Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2017/678 E. 2020/462 K. 11.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/678
KARAR NO : 2020/462

DAVA : FSEK-Tespit, Manevi Tazminat
DAVA TARİHİ : 16/10/2017
KARAR TARİHİ : 11/12/2020

Mahkememizde görülmekte bulunan fikir ve sanat eserinden kaynaklanan intihalin mevcut olup olmadığı ve manevi tazminat talepli asıl dava ile eserden kaynaklanan haklara intihal ve tecavüz edildiğinin tespiti talepli birleşen davaların yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; müvekkilinin ülkemizde son yılların en başarılı kitapları olan … isimli üçlemesi ve … isimli fantastik eserlerin yazarı olduğunu, üçleme kitaplarının dizi olarak işlendiğini ve ilk sezonu … adı altında izleyici ile buluştuğunu, davalının sunuculuk, sinema ve dizi oyunculuğunun yanı sıra son yıllarda kitap ve bir dönem gazete yazarlığı ve astroloji yorumculuğu yaptığını, yine … adlı romanını 2010 yılında yazdığını 2011 yılında satışa çıktığını, davalının sosyal medya hesaplarında müvekkilinin kitabının kendi kitabına çok benzediğini, müvekkilinin intihal yaptığını, kitabının 2011 yılında müvekkilinin … isimli kitabının ise 2013 yılında yayınlandığı, … ile …’nin neredeyse birebir benzer olduğu iddialarında bulunduğunu, bu durumun noter kanalıyla tespit edilerek kayıt altına alındığını, müvekkiline yönelik intihal suçlamasının kasıtlı, planlı bir şekilde yapıldığını, müvekkilinin her iki kitapta da balerin ve dansçı karakterlerin olmasını intihal iddiasına dayanak yaptığını, müvekkilinin hiçbir kitabında başka bir yazardan ve eserden intihal yapmadığını, davalının kitabından da bu iddiaların gündeme gelmesiyle haberdar olduğunu, … tarafından iddialar gündeme geldikten sonra her iki kitap üzerinde yapılan inceleme sonunda, kitaplar arasında olay, olay örgüsü, karakterler ve edebi üslup açısından intihal iddiasını gündeme getirecek bir benzerlik bulunmadığının tespit edildiğini, müvekkilinin kitabının ilk kez 2013 yılında yayınlandığını ancak … adlı eserlerin konusunu ve karakterlerini 2009 yılında yazmaya başladığını, öncelikle dizi senaryosu olarak oluşturulduğunu daha sonrasında kitap haline dönüştürüldüğünü, müvekkilinin kitabının konusunun 2009 yılında senaryo alarak yazıldığı ve birden çok yapımcı ile üçüncü şahıslar ile paylaşıldığı dikkate alındığında, yapılacak olan incelemede intihalin söz konusu olması halinde eserin davalıdan önce yazılmış olması nedeniyle müvekkili açısından intihal iddiasında bulunma hakkı doğacağını, intihal iddiasının bir yazar için her şeyden önce onur kırıcı bir eylem olduğunu iddia ederek, davalıya ait … isimli roman ile müvekkiline ait … isimi … arasında davalının gündeme getirdiği birebir aynı oldukları iddiası ve eserlerin yazım tarihleri dikkate alındığında intihal hususunun mevcut olup olmadığı, intihal varsa hangi tarafça yapılmış olduğu hususunun tespit edilmesini, fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla, haksız ve kötü niyetli intihal iddiası ile eser sahipliği ve kişilik hakları saldırıya uğrayan müvekkili lehine 1.500.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek en yüksek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; müvekkilinin oyunculuk ve yazarlık kariyerini 22 yıldır devam ettirdiğini, öğrenim yıllarından itibaren oyunculuk ve yazarlık yapmanın kendisinin en büyük hayali olduğunu, okuyucular tarafından son derece beğenilen … adlı kitabın … ve … dillerine de çevrildiğini, müvekkilinin medyada davacının iddialarının aksine, özel hayatı ve polemikler ile değil, oyunculuk ve yazarlık mesleklerinde yakaladığı başarılar ile gündeme geldiğini, sosyal medya üzerinden müvekkili tarafından yapılan açıklamaların kendi eserinin … adlı eserden esinlenilerek yazıldığı doğrultusunda gelen eleştiriler üzerine kaleme alındığını, müvekkili tarafından … isimli eserin yakın bir zamanda okunması ile fark edilen benzerliklerin sosyal medyada da yer aldığını, okurlar tarafından internet ortamında yapılmış olan yorumların, … isimli eserin müvekkiline ait … adlı eserden intihal edildiği iddiasını destekler nitelikte olduğunu, bu durumun hem intihal iddiasını güçlendirdiğini hem de eserlerin karakter ve kurgu bakımından taşıdığı benzerliklerin haksız rekabet teşkil ettiğinin görüldüğünü, tarafların eserlerinden ve somut bilgilerinden ziyade müvekkilinin özel hayatı, fotoğrafları ile algı oluşturulmaya çalışılmasının iyi niyetten son derece uzak bir tutum olduğunu, … tarafından yapılan açıklamaların bir yayınevinden beklenen ilke ve tutum ile örtüşmediğini, müvekkilinin … adlı eserinin mali haklarının da … tarafından devralındığını, ilk olarak … tarafından basılan müvekkili kitabın 26/08/2015 tarihinde… ile mali hakların devrine ilişkin sözleşme imzalandığını, 22/08/2016 tarihinde sözleşmenin yenilenerek bir yıl süre ile eserin mali haklarının yine …’a devredildiğini, her iki eserin mali haklarını elinde bulunduran yayınevinin yazarların menfaatlerini gözeterek açıklama yapması beklenirken müvekkiline yönelik haksız ithamlarının son derece taraflı olduklarının göstergesi olduğunu, dava konusu eserler arasındaki intihal iddialarını paralel olarak, konu, kahramanlar ve eylemlerin birebir kullanılıp sayfa sayısının çoğaltılması suretiyle intihal yapıldığının görüldüğünü, müvekkilinin okuyucularından gelen yorum ve eleştiriler üzerine … adlı eseri okuduğunu, tarafların toplantıda aynı yayınevinin yazarları olarak tanıştıklarını, nezaketen gerçekleştirilen bu eylemin eserin seneler önce okunmuş olduğu şeklinde yorumlanmasının gerçeğe aykırı olduğunu, eserin çok satılmış olmasının intihalin olmadığına karine teşkil etmesinin mümkün olmadığını, eserlerin incelenmesinden esinlenmenin ötesinde intihalin mevcut olduğunun açıklığa kavuşacağını, her iki eserin karakterlerinin birebir aynı olduklarını, ana karakterlerin yanı sıra yardımcı karakterlerin üstlendikleri rollerin de pek çok bakımdan birbirinin aynı olduğunu, müvekkilinin eserinin davacının eserinden yıllar önce yayınlandığını belirterek, maddi ve manevi tazminat talep haklarının saklı kalması kaydıyla, intihalin tespiti ve davacının haksız davasının reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı birleşen dosya davacı vekili … 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin … esas sayılı dosyasına sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; davacının, bir balerin olan … ile … ve … bir reklamcı olan … ile birlikteliğinin anlatıldığı eseri “…” Haziran 2011 tarihinde yayınlandığını, davalı …’in ise “…” adlı kitabında ise aynı şekilde balerin olan … ile …, … bir psikolog ve programcı olan … karakteri ile birlikteliği anlatıldığı, “…” adlı eserin ise 2013 yılında yayınlandığını, her iki eserin kurgusu ve karakterleri arasında bire bir benzerlik bulunduğunu, okuyucu kitlesi tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek benzerliklerin olduğunu, intihal iddialarını destekler nitelikte ve haksız rekabete sebebiyet verdiğini belirtmiş davanın … 2 FSHHM’nin … esas sayılı dosyası ile birleştirilmesini talep etmiş, davalar arasında hukuki ve fiili irtibat bulunması, biri hakkında verilecek hükmün diğer dava dosyasını da etkileyecek olması nedeniyle dava dosyasının mahkememiz dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı-birleşen dosya davalı vekili birleşen davaya cevap dilekçesinde özetle; açılan iş bu davanın konusunun da kitaplar arasında intihal olduğu hususunun tespiti talebine ilişkin olduğu ve derdest bir dava varken davalı-birleşen dosya davacısının açmış olduğu davanın dava şartı hükmünü ihlal ettiğini, dava şartını içermeyen davanın reddi gerektiğini, davalının sosyal medya hesaplarından müvekkiline yönelik haksız intihal iddiasını açıklamasından sonra müvekkili tarafından kitaplar arasında intihal olup olmadığı hususunun tespiti amacıyla dava açıldığını, davalının kendisine karşı dava açıldığı duyumundan sonra dava açtığını, açılan davanın haksız ve kötü niyetli olduğunu, birleşen davanın dava dilekçesinde de her iki eserin kurgusu ve karakterleri arasında birebir benzerlik bulunduğu şeklinde iddiaların yer aldığını, eserlerin karakterlerinin özelliklerinin hepsinin birbiri ile aynı olmasına yönelik iddianın gerçeklikten, bilimsellikten uzak olduğunu, müvekkilinin davalı-birleşen dosya davacının … adlı romanından intihal yapmadığını belirterek, asıl davaya ilişkin dava dilekçesindeki beyan ve taleplerini tekrar ettiği anlaşılmıştır.
Dosyada taraflarca bildirilen tüm deliller toplanmış, Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğünden eserlere ilişkin bandrol kayıt bilgileri istenilmiş, bilirkişi incelemesi yaptırılarak kök ve ek rapor alınmış, talimat mahkemesi aracılığı ile tanık beyanı alınmıştır.
Davacı vekilince dosyaya sunulan ve … tarafından hazırlanan mütalaada, her iki eserde olay ve kurgusal bir benzerlik bulunmadığı, karakter benzerlikleri sadece kadın başkarakterlerin balerin olmasından ibaret olduğu, ancak her iki kadın karakterinin fiziksel görünüş, yaş ve psikolojik özellikleri ile birbirinden oldukça farklı oldukları, eserlerdeki hikaye ve serimsel gelişme arasında ilişki ve benzerlik olmadığı, kitapların temalarının birbirinden farklı olduğu, eserler arasında üslup benzerliği olmadığı, … adlı kitapta kısa ve gündelik dilin kullanımı ve yazılış biçimi benimsenmişken, …’de uzun ve felsefi soyutlama cümleleri olduğu, üslubun her iki eserde de farklı olduğu, cümleler arasında ve metinsel eşleşme bakımından her iki eserin birbirinden çok farklı olduğu, eşleşme olmadığı, …’nin semt ve yer adı olarak belirsiz ama İstanbul’u andırır bir mekanda geçtiği, …’nun ise … ve …’da geçtiği, her iki eserin temel mekanının İstanbul olduğu, …’nda temel ögenin … yaşayan baş karakterin kadın karakterden kaçmaya çalışması iken, …’de tam tersi olarak baş karakterin tutkun olduğu kadını elde etmeye çalıştığı, her iki eserin de türlerinin başarılı örnekleri olduğu, okurda her ikisinin de duygusal gerilim yaratabilecek bir serime ve kurguya, idolleştirilebilecek karakterlere ve okunabilirlik ve sürükleyicilik özelliklerine sahip olduğu, ampirik inceleme teknikleri kullanarak yapılan karşılaştırmalı analizde ortaya çıktığı kadarıyla, her iki eserin, incelenen boyutlarında birbirinden esinlenme, aşırma, alıntılama biçiminde yapılmış hiçbir benzerlik bulunmadığı, tespit edilen bulgularla, intihal ölçeği değerlendirildiğinde, … romanının, … adlı roman karşısında sayısal olarak tesadüf-esinlenme düzeyinde bir benzerliğe dahi sahip olmadığı, her iki eserin birbiriyle karşılaştırılmasında, özgün çalışmalar olduğu ve eser sahiplerinin hususiyetlerine ve orijinalliğine sahip oldukları, aralarında benzerlik olarak nitelenebilecek tek ögenin iki karakterin balerin olması hayatın olağan akışı ve aynı mekan ve sektörlerde yaşanabilecek rastlantı olarak nitelenebilecek yaşantı parçaları olduğu, ve … adlı eserin, … adlı eserden intihal biçiminde oluşmuş bir benzerliğe veya aynılığa sahip olmadığı, hususlarında görüşünü bildirdiği anlaşılmıştır.
Talimat mahkemesince beyanı alınan davacı tanığı …, davacı …’in arkadaşı olduğunu, kendisinin “…, …, …” kitaplarının yazarı olduğunu, ancak bu kitapları yazmaya başlamadan önce bir senaryo yazmakta olduğunu, senaryonun da esasen kitaptaki olayları ve karakterleri içerdiğini, kendisinin 2009 Nisan ayında senaryoyu bitirmiş olduğunu, önce senaryoyu film şirketine götürüp önerdiğini, ancak yapımcının oldukça uzun bir metin olduğunu, senaryo olmak için fazla hacimli olduğunu, bir roman haline getirilmesinin iyi olacağını açıkladığını, bunları davacı …’dan naklen bildiğini, daha sonrasında da gelişmeleri bildirdiğini, o zamanlarda başka bir iş kolunda olduğunu, radyo televizyon yönetmenliği yardımcılığı yaptığını, bu durumdan da memnun olduğunu, ödüllü bir elaman olduğunu, davacıya roman konusu önermediğini, riskli bir iş olduğunu, işine devam etmesini söylediğini, ancak davacının kitaba karar verdiğini ve senaryoyu romanlaştırdığını, kendisinin hem senaryoyu hem de kitabı okuduğunu, emin olmadığını, ancak romanın sonradan 2013 yılında basıldığını, kendisinin kitabın basımı yapılmadan önce onun nüshasının üzerinden okuduğunu, senaryo ile romanın bağlantısını bildiğini, hem olayların dizisinin hem de karakterlerin örtüştüğünü, 2009 yılında senaryoyu yazdığını karşı tarafın kitabı hakkında bir bilgisinin olmadığını, 2009 yılında yazdığı senaryoyu bazı yapımcılara mail olarak gönderdiğini bildiğini, beyan ettiği anlaşılmıştır.
Davacı tanıkları … ve …’nin taraflar arasındaki ceza soruşturmasına ilişkin olarak savcılık nezdinde ifade verdiği tekrardan beyanlarının alınmasının davanın esasına etkili olmayacağı anlaşılmakla usul ekonomisi gözetilerek bu tanıkların savcılık ifadeleriyle yetinilmiştir.
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığının … soruşturma sayılı dosyasındaki beyanlarında özetle; … Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsü bünyesinde dramaturji eğitimi aldığını, yaklaşık 40 yıldır televizyon yayıncılığı işinde olduğunu, …’i 2008 yılında … kanalı için dizi projesi aradığı dönemde tanıdığını, davacının kendisine 2008 yılı sonunda İhtiras isimli senaryosunu sözlü olarak da anlattığını, edebi olarak beğenmesine rağmen bu senaryonun dizi olarak çekilmesini bir takım teknik sorunlar ve reyting nedeniyle mümkün olamayacağını, bu senaryoyu roman haline getirmesinin daha iyi olacağı yönünde teklifte bulunduğunu, … isimli senaryo için de çalışmaya başladıklarını, İhtiras isimli senaryosunu o tarihte kendisine basılı olarak da teslim ettiğini, ayrıca senaryo ile ilgili olarak mail yazışmaları da yaptıklarını, maillerin bilgisayarında kayıtlı olduğunu, çıktılarını alıp davacının avukatına teslim ettiğini, davalı …’ın bahsettiği … isimli kitapla ilgili bilgisinin olmadığını, ancak 2008 yılında okuduğu ve bizzat davacı … tarafından da tarafıma anlatılan senaryoda o tarihte bütün karakterler ve anayapı daha sonra roman olarak yayınladığı … isimli kitabında da yer aldığını, beyan ettiği anlaşılmıştır.
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığının … soruşturma sayılı dosyasındaki beyanlarında özetle; davalı …’ı tanımadığını, … ile daha önce staj yaptığı … Ajansı’nda 2003 yılında lisede tanıştığını, yaşça kendisinden büyük olduğu için kendisine her konuda destek olduğunu, davacının stajyeri olarak bu reklam ajansında çalıştığını, davacının, hatırladığı kadarıyla 2007 ya da 2008 yılında İtalya’ya gittiğini, ancak bağlantılarının hiç kopmadığını, davacının İtalya’da yaşarken 2008 yılından itibaren İhtiras ismiyle bir film senaryosu yazmaya başladığını, senaryo metinlerini mail yoluyla kendisine gönderip fikrini aldığını, buna ilişkin mail yazışmalarının halen kendisinde bulunduğunu, 2009 yılı içine bu senaryo metninin tamamlandığını, hatta son metnin writerscafe isimli bilgisayar programı içerisindeki format şekliyle davacı tarafından kendisine de gönderildiğini, davacının 2009 yılında … diye hatırladığı sinema filmi yapımcısına bu senaryoyu gösterdiğini, o tarihte davacının İhtiras isimli senaryosunun film yapılmasını istediğini, ancak … metnin filmi uygun olmadığı, roman olarak hazırlanması gerektiği yönünde teklifte bulununca davacının bu senaryoyu 2009 yılından itibaren romana çevirmeye başladığını, yaklaşık bir yıl sonra da roman şeklini tamamladığını, bu süreç içerisinde … programı üzerinden kendisinin de görüşlerini aldığını, bu tarihlerde bütün karakterlerin, romanın çatısının bittiğini, kendisinin senaryo metni veya roman şeklini kimseyle paylaşmadığını, görüşlerini davacı ile paylaştığını, davalının … adlı kitabı ile davacının … serisini de okuduğunu, kitaplar arasında intihal oluşturacak bir benzerliğin bulunmadığını, beyan ettiği anlaşılmıştır.
Mahkememizce alınan raporda bilirkişilerin, davaya konu “…,…,… ve …” isimli kitapların FSEK m.2/1 anlamında “dil ve yazı ile ifade olunan ilim ve edebiyat eseri” oldukları, …, …, … kitapları ile … kitapları arasında FSEK anlamında ihlale sebep olacak benzerliğin ve intihalin takdiri mahkemeye ait olmak kaydıyla söz konusu olmadığı, davacının asıl davadaki manevi tazminat talebine ilişkin olarak, bir yazarı intihalle itham ederken çok dikkatle davranılması gerekeceği, intihalin, aşırma, fikir hırsızlığı isnadı içeren ve kişilik haklarını zedeleyen ve karşı tarafı elem ve acıya sevk eden bir eylem olduğu, bu çerçevede de davacının manevi tazminat talebinin mahkemenin takdirinde olduğu hususlarında görüş bildirdikleri anlaşılmıştır.
Davanın, 5846 sayılı FSEK hükümleri uyarınca açılmış, tarafların eserleri arasında intihal iddiasının mevcut olup olmadığının tespiti ve manevi tazminat talepli asıl dava ile intihalin ve eser sahipliğine tecavüzün, haksız rekabetin tespiti talepli birleşen dava olduğu anlaşılmıştır.
Eser vasfının değerlendirilmesi;
Yargıtay kararlarına göre, FSEK kapsamındaki uyuşmazlıkta dava konusu fikri ürünün “eser” niteliği taşıyıp taşımadığı resen araştırılmalıdır. FSEK’in 1/B maddesinde öngörülen tanım dikkate alındığında bir fikir ve sanat ürününün eser olarak nitelendirilebilmesi için iki unsuru haiz olması gerekir. Bunlardan ilki, fikir ve sanat ürününün “sahibinin hususiyetini taşıması”, ikincisi ise “kanunda sayılan eser kategorilerinden birine dahil olması”dır. Doktrinde, bu unsurlardan ilkine “sübjektif unsur” veya “esasa ilişkin şart”, ikincisine ise “objektif unsur” veya “şekle ilişkin şart” denilmektedir. Subjektif unsur gereğince, bir fikir ve sanat ürününün eser olarak kabul edilebilmesi için, bu ürünün onu meydana getiren kişinin “hususiyetini” taşıması gerekmektedir. Başka bir deyişle eser onu yaratan zihnin bireyselliğini gösteren özellikler taşımalıdır. Objektif unsur gereğince, bir fikir ve sanat ürününün hukuk alanında korunmayı hak edebilmesi için, sahibinin hususiyet arz eden fikri çabasının somut neticesi olması gerekir. Başka bir deyişle bu fikri çaba gözle görülebilir, elle tutulabilir, kulakla duyulabilir, kısaca algılanabilir olmalıdır. Fikir ve düşünceler, ancak bir şekle büründüğünde yani eser formunda açıklığında fikri hukuk kapsamına girer.
Diğer taraftan eserde algılanabilir olma dışında düşüncenin açıklanış formatı da önemlidir. Yani fikir ve sanat ürününün FSEK’te öngörülmüş olan düşünceyi ifade formatlarından birine dahil olması gerekir. FSEK’te eser formatları olarak; ilim ve edebiyat eserleri, musiki eserleri, güzel sanat eserleri, sinema eserleri ve bağlı eser olarak kabul edilen işlenme eserler gösterilmiştir. Dolayısıyla bir fikir ve sanat ürününü bu formatlardan birine sokmak mümkün değilse, onu kanuna göre eser saymak ve korumak da mümkün olmayacaktır.
Dil ve yazı ile ifade olunan eserler geniş bir fikir alanını kapsarlar. Bu eserler, hikaye, roman,, şiir, bir şarkının güftesi , skeç , tiyatro oyunlarını kapsadığı gibi, bilimsel konferansları, monografileri, siyasi nutukları, eğlendirici sohbet tarzında konuşmaları, çocuk hikayelerini ve benzerlerini kapsar. Bu tür fikir ve sanat ürünlerinin ilim ve edebiyat eseri sayılabilmesi için, onların mutlaka yazı ile tespit edilmiş olmaları gerekmez, başka bir ifade ile duygu ve düşünceleri ifade için kullanılan araç veya olanağın hiçbir önemi yoktur. Bu araç veya olanak yazı, çizgi, rakam, formül veya söz olabilir. Örneğin şifahen söylenmiş bir şiir, hikaye, masal da hususiyet taşıyorsa, kamuya sunulduğu andan itibaren eser olarak korunur. Yine dil ve yazı ile ifade olunan eserlerde konunun mutlaka bilimsel veya edebi olması da şart değildir. Siyasal, sosyal ve dinsel düşünce ve fikirler de, ilim ve edebiyat eseri sayılırlar. Yine kullanılan dilin yabancı veya ölü bir dil oluşu da önem taşımaz. Ayrıca bunların yapıldığı mekanın önemi de yoktur. Dil ve yazı ile ifade olunan eserlerin korunabilmesi için, hususiyet taşımaları gerekir.
Somut olaya dönüldüğünde raporda da tespit olunduğu üzere; dava konusu “…, …,… ve …” isimli kitapların roman tarzında belirli bir sistematik ve uslupla hazırlanmış kitaplar olduğu ve bu özellikleri sebebiyle FSEK m.2/1 anlamında “dil ve yazı ile ifade olunan ilim ve edebiyat eseri” olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Eser sahipliğinin ve hak sahipliğinin değerlendirilmesi;
Yargıtay kararlarında FSEK kapsamındaki uyuşmazlıklarda, “eser sahipliği” sıfatının da resen gözetilmesi gereğine işaret edilmektedir. Dolayısıyla huzurdaki davada da, uyuşmazlık konusu fikri ürünlere ilişkin “eser sahipliği” ve “hak sahipliği” sıfatının resen irdelenmesi gerekmektedir.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 11 ve 12 inci maddelerinde eser sahipliğine ilişkin karinelerin neler olduğu düzenlenmiştir. FSEK m.11 hükmüne göre; “Yayımlanmış eser nüshalarında veya bir güzel sanat eserinin aslında, o eserin sahibi olarak adını veya bunun yerine tanınmış müstear adını kullanan kimse, aksi sabit oluncaya kadar o eserin sahibi sayılır. Umumi yerlerde veya radyo-televizyon aracılığı ile verilen konferans ve temsillerde, mutat şekilde eser sahibi olarak tanıtılan kimse o eserin sahibi sayılır; meğer ki, birinci fıkradaki karine yoluyla diğer bir kimse eser sahibi sayılsın”. FSEK m.12 hükmüne göre ise; “Yayımlanmış olan bir eserin sahibi 11 inci maddeye göre belli olmadıkça, yayımlayan ve o da belli değilse çoğaltan, eser sahibine ait hak ve salahiyetleri kendi namına kullanabilir. Bu salahiyetler, 11 inci maddenin ikinci fıkrasındaki karine ile eser sahibi belli olmadığı hallerde konferansı verene veya temsili icra ettirene aittir. Bu maddeye göre salahiyetli kimselerle asıl hak sahipleri arasındaki münasebetlere, aksi kararlaştırılmamışsa, adi vekalet hükümleri uygulanır”.
FSEK sistematiğinde tescil ilkesinin kabul edilmemesi nedeniyle eser sahipliğinin tespitinde yukarıdaki karinelerin öngörülmesi uygulamada ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümünde yardımcı olmaktadır. Ayrıca eser sahipliği, bu karineler dışında her türlü delille de ispatlanabilir.
Dosyada mübrez dava konusu “…,…,…” iismli kitaplar üzerinde yazar olarak … belirtildiğinden FSEK 11’deki karine çerçevesinde eser sahibinin … olduğu, “…” isimli kitabın üzerinde yazar olarak … ismi yer almakla bu kitabın eser sahibinin ise FSEK 11’deki karine çerçevesinde Başak Sayan olduğu anlaşılmıştır.
İntihal yönünden değerlendirme;
Raporda da belirtildiği üzere; … asıllı bir kelime olan ve bazı lügatlerin “…” bazılarınınsa “…” kökünden getirdikleri intihal, … adıyla meşhur olan …lügate göre “dava etmek ve gayrı şairlerin şiirin kendine isnat ve intisap etmek”; ansiklopedist ve sözlükçü …’ye göre “diğerinin şiirini veya bir sözünü benimseme” Misalli Büyük Türkçe Sözlük’e göre “kaynak göstermeden, yazarın adını belirtmeden bir eserden parçalar alma, kendinin imiş gibi gösterme veya bir eserin bütününü kendine mâl etme, aşırma, …’na göre “çalma, başkasının malını “benimdir” diye iddia etme”, Türk Dil Kurumu’nun yayımlamakta olduğu Güncel Türkçe Sözlük’e göre ise “aşırma” anlamlarına gelmektedir.
FSEK’in mimarı olarak kabul edilen Türk-Alman Hukukçusu …’in tanımı da şöyledir: “Her kim bir başkasının eserini, kendi eseri olarak gösterir veyahut bir kitabın metnini veyahut bir musiki eserin bestesinin melodisini, kelimelerin ve notaların yerlerini değiştirmek suretiyle tadil eder ve bu suretle vücuda gelen bu esere kendi ismini verirse veyahut her kim, bir kitabın veyahut bir melodinin tarzı ifadesini, orijinal aşikâr surette belli olacak derecede tahrif eder ve böyle bir esere kendi ismini verirse, bu tarz hareket cezayı mucip bir intihal telakki edilir.”
Davaya konu … romanında, daha önce okurla buluşan …’ndan intihal yapılıp yapılmadığı noktasındaki rapordaki karşılaştırma ve tespitler şöyledir:
Öncelikle, …’nun …’nin neşrinden 2 yıl önce yayımlanmış olması, eserinden intihal yapıldığına dair en büyük iddia olduğu, fakat bilgisayar ve e-posta analizleri incelendiğinde davacı birleşen dosya davalısının henüz 2009’da yani …’nun yayımlanmasından iki yıl önce …’yi bir senaryo olarak tasarlarken, intihal argümanı olarak nitelenip öne sürülen kadın başkarakterini “…” olarak belirlemiş, yine erkek başkarakterinin ismini, mesleğini, kişilik özelliklerini tespit ettiğini, yani eserlerin birisinin 2011’de, diğerinin 2013’te ilk baskılarını yapmış olması, intihalin tespitinde belirleyici olamayacağı, yine bu fiktif (kurgusal) yapının, “senaryo/roman senaryo” şeklinde bir seyir izlemesi de eserin orijinalliğinin tespitinde herhangi bir delil teşkil etmeyeceği, pek çok sanat eseri, öz ve içeriğini muhafaza ederek, sanatın pek çok dalında ifade edilebildiği, öz aynı kalmış fakat form değiştiği, değerlendirmelerinde bulunulmuştur.
Karakterler yönünden inceleme: Davacı/birleşen dosya davalı taraf, … ve … arasındaki en temel benzerliği kadın başkarakterlerin meslekleri (balerinlik) ve erkek başkarakterlerin kişilik özellikleriyle kadınlar karşısındaki tutumları olarak göründüğü, iki romanın da kadın başkarakterlerinin (… ve …) balerindir ve iki erkek başkarakter de kadınlar karşısında dominant bir yapıda olduğu, fakat …’nda kadın karakter …’ın metnin anlamını yüklenecek çok kesin bir kişiliği, tavrı, duruşu, sesinin olmadığı, o, güçlü bir erkek karşısında ve yine güçlü, hırslı meslektaş rakibeleri arasında pasif bir hayat yaşadığı, romanın sonuna kadar bu böyle ilerlediği, işlenmemiş, yazarı tarafından yeteri kadar bir ilgiye, derinleştirmeye mazhar olamamış bir “nesne” hükmünde olduğu, …’nun yazarının, balerin olarak çizdiği bu karakteri anlayıp derinleştirmekten ziyade bir erkeğin bağlanma korkusunu vermek istediği, bu yüzden …, sıradan bir aşk, ilişkiler, ortamlar, kıyafetler yani özellikle Türkiye’nin sosyetik ve medyatik çevrelerinin gündelik ve harcıâlem yaşantılarını gösteren (ama irdelemeyen) bir kitap olarak kaldığı, …’nin ise, adından başlayarak bir problemin, problematiğin, “dengenin, insanın yeryüzündeki varoluş macerasının, bireyin kendisini bulma, inşa etme süreçlerinin” irdelendiği bir eser hüviyetinde olduğu, yine …’nin yazarının, karakteri …’yu balerin olarak seçmesinin çok mantıklı izahı yine eser içerisinde yer aldığı, … karakterinin, adından da anlaşılacağı gibi sade, …, … ve … bir karakter olduğunu, beyaz tütüsü içerisinde ve bale ayakkabıları üzerinde, bir psikolog olmakla birlikte çeşitli saplantılar içerisinde mustarip başkarakter …’ın karşısındaki meleksi varlık olduğunu, …’nun başkarakteri … da bilinçli olarak balerin olarak tasarlandığını fakat bale, müzik, kıyafet gibi unsurlar …’ye göre çok yüzeysel ve motif mesabesinde kaldığı, …’de, … başta olmak üzere, …’nun sevgilisi müzisyen …, …’in konservatuardaki öğrencileri … ve … gibi kişiliklerin dans, müzik, koreografi ve genel anlamdaki sahne sanatlarına dair performanslarının tasvirinde çok ciddî bir derinlik olduğunu, bunun da … yazarının, romanını ve karakterlerini kurgulamadan önce bu alanlara / sanatlara dair uzun okumalar yaptığını gösterdiğini, özellikle …’nun, romanın çeşitli yerlerinde karşımıza çıkan performanslarının okura aktarımı ciddî bir hazırlığı gerektirdiğini, erkek karakterler … ve … da güçlü, etkileyici karakterler olmak hasebiyle benzerlik taşıdığı, fakat Türk ve dünya edebiyatında naif, güzel, ince ve meleksi kadın / güçlü, karizmatik, zengin, yakışıklı erkek kalıbı onlarca kez kullanıldığı, bu yüzden meslekleri aynı kadın karakterler de, kişilik özellikleri benzer erkek karakterlerde de …’nin, …’ndan intihalle oluşturulmuş, kotarılmış bir roman olduğunu göstermediğini, bütün bunların ötesinde baş kadın karakteri “…” olan dünya edebiyatında eser sayısının az olmadığı, İntihal unsuru olduğu düşünülen karakterler iki romanda çok başka yerde olduğu, … romanının …’in zihinde oluşumunu …’nun 2011’deki yayımlanışından geriye götürdüğü, en azından okur ve araştırmacıya bu his ve izlenimi verdiği karakterlere ilişkin rapordaki diğer tespitlerdir.
Kurgu yönünden inceleme: …’nun kurgusu, edebiyat ve sinemada çokça benzerleri bulunan basit bir “beğenme / isteme / sahip olma” arzusuna dayandığı, başarılı bir reklâmcı olan, kadınlardan çabuk sıkılan, annesiyle olan ilişkisi yüzünden kadınlara antipatisi de bulunan …’in, bir vesileyle (arkadaşı … dolayısıyla) …’ı tanıması, kendisine çekmesi, maddeten ve mânen …’a sahip olması, O’ndan sıkılması… …’nin kurgusunun ise daha kompleks ve kadın-erkek ilişiklerinin ötesinde, çok cepheli bir kurgu olduğu, orada da bedeniyle değil belki ama zekâsıyla câzibeli bir erkeğin hayatına okuyucu dahil ettiği, ama bu erkeğin (…) karşısında kadınlar değil, bütün bir dünya olduğu, …’nun … ya da …’ın meşhur olmasından ziyade yazarın kurmak istediği dünya; psikoloji, teoloji, sosyoloji ve felsefenin, hatta tıbbın imkân ve verilerinden yararlanmak suretiyle anlatmak istediği bir Türkiye kurguladığı rapordaki tespit ve değerlendirmelerde yer almaktadır.
Zaman yönünden inceleme: İki eserin de sosyolojik ve kronolojik zamanı – net olarak belirtilmemekle birlikte – 21. yüzyıl Türkiye’si olduğu, fakat …’nda iç zamanlar yani kozmolojik ve psikolojik zamanlar çok somut ve yüzeysel olarak verilirken, …’de karakterlerin kendi zamanları (psikolojik zamanları) çok daha özenli işlenmiş, kişilerin idrak ettikleri zamanlar, zamanları yaşayış biçimleri, kişinin psikolojisi ve hâlleriyle örtüştürüldüğü, zamanın söz konusu ediliş ve işleniş biçiminde göze çarpacak, önceki bir eseri anımsatacak bir benzerlikliğin … de söz konusu olmadığı değerlendirilmiştir.
Mekân yönünden inceleme: Mekânlar konusunda da durum aynı olduğu, iç ve dış mekânların tasviri, karakterlerin hâl ve durumlarıyla özdeşleştirilmesi noktalarında da bir benzerlik, hele intihali çağrıştıracak bir ögenin bulunmadığı değerlendirilmiştir.
Bakış Açısı yönünden değerlendirme: Her iki roman da “Tanrısal Bakış Açısı” ile kaleme alındığı, yani okur, romandaki kişileri ve olayları romanın herhangi bir karakterinin ağzından değil, her şeyi bilen, her şeye hâkim olan, okurla arasına mesafe koya anlatıcı-yazarın kaleminden öğrendiği, fakat bu nokta, bir benzerlik unsuru olmadığı zira günümüze kadar yazılmış yüzbinlerce romanda da, büyük klâsiklerde de tercih edilen “anlatım ve aktarma tekniği ya da metnin sunuluşu” bu şekilde olduğu değerlendirilmiştir.
Trajedi değerlendirmesi: Bir romanı yapan ve doğuran, insanları birer romanesk karakter hâline getiren şey trajedi yani insan hayatının çıkmaza saplanması olduğu, her romanda, sinemada hatta sanatın diğer şubelerinde de trajedinin esas olduğu, fakat …’nun …’inin trajedisi basit bir… okumasıyla hâlledilebilecek, çözümlenebilecek bir hâl olduğu (Kötü anne tecrübesi dolayısıyla kadınlara yönelen / hissedilen antipati, …) fakat …’ın hayatla ve insanla olan münasebetlerinde kolayca izah olunamayacak temel varoluşsal problemleri olduğu, …, herkese “kendilik” dersi veren, herkesi “kendisi” olmaya, “kendisini” bulmaya davet eden ama maskeleriyle yaşayan, iki değil çok yüzlü bir psikolog, televizyon programcısı ve öğretim üyesi olduğu, .. ya da diğer kadınlarıyla olan ilişkileri onun saplantılarının, kişilik bozukluklarının sadece bir tarafı olduğu tespitlerinde bulunulmuştur.
Dil / İfade / Üslûp yönünden değerlendirme: … ile … arasındaki en temel ve intihal iddiasını geçersiz kılabilecek farkın dil/ifade/üslûpta olduğu, …’nda sadece aktarmaya dayalı, basit, kısa, okuru asla yormayacak, sıkmayacak, ortalama hatta gündelik bir dil söz konusu olduğu, “Bir şair ya da yazarın ortak dile kendi şahsî mührünü vurması, ferdî dil” denilen üslûptan mahrum bu basit dilin karşısında …’de entelektüel bir donamım gerektiren, Türkçe’nin inceliklerini ve anlatım gücünü içeren, zaman zaman giriftleşen, uzun cümlelerden örülü, bu yüzden okuru zaman zaman zorlayan ve yoran derinlikli bir dilin kullanıldığı tespitlerinde bulunulmuştur.
Yine raporda 2009 yılında davacı birleşen dosya davalı … tarafından yazılan ihtiras isimli senaryo ile yine … tarafından yazılan ve 2013 yılında yayımlanan … isimli romanın karşılaştırılması yapılmış aradaki benzerlik/aynılık gerek karakter yapısıyla gerekse olay örgüsüyle tespit edilmiştir.
İntihalin sözlük anlamı “aşırmadır”. İntihal, başkasının eserini kendisine mal etmedir. İntihal için eserin aynen alınmış olması da şart olmayıp eserde bölümlerin, namelerin figürlerin, şekillerin dizilişinde değişiklikler (takdim tehir) yapılması halinde de intihal söz konusudur. Yine bir eserden alıntı yapılıp da eser sahibin adı, iktibas yapılan eserin adı, kaçıncı bası olduğu, bası tarihi de belirtilmezse, “intihal” söz konusu olur.
İntihal, bir kişinin başkasının eserini kendi eseriymiş gibi göstermesidir.
Türk hukukunda, intihale ilişkin açık bir hüküm yoktur, buna mukabil intihalin haksız fiil olduğu kabul edilmektedir. İntihal halinde eser sahibinin manevi haklarından olan “eser sahibi olarak tanıtılma hakkı”(FSEK m.15) ihlal edilmiş olur, ancak eser sahibin mali haklarının ihlal edilip edilmediği somut olayın durumuna göre değişecektir. Örneğin başkasına ait bir eserin bir kısmının kendisine aitmiş gibi gösterilerek yayınlanması halinde eser sahibinin hak devri söz konusu ise hak sahibinin çoğaltma ve yayma hakları ihlal edilmiş olur.
Tüm dosya kapsamı sunulan rapor içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde; taraflara ait …, …, … kitapları ile … Kitapları arasında FSEK anlamında ihlale sebep olacak benzerliğin ve intihalin söz konusu olmadığı anlaşılmakla asıl davada davacının menfi tespite yönelik davasının kabulüne, yine bu tespitler doğrultusunda birleşen davanın reddine karar vermek gerekmiş, asıl davada manevi tazminat talebi yönünden davalının davacıya yönelik intihal iddialarının, (davacının haksız yere kitapları hakkında intihal içerdiği yönündeki açıklamalarının) intihalin, aşırma, fikir hırsızlığı isnadı içerdiği dikkate alındığında kişilik haklarını zedeleyen ve karşı tarafı elem ve acıya sevk eden bir eylem olduğu (bu durum izahtan vareste olmakla birlikte) kişilik haklarını zedelendiği, bu nedenlerle manevi tazminat şartlarının oluştuğu anlaşılmakla eylemin ağırlığı, tarafların sosyo ekonomik durumları, yine davacının tanınmışlığı ve eylemin davacıda yaratacağı manevi üzüntü hak ve nesafet gözetilerek 150.000 TL üzerinden talebin kısmen kabulüne karar vermek gerekmiş fazlaya ilişkin talebin reddi yönünde aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Asıl davanın KABULÜ ile, davacıya ait …, …, … isimli eserlerin davalıya ait … isimli eserden intihal içermediğinin tespitine,
2-Davacının manevi tazminat davasının KISMEN KABULÜ ile, takdiren 150.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
Asıl dava yönünden yargılama giderleri ve vekalet ücreti;
a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca peşin yatırılan 25.616,25 TL’den karar harcı olarak hesaplanan 10.246,50 TL’nin düşülmesine, kalanı 15.369,75 TL’nin karar kesinleştikten sonra talep halinde davacı-birleşen dosya davalısına iadesine,
b)1-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca kabul edilen menfi tespit talebi yönünden 5.900,00 TL vekalet ücretinin davalı-birleşen dosya davacısından alınarak kendisini vekille temsil ettiren davacı-birleşen dosya davalısına verilmesine,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca kabul edilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 18.200,00 TL vekalet ücretinin davalı-birleşen dosya davacısından alınarak kendisini vekille temsil ettiren davacı-birleşen dosya davalısına verilmesine,
c)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/2 uyarınca ret edilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 18.200,00 TL vekalet ücretinin davacı-birleşen dosya davalısından alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalı-birleşen dosya davacısına verilmesine,
d)Davacı-birleşen dosya davalısı tarafından yapılan: 3.050,00 TL bilirkişi ücreti, 267,10 TL posta gideri olmak üzere toplam 3.317,10 TL ve 10.277,90 TL harç (peşin+başvuru) olmak üzere toplam 13.595 TL yargılama giderinin (yapılan masrafların intihal iddiasına ilişkin yapılmış olduğu dikkate alınarak) davalı-birleşen dosya davacısından alınarak davacı-birleşen dosya davalısına verilmesine,
3-Birleşen dava yönünden davacının (davalı …’e ait … isimli eserin davacıya ait … isimli eserden haksız rekabet teşkil edecek şekilde intihal içerdiğine ve eser sahipliğine tecavüze dayalı) açmış olduğu davanın REDDİNE,
4-Mahkememizce davacı-birleşen dosya davalı vekilinin talebi üzerine verilen 08/12/2017 tarihli yayın yasağına ilişkin tedbirin kaldırılmasına,
Birleşen dava yönünden yargılama giderleri ve vekalet ücreti;
a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca hesap olunan 54,40 TL karar harcından peşin yatırılan 31,40 TL’nin mahsubu ile kalan 23,00 TL bakiye karar harcının davalı-birleşen dosya davacısından tahsili ile hazineye irat kaydına,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ret edilen talepler yönünden 5.900,00 TL vekalet ücretinin davalı-birleşen dosya davacısından alınarak kendisini vekille temsil ettiren davacı-birleşen dosya davalısına verilmesine,
c)Davalı-birleşen dosya davacısı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
d)Davacı-birleşen dosya davalısı tarafından yapılan yargılama giderleri asıl davaya ilişkin bölümde hesaplandığından yeniden hesaplanmasına yer olmadığına,
5-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 11/12/2020

Katip …
¸

Hakim …
¸

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır