Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2018/30 E. 2019/489 K. 26.11.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/30
KARAR NO : 2019/489

DAVA : Marka Hükümsüzlüğü
DAVA TARİHİ : 22/01/2018
KARAR TARİHİ : 26/11/2019

Mahkememizde görülmekte bulunan marka hükümsüzlüğü davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili mahkememize sunmuş olduğu dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; … AŞ firmasının ilk olarak … de kurulduğunu, 1988 yılından beri termal otelcilik ile iştigal ettiğini, 21.03.2012 tarih … sayılı 43. Sınıfta “… ” isimli markanın sahibi olduğunu, şirket merkezinin 16.03.1998 tarihinde İstanbul’a (sicil no:…) taşındığı, diğer davacı …Tic. A.Ş.’nin ortaklarının aynı aile fertlerinden olduğu 14.09.1995 tarihinden beri … ticaret sicilinde … sayısı ile kayıtlı olduğu, 17.05.2016 tarih ve … saydı 43. Sınıfta “…” markasının tescil sahibi olduğunu, otel inşaatına 1988 yılında başlandığını, 1989 yılında faaliyete geçtiğini, 1990 yılında genişlemeye başlayarak 500 den fazla yataklı bir tesis haline geldiklerini, davalı şirketin, 14.06.1988 tarihinde kurulduğunu, … Ticaret Sicilinde … numarası ile kayıtlı olduğunu, ana iştigal konularının “Otel vb. konaklama yerlerinin faaliyetleri (günlük temizlik ve yatak yapma hizmeti sağlanan yerlerin faaliyetleri) (kendi müşterilerine restoran hizmeti vermeyenler ile devre mülkler hariç)” şeklinde olduğu, davalının “…” adı altındaki otellerin sahibi ve işletmecisi olduğu, otellerinde Renaissance ismini açık ve baskın şekilde kullandıklarını, … ibaresinin davalı tarafından kullanılmasının, markaya tecavüz teşkil ettiğini, davalının “…” markasını izin ve lisans almadan …’de ki otellerinde kullandığını, bu kullanımın kötü niyetli olduğu, marka hakkına tecavüz eyleminin bilerek ve kasten işlendiği, … ibaresinin altta ve küçük olarak kullanılmak sureti ile iltibas yarattığını davalının “…” ve “…” markalan için 43. Sınıftaki girişimlerinin TPMK tarafından red edildiği, … sayılı ve … sayılı başvuruların reddedildiğini, … – 2015/58215 – … sayılı marka başvurularından “geçici konaklama hizmetleri” alanlarının müvekkilleri markaları sebebi ile çıkartıldığı ve tescil süreçlerinin tamamlanamadığını, ancak davalı şirketin 08.07.2015 tarih ve … sayılı “…” markası ve 08.07.2015 tarih ve … sayılı “…” markalarının tescilinin sağlandığını belirtmiş davalıya ait 08.07.2015 tarih ve … saydı “…” markası ve 08.07.2015 tarih ve … sayılı “…” markalarının tümden hükümsüzlüğüne karar verilmesini, bu talep kabul görmez ise bahse konu markaların “geçici konaklama hizmetleri” yönünden kısmen hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili sunmuş olduğu cevap dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; davanın kötü niyetle açıldığını, tescilden doğan hakkın kötüye kullanıldığını, davacının önceki girişimlerden söz etmediğini, davanın taraflar arasındaki ihtarlaşma sürecinin üzerinden 6 ay geçtikten sonra açıldığını, dava dilekçesinde ihtarnamelerden farklı olarak bu defa markaların farklı firmaya ait olduğunu, ihtarnamelerde değindikleri … sayılı “…” markası ve … sayılı “…” markalarına hasredildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu, davacıların ihtarnamede dayanak yaptıkları markalan eke eklemediklerini, dava dilekçesinde belirttikleri markaların bütünden oluşan bir kompozisyon olduğunu, markaların sadece “…” ve “…” den ibaret olmadığı, ilgili markalar dikkate alındığında söz konusu işaretlerin, müvekkillerine ait markalar ile benzemediğini ve halk tarafından karıştırılma ihtimallerinin bulunmadığını, markaların tescilli hali ile bir bütünlük ifade ettiği ve başka şekillerdeki kullanımların marka koruma kapsamına dahil edilemeyeceğini, “…” ve “…” olan markaların sırf yazıdan oluşuyormuş gibi lanse edildiğini, müvekkilleri adına tescilli markalara itiraz edilmediğini, markaların farklı olduğunu, davacıların markalarının ayırt edici unsurunun “…” ibaresinin olduğunu iddia etmelerinin, gerçeğe uygun olmadığını,… sayılı markalarında fıgürsel bir kompozisyon tercih edildiğini, ilgili markada “…” ibaresinin yer aldığı ve işaret edilen hizmetin “…” olarak vurgulandığını, tescil edilen markadaki unsurların ayırt edici karakterinin sırf … ibaresi olmadığını, davacıların, müvekkillerine ait şirketin kullandığı unvan, ibare, işletme adı ve markaları bilindiği için, bunlardan farklılaşmak adına, başka unsurlar ekleyerek tescil yaptırdıklarını, davaya konu markaların hitap ettiği tüketici ve sektör dikkate alındığında, hedef kitlenin tek başına soyut markadan yola çıkarak ürünü / hizmeti tercih etmesinin pek olası olmadığını, hedef kitlenin her zaman somut ve güncel durumu yakından araştınp gözettiğini, kanştınlma ihtimali hususunda bu durumun dikkate alınması gerektiğini, davacıların müvekkillerine ait eskiye dayalı kullanımı çok önceden beri bildiklerini, “…’ ibaresinin aile soy ismi olduğunu, birbirinden ilgisiz pek çok … ailesi olduğu, bunlardan en meşhur olanının müvekkilleri olduğu, ailenin en yaşlı üyesinin İbrahim … 1950 lerden bu yana ticari hayatın içinde olduğunu, ailenin … Spor Kulubü Başkanlığı, … Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı, fahri konsolosluk gibi, ülkemizde önde gelen sosyal ve iş dünyası kişiliklerini barındıran bir aile olduğunu, davacıların … da yer alan başka bir …’i hedef almayıp, müvekkillerinin hedef alma girişiminin kötü niyetli olduğunu, başka bir değişle durumun, davacılann yerel bir işletme olduklarını kabul ettiklerini, kendilerini bölgenin temel özelliği olan termal otelcilikle tanımladıkları ve hedef kitlelerinin termal otel müşterileri olduğunu ortaya koyduklarını, davacıların ortak, yöneticisi ve münferiden temsilcisi olan …’ın müvekkillerine ait otelde 2012 yılından itibaren sık sık konaklama yaptığını, müvekkillerine ait kullanımı yakinen gördüklerini, davacı şirketin markalarına ne surette olursa olsun bir tecavüz olmadığının defalarca görüldüğü, yeni haberdar olmuş gibi müvekkillerine karşı hukuki girişimlerin iyi niyet kuralarına aykırı olduğu, 2015 yılı sonu ve 2016 yılı başında müvekkillerinin, … yenilerken (140 milyon TL lik yatırımla) davacıların, adı geçen yetkililerinin, otelin eski eşyalarına talip olduklarını, satın alabilecek ekonomik güç ortaya konulamadığını, yine, huzurdaki hukuki girişimlerden önce davacıların, müvekkillerinden bir miktar para istediklerini, müvekkillerinin cevaben kullanılan unvan, ibare ve markaların haklı ve hukuki mesnede dayandığı, taleplerinin hukuki dayanağı olmadığı ileri sürülerek, para taleplerinin karşılanmadığını, davacıların termal otel ile iştigal ettiklerini, otelcilik faaliyetlerinin bununla sınırlı olduğunu, müvekkillerinin 1991 yılından beri başlayan otelcilik faaliyetlerinin termal ile ilgili olmadığını, uluslararası otelcilik, şehir otelciliği, kongre, toplantı, kayak otelciliği başta olmak üzere, geniş bir alana sahip olduğunu, sektöre birçok başarılı yönetici yetiştirdiğini, ilk günden beri içerisinde yer aldığı uluslararası otelcilik zinciri ile tanınıp bilinmesinin sağlandığı ve ülkemizin tanınan yüzlerinden biri olunduğunu, davacıların ticari sicil kayıtlan incelendiğinde, 1 nolu davacının faaliyet konusunun otelcilik olmadığı, 2 nolu davacının müvekkil şirketlerinden 10 yıl sonra kurulduğunu, önceki unvanlarının … AŞ. Olduğunu, 27.05.2010 tarihli genel kurulunda ve iş bu genel kurulu 08.06.2010 tarihinde Türkiye Ticari Sicil Gazetesinde yayınlanana kadar otelcilik faaliyetinin iştigal ve hizmet konularında bulunmadığını, dilekçelerindeki Turizm İşletme Belgesi ile yalanlandığını ve bu belgenin 25.04.2001 tarihli olduğunu, müvekkillerinin 1988 yılında kurulduğu, aile soy isimlerini kullandıkları, TTK ve ilgili mevzuatlar uyarınca unvan üzerinde hak sahibi olduklarını, müvekkil şirketlerinin 151 milyon 500 bin TL ödenmiş sermayesi, 700 e yakın çalışanı ile, Türkiye genelinde 3 adet 5 yıldızlı otelinin olduğunu, îlki …’ta 1955 yılında işletmeye açılan otellerin, uluslar arası turizm ve otelcilik zincirleri olan …, … ve … gruplarına dahil oldukları ve bu zinciri dahil olmanın milyon dolarlık lisans bedelleri, franchise anlaşmaları ve en üst seviyede standart gerektirdiği ve bu standartların ilk günden beri otellerinde uygulandığını, 1995 yılından beri TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Turizm İşletme Belgesi sahibi olup, faaliyetlerini bilfiil sürdürdüklerini, davacıların ise Turizm İşletme Belgesinin 2001 tarihli olduğunu, davacıların sadece 1 otelinin belli bir bölgeye hitap ettiğini, müvekkillerinin 3 adet 5 yıldızlı otellerinin olduğunu, müvekkillerinin çok az otelde mevcut kendi enerjisini üretme tesislerine ve üretim lisanslarına sahip olduklarını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan çevreye duyarlı konaklama tesisi belgelerine sahip olduklarını, otel zincirleri vasıtası ile dünyanın her yerinden rezervasyon aldıkları ve müşteri kabul ettiklerini, müvekkillerinin turizm ve otelciliğin birçok alan ve yerinde uluslararası ve şöhretli faaliyetleri bulunduğu ve tanınmış marka sahibi olduklarını, müvekkillerinin en çok vergi ödeyen ve en çok hizmet ihracatı yapan firma olarak Maliye Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, TİM ve ilgili kurumlar tarafından taltif edildiğini, müvekkillerinin yıllardır reklam ve pazarlama harcamalarına milyon TL harcadığını, 2 nolu davacının TTK’nun öngördüğü zorunlu asgari seviyede sermayeye sahip iken, 1 nolu davacının ise müvekkillerinin 30 da 1 oranında sermayeye sahip olduğunu, müvekkillerinin internet alan adını davacılardan 6 yıl önce 2002 yılında aldığını, müvekkillerinin şirket kurucusu …’ın isminin ülke ve şehir ekonomileri ve sosyal hayatlarına yapmış olduğu katkılardan dolayı, önemli cadde ve okullara verildiğini, … ailesinin ad ve unvanını taşıyan bina, sanayi tesisi, inşaat ve sair tesislerinin mevcut olduğu, adeta bir garanti markası niteliğinde olan müvekkiline ait … ibaresinin, dahil oldukları Holding ve aynı gruptaki, seramik, maden, inşaat, dış ticaret, gayrimenkul gibi sektörlerde de yıllardır kullanıldığını, ulusal ve uluslararası alanda tanındığını, şirketlerinin dahil olduğu grupta 3000 kişi civarında istihdam sağlandığını, müvekkillerinin ABD hükümeti ve ABD Hava Kuvvetleri ile konaklama hususunda işbirliği olduğunu, İngiltere Kraliçesi dahil, yerli yabancı pek çok devlet başkanını, cumhurbaşkanı, başbakanı, bakan, siyasetçi ve meşhur birçok kişiyi ağırladıklarını, otel açılışlarının dönemin Başbakanı tarafından yapıldığını, müvekkillerinin İstanbul otelinin konum ve fiziki özellik sebebi ile, birçok GSM operatörü tarafından teknik alt yapı için kullanıldığı, davacıların iddia ve taleplerinin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, müvekkillerinin tanınmış bir firma ve marka sahibi olduklarını, turizm ve otelcilik alanında şöhrete sahip olduklarını, davacıların tanınmışlığının müvekkillerine kıyasla sınırlı olduğunu, tanınmışlık seviyesinde olmadığı, müvekkillerinin davacıların marka ya da şöhretinden yararlanma ihtiyaçları olmadığı, halk tarafından karıştırılmaya müsait bir kullanımın olmadığını, aksine davacıların markalarının olduğundan farklı lanse etmek suretiyle, kötü niyetli girişimlerinin olduğu, davacıların müvekkillerini taciz ve tehdit etmek suretiyle haksız menfaat elde etme gayreti gösterdiği, bu hali ile haksız rekabet ve suç teşkil ettiğini ortaya koyduğunu, davacıların dilekçelerine karıştırılma ihtimalini destekleyici delil koymadıklarını belirtmiş haksız ve kötü niyetli maddi dayanaktan yoksun ve gerçeklere aykırı davanın reddine, karar verilerek yargılama giderlerinin davacıya yükletilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.
Taraf delilleri toplanmış TPMK kayıtları dosya içerisine alınmıştır.
TPMK kayıtları incelendiğinde; 08.07.2015 tarih ve … sayılı “…” markası ve 08/07/2015 tarih ve … sayılı “…” markasının davalı adına tescilli olduğu, lisans, devir vs bulunmadığı anlaşılmıştır.
… sayılı 43. Sınıfta “…” markasının davacı … Tic. A.Ş. adına tescilli olduğu başvuru diğer davacı tarafından yapılmış ise de 23.08.2017 tarihinde bu davacıya devir olunduğu anlaşılmıştır.
… sayılı 43. Sınıfta “…” markasının davacı … AŞ adına tescilli olduğu lisans, devir vs bulunmadığı anlaşılmıştır.
Davacılar ve davalı tarafa ait TPMK nezdinde inceleme yapıldığında herhangi bir tanınmış marka başvurusu ya da tescilinin bulunmadığı anlaşılmıştır.
Davacı … Tic. A.Ş firmanın turizm işletme belgesi incelendiğinde, 25/04/2001 tarihli olduğu, davalı firmanın turizm işletme belgeleri incelendiğinde; … ibareli işletmenin 24/07/2012 tarihli, … ibareli işletmenin 28/01/1997 tarihli olduğu, … ibareli işletmenin 05/08/1991 tarihli olduğu anlaşılmıştır.
Mahkememizce alınan 01/04/2019 tarihli bilirkişi heyet raporunda bilirkişiler; 6769 sayılı SMK kapsamında tescilli ve tescilsiz kullanımı var olan markaların iltibas yaratacak derecede benzer olduğu, tescilli “…” ve “…” markalan ile iltibas yaratacak derecede benzer tescilli/tescilsiz “…” markasının izinsiz kullanımının TPMK kayıtlan uyarınca marka hakkına tecavüz teşkil eder nitelikte olmasına karşın, davalı “… SANAYİ AŞ’’ firmasının, davacı taraflardan daha önce kuruluşlu olması, davalı “… SANAYİ AŞ’’firmasına ait alan adı rezerve kayıtları, davacı taraftan daha eski tarihli olması, davalı “… SANAYİ AŞ’’ firmasına ait turizm isletme belgesi ilk kullanım acısından daha eski tarihli olması, davalının ilgili yatırımlarının davacıya ait tescilden önce doğması sebebi ile “Tescilli bir markayı tescilden önce kullanan ve bu marka üzerindeki tescilsiz kullanım nedeniyle üstün hak elde eden kimsenin kullanımı sonradan başkası adına tescil ettirilen markaya tecavüz oluşturmadığı, davacılar tarafindan markanın kullanımına karşı uzun süre sessiz kalındığı, sonuç olarak, bu itibarla … markasının davalı tarafından kullanımının … markasının itibarına zarar verdiğini söylemenin mümkün olmadığı, davacılar tarafindan davalıya karsı marka hakkına tecavüz edildiğini ileri sürmenin mümkün olmadığı” yönünde kanaat bildirildiği anlaşılmıştır.
İş bu dava terditli olarak açılmış marka hükümsüzlük kabul görmemesi halinde kısmi hükümsüzlüğe ilişkindir.
Somut olay uygulanması gereken mevzuat hükümleri İle birlikte değerlendirildiğinde;
Davacının Gerçek Hak Sahipliği İddiası
6769 sayılı SMK ile marka hukukumuzda tescil ilkesi kabul edilmiştir. Ancak tescil ilkesi kabul edilmesine rağmen sistemimiz getirilen istisnalar nedeniyle kullanma sistemine daha yakındır. Yargıtay da yerleşik uygulamasında gerçek hak sahipliği kuralını benimsemiş ve markayı ilk defa kullanıp ona ayırt edicilik kazandıranı gerçek hak sahibi olarak adlandırmıştır. Ancak bir kimsenin bir markayı sadece ilk defa kullanmaya başlaması ile o marka üzerinde önceye dayalı hak sahibi olduğu kabul edilemez.
Tescil edilmemiş markaya SMK ile koruma sağlanmasının sebebi sadece tescilsiz marka sahibinin markayı ilk kez kullanmaya başlaması değildir. Aksine markanın kullanımını haklı kılacak daha temel ve önemli bir sebep bulunmalıdır. Bu da markanın belli bir yer, bölge ve piyasada bilinir hale gelmesidir.
Doktrinde marufiyet kuralı olarak isimlendirilen bu şart hem Türk Patent ve Marka Kurumu uygulamasında hem de Yargıtay içtihatlarında kabul edilmiş ve tescilsiz marka sahibinin kendisinden sonra yapılan tescilleri engelleyebilmesi veya hükümsüzlük davası açarak haksız yapılmış tescilleri ortadan kaldırabilmesi için tescilsiz markanın yoğun kullanımının kanıtlanması gerekmektedir.
Markayı tesil ettirmeden ilk defa kullanan ve maruf hale getiren kişinin “gerek hak sahipliğine” dayalı olarak SMK’nın 6.maddesi hükmünden yararlanarak aynı markanın aynı tür mal ve hizmet için bir başka kişi adına tesciline itiraz edebilmesi veya hükümsüzlük davası açabilmesi için; 1.Davacıya ait markanın ayırt edicilik kazanmış olması, 2.Markanın, itiraz eden veya dava açan tarafından diğer haksız başvuru/tescil yaptığı iddia edilen kişinin başvurusundan önceki bir tarihten beri kullanılmakta olması, 3.İtiraz sahibinin veya hükümsüzlük davası açanın üzerinde önceden kullanmaya dayalı hak sahibi olduğunu iddia ettiği ibare ile tescil başvurusu yapılan veya hükümsüzlüğü talep edilen markanın aynı veya benzer olması gerekmektedir.
Yargıtay 11. HD. 1998/1734 esas, 1998/5146 karar sayılı ve 06/07/1998 tarihli kararında, “İsviçre-Türk markalar hukuku, marka üzernideki hakkın iktisabı ve korunması ile ilgili olarak üç önemli ilkeye dayanır. Marka üzerindeki öncelik hakkı, o markayı, ihdas ve istimal eden ve piyasada maruf hale getiren kişiye aittir. Buna ‘gerçek hak sahibi’ denilir ve bu tescil açıklayıcı etkiye sahiptir. Buna mukabil bir markayı ihdas etmeksizin seçip tescil ettiren kimsenin bu tescili kurucu etkiye sahiptir. Ancak, bu tescil sadece hak sahibine başlangıçta şarta bağlı bir hak sağlayabilir. Gerçek hak sahibinin dava açıp bu markayı tescil ettireceği tarihe kadar kurucu etkiye sahipliği devam eder. Çünkü, hakiki, gerçek hak sahipliği ikinci bir bağımsız ve münferit mülkiyete hak vermez. Markanın hakiki hak sahibi markasının aynısını veya tefrik edilemeyecek benzerini, her nasılsa marka olarak tescil ettiren kimsenin, sonradan tescil edilmiş markanın terkinin istenebileceği kabul edilmektedir.” şeklinde karar verilmiştir.
Davalı ve davacı tarafın markayı kullanmada milat sayılabilecek kuruluş, alan adı ve faaliyetlerinin başlaması için gereklilik şartlarından biri olan işletme belge tarihleri de dikkate alındığında, davalının davacıya göre daha eski tarihten itibaren “…” ibareli çalışmalarını başlattığı anlaşılmaktadır.
Tescilli bir markayı tescilden önce kullanan ve bu marka üzerindeki tescilsiz kullanım nedeniyle üstün hak elde eden kimsenin kullanımı sonradan başkası adına tescil ettirilen markaya tecavüz oluşturmamaktadır, Yargıtay 11. HD’nin yerleşik prensibine göre, eskiye dayalı kullanım nedeniyle marka üzerinde hak elde eden kişinin marka tescili bulunmasa ve markayı bir şekilde tescil ettiren kimsenin markasının hükümsüzlüğü için dava açılmamış olsa bile bu durumun ispat edilmesi halinde tecavüzün söz konusu olmayacağı kabul edilmektedir (Yargıtay 11. HD 21.11.2006,2005/8931-2006/12058, Uğur Çolak Türk Marka Hukuku Baskı 2012, S. 670-671).
Yargıtay 11. HD’nin 1998/9556-1999/4424 sayılı Mepa kararında, davacının davalı şirketin tescilli markasından önce maruf hale getirdiği marka üzerinde öncelikli ve üstün hakkı bulunduğu, belirtilmiştir.
Kaldı ki, TPMK nezdinde yapılan incelemede davalı tarafın “…” ibareli markayı tescil ettirmek için 2007 yılında davacıya ait tescillerin öncesinde bir talepte bulunduğu fakat o günün şartlarında farklı marka tescillerinin var olması sebebi ile mülga 556 Sayılı KHK benzerlik gerekçesi ile marka sürecinin red edilmiştir.
Sonuç olarak “…” markasının taraflarca aynı/benzer sektörde kullanıldığı sunulan delillerden davalının sektörde 1991 yılından beri faaliyet gösterdiği, davalının … ibareesini tescil başvuru tarihleri itibarı ile 43. Sınıfta davacılardan önce markasal olarak kullandığı (kuruluş tarihleri, turizm işletme belgeleri de dikkate alındığında), … markası yönünden gerçek hak sahibi olduğu, davacılardan sonra tescil ettirmiş olmasının bu sonucu değiştirmeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
Davalı Markasının Tanınmış Marka Olup Olmadığı
Davacı kendisine ait markanın tanınmış marka olduğu iddiasında bulunmuştur. 6769 sayılı SMK’da ve taraf olduğumuz tanınmış markalarla ilgili uluslararası anlaşmalarda tanınmış markanın tanımı ve kriterleri gösterilmemiş, bu husus Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği üzere konu mahkeme içtihatları ve öğretiye bırakılmıştır. Nitekim Özel Daire … tarih ve … s. bir kararında “bir kişi veya teşebbüse sıkı sıkıya bağlı, garanti, kalite, kuvvetli reklam ve yaygın dağıtım içeren, müşteri, akraba, dost ve düşman ayırımı yapılmaksızın, coğrafi sınır, kültür ve yaş farkı gözetilmeksizin aynı çevredeki insanlar tarafından refleks halinde ortaya çıkan bir çağrışımdır” biçiminde bir tanımlama getirmiş ve bu tanıma nazaran da markanın promosyon sonucunda kazanılan herkesçe veya ilgili kesimce bilinme, emtia söylendiğinde o markanın akla gelmesi, ilişkin olduğu sektörde iyi bilinme ve geniş bir dağıtım ağına sahip olma gibi kıstaslara göre markanın tanınmış marka olup olmadığının tespiti cihetine gidilmektedir.
Doktrinde konuyla ilgili yapılan bir başka tanıma göre ise; “Bir ülkenin bir veya birkaç yöresinde tutunma markalar değil, dünya çapında olmasa bile, yurt içi ve yurt dışında ilgili çevrelerce bilinen, Paris Sözleşmesine üye devletlerden birinin yurttaşına veya o ülkelerden birinde yerleşik olan ya da ticari veya sınai işletmeye sahip kişilere ait bulunan markalar” tanınmış markalardır (Bkz. Ünal Tekinalp Fikri Mülkiyet Hukuku, 2012, s. 411).
SMK m.6/5’te yer alan “Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi” ibaresine temel teşkil eden düzenleme Paris Konvansiyonunun 1. mükerrer 6. maddesi hükmüdür. Bu hükümde tanınmış marka kavramına yönelik olarak verilen kriter “herkesçe bilindiği mütalaa edilen” kavramıdır. Antlaşmanın Fransızca metninde markayı ifade etmek “notoirement connue(s)” ifadesi, Almanca metninde ise Türk doktrininde de sıklıkla kullanılan “notorisch bekannte” ifadesi kullanılmaktadır. Yine Konvansiyon’un 29/1-(c) hükmünde muhtelif yorumlarda itirazlar olması halinde Fransızca metin kabul edilir denmek suretiyle, Fransızca (ve takiben Almanca) metnin esas alınmasının yanlış olmadığı söylenebilir. Hukukumuzdaki düzenlemeye de temel teşkil eden anılı hükümde yer alan ifadeler ise herkesçe bilindiği gibi anlamına gelmekte olup, tanınırlık kriteri olarak ilgili/ilgisiz herkesi yeni toplumu esas almaktadır. Bu kabulün ise tanınmış markanın bilinirlik eşiğini çok yukarı koyduğu ve maddenin uygulama alanını daralttığı muhakkaktır. Bir diğer uluslararası antlaşma olan Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Antlaşması (TRIPs) ise 16. maddesinde yer alan düzenleme ile tanınmışlık düzeyi (yüksek) marka kavramını gündeme getirmiştir. Bu düzenleme sebebiyle doktrinde ve yargı makamlarında farklı özelliklerine göre ve tanınmıştık derecelerine göre, farklı koruma düzeylerine sahip tanınmış marka çeşitlerinin olduğu öngörüsü egemendir. Ancak tanınmış marka huhuken farklı alt türlere ayrılmamakta, TRİPs Paris Konvansiyonu’ndan bağımsız, ayrı bir tanınmış marka kavramı ile ondan ayrı bir düzen getirmemekte, aksine hükmü tamamlamakta, tanınmış marka kavramının uygulama alanını genişletmektedir. Paris Konvansiyonu ve TRIPs bağlamında tanınmış marka tektir. TRIPs düzenlemesiyle tanınmış markanın herkesçe bilinirlik ölçütünü tüm toplum olmaktan çıkarmıştır. Bu bağlamda markanın ticarete konu yapıldığı ilgili sektörde bilinir olması tanınmış marka olarak kabul görmesinde yeterli olacaktır. İlgili sektörün tespitinde ise markanın kapsadığı ürünlerin hitap ettiği müşteriler yanında, rakip ürün müşterileri, alıcıları, satıcıları ve sektör içindeki ilgili kişiler nezdindeki bilinirlik dikkate alınacaktır. (Bkz. Paslı, 433- 440).
Tanınmış marka kavramının ne olduğu ortaya koyulduktan sonra, bunun tespitinin nasıl yapılacağı sorusuna cevap vermek gerekecektir.
Markanın tanınmış olup olmadığının tespitinde 1997 tarihli WIPO kriterlerinden faydalanılır. TP’de -bağlayıcı olmamakla birlikte- WIPO tarafndan ortaya konulan bu kriterleri ayrıntılandırmak suretiyle şu kriterleri getirmiştir. (Paslı, Uluslararıs Antlaşmalar, s.451); “1.Markanın tescilinin ve kullanımının süresi (markanın tarihçesi hakkında ayrıntılı bilgi), 2.Markanın tescilinin ve kullanımının yayıldığı coğrafi alan ve kapsam. (Yurtiçi ve yurtdışı tesciller nelerdir?) 3.Markanın üzerinde kullanıldığı mal ve/veya hizmetin piyasadaki yaygınlığı, pazar payı, yıllık satış miktarı nedir? 4.Markaya ilişkin promosyon çalışmalarının (özellikle de Türkiye’deki promosyon çalışmalarının) özellikleri nelerdir? (Promosyonun süresi, devamlılığı, yayıldığı coğrafî olan, kapsam, promosyona harcanan para, promosyonun niteliği (TV reklamı, yerel gazete ilanı, sadece çocuk sahiplerine yönelik yapılan tanıtım vs.) 5.Reklam niteliğinde olmayan ancak markanın tanıtımına faydalı olabilecek nitelikte faaliyetler var mıdır? (Gazete, dergi, TV vb. medya organlarındaki yayınlar, markalı ürünlerin fuarlarda teşhiri vb.) 6.Markanın tanınmışlığını gösteren bir mahkeme kararı var mıdır veya marka sahibinin markasını koruma yolundaki etkin çabaları nelerdir? (Tanınmışlık kararı dışında, verilmiş mahkeme kararları, hâlen devam etmekte olan marka, haksiz rekabet davaları, itiraz sayıları vb.) 7.Marka ne derece orijinaldir, markanın ayırt edicilik niteliği nedir? 8.Markanın tanınmışlığına ilişkin yapılmış kamuoyu araştırmaları varsa bunların sonuçları. 9.Markanın sahibi firmaya ilişkin özellikler (firmanın büyüklüğü, çalışan sayısı, ödenmiş sermayesi, cirosu, kârı, yurt çapında ve yurtdışında sahip olduğu dağıtım kanalları; şubeleri, bayilikleri, servis ağı, ödediği vergi, ihraç miktarları, piyasasına hâkimiyeti vs.), 10.Marka üzerinde kullanıldığı mal veya hizmetle özdeşleşiyor mu? Marka kelime veya şekil olarak görüldüğü anda refleks olarak belli bir ürünü çağrıştırıyor mu? Marka üzerinde kullanıldığı mal veya hizmetle ilgili olarak belli bir kaliteye veya statüye işaret ediyor mu? 11.Markayı taşıyan ürüne veya marka sahibi firmaya ilişkin olarak alınmış belgeler, ödüller (TSE, TSEK, ISO vb.kalite belgeleri, kalite ödülü, çevre ödülü, mavi bayrak vs.) var mı? 12.Markayı taşıyan ürünlerin dağıtım kanalları ( marka sahibi firmanın kendine ait dağıtım kanallarının dışında) ve söz konusu ürünlerin ithalat ve ihracat olanakları nelerdir? 13.Eğer marka bir satışa konu olmuşsa, marka üzerinde kıymet takdiri yapılmışsa markanın parasal değeri nedir? Markanın parasal değeri, marka sahibinin yıllık bilançosunda gösterilmiş midir? 14.Marka tescillerinin kapsadığı mal ve/veya hizmet portföyünün genişliği nedir? (Ömek: sedece “gazozlar” için tescilli bir marka ile, tüm elektronik eşyaları iine alan bir tescil.), 15.Marka halk nezdinde tanınan bir marka ise bu tanınmışlık düzeyini ne kadar süredir korumaktadır? 16.Markanın tanınmışlığından ötürü, bu niteliğine yönelik tecavüz fiilleri var mıdır? Marka üçüncü kişilerce taklit ediliyor mu? (Markaya benzer başvuruların yoğunluğu, markanın piyasada haksız yere üçüncü kişilerce kullanılıp kullanılmadığı vs.). Marka üçüncü kişilerce kullanılmakta ise bu kullanım, şekil ve üzerinde yayıldığı coğrafi ve ticari olan itibariyle tanınmış marka sahibine zarar veriyor mu? 17.Marka, üzerinde kullanıldığı mal veya hizmetin niteliği itibariyle (Örnek: araba markası ile çiklet markası) veya potansiyel ve fiili kullanıcı kitlesinin niteliği itibariyle (doktorlara yönelik bir ürün ile çocuklara yönelik bir ürün markası) tecavüze açık mı, değil mi? 18.Yukarıda sayılanların ispatına yönelik olan veya bir markanın tanınmış olduğunun ispatına yönelik her türlü belge.”
Tanınmışlığın tespitinde, marka sahibi tarafından yaptırılan promosyon ve tanıtım malzemeleri yanında ulusal basında veya gazetelerde markanın tanınmışlığını ortaya koyan reklam ve haberler de dikkate alınır. Bunun yanında yaygın kullanım alanı, toplum nazarındaki tanınmışlıkta dikkate alınır. Bir markanın tanınmış marka olarak belirlenmesinde, markanın toplumun ilgili kesiminde sahip olduğu yüksek bilinirlik düzeyi dikkate alınması gereken kriterlerden biridir.
Yukarıda yapılan açıklamalar kapsamında dosyaya sunulan deliller ve düzenlenen bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında davalı markasının bir kişi veya teşebbüse sıkı sıkıya bağlı, garanti, kalite, kuvvetli reklam ve yaygın dağıtım içeren, müşteri, akraba, dost ve düşman ayrımı yapılmaksızın, coğrafi sınır, kültür ve yaş farkı gözetilmeksizin aynı çevredeki insanlar tarafından refleks halinde ortaya çıkan bir çağrışım olduğu ispat edilemediği şu hale göre davalı markasının belli bir tanınmışlığının bulunduğu kabul olunabilir ise de belirtilen kriterler göz önünde bulundurulduğunda tanınmış marka olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Hükümsüzlük iddiası yönünden;
Dava tarihi itibariyle yürürlükte dan 6769 sayılı SMK’nın 4/1 maddesi uyarınca Marka, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilir.
6769 sayılı SMK’nın 25. Maddesine göre 5 inci veya 6 ncı maddede sayılan hâllerden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verilir. 5. Madde “Marka tescilinde mutlak ret nedenleri ” ne ilişkindir. Madde 5/1-ç de ” Aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetlerle ilgili olarak tescil edilmiş ya da daha önceki tarihte tescil başvurusu yapılmış marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer işaretler.” mutlak red nedeni olarak düzenlenmiştir. 6. Madde ise “Marka tescilinde nispi ret nedenleri ” ne ilişkin olup, madde 6/1 “Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.” yine 6/5 ‘e göre ” Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla, başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir. ” yine 6/9’a göre “Kötüniyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir. hükmüne amirdir.
Karıştırılma ihtimali yönünden;
SMK’daki deyimiyle “halk tarafından ilişkilendirme ihtimali dahil karıştırılma ihtimali” incelenirken gerek Yargıtay içtihatlarında gerek öğretide kabul edildiği üzere markaların bir bütün olarak bıraktıkları intiba dikkate alınmalı ve inceleme buna göre yapılmalıdır. Zira benzerlik göreceli bir kavram olduğundan bu olgunun objektif bir esasa bağlanması gereklidir.Objektif esas ise markanın bütünü dikkate alındığında ilk bakışta kolayca ayırt edilemeyecek şekilde bir benzerliğin olmasıdır.
Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun söz konusu içtihadında belirtildiği üzere, karıştırma ihtimalinin belirlenmesinde asıl olanın ortalama tüketicinin algılaması olduğu, tüketicinin her iki markayı her zaman aynı anda görüp detaylarını karşılaştırabileceğinin düşünülmesinin hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği, markada yer alan yardımcı unsurların ve ayrım gücü az olan ifadelerin her zaman hatırda tutulamayacağının, tüketicinin daha önce gördüğü, yararlandığı, satın aldığı ve denediği bir malın yahut hizmetin göz ve kulağında kalan izine, hatırlayabildiği kadar hafızasında kalan özelliklerine dayanarak, sonraki aynı veya benzer ve hizmetlere ilişkin alışverişlerinde de aynı veya benzer markayı taşıyan ürünü satın al almak yahut hizmetten yararlanmak isteyeceği, bu şekilde genel olarak ürünün önemine göre tanıdığı, beğendiği, bilinirliği ve güvenirliği kanıtlanmış bir markayı seçerek zaman kısıtlılığının yarattığı olumsuzluklardan kurtulmaya çalışacağı, markanın sağladığı garanti fonksiyonundan yararlanmayı düşüneceği dikkate alınmalıdır.
Sadece alıcıların belirli bir mal veya hizmet yerine başka bir mal veya hizmeti almak istemeleri halinde değil alıcıların mal ve hizmetlerin birbirinden farklı olduklarını anlamalarına rağmen bunların kaynağının aynı işletme olduğuna veya malları satan ve yahut hizmetleri sunanlar arasında idari veya ekonomik bağlılık olduğuna inanmaları halinde de iltibas ihtimali bulunmaktadır. İki işaret arasındaki benzerlik, telaffuzdan, biçim ve anlam benzerliğinden, genel görünümden ve çağrışımdan doğabilir.
Markanın işlevlerinden biri de, söz konusu malların kaynağını/menşeini garanti etme işlevidir.
Markalar bilindiği gibi tek ibareden oluşmuyor ise “esas unsur” ve “yardımcı unsur”lardan oluşabilir. Bu durumda inceleme markanın bütünü dikkate alınarak ayrıca markalarda yer alan esas unsurlar karşılaştırılması suretiyle gerçekleştirilecektir.
a)Markaların Benzerliği Yönünden;
Markaların benzerliğinin değerlendirilmesi, markada yer alan kelime veya şekil unsurlarının birbirlerinden bağımsız olarak tek tek ele alınması yoluyla değil (Yargıtay 11.HD. 21.06.2011 T., 2009/12972 E., 2011/7528 K.; İltibas tehlikesi değerlendirmesinde, işaretlerin dikkat çekici özellikleri de gözetilmek suretiyle üzerinde kullanılacağı ürünlerin ortalama tüketicileri nezdinde görsel, işitsel ve anlamsal olarak karışıklığa yol açıp açmayacağının dikkate alınması gerekir. Bu değelendirme yapılırken de ibareler bir bütün olarak dikkate alınıp ibarenin parçalara bölünmesi suretiyle itibas tehlikesi oluşturup oluşturmadığının belirlenmesi mümkün değildir.”), markanın tüm unsurlarının birlikte yarattığı bütüncül izlenime göre yapılmalıdır.
Tarafların tescil ettirdiği markalar üzerinden inceleme yapıldığında esas, baskın ve ana unsurun … ibaresi olduğu, her ne kadar davalı yana ait bir kısım markasal kullanımlarda lisans kapsamındaki diğer kullanımlar öne çıkarılarak kullanılmakta ise de (R Renaıssance gibi) … ibaresinin iltibas tehlikesi oluşturacağı, markaların aynı, benzer emtia ve hizmet sınıflan için tescilli bulundukları, aynı sektörde kullanıldıkları, iki marka karşısında kalan tüketicinin markaları kanştırabileceği ve/veya işletmeler arasında bir bağın olduğunu düşünülebileceği, tüketicinin yanılabileceği izahtan varestedir.
b)Mal ve Hizmetlerin Aynı Ya Da Benzer Olup Olmadığı Yönünden;
Karıştırılma tehlikesinin değerlendirilmesinde malların ve hizmetlerin benzerlik derecesi arasında karşılıklı bir bağlantı mevcuttur. Buna göre örneğin markaların kullanıldığı mal ve hizmetler arasında düşük benzerlik derecesi, markalar arasındaki benzerlik derecesinin yüksek olmasıyla dengelenebilir. Bu değerlendirmede özellikle, tescilli markanın tanınmışlık derecesi arttıkça mal veya hizmetler arasındaki benzerlik derecesi az olabilir. Diğer bir ifadeyle böyle bir durumda da karıştırılma tehlikesi söz konusu olabilir
Nice sınıflandırması ve TPE tebliğine göre farklı sınıflarda yer almalarına rağmen halk nezdinde karıştırmaya yol açacak nitelikteki ticaret ve hizmet markalarının kapsadıkları mal ve hizmetlerin “benzer” olarak değedendirilmesi de mümkündür ve aynı husus öğreti de kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay da kararlarında bu yönde değrelendirme yaparken, mal ve hizmetlerin nice sınıflandırılmalsı ve TPE tebliğine göre mutlaka aynı sınıfta kullanılmasını değil, benzer mal ve hizmetler yönünden kullanılmasını esas almaktadır. Mal ve hizmetlerin benzediği veya ilişkilendirilebilir niteliği literatüre ve genel kabullere göre; “Mal ve hizmetlerin kullanım amacı ve olanlarının benzerliği, mal ve hizmetlerin kullanıcılarının benzerliği, malların fiziksel görünümünün benzerliği, mal ve hizmetlerin ticari pazar ulaşmasında kullanılan satış yollarının benzerliği, mal ve hizmetlerin birbirleriyle rekabet eder nitelikte bulunmasından kaynaklanan benzerlik, mal ve hizmetlerin birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olmalsından kaynaklanan benzerlik, mallarıln mağazalarında aynı reyonda veya rafta bulunmasından kaynaklananbenzerlik” durumlarında ortaya çıkabilir.
Firmaların hizmet verdiği kitle özel bir tüketici grubu ya da uzmanlık/ihtisas sahibi bir tüketici grubu değildir. Bu sebeple ortalama tüketicinin dikkate alınması gerekmektedir. SMK M.6/1’de belirtilen nispi red sebepleri değerlendirilirken, ilgili sektördeki ortalama tüketici algıları dikkate alınmaktadır. Bu tüketici modeli, kural olarak alışveriş sırasında çok vakit harcayan, inceden inceye araştıran karşılaştıran bir tüketii anlamına gelmemekte, ancak bilgisi olan ve malı daha önce almış, kullanmış veya bilen bir tüketici olarak kabul edilmektedir (İlhami Güneş, Uygulamada Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları/Haksız Rekabet Davaları isimli eserinde sf.145-146).
Somut olaya dönüldüğünde; taraflara ait markaların 43. Sınıfta tescilli oldukları dikkate alındığında faaliyet gösterilen mal ve hizmetlerin de aynı ve benzer olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Sessiz Kalma Yoluyla Hak Kaybı İddiasının İncelenmesi
Sessiz kalma suretiyle hak kaybı SMK m. 25/6 hükmünde, marka sahibinin sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalması halinde markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri sürememesi şekilde düzenlenmiş bulunmaktadır. Esasında sessiz kalma yoluyla hak kaybı, SMK öncesinde uygulanan KHK’Iar döneminde de dürüstlük kuralından hareketle uygulana gelen bir müessesedir. Ancak SMK bu konuda açık bir düzenleme yapmak suretiyle, marka sahibinin 5 yıl boyunca bilgisi dahilinde olan veya olması gereken bir kullanıma sessiz kalması neticesinde, artık bu kullanılan markanın hükümsüzlüğünü isteyemeyeceğini hükme bağlamıştır.
Somut olaya dönüldüğünde dürüsttük kuralı çerçevesinde ve SMK m. 25/6 hükmünden kıyas yapılması suretiyle değerlendirme yapıldığında olayda davalıya ait tescil edilmiş bulunan markaların tescil tarihi 2015’tir. Davacı ise işbu davayı 2018 yılında ikame etmiştir. Şu halde, SMK’daki sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin açık düzenleme esas alındığında aradan 5 yıl geçmediği için davacının sessiz kalması nedeniyle hak kaybına uğramadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kötü Niyetli İddiasınınDeğerlendirilmesi;
Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kişinin iyi niyet iddiasında bulunamayacağına da şüphe yoktur (TMK. m. 2).
Davacıların basiretli bir tacir olmasının beklenmesi nedeniyle de (TTK m. 18/2), kendisinin de içinde bulunduğu ilgili piyasada daha önce kullanılan markayı bildiğinin kabulünün gerektiği açıktır. Davalı tarafça sunulan kayıtlar incelendiğinde davacı şirket yöneticisinin kendi marka tescilinden önceki tarihte (14/01/2012) ve sonrasında defaaten davalıya ait … Markasının kullanıldığı otelde konakladığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak davacıların davalının kendi tescillerinden markasal kullanımından haberdar olmalarına ve marka üzerinde hak sahibi olduğunu bilmelerine rağmen marka tescillerini yaptırmak suretiyle bu tescile dayalı hak talep etmelerinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Tüm dosya kapsamı yukarıda izahı yapılan mevzuat ve açıklamalar kapsamında değerlendirildiğinde; her ne kadar davacılar SMK 6/1 maddesi kapsamında iltibasa dayalı olarak iş bu davayı açmış ve markalar arasında iltibasa sebebiyet verecek benzerlik tespit olunmuş ise de izahı yapıldığı üzere davalının davaya konu markalar üzerinde tescilli olduğu sınıf yönünden gerçek hak sahibi olduğu, markasal kullanımların davacılara ait tescillerin öncesine dayandığı, davacıları bu durumu bilmelerine rağmen sonradan yaptırdıkları tescillere dayalı olarak hak iddia etmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı gibi hakkın kötüye kullanılması teşkil edeceği anlaşılmakla davacıların sübut bulmayan davalarının reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Davanın REDDİNE,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca hesap olunan 44,40 TL karar harcından peşin yatırılan 35,90 TL’nin mahsubu ile kalan 8,50 TL bakiye karar harcının davacıdan tahsili ile Hazine’ye irat kaydına,
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan herhangi bir yargılama gideri bulunmadığından bu konuda hüküm kurulmasına yer olmadığına,
6-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 26/11/2019

Katip …
¸

Hakim …
¸

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır