Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2018/71 E. 2019/330 K. 19.07.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/71
KARAR NO : 2019/330

DAVA : Marka Hakkına Tecavüz ve Haksız Rekabetin Tespiti, Men’i ve Engellenmesi, Maddi ve Manevi Tazminat
DAVA TARİHİ : 13/02/2018
KARAR TARİHİ : 19/07/2019

Mahkememizde görülmekte bulunan marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, men’i ve engellenmesi, maddi ve manevi tazminat davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin 1952 yılında … olarak faaliyete geçtiğini, 1976 yılında da … Ltd. Şti ve … olarak ticari faaliyete devam ettiğini, bu süre zarfında hatırı sayılır bir müşteri kitlesine ulaştığını ve sektöründe son derece başarılı bir firma olduğunu, müvekkili şirketin sektöründe pay sahibi olabilmek için “…” markasını oluşturup bu markayı … tescil numarasıyla 17/01/2001 tarihinde, aynı markayı 29, 30 31 ve 32. sınıflarda … tescil numarası ile 15/07/2011 ve “…” ibareli markasını da … tescil numarası ile 29, 30, 31 ve 32.sınıflarda 20/09/2007 tarihinde TPMK nezdinde tescil ettirdiğini ve marka sahibi olduğunu, müvekkili şirketin “…” markasının tanınırlığını artırmak amacıyla yazılı ve görsel basında reklam ve ilanlar verdiğini, yazılı basında müvekkili hakkında çeşitli köşe yazıları ve makaleler yayımlandığını, davalıya ait “…”ın bazı müşterileri siparişlerinin zamanında gelmediğini ve istenilen kalitede olmadığını beyan ederek müvekkili şirketin telefonunu aradığını ve böylece davalı …’tan haberdar olunduğunu, akabinde müvekkili şirketin bir yetkilisinin davalıya ait restauranta gidip yiyecek satın aldığını ve bu işlem karşısında “… …” unvanıyla fiş kesildiğini, davalı tarafın müvekkili şirket adına tescilli “…” ve “…” markalarını kullanarak, haksız ve hukuka aykırı kazanç elde ettiğini, bunun apaçık bir markaya tecavüz olduğunu, müvekkili şirketinin daha fazla zarara uğramasını engellemek amacıyla da davalı tarafa noter aracılığıyla ihtarname gönderildiğini, davalı yanın cevabi ihtarında müvekkilinin tescilli markası olan “…” unvanıyla kullanıldığı ama haksız veya hukuka aykırı bir eylem olmadığını, davacı tarafın haklarına bir tecavüzün söz konusu olmadığını bundan sonra da davacı tarafın marka ihlalini çağrıştırır bir eyleminin olmayacağını, zaten kendilerinin küçük bir esnaf lokantası olduğunu belirttiğini, yapılan internet araştırmalarında davalı tarafın işletmesi ile ilgili bir çok kurum ve kuruluşa reklam verildiğinin tespit edildiğini, internet ortamında satış yapmadıklarını bildirmelerine rağmen “…”, “…”, “…”, “…”, “…” gibi mobil ve internet üzerinden müvekkili adına tescilli … markasını kullandığını ve kendisine ait sipariş adres ve iletişim bilgilerini vererek satış hacmini hukuka aykırı olarak genişlettiğini, dolayısıyla karşı tarafın orta halil küçük bir esnaf işletmesinden daha büyük bir işletme olduğunu, davalının müvekkili şirketin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespitine, men’ine, engellenmesine, fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla şimdilik 5.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın ticari faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, müvekkili şirketin 1966 yılından itibaren, muhitte bulunan … Camii ve sokak adının da … Sokağı olmasından dolayı “…” olarak ticari hayatına başladığını bu şekilde tanınıp bilindiğini, 2000 yılından itibaren de “… …” unvanıyla ticari faaliyetlerine devam ettiğini, müvekkil şirketin orta halli bir küçük esnaf olduğunu, müşterilerinin de genel olarak muhitte bulunan esnaf ve iş yerleri olduğunu, internet üzerinden herhangi bir hizmet sunumu yapmadığını, sadece müşteri memnuniyetini ölçmek amacıyla müşteri beğeni ve yorumları açısından bir internet portalı bulunduğunu, davacı tarafın ise bir yemek üretim şirketi olan … Tic. Ltd. Şti ile iltibas teşkil edecek bir eylemlerinin haksız bir rekabetin ve tecavüzün söz konusu olmadığını, zaten müvekkil şirketin esnaf lokantası olduğunu, davacının ise yemek üretim şirketi olduğunu ve aynı iştigal altında olmadıklarını, davacı tarafın gönderdiği ihtarname sonrası bu olaydan haberdar olduklarını ve karşı bir ihtarname gönderdiklerini, iyi niyet göstergesi olarak da “…” unvanını işletme unvanından kaldırdıklarını, karşı tarafla şifahen bir görüşme talep ettiklerini ve TPMK’ya başvurarak … başvuru no su ile “…” markasının tescili için gerekli işlemleri başlattıklarını başvurunun ilan aşamasında olduğunu ve sonucun beklenildiğini, yapılan diğer araştırmalarda internet ortamında … unvanını kullanan başka işletmeler de olduğunu fakat davacı tarafın bu konu da herhangi bir yasal işlem başlatmadığını, bu yüzden davacı tarafın sebepsiz zenginleşme amacı güttüğünü belirterek, davanın reddini talep etmiştir.
Dava, 6769 sayılı SMK hükümleri ve TTK hükümleri uyarınca açılmış marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, men’i ve engellenmesi, maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.
Dosyada tarafların bildirdikleri tüm deliller toplanmış, TPMK kayıtları getirtilmiş, bilirkişi inclemesi yaptırılarak rapor alınmıştır.
Mahkememizce alınan raporda bilirkişiler, “Dosya içerisinde bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesi ve yapılan tespitler ve yürürlükteki mevzuat hükümleri çerçevesinde yapılan değerlendirmeler sonucu; davacı tarafın 5 yıldan çok daha uzun süre davalı kullanımlarından haberdar olduğu, davalının kötüniyetli kullanımına dair dosya kapsamında bir bilgi veya belge bulunamadığı, davacı tarafın uzun yıllar haberdar olmasına rağmen davalı tarafın iyiniyetli kullanımlarına karşı herhangi bir hukuki girişimde bulunmadığı dikkate alındığında, yapılan açıklamalar doğrultusunda davacı tarafın bu davranışının Medeni Kanunun 2. maddesi hükmü kapsamında sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluşturduğu, sonuç ve kanaatine vardığımızı” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
SMK m. 29 uyarınca marka hakkına tecavüz sayılan fiiller: a)Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7. maddede belirtilen biçimlerde kullanmak. b)Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek.
SMK m.7/II’ye göre; Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahihine aittir. Marka sahibinin, izinsiz olarak yapılması halinde, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep etme hakkı vardır: a)Tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin, tescil kapsamına giren mal veya hizmetlerde kullanılması. b)Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dahil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması. c)Aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına bakılmaksızın, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek veya itibarına zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin haklı bir sebep olmaksızın kullanılması.
Davacı markalarında … ibaresi ayırt edici esas unsur olarak kullanıldığı görülmektedir. Markalardan … tescil numaralı … ve … tescil numaralı … markaları 43.sınıfta yer alan “Yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri” bakımından tescil edilmiştir.
Davalı kullanımlarına ilişkin dosya kapsamında mahkeme marifetiyle elde edilmiş tespitler bulunmamaktadır. Ancak davalı tarafın dava kullanımlar konusunda bir itirazının bulunmadığı görülmektedir. Dosya içerisinde bulunan 2006 yılına ait fatura fotokopilerinde … yazmaktadır. Davalı tarafın alan “yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri” bakımından … ibaresini markasal nitelikte kullandığı hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu durum SMK m.7 ve 29 uyarınca davacının marka hakkına tecavüz teşkil etmektedir.
Somut olayda değerlendirilmesi gereken diğer bir husus da sessiz kalma suretiyle hak kaybı durumudur. Yargıtay’a göre, markanın başkası tarafından kullanımına uzun süre sessiz kalan kimse, zımni olarak bu kullanıma, tescile icazet vermekte, rıza göstermektedir. Bu süre içinde, markayı kullanan veya tescil ettiren kimsenin iyiniyetli olarak büyük miktarlarda yatırım yapması nedeniyle, bu kişinin markayı kullanmasına engel olunması veya tescil ettirdiği markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesi halinde uğrayacağı zarar ile marka sahibinin markasını korumaktaki hukuki menfaati arasında bir çatışma olduğu açıktır.
Menfaatler arası çatışmanın giderilmesi gereklidir. Buna göre; Paris Sözleşmesi’nin birinci mükerrer 6.maddesinin 3.bendi “kötü niyetli tescil edilen veya kullanılan markaların kullanılmasının yasaklanmasını veya iptalini istemek için süre tespit edilmeyecektir.” şeklindeki düzenlemeyi marka sahibinin mülkiyet hakkı ile ilgili olduğundan ve hukukun bütün alanlarında kötü niyetin korunmaması gerektiğinden, kötü niyetle tescil ettiren kimsenin belli bir süre geçmesi ile hak elde edememesi gerekir.
Buna karşılık Yargıtay, markayı sonradan tescil ettiren kimse kötü niyetli bile olsa, belli bir süre geçmekle, marka hakkı sahibinin sessiz kalma yoluyla dava açma hakkını kaybettiği, belli bir süre geçtikten sonra dava açılmasının, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu görüşünü de kabul etmektedir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybının koşullarını temel olarak, 4 başlık altında inceleyebiliriz; 1)Haberdar olma koşulu; markasının başkası tarafından tescil ettirildiğinden ya da kullanıldığından haberdar olması gerekir. 2)Sessiz kalma koşulu; marka sahibinin, markasının kullanımına karşı harekete geçmemesi -dava açmaması, sessiz kalması gereklidir- Yargıtay 2014 tarihli bir kararında (…) ihtarnameyi yeterli görmüştür. 3)Süre koşulu; marka sahibinin, 3.kişinin tescil veya kullanımına belirli bir süre sessiz kalması gerekir. 5 yıldan az olmayan, makul süre olaya göre incelenmelidir. 4)İyiniyetli olma koşulu; sessiz kalma yoluyla hak sahibi olabilmesi için, markayı tescil ettiren ve kullanan kişinin de iyiniyetli olması gerekir. Yargıtay’ın konuya ilişkin çelişkili uygulamaları mevcuttur.
Öncelikle sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olabilmesi için, sadece belli bir sürenin geçmesi yeterli değildir. Bu süre boyunca daha önce marka hakkı sahibi olan tarafın, sonraki markanın tescil edildiğini veya kullanıldığını bilmelidir. Marka hakkına tecavüz iddiasında bulunan kişi kendi marka hakkını ihlal eden markanın varlığından haberdar olmalı ve buna rağmen kendi markasının kullanılmasına karşı çıkmamış olmalıdır. Eğer marka hakkına tecavüz edilen kişi böyle bir markanın varlığından haberdar değilse ve fiili olarak haberdar olması da mümkün olmamışsa, bu durumda sessiz kalma yoluyla hak kaybından söz edilemeyecektir.
Dava açan tarafın markanın varlığından haberdar olması için öncelikle markanın kullanılmış olması gerekmektedir. Markanın tanıtılması amacıyla yapılan reklamlar, markalı ürünlerin kamuya sunulmuş olması bu anlamda markanın kullanılması şeklinde değerlendirilebilir. Eğer taraflar aynı sektörde faaliyet gösteriyorlarsa, davacının basiretli bir tacir gibi davranarak gerekli özen ve dikkati göstermesi ve durumdan haberdar olması beklenir. Aynı sektörde gerçekleşen kullanım için haberdar olmadığı gerekçesi, basiretli bir tacir bakımından geçerli bir savunma olmayacaktır. Yargıtay bir kararında, tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi davranmakla yükümlü olduğu için, aynı piyasada aynı ürünün ticaretini yapan bir kişi olarak, bu alandaki gelişmeleri bilmediği yönündeki iddiasının dinlenemeyeceğini belirtmiştir ( 11. HD. 19/04/2002 T., 2001/9903 E., 2002/3699 K., Batider 2002, С. XXI, sayı 4, s. 130 vd.). Yargıtay bu kararında, haksız rekabete maruz kalan kişinin dava açma hakkının kaybından söz edilebilmesi için, kendisinin ihlali bilip bilmediğinin araştırılmasına gerek görmemekte, bilmesi gerekmesi ya da bilebilecek durumda olmasını yeterli saymaktadır.
Somut olayda sessiz kalma yoluyla hak kaybından söz edebilmek için, bazı şartların bulunması gerekmektedir. Hak sahibinin, üçüncü kişinin kullanımını bildiği halde bu kullanıma karşı çıkmamış olması ve kullanımı gerçekleştiren tarafın iyi niyetli hareket etmiş olması gerekmektedir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olabilmesi için geçirilmesi gereken sürenin belirlenmesinde, dürüstlük kuralı büyük önem taşımaktadır. Dava açmayacağına dair karşı tarafta haklı bir güven uyandırılmasına rağmen, uzun bir süre geçtikten sonra dava açılması Türk Hukuku’nun temel prensiplerine uygun değildir. Dolayısı ile bir hakkın uzun süre kullanılmaması karşı tarafta bir güven uyandırmışsa, bu güvenin de korunması gerekmektedir. Hukukumuzda sessiz kalma nedeniyle hak kaybı müessesesi hakkaniyet ilkesine dayandırılmakta olup, kaynağını MK m. 2 dürüstlük kuralında bulur.
Tecavüze sessiz kalma ve müdahalede bulunmama, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmelidir. Dava hakkı sahibinin dava açma konusundaki hakkını uzun süre kullanmamasının zımni bir icazet olarak kabul görmesi, aksine bu uzun süreden sonra açmış olduğu davanın ise MK m. 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi gerekir. Tecavüz veya ihlal fiilinin başladığı tarih ile davanın açılması tarihi arasında davalı davaya konu olan marka, unvan veya işletme adı gibi tanıtma araçları için emek, para ve zaman harcayarak çok büyük yatırımlar yapmış olabilir, reklam harcamaları yaparak bu tanıtma araçlarını piyasada tanınmış ve korunmaya değer ekonomik değerler haline getirmiş olabilir.
Davalı işletme 1966 yılından beri … işletme adı altında faaliyet göstermektedir. Davacı tarafın ilk marka tescili 1998 yılına uzanmaktadır. Davanın açılma tarihi 13/02/2018’dir. Davacı tarafından ihtarname 2017 yılında gönderilmiştir. Davacı taraf kendi marka tescilinden 20 yıl sonra markasına tecavüz iddiasıyla dava açmıştır. İnternet kullanımının yaygınlaştığı günümüzde davacının uzun süredir davalı kullanımlarından haberdar olduğu düşünülmektedir. Davalı tarafın internetteki kullanımları sadece mevcut işletmesinin tanıtımına yöneliktir. Davacının markasından yararlanma kastı ile hareket edildiğine dair dosya kapsamında bir bilgi veya belge bulunmamaktadır.
Davacı tarafın uzun yıllar haberdar olmasına rağmen davalı tarafın iyiniyetlı kullanımlarına karşı herhangi bir hukuki girişimde bulunmadığı dikkate alındığında, davacı tarafın bu davranışının Medeni Kanunun 2. maddesi hükmü kapsamında sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Tüm dosya kapsamı sunulan rapor içeriği bir arada değerlendirildiğinde; her ne kadar davacı davalı tarafın adına tescilli “…” ve “…” markalarını kullanarak, haksız ve hukuka aykırı kazanç elde ettiğini, bunun apaçık bir markaya tecavüz olduğu iddiasıyla davalının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, men’i, engellenmesi ve maddi ve manevi tazminat istemiyle iş bu davayı açmış ise de; her ne kadar bilirkişi raporunda bu husus ayrıntışı olarak değerlendirilmemiş ise de esasen davacıya ait tescilli markalardaki esaslı unsurun “…” ibaresi olduğu, bu ibarenin özelikle İstanbul da ve Anadolu da kullanımı yaygın bir ibare olduğu dikkate alındığında davacıya ait markaların zayıf bir marka olduğunun kabulünün gerektiği, dolayısıyla … ibaresi ile başkaca bir ibarenin birleştirilerek kullanılmasının önlenemeyeceği ve markaya tecavüz teşkil etmeyeceği, somut olay yönünden değerlendirildiğinde esnaf lokantası niteliğinde yer işleten davalının bulunduğu muhitte kullanımı yaygın olan “…” ibaresini işletme isminde ve bu işletmeyle sınırlı olarak kullanılmasının davacının marka hakkına tecavüz olarak değerlendirilemeyeceği, İstanbul gibi tarihiyle yaşayan bir şehirde tarihsel anlamı da bulunan “…” ibaresinin, bulunduğu muhitteki yaygın kullanıma uygun olarak esnaf lokantasında kullanımının SMK 7/5 -b (5) Marka sahibi, üçüncü kişiler tarafından dürüstçe ve ticari hayatın olağan akışı içinde, markasının aşağıda belirtilen biçimlerde kullanılmasını engelleyemez:.. b) Malların veya hizmetlerin türüne, kalitesine, miktarına, kullanım amacına, değerine, coğrafi kaynağına, üretim veya sunuluş zamanına ya da diğer niteliklerine ilişkin açıklamalarda bulunulması….) kapsamında dürüstçe ve hayatın olağan akışı içinde makul kullanım olarak kabulünün gerektiği, marka sahibinin bu kullanımı engelleyemeyeceği, yine bir an için markasal benzerliğin bulunduğu kabul olunsa dahi aynı sektörde faaliyet gösteren davacının davalıya ait kullanımdan TTK 20 gereği haberdar olduğu yahut haberdar olması gerektiği, iş bu davayı tescilinden 20 yıl sonra açmış olmasının esasen davalı kullanımlarının davacıya ait marka tescilinden önceki tarihlere dayandığı dikkate alındığında dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu şu hale göre uzun süreli sessiz kalmaya dayalı hak kaybının oluştuğunun kabulünün gerektiği anlaşılmakla davacının sübut bulmayan davasının reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Davacının markaya tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması ve önlenmesi ile maddi ve manevi tazminata yönelik açmış olduğu davaların REDDİNE,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca peşin yatırılan 170,78 TL’den 44,40 TL karar harcının düşülmesine, kalanı 126,38 TL’nin karar kesinleştiğinde talep halinde davacıya iadesine,
3-a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ret edilen tecavüz talebine ilişkin 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya ödenmesine,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ret edilen maddi tazminat talebine ilişkin 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya ödenmesine,
c)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ret edilen manevi tazminat talebine ilişkin 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya ödenmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 19/07/2019

Katip …
¸

Hakim …
¸

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır