tanzimi yönünden dosya yeni oluşturulan alanında uzman bilirkişilere tevdi olunmuş olup dosyaya sunulan 12/10/2021 tarihli heyet raporunda özetle; SMK m.5/f.l/h bendi açısından değerlendirme: “…” kelimesinin Türk edebiyatı ve müziğinde Türk Dil Kurumu’nun kabul ettiği “iyi, pekiyi” anlamlarına karşılık gelecek şekilde kullanıldığı, bu bağlamda: Klasik Türk musikisinde, bestesi …’ye ait “…” şeklindeki şarkıda; güftesi …’ye, bestesi …’a ait “…” adlı şarkıda; bestesi …’na güftesi …’a ait “…” adlı şarkıda; bestesi ve güftesi …’ya ait “…” adlı şarkıda ve bestesi …’e ait “…” adlı şarkıda; Türk edebiyatında, …’ın “…” adh şiirinin “Başka kadını övmeyin yanımda …, ” dizelerinde; …’nun “…” şiirinde “İnsanın insanı sömürmesi … demesini… ” şeklinde; …’in “…” adlı şiirinde “… de birbirinden … ” şeklinde; Türk Halk müziğinde …’nin “…” adh eserinde “… bağında … ” şeklinde; …” şeklindeki dizelerinde; “…” sözcüğü herhangi bir dini referansta bulunmayacak şekilde kullanılageldiği; Bu bağlamda “… ” kelimesinin dilimizde ve kültürümüzde dini anlamından ziyade “iyi, pekiyi” anlamlarına karşılık gelecek şekilde yer edindiği, toplum nezdinde ilk olarak bu anlamın benimsendiği, dolayısıyla dini anlamının tali kaldığı; Davalı tarafından dosyaya sunulan deliller arasındaki Yargıtay 11. HD,’nin 2005/899 E, 2006/1071 K. sayılı 07.02.2006 tarihli kararı “ …tescile konu ibarenin salt Kuran-ı Kerim’de yer alması nedeniyle ile yukarıda açıklanan ilkeler ışığında bir değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir… ” şeklindeki ifadeleri ile bu yöndeki kanaatimizi doğruladığı; TPMK’nin marka sicili incelendiğinde “…” kelimesinin “iyi, pekiyi” anlamlarına gelecek şekilde tescil edildiği başka markaların da bulunduğu;
Davalının “…” markalı ürünle karşılaşan tüketicilerin aklına ilk anda “…” sözcüğünün İslam dinindeki karşılığının gelmeyeceği, rakı emtiası üzerinde geçmişten bu yana kullanılan ve … kalitesini belirten “pekiyi” anlamındaki “…” kelimesinin geleceği; Dosyaya davacı tarafından sunulan deliller arasındaki … başvuru no.lu … tarihli bir adet_CİMER başvurusunun_tek başına İslam dinini benimsemiş toplum kesiminin manevi hassasiyetlerinin zedelendiği inanç özgürlüğünün zarar gördüğü ve kutsal değerlerin ticarileştirilerek toplumun ortalama duyarlılıktaki ilgili kesiminin rencide edildiği sonucuna ulaşılmasında yetersiz kaldığı; dolayısıyla “…” markasının toplumdaki manevi duyguları incitmekten uzak olduğu; Davalının … Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğu … sayılı şikayet dilekçesine konu edilen ve davalı şirkete saldırı tehdidinde bulundukları ileri sürülen kişilerin “İslam dininin ılımlı ve makul kesimi” içinde yer almayacakları; bunların “aşırı uç/fanatik” olarak kabul edilmesi ve SMK m.5/l/h bendi değerlendirmesinde dikkate alınmamaları gerektiği; Somut olayda “…” ibaresi dava konusu markada tali unsur konumunda bulunmakta olup, markanın bütünsel anlamında bu ibarenin dini anlamını yitirdiği ve yıllar içerisinde … içkisinin kalitesini belirten, içki kültürünün içerisinde yerleşmiş bir anlam kazandığı; davalı markasında oluşan bütünlüğün doğrudan dini değerlere atıfta bulunmadığı; ürün sınıfına özgü, din dışı, ayrık bir anlama kavuştuğu; gündelik dilde de sıklıkla dinsel içerikle kullanılmadığı (pek iyi, pek güzel manasında kullanıldığı) gerekçeleri ile SMK m.5/f.l/(h) bendi yasağının somut olayda uygulama alanı bulamayacağı; Dava konusu markanın İslam dininin ortalama duyarlılıktaki mensupları üzerindeki gücü ve yarattığı kutsallık hissi; ifadenin güncel kullanım biçimleri ve anlamları; ürünlerle işaret arasındaki bağlantının İslam dininin makul duyarlılıktaki mensuplarında yaratacağı hassasiyet (toplumsal tolerans) dikkate alındığında “…” markasının SMK m.5/f.l/(h) bendine tabi tutulmaması gerektiği; Davalının markasının Osmanlı dönem imlen günümüze rakı emtiasında kullanılan bir sıfat mahiyeti taşımakta olduğu; söz konusu ürünlördeAbu ifadenin kullanılmasına o dinin ortalama duyarlılıktaki mensuplarının alışmış olduğu; ürünlerde uzun süreli kullanım sonucunda toplumu rencide etmeyen veya inanç sömürüsüne yol açmayan bir etki yaratıldığının düşünüldüğü, Mutlak ret sebepleri açısından susma yolu ile hak kaybının mümkün olup olmadığı hususunda tarafımızca tespit edilebilen bir Yargıtay kararında “tanımlayıcı olmaya ilişkin mutlak ret sebebine” dayanılarak açılan davanın TMK m.2 bağlantısı ile “susma yolu ile hak kaybına tabi olacağı” yönünde hüküm kurulduğu, konuya ilişkin Yargıtay’ın 1 l.HD. E. 2006/ 7877, K. 2007 / 15429, T.06.11.2007 sayılı bu kararma Sayın Mahkemenizce itibar edilirse davalının 2010 yılından beri sahibi olduğu “…” ibaresinin kullanımlarına karşı davacı tarafın hareketsiz kalması ve başvurması gereken hukuki yollara gitmemesi sonucu, TMK m.2 gereği “…” ibareli davalı markasının hükümsüz kılınması yönündeki davacı talebinin işbu dava tarihi itibariyle sessiz kalma yolu ile hak kaybına uğradığı sonucuna varılabileceği yönünde görüş ve kanaat bildirildiği, Bilirkişi Doç. Dr. …’ın ŞERHinde; … kelimesinin “Allah’ın sıfatlarından biri olan … çağrıştırması, Kur’ân-ı Kerim’de Sûre ismi olarak geçmesi, gelenekte dini çağrışımının bulunması ve Allah Teâlâ’nın haram kıldığı bir nesneyi övme, yüceltme anlamı taşıması yönleriyle bahse konu ismin bir … türünde ad/marka olarak kullanılmasının dinen uygun olmadığını” ifade eden Diyanet İşleri Yüksek Kurulunun … no. ile tescilli “…” markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmesinin yerinde bulunduğu, bu talebi, din sosyolojisi parametreleriyle incelediğimizde, olguyla ilişkili olabilecek mevzularda bağlantılı kuramların etkisinin kaçınılmazlığı söz konusu olduğu, resmi bir güç olan Diyanet İşlerine bağlı Yüksek Kurulun 633 sayılı Kanunun 5. Maddesi uyarınca Başkanlık’ın dini konularda en yüksek karar ve danışma organı olduğu düşünülerek görüş bildirme hakkının varlığının kabul edildiği, ayrıca halkın bir kesiminin -… içenlerden bazılarının da dâhil olduğu- … ve … birleşiminden memnuniyetsizlik, huzursuzluk duyduğu sunulan imza kampanyası ve yorumlarından açıkça anlaşıldığı, dini değerlerin korunması, din ve vicdan hürriyetinin bölünmez bir parçası olduğu, dini değerlere yapılacak bir saldırı, din ve vicdan hürriyetini zedeleyeceği, bu bağlamda İslam dini için önemli bir kavram olan … kelimesinin fonetik olarak eşdeğerinin, İslam dininin kesin bir biçimde yasakladığı bir içkiye marka olarak verilmesi, dini değerleri zedeleyeceği, dini değerleri, dolayısıyla da din ve vicdan hürriyetini zedeleyecek herhangi bir hareketin kaç kişiyi rahatsız ettiği önemli olmadığı, bir kişi veya binlerce kişiye yönelik herhangi bir hürriyet ihlali, içerik olarak birbirinden farklı olmadığı, kaldı ki mebzul miktarda şikâyetin göz önünde bulundurulması da gerektiği, kararın Diyanet İşleri Yüksek Kurulunun görüşü doğrultusunda neticelenmesinin, ürünleri için (haram olan veya olmayan) isim arayışındaki firmaların daha tedbirli ve uyanık olmasında emsal teşkil edeceği, ayrıca isimlendirmede laiklik ilkesinin marka hukukuna yansımasını amaç edinen firmalar, kendilerine Arapça veya Arapçadan devşiriierek Türkçeleşmiş veya Kur’an-Kerim’de geçen sözcükleri seçmek veya çağrıştırmak yerine daha seküler kelimeler bulmaya uğraşmalarının gerektiği, üstelik rakı gibi İslam dini açısından haram olan ürünlerle seküler kelimelerin daha uyumlu olabileceğinin aşikâr olduğu nihai karar yüce mahkemeye ait olduğu yönünde rapora şerh düşmüş olduğu anlaşılmıştır.
Dava, 6769 sayılı SMK hükümleri uyarınca açılmış marka hükümsüzlüğü ve sicilden terkini talebine ilişkindir.
Hükümsüzlük iddiası yönünden;
Dava tarihi itibariyle yürürlükte dan 6769 sayılı SMK’nın 4/1 maddesi uyarınca Marka, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilir.
6769 sayılı SMK’nın 25. Maddesine göre 5 inci veya 6 ncı maddede sayılan hâllerden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verilir.
5. Madde “Marka tescilinde mutlak ret nedenleri ” ne ilişkindir. Madde 5- (1) Aşağıda belirtilen işaretler, marka olarak tescil edilmez:…. h) Dinî değerleri veya sembolleri içeren işaretler…. hükmüne amirdir.
Uyuşmazlık davalı ait tescilli markada yer alan “…” ibaresinin dini bir değer olarak algılanıp algılanamayacağı, kelime olarak eski tarihli kullanımının ne olduğu, toplumda kelimeye dini bir anlam yüklenip yüklenmediği, belli bir inanca sahip kişiler açısından markasal kullanımın dini değerlere yönelik bir saldırı olarak algılanıp algılanamayacağı, bu noktada değerlendirmenin hangi duruma göre yapılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
İlk alınan bilirkişi raporunda dosya içerisine alınan emsal yargıtay kararının değerlendirilmediği, kelimenin etimolojik olarak geçmişinin irdelenmediği, toplumsal algı değerlendirmesi yapılması gerekirken subjektif nitelikte değerlendirmeler içerdiği anlaşılmakla yeni bir heyet oluşturularak dosya alanında uzman bilirkişilere tevdi olunmuş, yukarıda izahı yapılan sonuç değerlendirmenin yapıldığı anlaşılmıştır.
Hükme esas alınan son heyet raporundaki tespitler;
1-Dava Konusu İbarenin Türkçedeki Kullanım Biçimleri ve Baskın Anlamları …” kelimesi Türk edebiyatı ve müziğinde TDK’nin kabul ettiği “iyi, pekiyi” anlamlarına karşılık gelecek şekilde kullanıldığı, örnek olarak Klasik Türk musikisinde, bestesi …’ye ait “…/ …/ …/ … /…/ …/… şeklindeki şarkıda; güftesi …’ye, bestesi …’a ait “…” adlı şarkıda; bestesi …’na güftesi …’a ait “… ” adlı şarkıda; bestesi ve güftesi …’ya ait “…” adlı şarkıda ve bestesi …’e ait “…” adlı şarkıda, Türk edebiyatında, …’ın “…” adlı şiirinin “…/… ” dizelerinde; …’nun “…” şiirinde “…. ”1 2 3 şeklinde; …’in “…” adlı şiirinde “…./…” şeklinde, Türk Halk müziğinde …’nin “…” adlı eserinde “… ” şeklinde, …’in “…” şeklindeki dizelerinde; “…” sözcüğü herhangi bir dini referansta bulunmayacak şekilde kullanıldığı, bu bağlamda “…â” kelimesinin dilimizde ve kültürümüzde dini anlamından ziyade “iyi, pekiyi” anlamlarına karşılık gelecek şekilde ver edindiği, toplum nezdinde ilk olarak bu anlamın benimsendiği, dolayısıyla dini anlamının tali kaldığının düşünüldüğü,
-Bununla birlikte Tanrı’nın isimleri arasında sayılan “… kelimeleri ve yine İslam dininin kutsal kitabındaki “…, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …” isimli surelerin isimleri de dilimizde dini anlamlarından ari olacak şekilde başka anlamlarda kullanıldığını,
-Dolayısıyla “…” ibaresinin sadece İslam dininin kutsal kitabında Tanrı’nın yüceliğini ifade eden bir sıfat olarak kullanılmış olması, Tanrı’nın sıfatlarından biri olarak kabul edilen “…”yı çağrıştırması ve İslam dininin kutsal kitabında bir sure ismi olarak geçmesi gerekçeleriyle tescilinin engellenemeyeceği kanaatinde olduklarını,
-Davalı tarafından dosyaya sunulan deliller arasındaki Yargıtay 11. HD,’nin 2005/899 E, 2006/1071 K. sayılı 07.02.2006 tarihli kararı “…tescile konu ibarenin salt Kuran-ı Kerim’de yer alması nedeniyle ile yukarıda açıklanan ilkeler ışığında bir değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” şeklindeki ifadelerinin bu yöndeki kanaati doğrular nitelikte olduğunu, aksi yönde bir kabul, sadece “…” unsurlu söz konusu markanın değil, yukarıda örnek verdiğimiz ve dilimize dini anlamından farklı anlamlara karşılık gelecek şekilde yer edinmiş olan, Tanrı’nın isimleri ve İslam dininin kutsal kitabında sure adı olarak geçen diğer kelimelerin de marka olarak tescilini olanaksız kılacağını, bunun da söz konusu hükmün koruma amacı güttüğü menfaat ile İfade özgürlüğü arasında ölçüsüz/orantısız bir değerlendirme yapılarak hukuk düzenimizde hukuka aykırı uygulamaların yerleşik hale gelmesine sebep olacağını, TPMK’nin marka sicili incelendiğinde “…” kelimesinin tescilli olduğu ve alkollü içkileri konu alan … emtia sınıfında tescilli başka markaların yanı sıra “…” kelimesinin “iyi, pekiyi” anlamlarına gelecek şekilde tescil edildiği markaların da bulunduğunun görüleceğini, dolayısıyla TPMK marka sicili ve Yargıtay uygulamasının da görüşü destekler nitelikte olduğunun izahtan vareste olduğunu,
2-Sessiz kalma yönünden;
-Sessiz kalma yoluyla hak kaybının düzenlendiği SMK m. 25/6 hükmüne göre, marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde, bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa ve sonraki tarihli marka tescili de kötüniyetli değilse markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremeyeceği hususunun düzenlendiğini, TPMK kayıtlarından davalı … Şirketi’ne ait “…” markasının 13.08.2010 tarihinde başvuru konusu edildiği, markanın 33. emtia sınıfında (Alkollü içecekler (biralar hariç)) 29.09.2013 tarihinde tescil edildiği, marka başvuru numarasının …olduğunun anlaşıldığı, somut olayda “…” ibareli markasının 2010 yılından beri yaklaşık 9 yıldır tescilli olduğu ve 2011 yılından beri davalı tarafından markasal vasıfta kullanıldığı; beş yılı aşkın süre önce ilgili ürünü piyasaya sürdüğü; davacı yanın ise bu kullanımlara karşı 9 yıl boyunca sessiz kaldığının anlaşıldığı, bu durumda davacının, davalıya ait kullanımlardan haberdar olmadığı yönündeki iddiasının ticari yaşamın olağan akışına ve gerçeklerine uygun düşmeyeceğinin düşünüldüğü, yine somut olayda yüksek miktarda mal üreten veya geniş kitlelere hizmet sunan, reklam ve tanıtım faaliyetlerinde bulunan davalıdan, davacının haberdar olmadığını kabul etmek, hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği,
-Somut olayda davacı tarafından SMK 25/6 hükmünde sessiz kalma yoluyla hak kaybına Sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğramasının mümkün olmayacağı; davacı tarafından marka sahibi sıfatıyla değil SMK m.5/l-h bendine dayanarak SMK m.25 gereği hükümsüzlük talebinde bulunulduğu; Mutlak tescil engelleri kamu düzenine ilişkin olduğu için herhangi bir süre kısıtlaması olmaksızın her zaman ileri sürülebilecekleri, sessiz kalma yolu ile hak kaybının bu açıdan mümkün olamayacağı, davalı tarafından ise sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin hukuk güvenliği gereği sadece marka sahipleri ile sınırlanmadığı, SMK 25 hükmündeki “menfaati olanlar, cumhuriyet savcıları veya ilgili kamu kuruluşları”nın bu beş yıllık süreden muaf olmasının markalar ne zaman tescil edilmiş olurlarsa olsunlar hükümsüzlüğe tabi olacağı sonucunu doğuracağı ve bunun sicile güven ilkesini ve hukuk güvenliğini önemli ölçüde zedeleyeceği, bu bağlam doğrultusunda davanın reddinin gerektiğinin belirtildiği,
Bu bağlamda sessiz kalma yoluyla hak kaybı prensibi bakımından üçlü bir ayrıma gidilerek inceleme yapılması gerektiği,
1-SMK m.25/6 hükmünde sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğrayacak olan kişinin marka sahibi ile sınırlandığı kabul edilirse, davacının marka sahibi sıfatını haiz olmaması hasebiyle sessiz kalması neticesinde hak kaybına uğramayacağı;
2-Marka hukukunda sessiz kalma yoluyla hak kaybı prensibinin kaynağının yalnızca SMK olmadığı; temelinin TMK m.2’ye dayandığı; Yargıtay’ın süregelen içtihadı olarak sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin hukuk güvenliği gereği sadece marka sahipleri ile sınırlanmadığı kabul edilirse davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı;
3-Yine sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin sadece marka sahipleri ile sınırlanmadığı, mutlak tescil engellerinin kamu düzenine ilişkin olması gerekçesiyle herhangi bir süre kısıtlaması olmaksızın ileri sürülebileceği kabul edilirse sessiz kalma yoluyla hak kaybının mümkün olmayacağı fakat bu görüş benimsenirse tescil tarihine bakılmaksızın bütün markaların kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle hükümsüz kılınabileceği neticesine varılabileceği ancak bu takdirde sicile güven, belirlilik, öngörülebilirlik ve mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin yeni tartışmaların ortaya çıkabileceğinin düşünüldüğü,
Mutlak ret sebepleri açısından susma yolu ile hak kaybının mümkün olup olmadığı hususunda tarafımızca tespit edilebilen bir Yargıtay kararında “tanımlayıcı olmaya ilişkin mutlak ret sebebine” dayanılarak açılan davanın TMK m.2 bağlantısı ile “susma yolu ile hak kaybına tabi olacağı” yönünde hüküm kurulduğu görüldüğü, Konuya ilişkin Yargıtay’ın 11.HD. E. 2006/ 7877, K. 2007 / 15429, T.06.11.2007 sayılı bu kararında “…Mahkemece, böyle bir davada söz konusu işaretin ürün veya hizmetin tanımına elverişli olması değil, ürün ve hizmetin alışılmış tanımı olarak veya ürünün esaslı bir özelliği olarak algılanıp algılanmadığına bakılacağı, davalı markalarının çikolata, bisküvi, çiklet ve şekerlemeleri içerdiği, Napoli bölgesi orijinli tarzları, şarkıları ve spagetti sosları için kullanılan … sözcüğünün ürün cinsini belirtmediği, davalı markalarının tescilinden sonra açılan bu davanın zamanaşamına uğradığı gibi uzun süre ses çıkarılmayarak bu markalara altında yatırımlar yapılıp üretimin geliştirilmesinden sonra böyle bir dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması olduğu sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmiştir her ne kadar dava konusu … ibaresinin çikolata ürünü için cins adı olmadığına dair mahkeme görüşünün yetersiz inceleme ve araştırmaya dayalı olmasına, dava konusu markaların uzun süredir kullanımı sonucu ayırt edicilik vasfı kazandığı yolunda bir savunma ve delil ibraz edilmemesine ve hükümsüzlük davası açma hakkının zamanaşımına tabi olmayıp bu sürenin hak düşürücü nitelikte olması ve kötüniyet iddiasının öne sürülmesi ve ispatı halinde ise hak düşürücü süreden yararlanmanın mümkün olmaması nedenleriyle mahkeme kararında açıklanan bu hususlara ilişkin gerekçenin yerinde bulunmamasına karşın; dava konusu markaların tescilinden itibaren dava tarihine kadar geçen uzunca bir süreden sonra, aynı sektörde faaliyet gösteren davacı tarafından hükümsüzlük davası açılmasının MK. nun 2 nci maddesinde yer alan hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırılık oluşturmasına göre, mahkeme kararında açıklanan bu gerekçe itibariyle davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. ” sonucuna varıldığı,
Sonuç olarak, şayet yukarıdaki karara itibar edilirse davalının 2010 yılından beri sahibi olduğu “…” ibaresinin kullanımlarına karşı davacı tarafın hareketsiz kalması ve başvurması gereken hukuki yollara gitmemesi sonucu, TMK m.2 gereği “…” ibareli davalı markasının hükümsüz kılınması yönündeki davacı talebinin işbu dava tarihi itibariyle sessiz kalma yolu ile hak kaybına uğradığı sonucuna varılabileceği,
3-İlgili Tüketici Çevresi Açısından Değerlendirme:
Somut uyuşmazlıkta …no. ile tescilli “…” markasının manevi duyguları incittiği gerekçesiyle hükümsüzlüğünün istendiğinin anlaşıldığı, söz konusu talep bakımından ilgili markanın üzerinde yer aldığı rakı emtiasının ilgili tüketici çevresinin de dikkate alınması gerektiği, zira Tanrı’nın sıfatlarından ve İslam dininin kutsal kitabındaki sûrelerden birinin ismini taşıdığı ve yine islami kabuller çerçevesinde tüketiminin yasak/günah kılındığı bir içki üzerinde bulunduğu gerekçeleriyle söz konusu markanın manevi duyguları inciteceği iddia edildiği, bu kapsamda … tescil no.lu “…” markasının üzerinde yer aldığı üründen toplum nezdinde bir rahatsızlığın oluşabilmesi için evvela ilgili üründen rahatsız olabilecek kesimin ürünün varlığından haberdar olması gerektiği, Ticaret hayatında bir ürünün satışa sunulduğundan tüketici çevrenin haberdar edilmesi reklam/tanıtım ve satış yoluyla gerçekleştiği, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un m.8/l/h bendi ve m.11/1 hükümleri ile 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun m.6 hükmü gereği alkollü içkilerin reklamının yapılması ülkemizde yasaklandığı, “…” markalı ürünün eski tarihli reklam filmleri sosyal medyada yer alıyorsa bile yaptılan incelemeler neticesinde bunların çok düşük izlenme oranını haiz ve altında herhangi bir olumsuz yorumun bulunmadığı videolar olduğu, söz konusu hükümler gereği davalı markasının herhangi bir mecrada reklamının yapılmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla toplumun “…” unsurlu bir rakı markasından haberdar olmasının reklam yoluyla değil, ilgili ürünün marketlerdeki içki reyonlarında görülmesi ile gerçekleşebileceğini, bu şekilde sınırladığımızda söz konusu ürünün üretildiğinin/satıldığının ürünü tüketmeyen ve hatta satışından rahatsızlık duyan toplum kesimi tarafından öğrenilmesinin ilgili tüketici kesimi tarafından öğrenilmesinden daha zor olduğu, kişilerin ancak mağazalarda ilgili ürünün satıldığı içki reyonlarına gitmek ve ürünlerin etiketlerini tek tek okumak suretiyle yapacakları bir inceleme sonucunda ürünün mevcudiyetinden haberdar olabilecekleri, kaldı ki bu aşamada da “…” markalı ürünle karşılaşan tüketicilerin aklına ilk anda “…” sözcüğünün İslam dinindeki karşılığının gelmeyeceği, rakı emtiası üzerinde geçmişten bu yana kullanılan ve rakının kalitesini belirten “pekiyi” anlamındaki “…” kelimesinin geleceği kanaatinde olduklarını,
4-Toplumun Manevi Duygularının İncindiği İddiasına Yönelik Değerlendirmemiz:
… tescil no.lu “…” markasının toplumdaki manevi duyguları incitip incitmediği hususunda yapılacak incelemenin markayı oluşturan kelimelerin tek tek anlamlarının tahlil edilmesi şeklinde değil, markayı oluşturan ifadelerin bir bütün olarak ele alınması suretiyle yapılması gerektiğini, bu şekilde bakıldığında “…” ibaresinin …’nın bir başka serisini niteler ve rakının ülkemizdeki tarihi boyunca … ibaresinin rakı emtiasının kalitesini gösterecek şekilde kullanımlarına atıf yapar şekilde söz konusu markada yer aldığı görüleceğini, dolayısıyla “Yeni Rakı …” markası ile karşılaşan ortalama algı ve duyarlılığa sahip ilgili tüketici kesiminin ilk bakışta ve öncelikle markadaki “…” ibaresini Türkçedeki “pekiyi, iyi” anlamının dışında dini bir çağrışımla irtibatlandırması mümkün gözükmediği,
Dosyaya davacı tarafından sunulan deliller arasındaki … başvuru no.lu … tarihli bir adet ÇİMER başvurusunun tek başına İslam dinini benimsemiş toplum kesiminin manevi hassasiyetlerinin zedelendiği inanç özgürlüğünün zarar gördüğü ve kutsal değerlerin ticarileştirilerek toplumun ortalama duyarlılıktaki ilgili kesiminin rencide edildiği sonucuna ulaşılmasında yetersiz kaldığı; dolayısıyla “…” markasının toplumdaki manevi duyguları incitmekten uzak olduğu kanaatine varıldığı,
5-SMK’nın 5/1-h bendi açısından yapılacak inceleme:
Hükmün Korumaya Çalıştığı Hukuki Menfaat
SMK m.5/f.l/(h) bendi ile dini değer veya sembolleri içeren markaların tescil edilmeyeceği öngörülmüştür. Bu sayede tescil yoluyla bir kısım hukuksal alan dışındaki kutsal sayılan değerlerin ticarileştirilmesi önlenmektedir. Tescili istenen işaretin dini değerleri içermesi veya bunlara saldırması (aykırılığı), pek çok ülke mevzuatında genel ahlak ve kamu düzeninin ihlali kapsamında ele alınmaktadır. Buna karşılık, SMK m.5/f.l/(h) ve (ı) bentlerinde kamu düzenine veya ahlaka aykırı işaretler ile dini sembol veya değerleri içeren işaretler iki ayrı başlık altında (iki ayrı mutlak ret sebebi olarak) ele alındığı,
Anayasa’nın din ve inanç özgürlüğünü düzenleyen m.24 hükmünde hiç kimsenin dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı öngörülmekte kişisel çıkar sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini duyguların ve dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmesi yasaklanmaktadır. SMK m.5/f.l/(h) bendi de Anayasa’da yer alan bu ilkelerin, marka hukukundaki özel bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Yasağın uygulanması için tescili istenen ibarenin mutlaka dinsel saldırı veya aşağılama içermesi zorunlu değildir. SMK m.5/f.l/(h) bendi ile dini değerleri “nötr bir biçimde” dahi tekel hakkına konu ederek ticaret hayatında kullanan teşebbüslerin, bu uygulamalarının, kamu erki (TPMK) tarafından desteklenmeyeceği bunlara tescil koruması bahşetmekten kaçınılacağı vurgulandığı,
Bu sayede inanç özgürlüğünün zarar görmesi ve kutsal değerlerin ticarileştirilmesi aracılığıyla toplumun ilgili kesiminin rencide edilmesi önlendiği, diğer yandan din sömürüsü ile kişilerin manipüle edilerek, ticari hayatta haksız avantaj elde edilmesi de engellendiği, burada dini değerlerin sulandırılmasından ve itibarlarının zedelenmesinden kaçınıldığı, hükmün amacı, bir anlamda dindarlığın veya din karşıtlığının ticari kazanca tahvilinin engellenmesi, dünyevi olan ile manevi olanın birbirinden ayrışmasıdır. Bu ise Anayasa’nın m.2 ve m.4 hükümlerinde öngörülen ” Laiklik” ilkesinin marka hukukuna yansıması olduğu,
Öte yandan İHAS m. 10 hükmündeki “ifade özgürlüğü” kapsamına “ticari amaçlı fikir ve kanaat açıklamaları” da girdiğinden SMK m.5/f.l/(h) bendi yasağının uygulaması, bu özgürlüğe yönelik kısıtlamaların tabi olduğu kriterlere uygun olması gerektiği, diğer bir ifade ile verilecek ret kararının yasal dayanağa sahip olması, İHAS m.l0/f.2 hükmündeki meşru menfaatlerden birine ulaşma amacı taşıması ve demokratik toplumun gerekleri ile uyuşması şart olduğu, bu şartların oluşup oluşmadığı noktasında şüphe duyulması, başvuru sahibi lehine yorumlanması gerektiği, aksi takdirde bu hükümler, toplumda ahlaki, davranışsal veya vicdani eğilim belirleme araçlarına, diğer bir ifade ile sansür mekanizmalarına dönüşeceği,
Bu yaklaşım SMK m.5/f.l/(h) açısından işaretin dinsel içeriği ile mesajının belirlenmesinin yanı sıra, ortalama duyarlılığa sahip tüketicinin bu işaretten ötürü manipüle veya rencide edilme olasılığının tespitinde de geçerli olmalıdır. Odak noktası tescilin istendiği ülkede o dinin mensubu olan, ortalama algı ve duyarlılığa sahip olan kişilerdir. Genel ahlaka ve kamu düzenine aykırılık hallerine benzer biçimde, markanın dini değerleri hedef alıp almadığının (saldırının) tespitinde kamunun ortalama duyarlılıktaki ilgili kesiminin genel algısı ve düşüncesi belirleyici unsurdur. Ayrıca dini değerlere saldırının tespitinde, uç mensuplar dikkate alınmaksızın, ilgili dinin ılımlı ve makul kesiminin inançlarının ihlal edilip edilmediği olgusu odak noktasını oluşturacağı,
Bu değerlerin başında dinsel öğeler ve öğretiler geldiği, Dini duyguları incitecek işaretlerin tescili de kamunun yüksek menfaatinin ve bireylerin inanç özgürlüğünün korunması sebepleriyle yasaklandığı, … 3.FSHM T…., E…. ve K…. sayılı kararında ‘’…” başvurusunun mülga 556 sayılı KHK m.7/f. l/(k) bendine tabi olması için işaretin kuşkuya yer bırakmayacak derecede toplumsal ahlak anlayışına ve kamu düzenine aykırı olması; ayrıca bu aykırılığın açık ve yakın bir tehlike oluşturması arandığı, mahkeme ‘’…” ifadesinin bu şartları karşılamadığı sonucuna varıldığı,
Bu bağlamda davalının … Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğu …sayılı şikayet dilekçesine konu edilen ve davalı şirkete saldırı tehdidinde bulundukları ileri sürülen kişilerin “ilgili dinin ılımlı ve makul kesimi” içinde yer almayacakları; bunların “aşırı uç/fanatik” olarak kabul edilmesi ve SMK m.5/l/h bendi değerlendirmesinde dikkate alınmamaları gerektiğinin düşünüldüğü,
SMK m.5/f.l/(h) hükmü, ahlaka aykırı veya rencide edici olmasalar dahi, dini anlamı haiz markaları da tescilden mahrum bıraktığı, başvuru sahibinin niyetini göz ardı eden SMK m.5/f.l/(h) hükmü, dini işaretlerin ‘’nötr bir biçimde” kullanımını dahi engellediği, çünkü bu tür nötr kullanımlar da kutsal olanın ticarileşmesi anlamına geleceğinden, inanç sahiplerini en az dine saldıran ibareler kadar rencide edeceğini, marka tescili yolu ile böylesi ahlaki duyguların ticarileşmesi ve maneviyatın sömürülmesi hukuk düzeni tarafından desteklenmediği,
Buna karşılık herhangi bir spesifik kutsal değere atıf yapmayan, toplumun dini anlamına odaklanmadığı, belirli bir inancı olumlu veya olumsuz ticarileştirmeyen başvuruların SMK m.5/f.l/(h) bendine tabi tutulmaması gerektiği, bu doğrultuda “gerçek din/…”, “üstün inanç”, “kötü kült” gibi ifadelerin tescili mümkün olması gerektiği,
Hüküm gereği, öncelikle temel dini terim veya sembollerden veya bunlarla doğrudan çağrışım yapan işaretlerden oluşan ya da bunları asli unsur olarak içeren marka başvuruları reddedilecektir. Ancak maddede asli-tali unsur ayrımı yapılmadığından, hükümdeki yasak, dini işaretlerin tek başlarına veya esaslı unsur olarak kullanıldığı haller ile sınırlı tutulmayabilir.
Özellikle dini sembolün yardımcı unsur oluşturduğu bir markada, ‘’ortalama duyarlılıktaki müşterinin zihninde” doğrudan dini değerlere gönderme yapıldığı algısı oluşuyorsa (oluşan bütünlük dinsel etkisini kaybetmiyorsa) tescil talebi yine reddedilmesi gerektiği,
Somut olayda “…” ibaresi dava konusu markada tali unsur konumunda bulunmakta olup, markanın bütünsel anlamında bu ibarenin dini anlamını yitirdiği ve yıllar içerisinde rakı içkisinin kalitesini belirten, içki kültürünün içerisinde yerleşmiş bir anlam kazandığının düşünüldüğü, bu yaklaşım gereği, davalı markasında oluşan bütünlüğün doğrudan dini değerlere atıfta bulunmadığı; ürün sınıfına özgü, din dışı, ayrık bir anlama kavuştuğu; gündelik dilde de sıklıkla dinsel içerikle kullanılmadığı (pek iyi, pek güzel manasında kullanıldığı) gerekçeleri ile SMK m.5/f.l/(h) bendi yasağının somut olayda uygulama alanı bulamayacağı,
Bu doğrultuda Yargıtay 11. HD. E.2005/899, K.2006/1071, T.07.02.2006 sayılı “…” kararında da bu ifadenin kutsal kitapta bir sure adı olmasına rağmen, halka mal olmuş dini bir kavrama karşılık gelmediği gerekçesi ile tescil edilebileceği sonucuna varılmıştır. Yargıtay’ın bu kararında mülga 556 sayılı KHK m.7/f.l/(j) bendi hükmünün kutsal kitap, peygamber isimleri veya ibadet mekanlarının ad veya sembollerini içeren markaları konu edindiği de belirtildiği,
Davalının markası ‘’inanç sisteminin merkezinde ver almayan; tali ve dolaylı dini çağrışımlar yapan” ve ‘’güncel kullanımda inanç dışı yan anlamlar kazanmış” markalardan olduğu, bu tür işaretlerin (ör. cross, cennet bahçesi, cehennem ifadeleri, tek başına azizlerin adlan) gündelik dilde kazandığı ikincil anlam, ortalama duyarlılıktaki din mensubunun algısında dini temayı geri plana attığından SMK m.5/f.l/(h) bendi kapsamından çıkıldığı, somut olaydaki olgular, özellikle kişi adı olarak da kullanılan diğer kutsal isimlerle benzerlik arz ettiği, Harun, Davut, Yusuf gibi peygamber isimlerinin güncel kullanımları dolayısıyla tek başlarına tescili mümkün olduğu, buna karşılık davalının markası ‘’Davud (a.s)”, ‘’Yusuf (a.s.v)” veya ‘’Ali (r.ah)” gibi eklemeleri içermiş olsaydı ancak bu tür kullanımlar SMK m.5/f.l/(h) bendi yasağına tabi olabileceği, davalı markasının dinsel anlam dışında din dışı güncel anlamının var olduğu, markada tali bir unsur mahiyeti taşıdığı, sahip olduğu güncel anlamların ortalama duyarlılıktaki TPE’nin uygulamasında marka tescil başvuruları mülga 556 sayılı KHK m.7/f. l/(j) bendi kapsamında değerlendirilirken iki esasa dayanıldığı, toplumda sadece dini bir terim ya da sembol olarak kullanılan ya da doğrudan dini bir çağrışım yapan işaretleri münhasıran ya da esas unsur şeklinde içeren işaretler tescil edilmeyeceğini, bu bağlamda “Allah”, “Hz. Muhammed” gibi doğrudan dini bir değer ve sembolleri içeren marka başvuruları reddedileceğini, kişilerde ”işaretin ticarileşmesi sonucunda dinsel inancın rencide edilme riskini” oluşturmadığı düşünüldüğü, ürünlerle arasındaki bağlantının İslam dininin makul duyarlılıktaki mensuplarında yaratacağı hassasiyet (toplumsal tolerans) dikkate alındığında “…” markasının SMK m.5/f.l/(h) bendine tabi tutulmaması gerektiği, zira davalının markası Osmanlı döneminden günümüze rakı emtiasında kullanılan bir sıfat mahiyeti taşımakta olup; söz konusu ürünlerde bu ifadenin kullanılmasına İslam dininin ortalama duyarlılıktaki mensuplarının alışmış olduğu düşünüldüğü, burada kullanım yolu ile ayırt edicilikteki işaretin markasal nitelikte ikincil anlam kazanmasını andıran bir dönüşüm söz konusu olduğu, ancak burada uzun süreli kullanım sonucunda toplumu rencide etmeyen veya inanç sömürüsüne yol açmayan bir etki yaratıldığını,
İlk alınan 08.01.2021 tarihli bilirkişi raporundaki “…” kelimesinin etimolojik açıdan simge/sembol olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ancak markanın bir bütün halinde yansıttığı mesajda, ifadenin dini anlamından bir parça uzaklaşmış olduğu görülmekle birlikte, dini mesaj ileten anlamının açıkça bertaraf edilmediği, dini anlamın artık algılanmadığının söylenemeyeceği yönündeki görüşe katılmadıklarını, zira söz konusu “…” markasındaki … ibaresinin Türkçedeki “pekiyi” anlamına gelecek şekildeki kullanımları ve yine söz konusu ibarenin uzun yıllardır rakı emtiasının kalitesini belirten bir kelime olarak pek çok rakı/şarap markasında kullanılması birlikte değerlendirildiğinde kelimenin dini anlamından uzaklaştığının düşünüldüğü,
Yine 08.01.2021 tarihli rapordaki “…” kelimesinin etimolojik ve ilahiyat açısından, “Dini değer taşıyan ve kutsal anlam içeren bir kelime olarak”, “dini değer kapsamında değerlendirilebileceği, ilgili dine mensup ortalama duyarlılığa sahip bir bireyin, söz konusu dini değer veya sembolün ilgili ürüne uygulandığını gördüğünde kutsal değerlerinin zedelenmesinin mümkün olabileceği şeklindeki görüşün ilgili dine mensup ortalama duyarlılığa sahip bir bireyin söz konusu üründen haberdar olmasının ancak marketlerdeki içki reyonlarında bir inceleme yapması ile mümkün olacağı ve her halükarda markadaki … sözcüğünün ilk olarak Türkçedeki yerleşik anlamında algılanacağı gerekçesiyle benimsenemeyeceği değerlendirmelerinde bulunulduğu anlaşılmıştır.
Bilirkişi …’un Değerlendirmesi:
Türkiye iki asırdır çok farklı tarihi, siyasi, toplumsal, kültürel dinamikler etrafında sert ve yoğun bir modernleşme süreci yaşadığı, modernleşme süreci gündelik hayattan dile, edebi kavrayıştan yasa diline, pazara sunulan ürünün veya yeni açılan bir yeme içme mekânının adlandırılmasına, hemen her alanda etkisini gösterebilmekte, değişim çizgisel, tek bir yönde ilerlememekte zaman zaman kırılmalara uğramakta, sürecin kendisine çok farklı tepkiler gelmekte, zaman zaman belirli tanımlamalar, tarifler, adlandırmalar geleneksel ya da modem olsun baskın hale gelmekte toplumun bütün kesimlerine yaygın hale geldiği, Cumhuriyetin erken döneminde ya da biraz öncesinde gündelik hayatta selamlaşmada Frenkçe kelimeler yaygın olarak kullanılabilirken, biraz sonra dil devrimi ve dilde öztürkçeleşme uygulamaları selamlaşma dilini dönüştürdüğü gibi, aynı şekilde 70 lerin sonlarından itibaren dilde öztürkçeleşme eğiliminin toplumda karşılık bulmaz hale gelişiyle, bilhassa 1980 lerden günümüzde kadar uzanan zaman diliminde selamlaşma dili tekrar değişime uğradığı, tam da bu anlamda çok uzun süredir gündelik hayatta ya da kamusal uygulamalarda dil ve uygulamalarda muhafazakâr bir ton öne çıkmış, bu muhafazakâr ton ve yönelim toplumun bütün kesimlerine de sirayet etmiştir. Bu anlamda modernleşme yanlısı olsun olmasın, bilhassa ticari alanda çalışan aktörler kendi ürün ve mekân adlandırmalarında daha eski, geleneksel, ya da Osmanlı dönemine ait olduğunu düşündükleri adlandırmalar gitmekte, çoğu kez de çok yanlış ifadelendirmeler, terkipler kullanılabildiği, bu anlamda davaya konu edilen “…” kelimesi’nin marka olarak kullanımı öncelikle tüm klasik ve çağdaş sözlüklerde kullanımlarında olduğu anlamda, daha iyi, enfes, çok iyi, mükemmel karşılığında kullanıldığı, “…” kelimesi bu anlamda dini terim olmaktan uzak olduğu gibi, gündelik kullanımında gerek klasik dönemlerde gerek günümüzde din dışı / seküler kullanımı yaygın ve baskın olduğu, marka olarak “…” kullanımı, üretici firmanın tamamıyla gündelik hayatta, dilde yaygın bir eğilim olarak ortaya çıkan daha eski kelimelere ilgi ve adlandırmalara paralel olarak bir adlandırma çabası olduğu, pazarda daha etkin olma adına yaygın eğilime uygun bir adlandırmayı seçilmiş gibi gözüktüğü, davaya konu edilen “…” kelimesi dini terminolojinin bir parçası olarak değil kelimenin klasik ve çağdaş sözlüklerdeki anlamına bağlı olarak kullanıldığı, toplumda, gündelik hayatta, dilde yaşanan daha eski kelimelerle kendisini ifade etme eğilimine bağlı olarak ortaya çıkan bir kullanım olduğu, bir alay etme, küçümseme, dini sembolleri aşağılama amacı taşıması söz konusu olmadığı,
Bilirkişi …’nın Değerlendirmesi:
Davaya konu “…” kelimesinin, temel (sözlük) anlamları ile asırlar içerisinde Türkçe’de kazandığı anlamlar şu şekilde izah olunabilir:
… adıyla maruf meşhur sözlüğünde “…” veya “…” kelimeleri yer almamakta, fiil olarak “…” kelimesi için de “…” mânâsı verilildiği, (Ahterî-yi Kebir, [Haz: Prof. Dr. H. Amet Kırkkılıç-Prof. Dr. Yusuf Sancak], Türk Dil Kurum Yay., Ankara 2017, s. 83)
… kelimesi için ilk iki anlam, daha veya pek yüksek, en refiğ, Mânen pek âlî ve mükerrem ve muazzez şeklinde kaydedildikten sonra, Pek güzel, pek iyi, nefis, enfes karşılıklarıyla beraber “…”, “…” (İkdam Matbaası, Dersaadet 1317, s. 131.) misalleri verilmektedir. Ş. Sami, kelimenin İslâm terminolojisinde bir yer olduğuna dair herhangi bir şey söylememiş, kelimenin kullanımına örnek verirken de dinî literatüre başvurmadığı,
…’nde de … kelimesine karşılık olarak …” karşılıkları verilmekte sonra da “…, …” sıfatları eklenmektedir. (SEV Matbaacılık ve Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 42) Bu iki sözlükte de kelimenin iyi, güzel, çok güzel gibi anlamlarının yanında “yüce, ulu, daha yüce, yüksek” gibi anlamların varlığı kabul edilmekte fakat bu sıfatın İslâmî literatürdeki ve din lügatindeki bir yerine işaret edilmediği,
… imlâsıyla yazılan kelime için Arapça olarak “ihsanlar, bahşişler”, Farsça olarak da “kirleten” anlamları verilmiştir. “…” kelimesi için ise Arapça isim olarak “rütbece yükseklik, büyüklük, şeref, şan” ve yine Arapça zarf olarak da “üst, üzre” mânâları verilmektedir. Ayın’h ve Arapça sıfat olarak “…” ise (daha, en, pek) yüksek” şeklinde karşılandığı, (Aydın Kitabevi, Ankara 1999, s. 25)
…’nde, “…” kelimesine “yükseklik, şeref, şan yücelik”; “…” kelimesine ise “pek yüksek, en yüksek, yüce” anlamlan verildiği, (Bilgi Yay., İstanbul 1977, s. 14)
Türkçenin son yıllarda neşredilmiş ve hazırlanması yaklaşık 40 yıl sürüş olan Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te – Kubbealtı Lügati -, (Kubbealtı Neşriyat, C. 1, İstanbul 2006, s. 86.) de kelimeye şu anlamlar verilmekte, örnekler de şöyle getirilmektedir: Daha yüksek, en yüksek, pek yüce: …” Daha iyi, daha mükemmel: “…” … (Nâmık Kemal).
…” …: Eskiden büyüklerin küçüklere söylediği, “Kadrin yüce olsun” anlamında bir hayır duâ sözü. …: Pek güzel, mükemmel, fevkalâde: İlk nefesi çektiğim zaman anladım ki tütün de…(Ahmed Midhat Efendi). …: … / … (Mec. Um. Bel.)
Nihayet Türk Dil Kurumu’nun güncel sözlüğünde ise kelimenin anlamları “iyi, pekiyi, daniska” olarak verilmiş, buna örnek olarak da…’dan “…” örneği zikredilmiştir. “…” şeklinde yazılan kelimenin Arapça sıfat olduğu ve Arapça’da “…” şeklinde yazıldığı da belirtildiği,
Yukarıda örneklerde de görüldüğü üzere bu tarihî veya güncel lügatlerin hiçbirisinde söz konusu kelimenin dinî bir anlamı veya çağrışımı söz konusu edilmemekte, kelimeye böyle bir anlam yüklenmemektedir. Şurası vurgulanmalıdır ki Osmanlı Türkçesinde ve bugünkü Türkiye Türkçesinde, hatta Türkiye dışındaki Türklerin gündelik kullanımlarında “…” kelimesi net bir şekilde “iyi, güzel, nefis, leziz” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimeyi bu anlamda kullanan kitleler, büyük bir ihtimalle kelimenin Arapça kökeni olan “…” ifadesinin bir sure ismi olduğu hakkında da herhangi bir bilgiye de sahip değillerdir. “…” kelimesi, Türkçeleşmiş Türkçe’nin en iyi örneklerinden birisidir. Gündelik konuşmada en çok rastlanan ifadelerden “…” gibi kullanımlar bu savı destekler nitelikte olduğu,
Esasen “…” kelimesinin dinî-İslâmî değil, seküler ve gündelik kullanımına dair aşağıdaki küp / sebil görseli, açık bir misal teşkil eder. Bu mermer sebilde Osmanh Türkçesiyle “…” yazdığı, burada “…” kelimesi “iyi, güzel” anlamlarından başka özellikle “nefis ve leziz” mânâlarını içkin olduğu,
İkinci bir örnek …üzerinden söz konusu edilebilir. Burada üretici, ilginç bir şekilde, biraz da bir özenti ve orijinallik iddiası ile “…” değil “…” imlâsını kullanmaktadır ama maksat bellidir: Herhâlde kahve üreticisi, ürününün “yüce, yüksek, mukaddes” değil, “güzel, nefis ve leziz” olduğunu vurgulamak istediği,
…” kelimesinin dinî bir anlam ifade etmeyip “iyi” mânâsına gelişine dair son ve en açık örnek kanaatimizce geç Osmanlı döneminde, idadî (lise) talebesinin karnesinde yazan notların hiyerarşisidir. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi “…”, iyi; “…” ise “pekiyi” karşılığı olarak kullanıldığı,
– … (…)- … (…)
– … (…).
– … (orta)
– …(ortaya yakın)
-4 – Zayıf
-2 – Pek Zayıf
– Fena
Son yıllarda İslâm dininin mukaddes kavramlarının, Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinin isimlerinin veya Kur’an-ı Kerim’deki kimi ifadelerin, bazı Peygamber ve velî isimlerinin ya da İslâm medeniyeti ve kültüründe, dolayısıyla literatür ve terminolojisinde yer alan ifade ve ibarelerin, toplumun belli kesimlerinin ilgi ve dikkatini çekmek için gelişigüzel ve istismarcı biçimde kullanıldığı açık olduğu, böylesi suiistimallerin hiçbir mazereti ve makul izahının bulunmadığı, bununla beraber İslâm’ın apaçık şekilde çoğunu ve azını haram kıldığı, yasakladığı bir içeceğin, içki için üreticilerin müşteriye hoş ve sevimli görünmek üzere İslâm’dan bir kelime seçmiş olamayacağını, ticarî zekâ ve gözüaçıklık, esasen alkollü bir içecek için bu kelimeyi marka ismi olarak kullanmayı değil, kullanmamayı gerektirdiğini, bu da açık bir şekilde “…” kelimesinin dinden bağımsız, belki de habersiz şekilde ürüne ad olarak verildiğini gösterdiği yönünde görüş bildirdikleri bu değerlendirmelere Bilirkişi …’ın ŞERHini düştüğü de görülmüştür.
Tüm dosya kapsamı izahı yapılan mevzuat alınan bilirkişi raporları kapsamında uyuşmazlık değerlendirildiğinde; her ne kadar davacı Diyanet İşleri Başkanlığınca davalıya ait … tescil nolu “…” ibareli markada yer alan “…” ibaresinin Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından biri olan “…”yı çağrıştırdığı, Kur’an-ı Kerimde sure ismi olarak geçtiği, gelenekte dini çağrışımı bulunduğunu, nesneyi övme-yüceltme anlamı taşıması yönleriyle bahis konusu ismin bir içki türüne marka olarak kullanılmasının dinen uygun olmadığı, bu yönde Diyanet İşleri Yüksek Kurulunun görüşünün de alındığı, SMK 5/1-h gereği mutlak tescil engeli bulunduğundan bahisle hükümsüzlüğünü talep etmiş ise de, esasen burada değerlendirilmesi gereken hususun … kelimesinin genel toplum algısında yarattığı çağrışım yönünden ele alınması gerektiği, ayrıntısı yukarıda izah olunan alanında uzman bilirkişilerce yapılan değerlendirmelerde ala kelimesinin Osmanlı döneminden beri toplumda dini bir kavramdan ziyade “pek yüksek, en yüksek” gibi manalarda kullanıldığı, davalı tarafından sunulan delillerden de anlaşıldığı üzere islam kültürünün daha baskın olduğunun izahtan vareste olduğu Osmanlı döneminde yüksek alkol içeren alkollü içecekleri tanımlarken kullanıldığı, emsal nitelikteki yargıtay kararında da ala kelimesinin salt Kur’an da yer almasının mutlak yasak kapsamında değerlendirilemeyeceğinin açıkça belirtildiği, her ne kadar cimere ve savcılıklara bir kısım başvurularda bulunulmuş ise de bu durumun genel toplum algısı olarak kabulünün mümkün olmadığı, (başvuranlara ilişkin sunulan ifade tutanaklarının aynı yerde ikamet eden kişilere ait olduğu, ifadelerin kopyala yapıştır aynı içerikte olduğu, internetten marka kullanımını öğrendikleri iddiasının alkollü ürünlere ilişkin reklam yasağı dikkate alındığında hayatın olağan akışına uygun düşmediği), SMK 5/1-h bendinin getiriliş amacının inanç özgürlüğünün zarar görmesi ve kutsal değerlerin ticarileştirilmesi aracılığıyla toplumun ilgili kesiminin rencide edilmesi önlenmesi, diğer yandan din sömürüsü ile kişilerin manipüle edilerek, ticari hayatta haksız avantaj elde edilmesi de engellemek olduğu, burada dini değerlerin sulandırılmasından ve itibarlarının zedelenmesinden kaçınıldığı, hükmün amacı, bir anlamda dindarlığın veya din karşıtlığının ticari kazanca tahvilinin engellenmesi, dünyevi olan ile manevi olanın birbirinden ayrışması sağlanması olduğu dikkate alındığında, davalı markasında yer alan ve pek yüksek / pek iyi manalarında geçmişten beri dini anlamından ayrışmış şekilde kullanılan, “…” kelimesinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceği açık olup aksi kabulün zorlama nitelikte toplumun genel algısına uygun düşmeyen nitelikte olacağı, bu noktada ilk rapordaki yetersiz değerlendirmelerin hükme esas alınan ayrıntılı ve gerekçeli değerlendirme içeren, farklı kanaate ulaşılma gerekçesini açıklayan son rapordaki tespitlerle çelişki olarak değerlendirilemeyeceği, esasen yeni rapor alınmasının konunun nihai değerlendirmesinin hakime ait olduğu uyuşmazlığın çözümünde hangi görüşe üstünlük tanınacağı noktasında hakim ve mahkeme kabulünün belirleyici olacağı dikkate alındığında usul ekonomisiyle de bağdaşmayacağının açık olduğu gözetildiğinde toplamsal algının iyi bir şekilde gözlemlenerek rapora yansıtıldığına kanaat getirilen son rapordaki kabuller üzerinden davacının SMK 5/1-h ye dayalı hükümsüzlük iddiasının sübut bulmadığına kanaat getirilmekle davanın reddi yönünde aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur. Son olarak belirtilmesi gereken husus olarak davalının sessiz kalmaya dayalı savunmasının davacının tescilli marka sahibi olmadığı dikkate alındığında mevcut uyuşmazlık yönünden dikkate alınamayacağına kanaat getirilmiş rapordaki aksi yöndeki mevzuata uygun düşmeyen hukuki değerlendirmelere itibar olunmamıştır.
HÜKÜM : Ayrıntısı yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davacı harçtan muaf olduğundan bu hususta hüküm kurulmasına yer olmadığına,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca davalı vekili yararına hesap olunan 7.375,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan 7.049,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine,
6-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 30/12/2021

Katip Hakim
¸ ¸