Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2018/527 E. 2021/56 K. 09.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/527 Esas
KARAR NO : 2021/56

DAVA : Marka Hakkına Tecavüzün ve Haksız Rekabetin Tespiti, Önlenmesi, Marka Hükümsüzlüğü ve Sicilden Terkini
DAVA TARİHİ : 19/11/2018
KARAR TARİHİ : 09/02/2021

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka Hakkına Tecavüzün ve Haksız Rekabetin Tespiti, Önlenmesi, Marka Hükümsüzlüğü ve Sicilden Terkini davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava ve devamı dilekçelerinde özetle; Müvekkilinin dünya çapında faaliyet gösteren … isimli şirketin bir parçası olduğunu, müvekkiline ait … numaralı “…” ibareli 5.ve 10.sınıflardaki ürünler yönünden tescil ettirilmiş markanın tanınmış nitelikte olduğunu, yine 9/8/1997 ve 99652 sayı ile 10. sınıftaki ürünler yönünden tescil ettirilmiş “…” markasının da müvekkiline ait olduğunu, davalıların jenerik ilaç üreticisi şirketler olduğunu, dava konusu … sayılı 5. ve 10. sınıflardaki ürünler yönünden tescil ettirilmiş “…” markasının Davalı …Ş.’ye ait olduğunu, dava konusu markanın uygulandığı solunum ürünlerinde, Müvekkili …’in “…” VE “…” markalı solunum ürünlerinde kullanılan etkin maddelerin jenerikleri olan ilaçların kullanıldığını, müvekkiline ait markaların ilk dört harfi “…” iken, dava konusu markanın ilk dört harfinin “…” olsa da bahsi geçen üç harf grubunun da okunuşlarının “…” şeklinde olduğunu, dava konusu marka da “…” bölümüne eklenen “…” ekinin solunum ürünleri yönünden tanımlayıcı olduğu, herhangi bir ayırt edici nitelik kazandırmayacağını, markalar arasındaki belirtilen faklı unsurların, markaların farklılaşmasına yol açmayacağını, davalı şirketlerin “…” kelimesini markalarının ilk bölümü olarak seçmelerinin nedeninin müvekkiline ait markaların sahip oldukları güç ve tanmmışlıktan haksız yararlanmak olduğunu, taraf markaları arasındaki görsel, sözel ve haksız yararlanmak amaçlı kötü niyetli tescilden kaynaklı düşünsel benzerliklerin markalar arasında ilgili tüketici doktor, eczacı ve sağlık personeli yönünden dahi iltibas ve iltibas tehlikesi yarattığını, taraf markalarının kullanıldıkları ürünlerin aynı sınıfta olmalarının iltibas veya iltibas tehlikesi yaratacak şekilde ki benzerliğin derecesini arttırdığını, dava konusu “…” markalı ibarenin müvekkili şirketlere ait “…” ve “…” markalarının serisi izlenimi bıraktığını, üç boyutlu oval küre şeklindeki solunum cihazlarının dünya çapında ilk kez müvekkili Şirket tarafından yaratılmış ve son derece özgün bir marka olan “…” markası ile kullanılmaya başlanıp, bu isimle bilindiğini, 6769 saylı SMK m. 155 gereğince sonraki tarihli dava konusu markanın, önceki tarihli müvekkiline ait markalara yönelik tecavüzün önlenmesine ilişkin bu davada savunma delili olarak kullanılamayacağını bildirerek, 6769 sayılı SMK m.25/1, m.29/1/a, m.149, m.155, m.6/1 ve 6102 sayılı TTK m.54, m.55 ve m.56 gereğince benzerlik, iltibas, seri marka algısı, tanınmışlık ve kötü niyet nedenlerine dayalı olarak davalı şirketler tarafından yaratılmış marka tecavüzü ile haksız rekabet durumunun tespitine, önlenmesine ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına, dava konusu … sayılı “…” markasının hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekilleri cevap ve devamı dilekçelerinde özetle; Müvekkili şirketlerin … şirketler grubunun üyeleri olan, tanınmış güvenilir ve saygın ticari teşebbüsler olduğunu, davalı … A.Ş.’nin dava konusu … numaralı markanın sahibi olmadığını ve marka hükümsüzlüğü yönünden pasif husumet ehliyetinin bulunmadığını, dava konusu markanın davanın açılmasından sonra “…” isimli kişiye devredildiğini, bu nedenle davacı şirketin HMK m.l25/f.l gereğince tercih hakkını kullanması gerektiğini, marka ihlali ve haksız rekabet yönünden sırasıyla 2 ve 1 yıllık zaman aşımı sürelerinin geçmiş olduğunu, taraf markaları arasında SMK m.6/f.1 kapsamında yapılacak benzerlik testinin madde bahsi geçen “halk” tarafından algılanacak olgular bağlamında yapılması gerektiğini, yasa maddesinde bahsedilen halkın bu davada “doktor, eczacı ve sağlık personeli” olduğunu ve taraf markaları arasındaki görsel, sözel, düşünsel benzerliklerde dikkate alınıp, bütünsel kapsamda markalar yönünden yapılacak benzerlik değerlendirmesinde bahsi geçen “doktor, eczacı ve sağlık personeli” kitlesinin algılarının esas alınması gerektiğini, ayrıca ilgili tüketicinin bilgi seviyesinin yüksek olduğunu, ülkemizde mevcut geri ödeme, ilaç takip sistemi ve diğer yasal gerekliliklerden dolayı ilacın reçete edilip hastaya ulaştırılması sürecinde uygulanan sistem dolayısıyla, ilgili tüketiciler bakımından karıştırılma ihtimalinin düşük olduğunu, taraf markalarının sözcük markalar olduğunu, dava konusu marka ile davacı şirkete ait markalar arasındaki ortak unsurun “…” ibareleri olduğunu, … ibaresinin Türkçe ve İngilizce’de yoğun bir şekilde kullanıldığını, … ibaresinin Türkçe sözlükte “disk atmada kullanılan erkek için 2, kadınlar için l kg ağırlığında genellikle metal bir çember ile çevrelenmiş tahta ağırşak; gramofon plağı, omurları birbirine birleştiren ana madde, ince ve çapı oldukça büyük teker şeklinde parça’’ şeklinde ve dairesel bir şey olarak tanımlandığını, ilgili tüketici kitlesi doktor, eczacı ve sağlık personeli “…” ibaresini solunum cihazları üzerinde görüp algıladığında gerek sözcüğün tanımladığı geometrik yapının diskimsi/eliptik geometrik bir yapıyı işaret etmesi gerekse belirtilen solunum cihazlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa etmesi için diskimsi/eliptik yapının tercih ediliyor olması nedeni ile doğrudan doğruya solunum cihazının diskimsi/eliptik yapısını algılayıp hatırlayacağını, DISK ibaresinin solunum ürünleri yönünden ayırt edici gücünün zayıf olduğunu, anonim ve tanımlayıcı olduğunu, solunum ve ilaç sektöründe herkes tarafından kullanıldığını, … 2.FSHHM’nin … Esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama sonunda diskimsi/eliptik/oval yapıdaki solunum cihazlarının ilgili sektörün yerleşik gelenek ve normlarından farklılaşmamış anonim ve herkes tarafından kullanılan geometrik şekiller olduğuna karar verildiğini, bu nedenle … 2. FSHHM’nin … Esas sayılı dosyası üzerinden verilen kararda davacı şirketin mensubu olduğu …’nm … şeklinde düşünülmüş şeklinin tescilini ret ettiğini, bu nedenle … şekli işaret eden ve solunum cihazları yönünden kullanılan taraf markalarının ortak unsuru olan disk ibaresinin markanın kullanılacağı cihazın şeklini tanımladığını, bu sebeple benzerlik testinde dikkate alınamayacağını, taraf markalarının solunum ürünleri yönünden tanımlayıcı olan ortak unsur “…” ibaresi nedeniyle benzer kabul edilmeyeceklerini, benzer olmayan bir ibarenin marka olarak tescil edilip kullanılmasının seri marka algısı yaratmayacağını, davalı şirketleri kötü niyetli yapmayacağını, davacı şirketin yukarıda açıklanan nedenlerle “…” kelimesinin zayıf ayırt ediciliği nedeniyle değişik eklerle kullanılmasına tahammül etmek zorunda olduğunu bildirerek, açılan marka tecavüzü, haksız rekabet ve marka hükümsüzlüğü davalarının reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizce bildirilen tüm deliller toplanmış, özel ve teknik bilgi gerektirmesi nedeniyle bilirkişi raporu aldırılmıştır.
Mahkememize sunulan bilirkişi raporunda özetle; reçete ile satılan solunum cihazı ürünleri açısından davacıya ait … numaralı “…” ve …numaralı “…” markaları ile davalıya ait … nolu “…” markası arasında 6769 Sayılı SMK m.6/f.l anlamında ilgili çevreyi oluşturan doktor, eczacı ve sağlık personeli perspektifinden ‘(özellikle görsel ve anlamsal açıdan) ilişkilendirme ihtimali de dahil olmak üzere karıştırılma ihtimali yaratacak derecede bir benzerlik bulunmadığı, davacıya ait … nolu “…” ve … nolu “…” markalarında yer alan … ibaresinin Türkçe karşılığının diskimsi/eliptik/ovali bir geometrik yapıyı tanımlaması, böyle bir geometrik yapının solunum ürünleri sektöründe, sektör mensupları tarafından tercih edilen ve sektörün yerleşik gelenek ve normlarından farklılaşmamış solunun cihazlarının teknik nedenlerle kullanılan yapısını işaret etmesi, bahsi geçen ibarenin ve bu ibarenin işaret ettiği geometrik solunum cihaz şeklinin 6769 Sayılı SMK m.5/f.l-c hükmü anlamında tanımlayıcı bir sözcük olması gerekçesi ile davacının yapmış olduğu eklerle oluşturduğu markalar ile davalı markası arasında SMK m.6/f.l anlamında karıştırılma ihtimalinin oluşmadığını, dava konusu … ibareli markanın hükümsüz kılınmasını gerektirecek yasal ve hukuki bir sebebin bulunmadığını, davacı markalarının (seri markalara yönelik yukarıda açıklanan kullanım ve ilişkilendirme esasları dahilinde) ilgili uzman çevre nezdinde seri marka algısı yaratamadığı, ilgili çevre perspektifinden ilişkilendirme ihtimali de dahil olmak üzere karıştırılma ihtimali yaratacak derecede bir benzerlik bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından, davalı şirketlerin … nolu … ibareli markayı solunum ürünleri yönünden kullanmasının marka ihlali ya da haksız rekabet yaratmayacağı sonuç ve kanaati bildirilmiştir.
KANAAT VE GEREKÇE
Dava 6769 sayılı SMK hükümleri uyarınca açılmış Marka Hakkına Tecavüzün ve Haksız Rekabetin Tespiti, Önlenmesi, Marka Hükümsüzlüğü ve Sicilden Terkini talepli davadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık davalıya ait … tescil nolu … ibareli markanın hükümsüzlüğü ile davalının söz konusu markasından dolayı davacıya ait … ve … tescil nolu “…” ve … markaları üzerindeki haklarının ihlalinin ve bu suretle gerçekleştirilen haksız rekabetin tespiti, men’i ve maddi sonuçlarının ortadan kaldırılması taleplerine ilişkindir.
Davacı dava dilekçesinde kendi adına tescil edilmiş 1993 ve 1997 tarihli (… ve … markalarının ihlal edildiğini, bu nedenle marka tecavüzü davasına yönelik olarak davalı adına tescilli …no’lu DISCAIR markasının SMK m.155 gereğince savunma delili olarak kullanılamayacağını ileri sürmüştür.
6769 sayılı SMK m. 155 gereği marka tecavüzü davalarında, davalının sonraki tarihli markasının bir savunma delili olarak kullanılamayacağı belirtilmektedir. Hükme göre, marka hakkı sahibi, kendi hakkından daha önceki rüçhan veya başvuru tarihine sahip hak sahiplerinin açmış olduğu tecavüz davasında, sahip olduğu sınai mülkiyet hakkını savunma gerekçesi olarak ileri süremez. Söz konusu düzenleme ile 3. kişinin sonradan yaptığı marka tescilinin, o marka üzerinde önceden hak sahibi olanların (gerçek hak sahiplerinin) haklarının ihlal edilmesi amacına hizmet eden bir güvenli liman olması engellenmeye çalışılmıştır.
Zira geçmiş dönem uygulamasında kötüniyetli kişiler, başkalarına ait markaların itibarından yararlanmak için marka tescil belgesi almaktaydı. Kendisine karşı açılan tecavüz davasında ise, sonradan aldığı bu sınai mülkiyet belgesine dayanarak; belgesi geçerli olduğu sürece kendisine dava açılamayacağı savunmasını geliştirmekteydi.
SMK m. 155 hükmü sistemi bu şekilde dolanmanın önünü tamamen kapatmıştır. Hükme göre marka hakkı sahibi, kendi hakkından daha önceki tarihli hak sahiplerinin açtıkları tecavüz davasında artık kendi marka tescil belgesine dayanarak savunma geliştiremeyecektir. Yani belgesi olan kişiye karşı da tecavüz davası açılabilecektir. Böylece tescil belgeleri, gerçek hak sahibine karşı güvenli liman olmaktan çıkmıştır.
Önceki marka hakkı ihlaline ve tecavüz esaslarına dayanılarak, sonraki tescil işleminin sağladığı korumayı esneten SMK m. 155 hükmünün SMK m.7 ile birlikte ele alınması gereklidir. Zira hükümde önceki/gerçek hak sahibinin markasını ihlal eden ve sonradan tescil edilmiş bir işaretin, tescil korumasından istifade etmesi önlenmektedir. Bu bağlamda özellikle önceki rüçhan veya başvuru tarihine sahip “marka ile aynı veya benzer olan ve bu markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin ” tescil korumasının arkasına sığınması önlenmeye çalışılmıştır. Hükme göre önceki hak sahibinin markası ile iltibas/kanştırılma ihtimali oluşturan tescilli markanın tescil korumasının sağladığı “hukuki şemsiyeden” yararlanması mümkün değildir. Bu hükmün uygulanması için önceki hak sahibi aleyhine SMK m.29’daki marka tecavüzünün şartlan da gerçekleşmiş olmalıdır. Şöyle ki SMK m.29/f.l gereği “a)marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7 nci maddede belirtilen biçimlerde kullanmak, b) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek. ” fiilleri marka hakkına tecavüz oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklanan hükümler birlikte dikkate alındığında ( SMK. m. 155, m.29,m.7) gerçek hak sahibi lehine tescil koruması istisnasından bahsedebilmek için iltibas incelemesi değerlendirmesi yapılması gereklidir. Somut olayda taraf markalarının tescilli olması rağmen m. 155 çerçevesinde tecavüz sonucuna varabilmek için davacı ve davah markalan arasında iltibas kurumu çerçevesinde inceleme yapılması (sonraki markanın önceki marka ile karıştmlma ihtimali yaratıp yaratmadığının irdelenmesi) zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan SMK m.l55’in yürürlüğe konmasında güdülen amaçsal yoruma odaklanıldığında -bu madde ile tescil esasına ve korumasına önceki hak sahibi lehine istisna getirilerek sınai mülkiyet sisteminin kötüniyetle dolanılması engellenmeye çalışıldığından- tecavüz iddiasına konu edilen sonraki markanın tescilinde kötüniyetle hareket edilmiş olması şartının aranması gereklidir. Marka tescil belgelerinin kötü niyetli kişiler için güvenli limana dönüşmesini engellemeye çalışan bu hükmün amaçsal yorumu gereği, dosya kapsamındaki belgelerden davalının sonraki markasını tescil ettirirken kötü niyetli davrandığı neticesine ulaşılması (sonraki tescilin kötü niyetle yapıldığının somut delillerle ortaya konması) şarttır.
Sonuç olarak; haksız rekabet iddialarının yanı sıra SMK m. 155 ve SMK m.6’ya yapılan atıf bağlamında hükümsüzlük iddialarına yönelik yapılacak değerlendirmenin (dolayısıyla işbu davanın odak noktasının) taraf markalan arasında kanştırılma ihtimalinin oluşup oluşmadığı noktasında toplanması gerekmektedir.
DAVA KONUSU … NO’LU “…” MARKASININ HÜKÜMSÜZLÜK DEĞERLENDİRMESİ
6769 Sayılı SMK m.6/f.l düzenlemesinde “Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine ” başvurunun reddedileceği öngörülmüştür. Bu durum, SMK m.25 anlamında sonradan tescilli marka açısından bir hükümsüzlük sebebi teşkil etmektedir.SMK m.6 ve m.25 hükümleri gereğince dava konusu … no’lu … markasının hükümsüz kılınabilmesi için bu markanın, davacıya ait … ve … No’lu ve önceden tescilli … ve … markaları ile:
• Aynı veya benzer ürünlerde kullanılması,
• îlişkilendirilme ihtimali de dahil olmak üzere karıştırılma ihtimali yaratacak derece benzer olmaları gerekecektir.
Özetle; dava konusu … markasının SMK m.6/f.l gereğince hükümsüz kılınabilmesi için bu iki şartın somut olayda gerçekleştiğinin tespiti gereklidir.
İlk olarak taraf markalarının aynı ya da benzer ürünler yönünden kullanılıp kullanılmadıklarının irdelenmesi gerekecektir. Akabinde ise, taraf markalarının aynı ya da ilişkilendirilme ihtimali dahil karıştırılma ihtimali yaratacak derecede benzer olup olmadığı incelenecektir.
Uyuşmazlığa Konu Olan Markalar ve Kapsadıkları Mal/Hizmet Listeleri
Davacıya ait … no.lu … ve … no.lu … markaları ile davalıya ait … no.lu “…” markasının sicil kayıt örneklerinden anlaşıldığı üzere; taraf markalarının aynı ürün sınıflarında (05. ve 10. sınıflarda) tescil edildiği açıktır. Bilirkişi heyeti tarafından yapılan tespitlerde; davalıya ait markanın kullanıldığı ürünler ile davacıya ait markaların kullanıldığı ürünlerin aynı ve/veya benzer oldukları kabul edilmiştir. Zira taraf markalarının kullanıldığı solunum ürünleri, solunum rahatsızlarının tedavisi amaçlı alınacak ilacın solunmasını (inhale edilmesini) sağlayan bir tıbbı cihaza karşılık gelmektedir. Diğer yandan bu cihaz tek başına değil, ancak tedavi amaçlı ilaçla birlikte reçete edilmektedir. Bu sebeple somut olayda inceleme konusunu ilaç ve cihazın birlikte oluşturduğu bir tıbbı müstahzar (ilaç) oluşturmaktadır.
Dava Konusu Markalar Arasında Benzerlik Değerlendirilmesi
SMK m.6/f.l kapsamında markalar arasındaki benzerlik değerlendirmesinde aşağıda yer alan kıstaslardan faydalanılması gereklidir. Bu kapsamda benzerlik incelemesinde:
• Markaların görsel, biçimsel, anlamsal, işitsel benzerlikleri,
• Markaların birbirini çağrıştırması,
• Markaların bir bütün olarak uyandırdığı genel izlenim,
• Markaların tescilli oldukları malların veya hizmetlerin hitap ettiği ahcı grubunun (ortalama tüketicinin) kimliği, toplumsal düzeyi ve bilgi seviyesi,
• Markayı taşıyan malın işlevi ve değeri ile alıcının markalı ürünü almaya ayırdığı zaman dilimi,
• Markanın esas unsurları ve tamamlayıcı unsurlarının neler olduğu,
• Marka olarak tercih edilen işaretler arasındaki zayıf benzerliğin markaların kullanılacağı ürün ve hizmetler arasındaki kuvvetli benzerlik ile ne derecede telif edilebileceği ya da tersi,
• Markaların işletmesel kökeni gösterme ve ayırt edicilik sağlama gücü,
• Markanın önceden tescil ettirilmiş bir markanın serisi olduğu izlenimi ya da algısı yaratıp yaratmadığı hususları hep birlikte değerlendirilip, kıyaslanan markaların bir bütün halinde yarattığı izlenimin benzer olup olmadığı tespit edilmelidir.
Bu bağlamda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi T.18.02.2001, E.2000/10286, K.2001/1183 Sayılı kararında “… markalar karşılaştırılırken onların piyasaya sürülüş biçimlerini: kullanılış şekillerine bakılarak, orta düzeydeki alıcı nezdinde bıraktığı toplu intiba dikkate alınır” tespitinde bulunmakla maddeye somut bir kıstas getirmiştir.
Avrupa Birliği Adalet Divam’mn (ABAD’ın) C – 251/95 sayılı “Sabel v. Puma” kararında; “İnceleme konusu markaların, görsel, işitsel veya anlamsal benzerlisinin bütün olarak değerlendirilmesi, markaların baskın ve ayırt edici nitelikte olan unsurları dikkate alınarak oluşturulan şenel izlenim esas alınarak yapılmalıdır. ” denilmiştir.
Yine YGHK T.13.06.2012, E.2012/11-155, K.2012/376 sayılı kararında “karıştırılma ihtimalinde, önemli olan husus halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde herhangi bir sebeple bağlantı kurma ihtimalidir. Buradaki “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, şenel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Hatta markalar arasında birçok noktada fark bulunduğu tespit edilse bile “umumi intiba” ikisinin karıştırılabileceği yönünde ise iki işaret arasında karıştırma ihtimalinin bulunduğu kabul edilmelidir.” şeklinde bir değerlendirme yapılmıştır.
Marka hukukuna özgü bu ilkeler kural olarak ilaç markaları için de geçerlidir. Ancak sektörden, üründen ve tüketici kitlesinden kaynaklanan farklılıklar, karıştırılma ihtimali açısından yukarıda açıklanan kriterlerin ilaç markalarının doğa ve nitelikleri dikkate alınarak uygulanmasını gerektirmektedir. Zira ilaçlar kamu sağlığı ve düzenine ilişkin ürünler olmaları, regüle edilmiş bir piyasaya ait olmaları ve bu sebeple özellikle reklam ve tanıtımlarındaki hukuki kısıtlamalara tabiiyetleri sebebiyle diğer tüketici ürünlerinden ayrılmaktadırlar.
İlaç sektörü, değişik kriterlere göre sınıflandırılan ürünlerden oluşmaktadır. Kullanımının doktor ya da tüketici tarafından belirlenmesine göre yapılan sınıflamada ilaçlar, reçeteli ilaçlar ve reçetesiz ilaçlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Reçeteli ilaçlar doktor reçetesi olmaksızın satılamayan ürünlerdir. Reçetesiz ilaçlar ise herhangi bir reçete zorunluluğu bulunmaksızın tüketicilerin eczanelerden diledikleri zaman satın alabilecekleri ürünleri içermektedir. İlaç ister reçeteli ister reçetesiz satılsın, her koşulda satışı gerçekleştiren kişi yine ilaç sektöründe uzman olan eczacıdır. Yalnızca doktor tarafından reçeteye yazılmak sureti ile temin edilebilen ilaçlarda doktor ve eczacıların dikkatli tüketici olarak sayılacağı ancak herkesin eczaneye giderek reçetesiz olarak temin edebileceği ilaçlarda tüketici olarak hastaların da ilgili tüketici kitlesine dahil edilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu bağlamda ilaç markalarının karıştırılması hususunda belirleyici üç kavram bulunmaktadır. Bunlar:
• İlgili kesim,
• Markalar arası benzerlik,
• Kuvvetli ve zayıf marka kavramlarıdır.
Dava Konusu Ürünlerin Hitap Ettiği İlgili Çevre
Marka özel bir alıcı kitlesine hitap ediyorsa, iltibasın varlığının saptanmasında bu alıcı kitlesinin yanılma ihtimali göz önünde tutulur. ( Kaniti Salamon, İsviçre Federal Mahkemesinin Markalar Arası İltibasla İlgili Kararları, Batıder, 1961, C.I,S.2,sf. 235 vd. ) Malın hitap ettiği kitle, uzman kişilerden oluşuyorsa karıştırma ihtimalinin belirlenmesinde bu uzman grubun ortalamasının niteliği dikkate alınmalıdır .( Kaya Arslan, Marka Hukuku, İstanbul 2006,sf. 141)
Bu durumda markaları karıştırma ihtimali de azalır. Örneğin ilaç markalarında reçete ile satılan ve reçetesiz satılan ilaç ayrımı yapılmakta, reçeteli ilaçlarda doktor ve eczacıların dikkat seviyesi; reçetesiz satılanlarda ise orta dikkat düzeyindeki alıcıların nazarı esas alınmaktadır. îlaç markalarım, diğer markalardan ayıran en önemli unsur, bilgilenmiş ve dikkat düzeyi yüksek ilgili tüketici kitlesidir. İlaç markalarında ilişkilendirilme ihtimali dâhil karıştırılma ihtimali bulunup bulunmadığının tespitinde Yargıtay’ın istikrar kazanmış görüşü, ilgili tüketici kitlesi olarak kabul edilen doktor ve eczacıların davranışlarının dikkate alınması gerektiği yönündedir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin ilaç markalarına ilişkin T.16.05.2011, E.2009/13331, K.2011/5961 sayılı “…” kararında bu marka ile “…” markası arasında karıştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığı irdelenmiştir. Karara göre, tarafların ilaç markalan arasındaki iltibas ihtimali değerlendirilirken ilaçlann doktor ve eczacılar gözetiminde kullanıldığının göz önünde bulundurulması gereklidir3. Kararda markalar arasındaki kanştınlma ihtimali incelemesinde ilgili tüketici olarak doktor ve eczacıların seçildiği ve bu uzman kitle nezdinde iltibas ihtimali oluşmadığı belirlenirse sonraki markanın tescil korumasından yararlanacağı sonucuna vanlmıştır.
İlaç markalannın değerlendirilmesinde ilacı reçeteye yazacak olan uzmanların, yani doktorların ve ilacı hastaya temin edecek olan eczacıların görüşleri, algıları, eğitimleri ve reçete hazırlarken dikkate aldıkları parametreler büyük önem taşımaktadır. ( Bulut Berivan, İlaç Markalarında İltibas Sorununun Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 16/05/2011 Tarih ve 2009/13331 Esas, 20111/ 5967 Kararı çerçevesinde incelenmesi, Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 4, Sayı:2, Aralık 2014, sf. 180 ) Esasen doktorlar reçeteleri yazarken ilacın ambalajının rengi, şekli, estetik görünümü ya da benzeri görsel karakteristikleri yerine ilacı kullanacak hastaya olan tıbbı etkisini ve ilaçtaki etkin maddeyi ve bu etkin maddenin istenilen şekilde hasta tarafından kullanılma imkânlarını, ilaç temin sisteminde mevcut kural ve hukuki ilkeleri dikkate almaktadır.
Mevcut sistemde e-reçete uygulamasının esas olduğu gerçeği bir yana bırakılsa dahi, doktorun reçete yazımında kötü bir el yazısı kullanmasının iltibas ihtimaline yol açacağının ileri sürülmesini sübjektif bulan … FSHHM E. …, K. … sayılı kararına göre, doktorun hastasına ilaç tavsiyesi, sözlü değil, reçeteye yazmak suretiyle yazılı biçimde olmaktadır. Doktorlar, reçete düzenlerken aynı etken maddeyi içeren ilaçlar arasında bir tercih yapma durumunda kaldığında ise, genellikle bu ilaçlann yan tesirleri gibi farklı yönlerdeki özelliklerini de nazara alarak benzer ilaçlardan birini tercih etmektedirler. Bunu yaparken hafızalarında kalan ilaç isimlerinden birini seçmekle yetinebilecekleri gibi kataloglardan da yararlanabilmektedirler. Bir hekim katalog incelemesi yoluyla bir ilaç isimi belirlediğinde yargılama konusu “…” ve “…” isimli iki ilaç arasındaki farkı hemen birbirinden ayırt edebilecek ve karıştırmaya düşmeyecektir. Doktorların hafızasında kalan ilaç isimlerinden birini yazarken de bir yanılgıya düşmeleri söz konusu değildir. Zira hekimde bir tereddüt varsa, hafızasında kalan ilaç isimleri ile yetinmeyecek ve konunun ehemmiyeti icabı hemen tereddüdünü gidermek için bir ilaç rehberine bakacağı muhakkaktır. Aksi yönde bir kabul, hekimin sübjektif ve dikkatsiz bir yaklaşımı olur ve objektif olarak markaların birbirine benzerliği gibi sebeplerle biri yerine diğerini yazma biçiminde gerçekleşecek bir yanılgıya değil, özensizlik ve bilgisizliğe işaret eder. Aynı biçimde doktor tarafından düzenlenmiş bir reçeteye bağlı olarak, bir ilacı hastaya veren eczacı yönünden de objektif bir yaklaşımla “…” isimli olan yerine “…” isimli olanı vermesi mümkün değildir. Eczacı yönünden, doktorun özensizlik ve acele ile el yazısı ile yazdığı bir reçeteyi okurken, bunları birbirine karıştırarak, davacı markasını taşıyan ilaç yerine, davalı işaretini taşıyan bir ilacı verme ihtimali ise objektif değil, yine sübjektif bir yanılgı ve yaklaşımdır. Marka hukukunda gerçekleşmesi beklenen yanılgı ve karıştırmanın ise, bu tür bireysel hatalardan değil, aynı veya benzer ürünler üzerinde kullanılacak olan tescilli markaların, objektif olarak birbirine benzemesinden veya kullanımından kaynaklanması icap etmektedir. Oysa davacının markası ile davah başvurusunun konusu olan işaret arasındaki benzerliğin, sunulan ürünün kullanımının gerektirdiği ehemmiyet ve bunu belirleyecek olan kişilerin eğitim ve kültür düzeyi ile ihtisası nazara alındığında, hekim ve eczacılar yönünden bu tür bir karışıklığı doğurması mümkün bulunmamıştır. Sonuç olarak söz konusu ürünlerin reçeteyle satılması zorunlu ürünler olduğu dikkate alınarak, ürünün hitap ettiği kullanıcı olarak değerlendirilen doktor ve eczacılar nezdinde iltibas ihtimalinin bulunmadığına karar verilmiştir. Söz konusu karar Yargıtay 11. HD. T.16/06/2008, E.2007/6283 ve K.2008/7995 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
Somut olayda dava konusu markaların tümü reçeteli ürünlere uygulandığından (doktor reçetesi ile eczaneden satın alındığından) ötürü, Yargıtay kararlarının reçeteli ilaç markaları arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin kriterleri doğrultusunda dava konusu uyuşmazlık ele alınmıştır.
Bu bağlamda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin T.13.01.2003, E. 2002/7864, K. 2003/48 sayıh kararında “…tescili istenen markanın ilaçlar için kullanılacağı, ilaçların ise nihai tüketicilerin hastalar olmasına karşın, hastaların bunları reçetesiz satın alamayacakları, ancak doktorlar tarafından düzenlenen reçetelere göre eczacılar tarafından hastalara verilebileceği, doktor ve eczacıların ise bilinçli ve eğitimli kişiler olup tescili istenilen “…” markası ile tescile engel olarak kabul edilen “…” markası altında yeterli ve iltibası önleyecek derecede fark bulunduğunu…”kabulü gerekmektedir. Benzer bir tanımlayıcılık durumu somut olay açısından “…” kökeni bağlamında da geçerlidir.
Yargıtay “…” kararında, markalar arasında ilk dört harfin birebir aynı olması nedeniyle sözel ve görsel benzerlik olmasına karşın, bu ilaç markalan arasında ilgili tüketici kitlesinin mesleki dikkati ve yüksek seviyede özenli davranış biçimi nedeniyle herhangi bir iltibas ya da iltibas tehlikesi olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Bu bağlamda, somut olayda da dava konusu olan reçeteli ilaç markaları doktorlar ve eczacılar gibi uzman alıcı kitlesine hitap ettiğinden ötürü bu kitlenin dikkat seviyesinin yüksekliği göz önüne alınırsa, uzman alıcı kitlesinin yanılma ihtimalinin çok düşük olduğu, dolayısıyla markalar arasındaki iltibas tehlikesinin bulunmadığı kabul edilmelidir.
İlaç markalan arasında iltibasa ilişkin … FSHHM’nin T.30/06/2005, E…., K…. sayılı kararında “…” ve “…” markaları da bu yaklaşımla ele alınmıştır. ( Akyürek, Demiriz, sf. 68) Söz konusu farmasötik markalann hitap ettiği tüketici kesimi açısından kararda, “bir hasta üzerinde, hekim tarafından istenen birçok tetkik ve tahlilden sonra teşhis olunan hastalısı tedavi etmek için, yine hekim tarafından rahatsızlığı en iyi biçimde tedavi edici olduğu düşünülerek (hasta veya yakınlarının yahut davalı ürünlerini kullanıp tercih etme durumunda olan potansiyel tüketicilerin) hiçbir katılımı olmadan belirlenecek davacı markasını taşıyan bir ilacın, bu hastalar üzerinde yarattığı olumlu ve tedavi edici etki sebebiyle; bir hekim veya eczacının, her bir firmanın piyasaya sunduğu bir ilacın tanıtımı için ilaç mümessilleri ve diğer yöntemlerle yaptığı tanıtım vasıtasıyla edindiği bilgi sebebiyle davalı isletmenin, davacı işletmesiyle idari yahut ekonomik bir bağlantı içinde olduğu düşüncesine kapılmaları da söz konusu olamaz-’’ denilmektedir. Bu nedenle, “davacı markasının kapsamında bulunan ürünler ile davalı başvurusunun kapsamında bulunan ürünlerin reçeteyle satılmasının zorunlu bulunması, ürünleri tercih edeceği ve kullanıcısı sayılan doktor ve eczacılar yönünden objektif olarak bir karışıklığın doğması ihtimalinin mümkün bulunmaması karşısında, açılan davanın reddine” karar verilmiştir.
Sonuç olarak, ürünlerin kullanıcısı olarak doktor ve eczacıların mesleki deneyime sahip, karıştırılma durumunda oluşabilecek sağlık problemleri konusunda yeterliliği olan kullanıcı olduklarının, hastaya verdikleri ilacı belilerken çok dikkatli olduklarının ve en az düzeyde hata yapacaklarının varsayılması gereklidir. Yukarıda yer verilen kararlarda etken madde, jenerik veya etkili olduğu hastalık isminden türetilerek oluşturulan ayırt edici niteliği düşük olan reçeteli ilaç markalarının küçük değişiklerle farklılaştırılabileceği ve sağlık profesyonelleri tarafından kolaylıkla ayırt edilebileceği sonucuna varılmıştır. Aynı olgu ve değerlendirmelerin tanımlayıcı kök üzerine kurulmuş olan “…”, “…” ve “…” markaları açısından da geçerli olduğu uzman bilirkişilerce değerlendirilmiştir.
Ciddi hastalıklardan olan astım ve KOAH hastalarının sağlık mesleği mensuplan tarafından yönlendirilecekleri açıktır. Doktorlar son kullanıcı niteliğindeki bu hastaların tercihlerini etkileyecek ve belirleyecektir. Bu hastalıklann tedavisinde ihtisas yapmış ve uzmanlık mertebesine ulaşmış doktorlann Inhaler cihazlanna uygulanan markalar arasındaki görece küçük farklılıkları dahi tespit edebileceklerini, bu ayrımı yapmalannı mesleklerinin bir gereği olduğunu kabul etmek gereklidir. Ayrıca doktorlardan oluşan bu uzman kitle ilgili pazardaki birbirinden farklı ilaç üreticiler ve ürünler hakkında bilgi sahibidir. Dava konusu markaların uygulandığı ürünlerin içerdiği ilaçlar doğrudan birey sağlığına dolaylı olarak da kamu sağlığına etki etmektedir. Söz konusu ilaçların dozaj uygulamaları mikrogram birimi ile ölçülen hassas düzeyde ( örn. 50-100 mcg, 50-200 mcg, 50-500 mcg biçiminde ) gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla hasta tedavisinin yüksek düzeyde dikkat gerektiren doz hassasiyetine bağlı olarak yapılması ( hastanın kriz anında nefes alamama riski ile karşı karşıya olduğu da dikkate alındığında) söz konusu tedavinin zorunluluğudur. O halde aynı teşebbüsün ürünleri açısında dahi dozaj bağlamında yüksek dikkati gerektiren bir tedavi yönteminde ihtisas yapmış bir doktorun farklı teşebbüslerin ürünlerini birbirinden ayırt ederken gereken özeni evleviyetle göstereceği kabul edilmelidir. İnsan hayatı açısından bu kadar elzem bir noktada doğru etken maddeyi doğru dozda ayarlayan, yüksek dikkat seviyesine sahip alanında uzman ihtisas sahibi kişilerin markalar arasındaki farklılıkları tespit edememesi ihtimali hayatın olağan akışına aykırıdır.
Dava konusu markalı ürünlerin tedavi etmeye yöneldiği hastalıkların kronik yapısı da dikkate alındığında hastaların dava konusu markalarla uzun vadeli ve yaygın bir biçimde karşılaştıkları aşikârdır. Bu durum ‘ ortalama tüketicinin markalan kıyaslarken aklında kalan kusurlu görüntüye dayandığı” prensibinin somut olay açısından geçerli olmayacağını göstermektedir. O halde hastalann bile bu ürünleri kullanırken, alışılagelmiş ürün kullanımına kıyasen çok daha yüksek bir marka duyarlılığına ve dikkate sahip olacağı açıktır. Hal böyle iken kendi şahıslan nezdinde hayati önem arz eden bu ilaçlan kullanan hastalann dahi kutunun üzerindeki doza dikkat ederken aynı kutunun üzerinde yazan farklı teşebbüslere ait markalan ( somut olayda ” GSK GlaxoSmithKline ” ve ” Neutec” ) fark etmemesi mümkün görülmemektedir.
Markalar Arası Benzerlik İncelemesi
SMK m.6 hükmünde incelenen nispi ret nedenleri tescilli markalann, sonradan tescil edilmek istenen aynı ya da benzer işaretlere karşı, satışa arz edilen ürünlerin aynı ya da aralarında idari-ekonomik bağlantı bulunan işletmeler tarafından üretildiği konusunda karıştırma ihtimaline ve ortalama tüketicilerin aldanmaları ihtimaline karşı korunmasını düzenler. Taraf markalan arasındaki benzerlik değerlendirmesi aşağıdaki başlıklar altında yapılmıştır:
• İşitsel (Fonetik) Benzerlik,
• Görsel Benzerlik,
• Kavramsal (Anlamsal) Benzerlik.
a) Fonetik Açıdan
Yargıtay 11. HD. E.2018/3182, K.2019/7752, T.03.12.2019 tarihli karannda da “…” markası ile “…” markası arasında benzerlik ve kanştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığının tespitinde mal veya hizmetin hitap ettiği kitle ve bu kitlenin toplumsal düzeyi ve durumuna önem atfedilmiştir. Kararda,özellikle ilaç markalarında görüşü dikkate alınması gereken kitlenin doktor ve eczacılardan oluşan bilinçli kitle olduğu, her iki markanın “…” ve “…” şeklindeki başlangıç kısımlarının oldukça farklı olduğu da dikkate alınarak, markalar arasında görsel ve kavramsal bir benzerlik bulunmadığına vurgu yapılmıştır. Kararda kısmi sesçil benzeşmenin de markalar arasında karıştırılmaya yol açacak şekilde benzerliğe sebebiyet vermediği kabul edilmiştir.
Taraf markalarının “…” ibaresi ile başlaması olgusu, bu ibarenin ilgili ürünler açısından ayırt edicilik yoksunu ve çeşitli teşebbüsler tarafından kullanılmakta olduğu gerçeğine rağmen, sesçil benzeşmeye yol açtığı kabul edilmelidir. Ancak tanımlayıcı ve ayırt edicilik yoksunu olan “…” sözcüğünün önceki markadan alınması ve davalı tarafından değiştirilmek suretiyle kullanılması durumunda, sadece işitsel benzerliğin karıştırılma ihtimali için yeterli olmayacağı bilirkişilerce değerlendirilmiştir.
Davacının “…” ve “…” markaları ile davalının “…” markası karşılaştırıldığında her üçünün de “…” ibaresi ile başladığı; davacının bir markasının 6 harften diğerinin ise 9 harften oluştuğu; davalının markasının ise 7 harf içerdiği; tüm markaların tek esas unsurlu kelimeden oluştuğu; davacı markalarının ortak unsur dışında sonlarının “…” ve “…” ile davalının ise “…” olarak bittiği görülmektedir. Söz konu kelimeler İngilizce telaffuz edilirken “…”, “…” ve “…” ibareleri ile sonlanması sebebiyle ek sıralanışı bağlamında aralarındaki farklılığın algılanabilir olduğu, bu kelimelerinin Türkçe’de bilinen bir anlamının bulunmadığı, dosya kapsamında da herhangi bir etken maddeden de türetildiğine dair iddianın bulunmadığı görülmektedir.
… ve … markalan açısından açıkça görülebilen sesçil (fonetik) farklılığa rağmen, … ve … markaları açısından İngilizce telaffuz ediliş biçiminden kaynaklanan bir benzerliğin bulunduğunun kabulü gereklidir. Buna karşılık, davacı markalan ile davalı markası arasında “…” ve “…” ile “…” ibarelerinin yazınsal ve dizimsel farklılığın bulunmasının İngilizce söylenişteki benzerliği bertaraf ettiği ve reçeteyi yazıp hastaya sunan uzman kişilerin kelimeler arasındaki işitsel benzerlik sebebiyle iltibasa düşmeyecekleri değerlendirilmiştir. Bununla birlikte benzerlik ve iltibas olgusunun değerlendirilmesinde ilgili ürünlerin hitap ettiği kesimin de özellikle dikkate alınması gereklidir.
Davalı adına tescilli … markasının bir solunum cihazı markası olduğu, davacının … ve … markalarının da aynı ürüne ilişkin olduğu, bu markalarının hedef kitlesinin her ne kadar hastalar gibi gözükse de reçeteli olan bu ilaçların seçiminde tercihleri belirleyenin doktor ve eczacıların olacağı açıktır. (Arkan, Sabih, Marka Hukuku, C.1 Ankara, 1997, sf. 104) Bununla birlikte tüketici konumundaki hastaların söz konusu ilaçları ciddi sağlık krizi riskinin önlenmesi kaygısıyla sürekli biçimde kullanacakları, doğru dozajda kullanmalarının öneminin bilincinde olacakları ve reçeteli ilaç markalarına yönelik duyarlılığın ve dikkatin üst seviyede olacağı hükme esas alınan bilirkişi raporu ile tespit edilmiştir.
Bu konuda reçete ile satılması zorunlu olan ilaçlarda kullanılan markaların karıştırılıp karıştırılmadığının belirlenmesinde doktor ve eczacıların yanılma ihtimalinin dikkate alınması gerektiği, reçeteli ilaçlar söz konusu olduğunda her hangi bir tüketicinin gidip eczane rafından istediği ilacı seçip almasının mümkün olmadığı, bu sebeple ilacın öncelikle onu reçeteye yazan doktor nezdinde karıştırılma ihtimali olmadığı, ardından ilacı nihai tüketiciye veren eczacının ilacı ayırt edebilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Öte yandan işitsel benzerlik markaların telaffuzları nedeni ile kulakta bıraktıkları ses ile ifade olunmaktadır. İlgili tüketici kitlesini oluşturan doktor ve eczacıların algısı göz önüne alındığında, Davacı tarafa ait “…” ibaresi yazıldığı gibi okunacak ve … şeklinde telaffuz edilecek ve işitilecektir. Yine davacı tarafa ait “…” ifadesi ise,… şeklinde telaffuz edilecek ve işitilecektir. Buna karşılık Davalıya ait “…” markası/…şeklinde telaffuz edilecek ve işitilecektir.
Sözcük markalarında vurgunun hangi hece ya da birden fazla sözcük olması halinde hangi sözcükte olduğu ayrıca değerlendirilmelidir. Bu husus sözcüğün hangi dilde olduğuna göre de değişebilir. Somut olayda davacı markalarının vurgusunun “…” ekine eklenen “…” hecesinde ve “’’…” ekinde olduğu anlaşılmaktadır. Tanımlayıcı ve ayırt edicilik yoksunu olan “…” sözcüğünün önceki markadan alınması ve davalı tarafından değiştirilmek suretiyle kullanılması durumunda, sadece işitsel benzerliğin karıştırılma ihtimali için yeterli olmayacağı düşünülmektedir. Bu noktada … markası ile … markaları arasında eklemelerdeki farklılık sebebiyle işitsel bir benzerliğin bulunmadığı düşünülmektedir. … markası ile … markası arasındaki telaffuza bağlı fonetik yakınlığın ise uzman çevre açısından iltibasa yol açmayacağı, sonuç olarak “…” ve “…” arasında işitsel benzerliğin olmadığı; “…” ile “…” arasındaki İngilizce telaffuza bağlı işitsel benzerliğin ise uzman çevre açısından karıştırılmaya yol açacak yoğunlukta olmadığı kanaatine ulaşılmıştır..
b) Görsel Açıdan
Görsel benzerlik, doktrinde mukayese edilen markaların göze hitap eden benzerlikleri şeklinde tanımlanmaktadır8. Söz konusu benzerlik, taraf markalarını oluşturan harflerin sözcüklerin sloganların resim, logo, grafik ve benzeri diğer şekli unsurların aynı ya da benzer olması şeklinde kendisini göstermesidir. Başka ürün sınıflarında farklılık yaratmayan kimi unsurların (ör. tek bir harfin) ilaç ve tıbbi cihazlar açısından …, etken madde, jenerik ürün gibi olgular sebebiyle uzman çevrenin algısında farklılık/ayırt edicilik yaratması mümkün olabilmektedir.
Davacı markalan ‘’…” ve ‘’…” altı ve dokuz harften, davah yana ait ‘’…” markası ise yedi harften oluşmaktadır. Somut olayda “…” , “…” ve “…” harflerinin taraf markalannda farklı olduğu; reçeteli ilaç (“solunum cihazı”) markalannda bu harflerin sıralanışı ve okunuş biçimi dikkate alındığında markalar arasında bu konuda dikkatli tüketici sayılan uzman kişilerce karıştırmanın söz konusu olmayacağı değerlendirilmektedir.
Görsel açıdan markalar incelendiğinde; karşılaştırma konusu ibarelerin beyaz zemin üzerine farklı harf karakteri ile büyük harflerle yazılmış tek kelimeden oluştuğu, punto kalınlığı içerdiği, markalarda yazının dışında hiçbir ek biçimsel unsura yer verilmediği, markalarda ortak unsurun ayırt edicilik yoksunu … ibaresi olduğunu, ek mahiyetindeki “…” ve “…” karşısında “…” ibaresinin görsel olarak farklılaşmayı sağladığını söylemek mümkündür.
Dosyada yer alan … 2. FSHHM’nin … E., …K. sayılı kararında davacı şirkete ait … isimli 3 boyutlu şeklin solunum ürünleri sektöründe anonim ve herkesin kullanımına terkedilmiş jenerik bir geometrik şekil olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle solunum ürünleri sektörünün gelenek ve normlarından farklılaşmamış, tanımlayıcı ve herkesin kullanımına terk edilmiş 3 boyutlu bir solunum ürününün ismi olduğu bizzat davacı şirket tarafından ifade edilen … ya da bu sözcük içinde yer alan … ibaresi nedeniyle, ilaçlar yönünden tescil ettirilmiş davacı markalan ile dava konusu marka arasında görsel, kapsamda bir benzerlik olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
c) Kavramsal (Anlamsal) Açıdan
Kavramsal benzerlik; doktrinde işaretler görsel ve/veya işitsel olarak birbirinden farklı olsa da kimi zaman her iki markanın bıraktığı görsel etki, ilgili tüketici zihninde yarattıkları imaj ve taşıdıkları konsept bakımından markalar arasında bir benzerliğin bulunduğu haller olarak ifade edilmektedir1. Kuşkusuz bahsi geçen zihinde yaratılan imaj ve taşman konsept markalarda yer alan esaslı unsurlardan kaynaklanacak ancak tali unsurların olası etkileri de dikkate alınacaktır.
Kavramsal benzerlik konusunda da taraf markaları arasındaki ortak unsur “…” sözcüğü olduğundan, tartışılıp değerlendirilecek husus markalar arasında bu sözcükten kaynaklı bir kavramsal benzerliğin varlığı ya da yokluğu olacaktır.
… 2. FSHHM’nin dosyada yer alan … E., … K. sayılı karan ile ilaç sektöründeki yerleşik gelenek ve normlardan farklılaşmamış ve anonim nitelikte olduğu hükmen belirlenen 3 boyutlu solunum ürünü şeklinin ticari ismi olduğu bizzat davacı beyanından anlaşılan … veya bu ibare içerisinde yer alan … ibaresi nedeniyle taraf markaları arasında işletmesel kökeni vurgulayan bir kavramsal benzerlikten söz etmek mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak “…” ve “…” arasında anlamsal/kavramsal benzerliğin olmadığı; aynı şekilde uzman çevre algısı açısından “…” ile “…” arasında kavramsal benzerliğin bulunmadığı düşünülmektedir.
Nihayetinde; görsel, işitsel ve kavramsal açıdan markaların incelenmesi neticesinde; dava konusu … markası ile davalıya ait … ve … markalarının içerdiği emtiaların aynı olduğu, hedeflenen kitlenin doktor ve eczacılar olduğu, … ve … arasında görsel, işitsel ve kavramsal benzerliğin olmadığı, söz konusu markaların ürünün formuna karşılık gelen … ibaresinden türetilmiş oldukları bu anlamda SMK m.6/f.l açısından karıştırılma ihtimalinin mevcut olmadığı kanaatine varılmıştır.
Ayırt Edici Güç Değerlendirmesi
İlaç markalannda sıklıkla … ibarelerinden istifade edilmektedir. Mülkiyete Konu Olamayan Uluslararası İsim (…), küresel olarak bilinen ve kamu mülkiyeti olan farmasötik bir maddeyi veya farmasötik aktif maddeyi özel bir isimle tanımlar. Mülkiyete Konu Olamayan Uluslar Arası İsim, aynı zamanda jenerik isim olarak da bilinmektedir. ( Demiriz Akyürek, sf. 51)
… isminin etiketleme, paketleme ve farmasötik ürünün bilgilerinde kullanmak zorunludur, çünkü INN farmasötik maddeyi veya farmasötik etken maddeyi özgün ve genel geçer bir isim ile tanımlar. Sonuç olarak INN’lerin doğası gereği üzerinde mülkiyet kurulması mümkün olmayan jenerik isimler olması, kamunun ortak malı sayılması ve kamu sağlığım yakından etkilemesi nedeniyle mutlak ret nedenleri kapsamında değerlendirilir. … isimlerinin birebir geldiği durumlarda ibare ayırt edici niteliğe sahip olmaz ve tanımlayıcı kabul edilir. SMK m.5/.fl/(b), (c) ve (d) bendi gereğince, ticaret hayatında herkes tarafından kullanılan, tanımlayıcı ve ayırt edicilik yoksunu işaretler markanın esas unsuru olarak tescil edilemezler. … isimleri de kamusal alanda herkesin kullanımına açık ibareler olup, bir kişinin tekeline verilemezler. … olan bir isim ayırt edicilik özelliğine sahip olmayacak ve hiçbir koşul altında artık marka olarak tescili mümkün olmayacaktır. INN ismi jenerik isim olması nedeniyle bir işletmenin mallarını diğer bir işletmenin mallarından ayırt edebilme yeteneğine sahip değildir. (Yıldırım, Murat, İlaç Markaları ile Mülkiyete Konu Olmayan Uluslar arası İsimler (…) İlişkisinin Hukuki Açıdan İncelenmesi, Legal Fikri ve Sınai Haklar Dergisi, Yıl:2, Sayı:5, 2006, s.24.) İlaç sektöründe ilacın, INN kodu, etken madde veya jenerik adımn, tedavi edilen hastalığın doğrudan alınamayacağına dair düzenleme ve uygulamalar; tanımlayıcılık kapsamında ilacın cins çeşit, vasıf, amaç ve karakteristik özelliğinin belirtmemeleri esasına dayanır.
Ancak ilacın bu özelliklerinden hareketle yaratılan markaların her koşulda ret edilmesi durumu söz konusu değildir. Zira tanımlayıcılık tescil engeli kapsamında işaret ya da kelimenin değerlendirilebilmesi için; ürünün söz konusu cins, çeşit, vasıf, amaç veya karakteristik özelliklerinden en az birini “özel bir zihni çabaya mahal bırakmadan” (Tekinalp, Ünal, Fikri Mülkiyet Hukuku, 2004, s.378.) doğrudan ifade etmesi gerekir. Bu noktada ilaç ürünlerinde ham madde veya teknik isimlerin markalarda kullandamayacağı kabul edilmektedir. (Yasaman, Marka Hukuku, C.I, İstanbul, 2004, s.231.) Buna karşılık, ilacın hammaddesine ek konulması ile oluşturulan marka da zayıf marka olarak adlandırılmakta ve başka üreticilerin de bu hammadde adı veya bu ismin bir bölümünü kullanmasından rahatsız olmayacağı kabul edilmektedir. (Öztek, Selçuk, İlaç Markaları Arasında İltibas ve Türk Markalar Hukukunun Çözümlenmemiş Bazı Genel Sorunları, Hukuk Araştırmaları, Cilt 6, Sayı 1-3, Ocak-Aralık 1991, s. 17.) INN isimleri veya teknik isimler ürünün cinsini belirttiği için bu ayırt edicilik yoksunluğu kapsamında değerlendirilir.
Bu bağlamda ilaç markaları değerlendirilirken tescil engeli ile karşılaşan diğer bir kategori ise ürünü karakteristik özellikleri bakımından tanımlayan markalardır. Genel Mahkemesi’nin 28.09.2008 tarihli ve … sayılı kararında “…” markası başvuru kapsamında talep edilen 5. sınıfta yer alan ürünler için nitelik, karakteristik ve özellik belirtmesi nedeniyle tanımlayıcı bulunmuştur. Zira kararda başvuruya konu işaretin hedef tüketici nezdinde “…” ve “medicine/medical” kelimelerinin birleşimi şeklinde algılanacağı, dolayısıyla toz/partikül şekilde ilaç anlamına gelen “…” ibaresinin tanımlayıcılık kapsamında reddine karar verilmiştir.
Sonuç olarak, somut olayda … mahiyetinde bulunmamakla birlikte, ürünün (solunum cihazının) şekline karşılık gelen ve herkesin kullanımına açık bırakılması gereken, kullanım yolu ile ayırt edicilik kazandığı ispatlanamayan … ibaresinin açısından tanımlayıcı mahiyette olduğu düşünülmektedir.
Zayıf marka değerlendirmesi
Davacının “…” tasviri işaretine kısmen ya da az da olsa unsur eklemek suretiyle ayırt edici nitelik kazandırıp marka olarak tescil etmesi, aynı tasviri ibarenin davalı tarafından farklı bir unsurla kısmen de olsa ayırt edici nitelik kazandırılarak marka tesciline konu ettirilmesini engelleyemez. Davacı bu noktada birlikte kullanıma katlanmak zorundadır.
Davacının “…” markası da “…” ibaresi ile Türkçe karşılığı soluk aldırma cihazı olan “…” ibarelerinin kombinasyonundan ibaret olması ve iki tanımlayıcı kelimeden ibaret kalması sebebiyle zayıf marka kapsamında değerlendirilmektedir. Soluk Aldırma Cihazının İngilizce karşılığı olan … ifadesinin ön eki düşmüş versiyonu olan “…” ibaresinin ilgili tüketici algısında, farmasötik müstahzarların almış şekline ya da alınırken istifade edilecek cihaz formuna karşılık geleceği (tanımlayıcı mahiyet taşıdığı) düşünülmektedir. Dolayısıyla yukarıda açıklanan gerekçeler davacının “…” markası açısından da geçerli olup, davacı bu marka açısından da davalının tescilli kullanımına katlanmak durumundadır .
Yargıtay 11. HD., E. 2017/3597 K. 2019/647 T. 23.1.2019 sayılı kararma konu bir diğer uyuşmazlık, davacının 5. sınıfta tescilini istediği “…” ibaresi ile davalının aynı sınıftaki “…” ibaresi arasındaki iltibasa ilişkindir. Kararda her iki markada da yer alan “…” ibaresinin ilaç sektöründe yaygın olarak kullanılan bir ek olup “ursodeksikolik asit1* etken maddesinin kısaltılması olduğu ve bu ibare ile başlayan birçok ilaç markasının piyasada bulunduğu, iltibas tehlikesi değerlendirilirken taraf markalarının doktor ve eczacılara hitap ettiğinin gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu durumda söz konusu markalar arasında iltibas ihtimalinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Davacı şirkete ait “…” ve “…” markaları ile dava konusu “…” markasının diskimsi/eliptik ve oval bir geometrik şekle sahip solunum ürünleri yönünden kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca markaların kullanıldıkları solunum ürünlerinin bahsi geçen geometrik yapıları yukarıdaki bölümlerde açıklandığı üzere teknik bir zorunluluk olup bu yapı aynı zamanda … 2 FSHHM’nin … E. …K. sayılı ve Yargıtay’ca onanan ilamı gereğince inhaler sektöründe anonim olan ve herkesin kullanımına terk edilmiş bir şekildir. Bu nedenle bilirkişi heyetince taraf markalarında ilk dört harfi oluşturan …harf gruplarının inhaler sektöründe anonim olarak kullanılan diskimsi/ eliptik /oval bir geometrik şekli işaret ettiği yani tanımlayıcı olduğu tespit edilmiştir.. Durum böyle olunca temelde anonim solunum ürün şeklini tanımlayan ….ibaresinin arkalarına sırasıyla… ibarelerinin eklenip kısmen de olsa ayırt edici nitelik kazandırılarak marka olarak tescil edilmeleri ve marka sahiplerinin de bu tescillere karşılıklı tahammül etmeleri gerekecektir.
Dava konusu … nolu … ibareli marka ile davacıya ait … ve …nolu … ve … markalan arasında ilişkilendirme ihtimali de dahil olmak üzere bir karıştırılma ihtimali olmadığı sonucuna ulaşıldığından, dava konusu … nolu markanın kullanımının davacı markalarına tecavüz ya da haksız rekabet yaratmayacağı görüşüne varılmıştır.
Davacının Kötüniyet ve Tanınmışlığa Bağlı Haksız Faydalanma İddialarına İlişkin Değerlendirme
İyiniyet, bir hakkın ya da hukuki sonucun doğmasına engel bir nedenin varlığını bilmeme veya bilmesi de gerekememe halidir. Hukukumuzda iyi niyet asildir. TMK m. 3/f.l’de bu ilke, Kanunun iyi niyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır şeklinde ifade edilmiştir. Bir hakkın veya hukuki işlemin doğumunda kişinin iyi niyetli olup olmadığını karşı tarafın iddia ve ispat etmesi gerekir. O halde iyi niyet kural ve karine, kötü niyet istisna ve ispata muhtaç kabul edilmekte, ispatın kötü niyet iddiasında bulunan kişi tarafından yapılması gerekmektedir.
Bu bağlamda marka tescil başvurusunda bulunan kişilerin iyi niyetli olduğu, dolayısıyla kötü niyetli olmadığı kabul edilmek zorundadır. Meğer ki başvuru veya marka sahibinin iyi niyetli olmadığı açıkça anlaşılsın. Dolayısıyla iyi niyetin esas olmasının bir diğer sonucu ise, başvuru sahibinin kötü niyetli olup olmadığının özenle tespit edilmesi ve mümkün olduğunca somut koşullara bağlanmasının gerekmesidir .( Şehirali Çelik, Feyzan Hayal, “İltibastan Kötüniyetli Tescile Paskalya Tavşanlarının Hikâyesi”, Batider 2011, C. XXVII, S. 3, s. 103.)
Türk yargı uygulaması, başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi halini kötü niyetin varlığında önemli görmektedir. Ancak başkasının markasının da ayırt edici olması; tanımlayıcı olmaması zorunludur. Zira serbest işaretlerin marka olarak tescilinde de kötü niyetli marka başvurusunu gündeme gelebilmektedir.(Bilgili, Fatih, Marka Hukukunda Hakkın Kötüye Kullanımı, 1. Baskı, Ankara 2006, s. 124. )
Tanınmış markaların 3. kişilerce tescilinde, başvuru sahibi hem marka hakkının kendisinde olmadığını bilmektedir hem onun tamnmışhğından yararlanmak istenmektedir. Dolayısıyla tanınmış markalar açısından kötü niyet, hak sahibi olmadığını bilmek yanında, tanınmış markanın tanınmışlığından yararlanma şeklinde de kendini gösterecektir. Ama yaralanmada ilgili çevre esas alınmalıdır.
Somut olayda reçeteli ürünlerde bu yararlanmanın nasıl gerçekleştiği ispatlanamamıştır. Dava konusu olayda mevcut ürünlerin tümü reçetelidir ve bu ürünlerin hastalara ulaşmasının tek koşulu doktor tarafından reçete edilip eczaneden alınmasıdır. Hal böyle iken davalı yanın davacının markasının tanınmışlığından faydalanmasının koşulu yoktur. Yukarıda da izah edildiği üzere uzman çevre hastalara ilacı reçete ederken ilacın etken maddesiyle ilgilenmektedir ve markanın tanınmışlığı hususuna odaklanmamaktadır. Ayrıca dosya içeriğinde davalının kötüniyetini açıkça ortaya koyan somut delillere de rastlanamamıştır. Bu noktada davalının ürün şekline karşılık gelen disk ibaresine eklemeler yaparak kullanması SMK m.7 çerçevesinde kalan dürüst kullanım örneğidir.
Davacının Seri Marka İddiasına Dayalı İddiaların Değerlendirilmesi
Teşebbüsler, kendilerine ait çeşitli mal ya da hizmetleri birbirinden farklı, ancak her biri aynı kök unsuru ihtiva eden markalarla adlandırarak bir marka ailesi oluştururlar. Burada amaç, her bir markada aynı şekilde yer alan “kök unsur” sayesinde markaların aynı işletmeye ait olduğu yönünde halk nezdinde bir izlenim yaratmaktır. Ancak “kök unsur”, kendisini içeren markaların aynı işletmeye ait olduğuna dair bir referans niteliği taşımalıdır. Seri markaların her birinde, “ek unsur” olarak nitelendirilecek olan kısmın görevi ise aynı işletmenin sahibi olduğu seri markaların temsil ettiği mal veya hizmetleri birbirinden ayırt etmektir.
Dolayısıyla kök unsur seri marka ailesinin rakip markalardan ayrışmasını sağlarken, ek unsur aym seri marka ailesi içinde yer alan markalar arasında farklılaşmayı sağlamaktadır. Tüketiciler de bir kere seri marka algısına sahip olduktan sonra, işletmenin piyasaya yeni sunduğu ve daha önceki seri markaların kök unsurunu içeren her markayı otomatik olarak işletme sahibine özgüler. Bu noktada tüketici algısında, seri marka ailesinin her bir alt markası ile işletmesel köken bağının kurulması için ayırt ediciliği yüksek olan bir kök unsura ihtiyaç duyulmaktadır. Somut olayda davacının her iki markasının kök unsurunu “…” ibaresi oluşturmaktadır. Dosya içeriğindeki verilerden yukarıda da açıklandığı üzere tanımlayıcı olan bu ibarenin kullanım yoluyla davacı markası vasfını kazandığı ispatlanamamıştır. Dolayısıyla bu unsurun ayırt ediciliği bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olayda tanımlayıcı olan – aynı zamanda kullanım yoluyla markasal ayırt ediciliğe ulaştığı ispatlanamamış- “…” unsuru, seri markalar açısından aranan işletme kökenini gösterme işlevini yerine getirememektedir.
Bir kimsenin, başkasına ait bir marka serisinin unsurlarını kendi markasında kullanması ve bu şekilde kendisine ait marka da o seriye aitmiş gibi tüketici nezdinde bir algı yaratması seri markalarda karıştırma tehlikesini oluşturur. Ancak böyle bir tehlikeden bahsedebilmek için iki koşul vardır:
• Birincisi, seriye ait olan markalar piyasada sergilenmiş (kullanılıyor) olmalıdır.
• İkincisi, söz konusu “seri” ile uyuşmazlık konusu marka sadece benzer olmakla kalmamalı, aynı zamanda ilgili çevrenin bu iki grubu birbirleriyle ilişkilendirmesi gereklidir. Kullanıma ilişkin birinci şart gereği, şayet seri oluşturmaya yetebilecek sayıda marka kullanılmamışsa, tüketiciden bu aile ya da seri içerisinde ortak bir unsur keşfetmesi ve/veya aynı ortak unsura sahip başka bir markayı bununla ilişkilendirmesi beklenemez. Somut olayda davacının ilgili üründe ayırt ediciliği olmayan bir kök unsuru üzerine kurulmuş iki adet tescilli markası (… ve …) bulunmaktadır. Bu noktada kök unsurun tanımlayıcının yanı sıra kullanılan marka sayısının azlığı da seri marka algısının kabulünü imkansız hale getirmektedir. Her iki tarafın markalarında ortak olarak yer alan “…” öğesinin tanımlayıcı niteliği sebebiyle davacı açısından bir marka serisinin kök unsuru olmaya yetemediği ve sadece iki markanın varlığının da bu durumu değiştiremediği düşünülmektedir
Kök unsurun belli bir işletmeyi işaret edici, kaynak gösterici vasfı ne kadar yoğunsa, ilgili çevre de o kadar az sayıda marka ile seri marka düşüncesini kazanmaya yatkın olacaktır. Bu şartın somut olayda karşılanmadığı açıktır. Ayrıca somut olayda tanınmışlığm zayıf unsura sirayet ettiğini gösteren delillere de rastlanmamıştır.( Balık ,İfakat/ Bektaş, İbrahim, “Markanın Korunma Kapsamının Belirlenmesinde Ayırt Edicilik Gücünün Etkisi ve Tanınmış Markanın Zayıf Unsurunun Durumu- Mcdonald’s Kararları Yönünden Bir İnceleme”, TFM, 2019/5, sf.13) Bu gerekçe ile ikinci şartın somut olayda karşılanıp karşılanmadığının ayrıca irdelenmesine gerek görülmemiştir.
Marka hukukundan doğan haklarının zedelenmesini seri markalara dayandıran bir işletmenin, aynı ortak unsura sahip birden fazla markayı ilgili piyasada kullandığını ve bu kullanımın seri marka oluşturabilmek için yeterli olduğunu kanıtlaması gerekir. Kanıt olarak marka sahibi, markaların ilgili pazarda ve ilgili mal veya hizmetler için kullanıldığını gösteren somut gerçekleri ortaya koymalıdır. Gazete ilanları, ambalajlardaki kullanımlar, etiketler, fiyat listeleri, broşürler, faturalar, el ilanları, televizyon veya radyo reklamları kanıt olarak kullanılabilir. Dava dosyasında “…” markasının kullanımına ilişkin çok sayıda belge yer almasına rağmen, “…” markasının seri marka algısı yaratacak yoğunlukta kullanıldığını gösteren somut delillere rastlanmamıştır.
Tüm bu açıklamalar ışığında toplanan deliller, yasal mevzuat, denetime ve hüküm kurmaya elverişli 09/02/20 Tarihli teknik bilirkişi heyeti raporu bir arada değerlendirildiğinde; reçete ile satılan solunum cihazı ürünleri açısından davacıya ait … nolu “…” ve …nolu “…” markalan ile davalıya ait … nolu “…” markası arasında 6769 Sayılı SMK m.6/f.l anlamında ilgili çevreyi oluşturan doktor, eczacı ve sağlık personeli perspektifinden (özellikle görsel ve anlamsal açıdan) ilişkilendirme ihtimali de dahil olmak üzere kanştınlma ihtimali yaratacak derecede bir benzerlik bulunmadığı, davacıya ait … nolu “…” ve … nolu “…” sınıf malları kapsayan markası arasında kullanılacak ilaçların reçeteli olarak satılacağı, içeriklerinin farklı olması, birbirlerinin muadili olmaması ve fiyat aralıklarının da farklı olması nedenleri ile iltibas tehlikesinin oluşmasının mümkün bulunmadığı, hastaların söz konusu ilaçlan reçete ve doktor muayenesi olmadan almalarının mümkün olmaması karşısında ilaçlar arasında bağ kuramayacağı/karıştıramayacağı sonucuna vanhnıştır. Kararda davacı markası kapsammda bulunan ürünler ile davalı başvurusu kapsamında bulunan ürünlerin reçete ile satılmasının zorunlu olduğu, ürünleri tercih eden ve kullanıcısı sayılan doktor ve eczacılar yönünden objektif olarak bir karışıklığın doğması ihtimalinin bulunmadığı, markalarda yer alan … ibaresinin Türkçe karşılığının … bir geometrik yapıyı tanımlaması, böyle bir geometrik yapının solunum ürünleri sektöründe, sektör mensupları tarafından tercih edilen ve sektörün yerleşik gelenek ve normlarından farklılaşmamış solunun cihazlarının teknik nedenlerle kullanılan yapısını işaret etmesi, bahsi geçen ibarenin ve bu ibarenin işaret ettiği geometrik solunum cihaz şeklinin 6769 Sayılı SMK m.5/f.l-c hükmü anlamında tanımlayıcı bir sözcük olması gerekçesi ile davacının yapmış olduğu eklerle oluşturduğu markalar ile davalı markası arasında SMK m.6/f.l anlamında karıştırılma ihtimalinin oluşmadığı, bu nedenlerle dava konusu … … ibareli markanın hükümsüz kılınmasını gerektirecek yasal ve hukuki bir sebebin bulunmadığı, davacı markalarının (seri markalara yönelik yukarıda açıklanan kullanım ve ilişkilendirme esasları dahilinde) ilgili uzman çevre nezdinde seri marka algısı yaratamadığı, ilgili çevre perspektifinden ilişkilendirme ihtimali de dahil olmak üzere karıştırılma ihtimali yaratacak derecede bir benzerlik bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından, davalı şirketlerin … nolu … ibareli markayı solunum ürünleri yönünden kullanmasının marka ihlali ya da haksız rekabet yaratmayacağı hukuki kanaatine varılmakla aşağıdaki gibi hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Davacının Marka Hakkına Tecavüz ve Haksız Rekabetin Tespiti, Önlenmesi ve Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması istemine ilişkin açmış olduğu davanın REDDİNE,
2-Davacının, davalıya ait … sayılı “Discair” ibareli marka hükümsüzlüğüne ilişkin açmış olduğu davanın REDDİNE,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca hesap olunan 59,30 TL karar harcından peşin yatırılan 35,90 TL’nin mahsubu ile kalan 23,40 TL bakiye karar harcının davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen tecavüz ve haksız rekabet talepleri yönünden davalılar vekili yararına hesap olunan 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalılara verilmesine,
5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen hükümsüzlük talebi yönünden davalılar vekili yararına hesap olunan 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalılara verilmesine,
6-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
7-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.09/02/2021

Katip …
¸

Hakim …
¸