Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2017/401 E. 2019/324 K. 19.07.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/401
KARAR NO : 2019/324

DAVA : Marka Hükümsüzlüğü, Eser Sahipliğine Dayalı Haklara Tecavüzün ve Haksız Rekabetin Tespiti, Men’i, Ref’i
DAVA TARİHİ : 28/11/2016
KARAR TARİHİ : 19/07/2019

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka Hükümsüzlüğü, Eser Sahipliğine Dayalı Haklara Tecavüzün ve Haksız Rekabetin Tespiti, Men’i, Ref’i davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkilinin 1981 yılından itibaren beste çalışmaları yapan ve o dönemden itibaren aktif bir şekilde hem beste çalışmalarına devam ettiğini, hem de sözlü icra ile gerek yurt içinde gerekse yurt dışında müzik sevenlerin karşısında olan çok değerli bir sanatçı olduğunu, albümlerindeki eserlerin büyük çoğunluğunun söz ve müziklerinin kendisini ait olduğunu, müvekkilinin bestelemiş olduğu birçok eserin dinleyici tarafından oldukça büyük beğeni ile dinlenildiğini, söz yazarı ve bestecisi olduğu “…” adlı eseri, 2008 yılında “…” albümünde yayınladığını ve o günden beri bu eserin müvekkili ile özdeşleştiğini, bu eseri 05/11/2014 tarihinde kendi adına marka olarak tescil ettirmek üzere TPMK’ya başvurduğunu, ancak davalının daha önceden aynı isim ve sınıfta haksız ve kötü niyetli olarak tescil ettirdiğini, müvekkilinin bu nedenle marka başvurusunun reddedildiğini, müvekkiline ait eserin davalı tarafından “…” markasının kötü niyetle tescil edildiğini, davalı şirketin aynı ismi 2015 yılı gösterim tarihli bir sinema filminde kullanarak haksız rekabet teşkil eden fiillerine devam ettiğini, “…” adlı eserin müvekkili tarafından meşhur ve maruf hale getirildiğini, müvekkilinin telif hakları kendisine ait olan eserin varlığını, ihtarname yoluyla davalıya bildirdiğini, ancak davalının cevabi ihtarnamesinde kullanıma devam edileceğinin bildirildiğini, davalının bu eylemlerinin haksız rekabete yol açtığını iddia ederek, fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla, davalıya ait TPMK nezdinde tescilli … tescil nolu “…” ibareli markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine, müvekkilinin telif haklarına tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine, men’ine ve ref’ine, … ve … adresli internet sitelerine erişimin engellenmesine ve hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, davacı yanın aynı konuya ilişkin … 4. FSHHM’nin… esas sayılı dosyası dava açtıklarını, dosyanın derdest olduğunu, davacının açmış olduğu bu davanın derdestlik nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, davanın süresinde açılmadığını, müvekkilinin yapımcılık sektöründe çalışmalar yürüttüğünü, yapımcılığını üstlendiği filmler ile takdir edilen başarılar elde ettiğini ve kendi sektöründe öncü ve tanınmış firmalardan olmayı başardığını, müvekkilinin “…” ibareli markasını 07/07/2014 tarihinde … numarası ile TPMK nezdinde tescil ettirdiğini, bu tarihten itibaren de markasını ticari hayatında kullandığını, “…” ayrıca başrollerini … ve …’in paylaştığı 2014 yapımı bir Türk sinema filminin de adı olduğunu, filmin … hikayesini anlattığını, müvekkili şirketin markasının eski ve yeni tarihli benzeri veya aynısının olmaması nedeniyle de TPMK nezdinde markanın tescile hak kazandığını, filmin senaristinin eserine ad koyma yetkisini müvekkiline verdiğini, davacının markasal kullanımı ile davalı müvekkilinin tescilli markasının aynı emtia ve hizmet sınıflarda olmadığını, davacının eskiye dayalı kullanım iddiasının ispatlanamadığını, “…” sözlerin ayırt edici bir yönünün olmadığını, somut olayda kullanılan kelimelerin umumi vasıfta olması nedeniyle iltibasa yol açmadığını, FSEK m.83/1’de belirtildiği üzere, “Bir eserin ad ve alametleri ile çoğaltılmış nüshaların şekilleri, iltibasa meydan verebilecek surette diğer bir eserde veya çoğaltılmış nüshalarında kullanılamaz” hükmünün dar bir yorumlandığını, müvekkilinin marka tescili olmasaydı bile müvekkilinin bunu kullanmasının önlenemeyeceğini, davacının telif ve eskiye dayalı kullanım iddialarının TPMK tarafından da haklı bulunmadığını, müvekkilinin marka tescilinde kötü niyetli olmadığını müvekkilinin davacıdan ve eserinden gönderilen ihtarname ile haberdar olduğunu, davacı şirketin yapımcılığını üstlendiği film ile söz konusu müzik eseri arasında iltibasın söz konusu olmadığını belirterek, derdesttik nedeniyle davanın reddine, üç aylık hak düşürücü süre nedeniyle davanın usulden reddine, davanın esastan da reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, KHK kapsamında marka hükümsüzlüğü, FSEK kapsamında eser sahipliğine dayalı haklara tecavüzün ve TTK kapsamında haksız rekabetin tespiti, men’i, ref’i talebine ilişkindir.
Dosyada tarafların bildirdikleri tüm deliller toplanmış, TPMK kayıtları getirtilmiş, bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınmıştır.
Mahkememizce alınan raporda bilirkişiler, “Davaya konu ‘…’ ibaresi ayırt edici bir ibare olmadığı gibi herkesin kullandığı bir ibare olduğundan bu ibare üzerinde davacının öncelikli üstün hak sahibi olduğu dolayısıyla 556 sayılı KHK 8/5 çerçevesinde hükümsüzlük gerekçesi sayılması kanaatimizce ııygun değildir. Bu nedenle davalının marka başvurusu davacıdan önce olduğundan marka hukukunda da ilk başvuranın öncelik hakkı olduğundan bu sebebe dayalı hükümsüzlük talebinin şartlarının oluşmadığı, yine kötüniyetli tescile dayalı gerekçe açısından da dava dosyasında davacı tarafça davalının kötüniyetli olduğuna ilişkin dosyaya konulmuş bir delil bulunmadığı, bu çerçevede hükümsüzlük koşullarının oluşmadığı” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
“…” adlı marka için davacı … TPMK’ya 04/11/2014 tarihinde nice 09, 38 ve 41.sınıflarda başvuru yapmış, 09 ve 41. sınıflarda tescile karar verilmiş ancak henüz tescil gerçekleşmemiştir. Davalı adına “…” markasının tescili için 07/07/2014 tarihinde tescil başvurusunda bulunulmuş, nice 09, 35, 38 ve 41. sınıflarda 19/08/2016 tarihinde tesciline karar verilmiştir.17/12/2015 tarihinde davacı … marka yayınına itirazın yeniden değerlendirilmesini talep etmişse de bu talebi kabul edilmemiştir. … bestesinin söz ve müziğinin bestecisinin … olduğu, youtube da şarkının ve filmin milyonlarca kez tıklandığı, davalının bu tescil ile haksız kazanç sağlama gayretinde olduğu, markanın aynı emtialarda tescil edilmesinin itibar kaybına neden olacağı, …’in 556 sayılı KHK’nin m.8/3 (a) gereği üstün ve gerçek hak sahibi olduğu, FSEK m.83 gereği “bir eserin adının başka eserlerde iltibasa meydan verbilecek tarzda” kullanılmasının yasaklandığı, iki işaret arasında iltibas oluşacağı, TTK 57 vd.de düzenlenen haksız rekabet de teşkil ettiği vb. beyanlarla itirazın yeniden değerlendirilmesi talep edilmiştir. … 17.Noterliği’nin … tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi ile davalı şirkete ve diğer muhataplarına ihtarname keşide edildiği, muhatapların ve davalının da ayrı ayrı cevabi ihtarnameler keşide etmiş olduğu görülmüştür.
Davacının söz ve müziği kendisine ait bestesinin “…” adı ile eser olarak 07/07/2009 tarihinde … adlı albümde yer aldığı, davalının ise 07/07/2014 tarihinde tescil başvurusunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Davalının “…” ibarelerinde bir ayırt edicilik olmadığını iddia etmesi ile marka olarak tescil başvurunda bulunması ve tescil edilmesi dikkat çekmektedir. Davacının üstün hak iddiası ile davalının markayı kötü niyetle tescil edip etmediğinin araştırılması ve değerlendirilmesi sonuca ulaşmak için önem arzetmektedir. İltibasın oluşup oluşmadığı konusunda bir karara varmak için de hem FSEK hem 556 sayılı KHK ve TTK’nın haksız rekabete ilişkin hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Davaya konu olayda davacının daha önce bestelediği müzik eserinin adı olan “…” ibaresinin daha sonra davalı tarafından marka olarak tescil edilmesi nedeniyle davacının markanın hükümsüzlüğü talebinin haklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Dava 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun yürürlüğe girdiği 11/01/2017 tarihinden önce açılmış olduğundan davaya mülga 556 sayılı KHK hükümlerinin uygulanması gerekir. Davacı taraf hükümsüzlük talebini hem üstün nitelik hak gerekçesiyle 556 sayılı KHK 8/5 hem de kötüniyetli tescile dayandırmıştır.
Eser, sahibinin özelliklerini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan fikir ve sanat ürünleri eserdir. 5846 sayılı FSEK’e göre (m.1/B-a) “Eser: sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri”ni, “Eser Sahibi: Eseri meydana getiren kişi”yi tanımlamaktadır. Koruma süresi (m.27) eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder. İlk eser sahibi tüzel kişi ise, koruma süresi aleniyet tarihinden itibaren 70 yıldır.
556 Sayılı KHK 8/5 Yönünden Hükümsüzlük Talebinin Değerlendirilmesi
556 sayılı KHK 8/5 hükmüne göre; tescil için başvurusu yapılmış markanın, başkasına ait kişi ismi, fotoğrafı, telif hakkı veya herhangi bir sınai mülkiyet hakkını kapsaması halinde, hak sahibinin itirazı üzerine tescil başvurusu reddedilir. Bu maddenin konuluş amacı başkasına ait kişi ismi ve fotoğrafın haksız olarak kullanılmasını önlemek olduğu gibi, aynı zamanda marka hukuku dışında kalan fikri emek ve yaratıcılığın korunmasıdır.
Davaya konu olayda davacının daha önce bestelediği müzik eserinin adı olan “…” ibaresi üzerinde öncelik hakkına dayanılmaktadır. Davacının dosyada mübrez bilgi ve belgelere göre 2008 yılından beri öncelik hakkına sahip olduğunu iddia ettiği “…” ibaresi davacının musiki eserinin adıdır. Eser adları FSEK 83 hükmüne göre “eser” vasfında değillerdir. Başka bir deyişle FSEK sistematiğinde bir eserin adı “eser” sayılmaz. Zira FSEK m.l/B hükmüne göre eser; onu yaratanın hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, fikir ve sanat eserleri hukukunun himaye konusu, sanat, bilim ve edebiyat alanında özellik taşıyan yaratmalardır. Başka bir söyleyişle eseri, kişinin duygu ve düşünceleri aracılığıyla yaratıcı bir faaliyet sonucu meydana getirdiği, hukuki bakımdan değer ifade eden ve toplumun kültürünü zenginleştiren ürünler olarak tanımlayabiliriz.
FSEK’in 1/B maddesinde öngörülen tanım dikkate alındığında bir fikir ve sanat ürününün eser olarak nitelendirilebilmesi için iki unsuru haiz olması gerekir. Bunlardan ilki, fikir ve sanat ürününün “sahibinin hususiyetini taşıması”, ikincisi ise “kanunda sayılan eser kategorilerinden birine dahil olması”dır. Doktrinde, bu unsurlardan ilkine “sübjektif unsur” veya “esasa ilişkin şart”, ikincisine ise “objektif unsur” veya “şekle ilişkin şart” denilmektedir.
Sübjektif unsur gereğince, bir fikir ve sanat ürününün eser olarak kabul edilebilmesi için, bu ürünün onu meydana getiren kişinin “hususiyetini” taşıması gerekmektedir. Başka bir deyişle eser onu yaratan zihnin bireyselliğini gösteren özellikler taşımalıdır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu bağlamında bir eserden bahsedebilmek için, eserin, onu yaratının fikri emeğinin ürünü olması, yaratıcı, orijinal ve üslupsal farklılıklar göstermesi gerekir.
Eser sayılabilmede ikinci şart olan objektif unsur gereğince ise, bir fikir ve sanat ürününün hukuk alanında korunmayı hak edebilmesi için, sahibinin hususiyet arz eden fikri çabasının somut neticesi olması gerekir. Başka bir deyişle bu fikri çaba gözle görülebilir, elle tutulabilir, kulakla duyulabilir, kısaca algılanabilir olmalıdır. Fikir ve düşünceler, ancak bir şekle büründüğünde yani eser formunda açıklığında fikri hukuk kapsamına girer. Yani Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku çerçevesinde korunan husus, düşünceler ve fikirler değil bunların ifade şeklidir.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinden de görüleceği üzere, fikir ve düşünceler, ancak bir şekle büründüğünde yani eser formunda açıklığında fikri hukuk kapsamına girer. Yani Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku çerçevesinde korunan husus, düşünceler ve fikirler değil bunların ifade şeklidir. Fikri çalışmanın eser olarak korunabilmesi için fikir düzeyini aşmaları gerekir. Herkes tarafından ileri sürülebilecek, yeterince detaylandırılmamış, insanlığın ortak malı niteliğinde kalmış ve özgünleşmemiş fikirler eser olarak korunmazlar.
Bu çerçevede davacının musiki eserinin adı olan “…” “eser” olarak değil “eser adı” olarak FSEK 83 çerçevesinde haksız rekabet hükümleri çerçevesinde TTK 54 anlamında “iş ürünü” çerçevesinde korunacaktır. FSEK m. 83 hükmüne göre; “Bir eserin ad ve alametleriyle çoğaltılmış nüshaların şekilleri, iltibasa meydan verecek surette diğer bir eserde veya çoğaltılmış nüshalarında kullanılamaz. 1 inci fıkra hükmü umumen kullanılan ve ayırt edici bir vasfı bulunmayan ad, alamet ve dış şekiller hakkında uygulanmaz. Bu maddenin uygulanması Kanunun birinci, ikinci ve üçüncü bölümlerindeki şartların tahakkukuna bağlı değildir. Basın kanununun 14 üncü maddesinin mevkute adları hakkındaki hükmü mahfuzdur. Tecavüz eden tacir olmasa bile, birinci fıkra hükmüne aykırı hareket edenler hakkında haksız rekabete müteallik hükümler uygulanır”.
Eserin ad ve alametinin yahut çoğaltılmış nüshalarının şekillerinin korunması haksız rekabet yasağı ilkesine dayanmakla birlikte, bunlar üzerindeki hak mali olmaktan çok eser sahibinin kişilik haklarından doğan fer’i ve manevi bir hak niteliğindedir. Esere verilen ad, eserin ticari başarısında önemli bir etkendir. Bu nedenle bu adın başka bir eserde kullanılması, alıcıyı yanıltır ve eser sahibinin ticari çıkarlarını zedeler. Bunun sonucu olarak da, ad ve alametin, çoğaltılmış nüshaların şekillerinin korunması “haksız rekabet yasağı” ilkesine dayandırılmıştır. Bu hususla ilgili olarak, tanınmış bir eserin şöhretinden istifade ederek reklam yapmak ve bu yolla kazanç elde etmek amacıyla yanıltıcı bir tekzip tarzı kullanılarak kulağı veya gözü aldatmak da mümkün olabilmektedir.
FSEK.m.83/II’ye göre; “1 inci fıkra hükmü, umumen kullanılan ve ayırt edici bir vasfı bulunmayan ad, alamet ve dış şekiller hakkında uygulanmaz”. Bu hükmün gereği olarak, esere konulan ad veya alametin veya çoğaltılmış nüshaların şekillerinin korunması, ancak o eser bakımından ayırt edici niteliği bulunan ve genel olarak herkes tarafından kullanılmayan ad ve alametler için söz konudur. Bu nedenle eserin türünü belirleyen adlarla, tarihi şahsiyetlere ait adlar korunmaz. Örneğin, “Medeni Hukuk Dersleri”, “Atatürk” adları gibi.
Yargıtay’a göre; “Her Ruh İkizini Arar” isimli kitap adı da ayırt edici vasfı olmayan herkesin kullandığı adlardan olması sebebiyle FSEK m.83 himayesinden faydalanamaz. (“…Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere ve eser adının, başlı başına eser olmamakla birlikte, ancak, eser ile bütünleşerek eseri etkili kılan bir fikri çaba olarak ortaya çıkması ve sahibinin hususiyetini taşıması halinde, FSEK’nun 1/B maddesi uyarınca eserin bir parçası olarak korunabileceğine, bunun dışındaki hallerde eser adlarının iltibasın bulunduğu durumlarda FSEK’nun 83/1 nci fıkrası uyarınca haksız rekabet hükümlerine göre himaye edilmesine, aynı yasanın 83/2 nci fıkrasında genelde kullanılan, ayırt edici vasfı bulunmayan nitelikteki eser adlarına 1. fikra hükmünün uygulanmamasına, davacıya ait edebiyat eserinde kullanılan “…” ifâdesinden oluşan eser adımn başlı başına, FSEK’nun 1/B maddesi hükümleri uyarınca eserin bir parçası olarak korunması gereken bir ifade olmadığından, davalılarca gazete ve dergi reklamlarında reklam sloganı olarak ve yine müşterilerine dağıtılmak üzere çoğaltılıp yayımlanan bir işleme eser adı olan “Her Ruh ikizini Arar” ifadesinin FSEK’de belirtilen eser sahibinin mali ve manevi haklarının ihlali olarak kabul edilemeyecek olmasına ve herkesin kullandığı, ayırt edici vasfı bulunmayan adlardan olduğunun anlaşılması nedeniyle haksız rekabete yol açmadığının saptanmasına göre…”)
Davaya konu “…” ibaresinin FSEK 83/11 çerçevesinde ayırt edici vasfının bulunup bulunmaması önem arz etmektedir. Zira ayırt edici olmayan harcıalem ve herkesin kullandığı eser adının korunması da söz konusu değildir. Davaya konu “…” ibaresi ayırt edici bir ibare olmadığı gibi herkesin kullandığı bir ibare olduğundan bu ibare üzerinde davacının öncelikli üstün hak sahibi olduğunun kabulü dolayısıyla 556 sayılı KHK 8/5 çerçevesinde hükümsüzlük gerekçesi sayılması bilirkişi heyet raporunda da tespit olunduğu üzere uygun değildir. Bu nedenle davalının marka başvurusu davacıdan önce olduğundan marka hukukunda da ilk başvuranın öncelik hakkı olduğundan bu sebebe dayalı hükümsüzlük talebinin şartlarının oluşmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kötüniyetli Tescil Yönünden Değerlendirme
Davacı taraf ikinci hükümsüzlük sebebi olarak kötüniyetli tescile dayanmıştır. Davaya konu olaya uygulanacak olan Mülga 556 sayılı KHK m.42’de hükümsüzlük halleri sınırlı sayıda sayılmakla beraber kötüniyetli tescil halinde de hükümsüzlük davasının açılabileceği gerek doktrin gerekse Yargıtay tarafından kabul edilmekte iken yürürlüğe giren SMK 7/9 bendi gereği açıkça hükümsüzlük sebebi olarak düzenlenmiştir. Yargıtaya göre “… KHK’nin 35/1. maddesi uyarınca tescil başvurusu sırasında kötü niyetin başlı başına bir itiraz sebebi olarak öne sürülebilmesi mümkün olduğu gibi, sonradan aynı nedenle hükümsüzlük davasının açılabilmesi de KHK’nin amacına uygundur. Çünkü, KHK’nin 35/1. ve 42/1- (a) maddelerindeki düzenlemeler de, esasen, MK.nun 2. maddesinin özel bir uygulamasından ibarettir. Bu bakımdan her somut olayın özellikleri gözönüne alınarak açıkça kötü niyetle gerçekleştirildiği belirlenen marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilebilmelidir. Bu husus 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmemiş olsa dahi, genel hüküm ve temel prensip niteliğindeki MK.nun 2. maddesi uyarınca kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından dolayı aynı sonuca ulaşılması KHK’nin ruhuna da uygundur…” Kötüniyetli tescile dayalı hükümsüzlük söz konusu olduğunda Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesinin 01/02/2012 tarihli T-291/09 sayılı kararında da belirtildiği ve genel olarak da kabul edildiği üzere; inceleme konusu işaretlerin aynı olması, kötüniyete ilişkin diğer faktörlerin hiçbiri mevcut değilken, tek başına kötüniyetin varlığını ortaya koymamaktadır. Dava dosyasında davacı tarafça davalının kötüniyetli olduğuna ilişkin dosyaya konulmuş bir delil bulunmamaktadır. Kaldı ki yukarıda da ifade edildiği üzere davaya konu “…” ibaresi ayırt edici bir ibare olmadığı gibi herkesin kullandığı bir ibare olduğundan bu ibare üzerinde davacının öncelikli üstün hak sahibi olduğuna delalet etmediği gibi davalı kullanımları dikkate alındığında tescilinin kötü niyetli tescil olduğu sonucunu da doğurmamaktadır.
Tüm dosya kapsamı, sunulan bilirkişi raporu mevzuat ile bir arada değerlendirildiğinde; her ne kadar davacı müvekkiline ait “…” ibaresininin kötü niyetli bir şekilde marka olarak tescil edildiği, davalı şirketin aynı ismi 2015 yılı gösterim tarihli bir sinema filminde kullanarak haksız rekabet teşkil eden fiillerine devam ettiği, “…” adlı eserin müvekkili tarafından meşhur ve maruf hale getirildiği, davalının bu eylemlerinin haksız rekabete yol açtığı iddiasıyla davalı adına tescilli … tescil nolu “…” ibareli markanın hükümsüzlüğü ve sicilden terkini, müvekkilinin telif haklarına tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, men’i ve ref’i, … adresli internet sitelerine erişimin engellenerek hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiş ise de yukarıda izahı yapılan mevzuat kapsamında talep değerlendirildiğinde, eser adının, başlı başına eser olmamakla birlikte ancak, eser ile bütünleşerek eseri etkili kılan bir fikri çaba olarak ortaya çıkması ve sahibinin hususiyetini taşıması halinde, FSEK’nun 1/B maddesi uyarınca eserin bir parçası olarak korunabileceği, bunun dışındaki hallerde eser adlarının iltibasın bulunduğu durumlarda FSEK’nun 83/1 nci fıkrası uyarınca haksız rekabet hükümlerine göre himaye edilmesi gerektiği, aynı yasanın 83/2 nci fıkrasında genelde kullanılan, ayırt edici vasfı bulunmayan nitelikteki eser adlarına 1. fikra hükmünün uygulanma alanının bulmayacağı, bu noktada harcı alem nitelikteki davacıya ait eserde isim olarak kullanılan “…” ifâdesinden oluşan eser adının başlı başına, FSEK’nun 1/B maddesi hükümleri uyarınca eserin bir parçası olarak korunması gereken bir ifade olmadığı, bu noktada harcı alem nitelikteki kullanımların marka tescili yönünden de üstün hak sahipliği tanımayacağı gibi davalı kullanımlarının FSEK’de belirtilen eser sahibinin mali ve manevi haklarının ihlali olarak kabul edilemeyeceği, yine … ifadesinin herkesin kullandığı, ayırt edici vasfı bulunmayan adlardan olduğu dikkate alındığında haksız rekabete yol açmadığının kabulünün gerektiği anlaşılmakla davacının marka hükümsüzlüğüne, haksız rekabete ve eser sahipliğine dayalı açmış olduğu davaların reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Davanın REDDİNE,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca hesap olunan 44,40 TL karar harcından peşin yatırılan 29,20 TL’nin mahsubu ile kalan 15,20 TL bakiye karar harcının davacıdan tahsiline,
3-a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddolunan eser sahipliğine tecavüz ve haksız rekabet taleplerine ilişkin 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddolunan marka hükümsüzlük ve diğer talepler yönünden 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 19/07/2019

Katip …
¸

Hakim …
¸

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır