Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2018/598 E. 2020/282 K. 24.09.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/598
KARAR NO : 2020/282

DAVA : Marka Hükümsüzlüğü ve Sicilden Terkin
DAVA TARİHİ : 28/12/2018
KARAR TARİHİ : 24/09/2020

Mahkememizde görülmekte bulunan marka hükümsüzlüğü ve sicilden terkin davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekilinin dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; Müvekkillerinin 1991 yılından beri … markası ile … gibi illerde çeşitli organizasyonlar düzenleyerek yoğun çaba sarf ederek bulunduğu konuma geldiğini, TPMK nezdinde “…” … numarası ile, “…” … numarası ile, “…” … numarası ile, “… + şekil” … numarası ile müvekkili adına tescilli olduğunu, … markasının sıkça magazin gündeminde yer alan tanınmış bir marka olduğunu, müvekkilinin tanınmış markaları ile davalının “…”+şekil markasının aynı sınıflarda tescillendiğini markalar arasındaki görsel işitsel ve kavramsal olarak ayniyet barındırdığı, mal ve hizmet sınıfı bakımından da müvekkille aynı sınıflarda tescilli ve müvekkil ile aynı sektörde bulunduğundan davalı yan markası ile müvekkil markasının karıştırılmasına ve haksız rekabete sebebiyet verdiğini, davalı tarafın “…” ibaresinin şekil unsuru ile birlikte müvekkil markası … ibaresinin birebir aynı olduğu davalının müvekkilin ününden kazanç elde etmek için bilinçli olarak kötü niyetle tescil ettirdiğini, davalının müvekkili ile aynı iş kolunda faaliyet göstermesinin bu durumu açıkça ortaya koyduğunu, taraf markalarının ayniyet barındırdığından tüketiciler nazarında markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğunu, 6769 sayılı kanunun ilgili maddesine göre davalıya ait … numaralı “…+ŞEKİL” markasının haksız ve kötüniyetli tescilinin hükümsüzlüğüne ve marka sicilinden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekilinin cevap dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; hükümsüzlüğü talep olunan … markasının davacı tarafından müvekkiline devrolunduğunu, davalı müvekkil … ve dava dışı … ile davacı … dava dışı … ve … arasında 1996 yılında “Satış Sözleşmesi” yapıldığını, bu sözleşme ile … İşletmeciliğinin tüm aktif ve pasifleri ile birlikte müvekkili …’a devredildiğini, söz konusu sözleşmenin 8. Maddesinde ” … İşletmeciliği ve Yatırım San. LTD ŞTİ ni yeni alan şahısların … adı altında çalışan tesisin ismini ve logosunu tescil ettirecekler” şeklinde düzenlendiğini, sözleşme gereği hükümsüzlüğü talep edilen markanın, yine davacının bizzat kendisi tarafından müvekkile devredildiğini bu şekilde markanın tescil ettirme hak ve yetkisine sahip olduğunu, şirketin 08/01/1997 senesinde devrolunduğunu ve sicile tescil olunduğunu, davacının devir işlemlerine rağmen dava açmasının kötü niyetli olduğunu gösterdiğini, taraflar arasındaki satış sözleşmesinde davaya konu markanın devrine ilişkin ayrıca bir düzenleme yer almakla birlikte ticaret hukukunun genel hükümleri gereği şirket satışı ile birlikte davalının markanın sahibi haline geldiğini, gerek sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte olan 556 sayılı KHK gerekse SMK hükümleri gereği markanın tescil edildiği mal ve hizmetlerin tümü veya bir kısmı için devredilebileceğini, bir işletmenin aktif ve pasifleri ile birlikte devrinin aksi öngörülmedikçe işletmeye ait markaların devrini de kapsayacağını, davalı kullanımlarının hukuka uygun olduğunu, 4721 sayılı TMK’ın 2. Maddesi uyarınca “Herkes kendi haklarını kullanırken dürüstlük kuralına uymak zorundadır” şeklinde belirtilen madde gereğince hali hazırda bulunan sözleşmede varken davacı tarafın dava dilekçesinde belirtmemiş olmasının davanın kötü niyetle olarak açıldığını gösterdiğini, davacının satış sözleşmesinin üzerinden uzun zaman geçmesinden evrakların temen edilemeyeceği umarak böyle bir yola başvurduğunu, hukuka uygun bir şekilde hak elde edilen markanın hükümsüz kılınmasının hakkaniyete uygun düşmeyeceğini, müvekkilinin marka üzerinde mülkiyet hakkının bulunduğunu, dilediği gibi tasarruf etmekte özgür olduğunu, markanın aktif şekilde kullanıldığını, tanıtmak için reklam ve yatırımlar yapıldığını, müvekkilinin çabaları sonucunda … in … da dönemin en popüler gece kulüplerinden biri haline geldiğini, hukuka uygun olarak elde edilen hakka dayalı kullanımın sona erdirilmesine yönelik kötü niyetli taleplerin reddinin gerektiğini, yapılan sözleşme gereği davacı … ‘a … mevkii ile sınırlı olmak üzere markayı kullanma hakkı tanındığını, ancak davacının sözleşmeden kaynaklı yapmama hakkına aykırı hareket ettiğini, markayı Türkiyenin çeşitli illerinde kullanmaya devam ettiğini, davacının işletmeler arasında ekonomik bir bağlantı olduğu kanaati uyandırıldığında bahisle ticari itibarının sarsıldığını iddia ederek marka hükümsüzlüğü talebinde bulunmuş ise de müvekkilin hukuka aykırı işleminin olmadığını, kanun ve sözleşmeden doğan mülkiyet hakkının kendisine verdiği yetkileri kullandığını, davacının haksız davasının tümden reddine karar verilmesini talep etmektedir.
Davacı vekilinin cevaba cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin yıllardır “…” ibaresine yatırımlar yaparak ülkemizde tanınmış hale getirdiğini, markanın gerçek hak sahibi olduğunu, marka ile ilk olarak 1991 senesinde faaliyet gösterdiğini, piyasada ve medyada markanın müvekkili ile yarılmaz bir bütün haline geldiğini, elde ettiği başarıların birçok gazete ve dergide yer aldığını, ilk kez kullanan ve piyasada tanınmış hale getirenin müvekkili olduğunu,… İşletmeciliğinin 2001 yılında tasfiye olduğunu, davalının marka başvuru tarihinin ise 2017 yılı olduğunu, … markasının başvuru hakkı … tüzel kişiliğine tanındığını, 2001 yılında tasfiyesiyle birlikte şirket özelinde markanın kullanma hakkı ve başvurusu yapabilme hakkının sona erdiğini, davalının tasfiyeden 16 yıl sonra tescil başvurusunda bulunmasının kötü niyetli olduğunu, şahsi olarak markayı kullanamayacağını, davalının müvekkil şirket ile aynı iş kolunda faaliyet göstermesi müvekkil şirkete ait markalar ile ayırt edilemeyecek derecede benzerlik arz etmesi markaların kötü niyetli şekilde tescil ettirdiğini gösterdiğini, bu durumun hukuka aykırılık teşkil ettiğini belirtmiş davalıya ait …numaralı … markasının gerçek hak sahipliği gözetilerek haksız ve kötü niyetle tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmesini yineleyerek talep etmiştir.
Davalı vekilinin ikinci cevap dilekçesinde özetle; davacının hak sahipliği iddialarının gerçeği yansıtmadığını, markayı ilk kez kullanan ve markanın yaratıcısının kendisi olduğunun doğru olduğunu, ancak … markası … İşletmeciliğinin 1998 yılında devralındığını, 1997 yılında …+şekil markasının … numarası ile tescillendiğini, … markasına iktibas ve iltibas suretiyle tecavüz eylemi gerçekleştirildiğini, … 3. FSHHM’de … esas dosyası ile dava açıldığını, marka kullanımı ve tecavüze karşı sessiz kalınmadığını, gerçek hak sahipliğinin 1991-1998 yılları arasında söz konusu olabileceğini sonraki dönem için tasarruf işleminin söz konusu olduğunu, davacının sözleşme sonrası sınırlı kullanımı hakkını aşarak markayı kullanmaya devam ettiğini ikrar ettiğini,kendi kusurlu hareketinden kendi lehine sonuç çıkaramayacağının, kötü niyetli hareket ettiğini, marka hakkının işletmenin ayrılmaz bir parçası olmadığını, bağımsızlaştırılabileceğini, marka hakkını devralan şirketin 2001 yılında tasfiye edilmiş olmasının hakkın sona erdiği anlamına gelmediğini, hakkın varlığını sürdürdüğünü, davacının devir sonrası marka üzerinde hakkı kalmadığından marka başvurusuna ilişkin hak sahipliğine dayalı dava açısından hukuki yararının bulunmadığını, bunu ancak tasfiye olunan şirket ortaklarınca ileri sürülebilecek bir husus olduğunu, tasfiyenin üzerinden 16 yıl sonra dava açılmasının marka hakkına verilen önemin artması ve bilincin gelişmesinden kaynaklı olduğunu, bu durum kötü niyet olrak değerlendiriliyor ise davacının ilk tescili yaptırmak için 2015 yılına kadar beklemiş olmasının da iyi niyet yönünden sorgulanmasının gerektiğini, davaya konu markanın tanınmış marka olmadığını belirtmiş davacının haksız davasının tümden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Taraf delilleri toplanmış, TPMK kayıtları dosya içerisine alınmıştır.
TPMK kayıtları incelendiğinde; davaya konu “…+şekil” ibareli … no ile 03,41 ve 43 sınıflarda tescilli markanın 09/12/2018 tarihinde davalı adına tescil olunduğu anlaşılmıştır.
Davacının davaya dayanak olarak gösterdiği; “…” ibareli … no ile 39 ve 43 sınıflarda tescilli markanın 11/09/2015 tarihinde, “…” ibareli … no ile 41 ve 43 sınıflarda tescilli markanın 09/12/2015 tarihinde, “…” ibareli … no ile 41 ve 43 sınıflarda tescilli markanın 09/12/2015 tarihinde davacı adına tescil olunduğu yine “…+şekil” ibareli … no İle 29, 41, 43, 44 ve 35 sınıflara ilişkin davacı markasının tescil aşamasında olduğu anlaşılmıştır.
Tarafların kabulünde olan ve 26.12.1996 tarihinde taraflar arasında imzalanan adı yazılı şekilde düzenlenmiş olan satış sözleşmesi incelendiğinde; dava dışı … LTD ŞTİ nin davacının da içerisinde yer aldığı ortakları tarafından davalı ve dava dışı …’a devrinin kararlaştırıldığı, sözleşmenin 8. Maddesine göre ” …Yatırım Sanayi LTD ŞTİ ni alan yeni şahısların … adı altında çalışan tesisin ismini ve logosunu tescil ettireceklerdir. Buna rağmen 10/06/1996 yazında… mevkiinde … LTD STİ tarafından işletmeye açılmış olan “…” adlı tesis ve logosu … tarafından dilediği müddetçe sahiplenilecek ve kullanılabilecektir. her ne kadar bahsi geçen şirketin eski sahipleri bu ismi ve logoyu … haricinde kullanmaz ise yeni sahipleri de tescilli markaları olsa bile… de bu ismi ve logoyu kullanmazlar.” hükmünü içerdiği anlaşılmaktadır.
Dava marka hak sahipliği ve kötü niyetli tescile dayalı marka hükümsüzlük talebine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın “USUL EKONOMİSİ İLKESİ” başlıklı Madde 30-“(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” hükmüne amirdir.
Dosya kapsamı davacının talepleri dikkate alındığında tarafların kabulünde olan sözleşme içeriği, kötü niyet olgusunun ve hukuki değerlendirmelerin mahkemenin görevinde olduğu teknik değerlendirme gerektiren bir hususun bulunmadığı göz önünde bulundurularak bilirkişi incelemesi yapılmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı sonucuna ulaşılmış usul ekonomisi gözetilerek bilirkişi incelemesi yapılmaksızın yargılamaya devam olunmuştur.
Hükümsüzlük;
Dava tarihi itibariyle yürürlükte dan 6769 sayılı SMK’nın 4/1 maddesi uyarınca Marka, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilir.
6769 sayılı SMK’nın 25. Maddesine göre 5 inci veya 6 ncı maddede sayılan hâllerden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verilir. 5. Madde “Marka tescilinde mutlak ret nedenleri ” ne ilişkindir. Madde 5/1-ç de ” Aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetlerle ilgili olarak tescil edilmiş ya da daha önceki tarihte tescil başvurusu yapılmış marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer işaretler.” mutlak red nedeni olarak düzenlenmiştir. 6. Madde ise “Marka tescilinde nispi ret nedenleri ” ne ilişkin olup, madde 6/1 “Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.” yine 6/5 ‘e göre ” Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir. ” yine 6/9’a göre “Kötüniyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir. hükmüne amirdir.
Gerçek Hak Sahipliği;
6769 sayılı SMK ile marka hukukumuzda tescil ilkesi kabul edilmiştir. Ancak tescil ilkesi kabul edilmesine rağmen sistemimiz getirilen istisnalar nedeniyle kullanma sistemine daha yakındır. Yargıtay da yerleşik uygulamasında gerçek hak sahipliği kuralını benimsemiş ve markayı ilk defa kullanıp ona ayırt edicilik kazandıranı gerçek hak sahibi olarak adlandırmıştır. Ancak bir kimsenin bir markayı sadece ilk defa kullanmaya başlaması ile o marka üzerinde önceye dayalı hak sahibi olduğu kabul edilemez.
Tescil edilmemiş markaya SMK ile koruma sağlanmasının sebebi sadece tescilsiz marka sahibinin markayı ilk kez kullanmaya başlaması değildir. Aksine markanın kullanımını haklı kılacak daha temel ve önemli bir sebep bulunmalıdır. Bu da markanın belli bir yer, bölge ve piyasada bilinir hale gelmesidir.
Doktrinde marufiyet kuralı olarak isimlendirilen bu şart hem Türk Patent ve Marka Kurumu uygulamasında hem de Yargıtay içtihatlarında kabul edilmiş ve tescilsiz marka sahibinin kendisinden sonra yapılan tescilleri engelleyebilmesi veya hükümsüzlük davası açarak haksız yapılmış tescilleri ortadan kaldırabilmesi için tescilsiz markanın yoğun kullanımının kanıtlanması gerekmektedir.
Markayı tescil ettirmeden ilk defa kullanan ve maruf hale getiren kişinin “gerçek hak sahipliğine” dayalı olarak SMK’nın 6.maddesi hükmünden yararlanarak aynı markanın aynı tür mal ve hizmet için bir başka kişi adına tesciline itiraz edebilmesi veya hükümsüzlük davası açabilmesi için; 1.Davacıya ait markanın ayırt edicilik kazanmış olması, 2.Markanın, itiraz eden veya dava açan tarafından diğer haksız başvuru/tescil yaptığı iddia edilen kişinin başvurusundan önceki bir tarihten beri kullanılmakta olması, 3.İtiraz sahibinin veya hükümsüzlük davası açanın üzerinde önceden kullanmaya dayalı hak sahibi olduğunu iddia ettiği ibare ile tescil başvurusu yapılan veya hükümsüzlüğü talep edilen markanın aynı veya benzer olması gerekmektedir.
Yargıtay 11. HD. 1998/1734 esas, 1998/5146 karar sayılı ve 06/07/1998 tarihli kararında, “İsviçre-Türk markalar hukuku, marka üzernideki hakkın iktisabı ve korunması ile ilgili olarak üç önemli ilkeye dayanır. Marka üzerindeki öncelik hakkı, o markayı, ihdas ve istimal eden ve piyasada maruf hale getiren kişiye aittir. Buna ‘gerçek hak sahibi’ denilir ve bu tescil açıklayıcı etkiye sahiptir. Buna mukabil bir markayı ihdas etmeksizin seçip tescil ettiren kimsenin bu tescili kurucu etkiye sahiptir. Ancak, bu tescil sadece hak sahibine başlangıçta şarta bağlı bir hak sağlayabilir. Gerçek hak sahibinin dava açıp bu markayı tescil ettireceği tarihe kadar kurucu etkiye sahipliği devam eder. Çünkü, hakiki, gerçek hak sahipliği ikinci bir bağımsız ve münferit mülkiyete hak vermez. Markanın hakiki hak sahibi markasının aynısını veya tefrik edilemeyecek benzerini, her nasılsa marka olarak tescil ettiren kimsenin, sonradan tescil edilmiş markanın terkinin istenebileceği kabul edilmektedir.” şeklinde karar verilmiştir.
Somut olaya dönüldüğünde;Tarafların kabulünde olan ve 26.12.1996 tarihinde taraflar arasında imzalanan adi yazılı şekilde düzenlenmiş olan satış sözleşmesi kapsamında taleplerin değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Sözleşmede her iki tarafında imzasının bulunduğu, sözleşmenin 8. Maddesi kapsamında davacıya … ile sınırlı olarak marka kullanım hakkın tanınmak suretiyle davaya konu markaların tasfiye edilen davalının da ortak olduğu … İşletmeciliği ve Yatırım Sanayi LTD ŞTİ ne devrinin kararlaştırıldığı izahtan vareste olduğu gibi tarafların da kabulündedir.
Davalının davacının davaya konu markanın hak sahibi olduğu ve markayı oluşturduğu noktasında itirazı olmamakla birlikte markanın devrinden kaynaklı olarak davacının hak iddia edemeyeceği savunmasında bulunduğu, aşamalardaki yazılı ve sözlü beyanlarından anlaşılmıştır. Bu noktada davacının davaya konu markayı oluşturduğu ve sözleşme ve devir öncesi marka üzerinde hak sahibi olduğu, sözleşme sonrası dönemde ise … ile sınırlı olarak kullanım hakkının bulunduğu sözleşme hükümleri taraf kabulleri kapsamında uyuşmazlığın çözümünde esas noktadır.
Yine davaya konu marka üzerinde devren hak sahibi olan dava dışı şirketin tasfiye olunduğu dikkate alındığında davalının şirket ortağı olarak bahse konu marka üzerinde doğrudan hak sahibi olamayacağı dolayısıyla tescilin bu noktada hakka dayalı olmadığı da dosya kapsamından varılan diğer bir sonuçtur.
Kötüniyetli tescil yönünden değerlendirme;
Hukukumuzda kötü niyetin tanımı yapılmamıştır. Buna karşın, kavramın açıklanması için özellikle subjektif olguların tespiti için iyi niyete başvurulur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. Maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M. / Sarı, S.: Türk Özel Hukuku 6. Baskı İstanbul 2011, s.226-227). Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225).
TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s.225).
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrası herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Kötü niyetli marka tescili 556 S. KHK’da bir hükümsüzlük nedeni olarak sayılmamış olmasına rağmen, doktrinde bir kısım yazarlar tarafından bu durum da hükümsüzlük nedeni olarak savunulmuş, nihayet SMK 6/9 maddesinde kötü niyetli tescil bir tescil engeli olarak yasal mevzuattaki yerini almıştır. Yargıtay HGK, 16.07.2008 tarih ve 2008/11-501- E., 2008/507 K. Sayılı kararı ile tescilde kötü niyetliliği markanın hükümsüzlüğüne yol açacağı yönünde içtihat oluşturmuştur. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de sonradan vermiş olduğu kararlarda bu hususu dikkate almıştır.
Bir markanın kötüniyetle tescil ettirildiğinden söz edebilmek için, o markanın tescil ettirilmesinin altında başkasına ait olduğunu bildiği bir markayı haksız olarak sahiplenme, başkasına ait markanın tanınmışlığından ve itibarından haksız olarak yararlanma, başkasının markasının piyasaya girmesini engelleme, tescil ettirilen markayı gelecekte gerçek hak sahibine markadan doğan hakları kullanmakla tehdit ederek satma amacı gibi dürüstlük kuralı (MK m d. 2) ile bağdaşmayan kanıtlanabilir niyetlerin yatması gerekir.
Yine bu konuda Yargıtay HGK 2013/1831 E., 2015/1198 K sayılı 15.04.2015 tarihli emsal kararlarında, “…556 sayılı KHK’nın 35/l.maddesi uyarınca tescil başvurusu sırasında kötü niyetin başlı başına bir itiraz sebebi olarak öne sürülebilmesi mümkün olduğu gibi, sonradan aynı nedenle hükümsüzlük davasının açılabilmesi de KHK’nın amacına uygundur. Çünkü, KHK’nîn 35/1. Ve 42/l-(a) maddelerindeki düzenlemelerde, esasen MK’nun 2.maddesinin özel bir uygulamasından ibarettir. Bu bakımdan her somut olayın özellikleri gözönüne alınarak açıkça kütü niyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilebilmelidir. Bu husus 556 sayılı KHK’nın 42.maddesinde başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmemiş olsa dahi, genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki MK’nun 2.maddesi uyarınca kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından dolayı aynı sonuca ulaşılması KHK’nın ruhuna da uygundur. … marka Hukukunda genel olarak kabul gören anlayışa göre, tescil nedeniyle sağlanan marka korumasının amacına aykırı biçimde kötüye kullanılması yoluyla başkasının markasından haksız yararlanmak veya gerçekte kullanmayıp yedekleme, marka ticareti yapmak amacına ya da şantaja yönelik başvuru ve tesciller kötü niyetli tescil olarak kabul edilmektedir.
Yargıtay’ın herkesçe bilinen kararlarınca, kötü niyetli olduğu anlaşılan kişinin kötü niyetinin karşı tarafça ispatı gerekmez, kötü niyet bir def’i değil itiraz sebebidir.
Yargıtay HGK 27/03/2013, 2013/11-209 esas, 2013/399 kararı ile KHK’da kötü niyet hükümsüzlük sebepleri arasında sayılmamış olmasına rağmen yargı uygulamaları ile kabul görmüş SMK da ise doğrudan hükümsüzlük sebebi olarak düzenlenmiştir.
Kötü niyetle tescilden söz edebilmek için, o tescil amacının altında kendisine ait olmadığını bildiği bir markayı sahiplenme ve bundan haksız olarak yararlanma, başkasının piyasaya girmesini engelleme, markadan doğan hakları kullanmakla tehdit etme vs gibi dürüstlük kuralı (MK m d. 2) ile bağdaşmayan kanıtlanabilir niyetlerin yatması gerekir.
Tüm dosya kapsamı sunulan rapor içeriği ve izahı yapılan mevzuat kapsamında dava değerlendirildiğinde; her ne kadar davacı “…” ibareli marka üzerinde hak sahibi olduğu davalının kötü niyetli olarak markayı tescil ettirdiği iddiasına dayalı olarak iş bu hükümsüzlük davasını açmış ise de tarafların kabulünde olan sözleşmenin 8. Maddesi kapsamında uyuşmazlık değerlendirildiğinde davacının davaya konu markayı dava dışı şirkete devrettiği, devir sonrası markanın … ile sınırlı olarak kullanım hakkının tanındığı dolayısıyla davacının devretmiş olduğu markaya dayalı olarak hak sahipliği iddiasında bulunmasının dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı gibi hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, her ne kadar davalının tescil ettirmiş olduğu marka üzerinde de hak sahipliğinin bulunmadığına kanaat getirilmiş ise de bu hususun davacı tarafça ileri sürülemeyeceği, davacının hükümsüzlük talebinin TMK 2 maddesi gözetildiğinde dinlenilemeyeceği anlaşılmakla davacının davasının reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM : Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Davanın REDDİNE,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca hesaplanan 54,40 TL karar harcından peşin yatırılan 35,90 TL’nin mahsubu ile kalanı 18,50 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 4.910,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan herhangi bir yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
6-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. Gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamını ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 24/09/2020

Kâtip …
¸

Hâkim …
¸

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır