Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2017/182 E. 2020/440 K. 04.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/182
KARAR NO : 2020/440

DAVA : Haksız Tedbir Sebebiyle Tazminat
DAVA TARİHİ : 08/07/2014
KARAR TARİHİ : 04/12/2020

Mahkememizde görülmekte bulunan Haksız Tedbir Sebebiyle Tazminat davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; davalının talebi üzerine 2012/89 E sayılı dosyasında 16.10.2012 tarihinde ihtiyati tedbir kararı verildiğini kararın … 18. İcra Müdürlüğünün … E sayılı dosyası ile infaz edildiğini, davalının kötüniyetli olarak 1989 yılında anonim hale gelmiş kontaktörlere birden fazla ve mükerrer olarak tescil olduğunu, davacının Türkiye pazarında ticari faaliyetlerde bulunmasını engellemek amacıyla haksız tedbire konu davayı açtığını hatta ihtiyati tedbir varken suç duyurularında bulunduğunu, takipsizlik kararları verildiğini, her ne kadar takipsizlik kararı verilmiş ise de davacının şüpheli sıfatıyla piyasadaki boşluğu lehine doldurmak için davacı aleyhine haksız reklam yaptığını davacının ihtiyati tedbir sebebiyle pazarını ve müşterilerini kaybettiğini, manevi kayıplara uğradığından 100.000 TL manevi tazminat talep ettiklerini, bu aşamada maddi zararın 352.625.38 TL olarak ifade ettiklerini, davanın niteliğinin belirsiz alacak davası olduğunu, tedbirin 17 ay 24 gün sürdüğünü, bu sürede cihazlar haczedilmiş olduğundan yediemin altında ömürlerini tamamladıklarını, tedbir nedeniyle haczedip değersiz duruma düşmeleri sebebiyle davacının 116.653.57 TL zararı olduğunu, davacının tedbir nedeniyle … serisi kontaktörleri satamadığından ticari defter karşılaştırması sonucu 1.464.146.54 TL ciro kaybına 235.971.81 TL net kar kaybına uğradığını, mahkemece yaptırılacak inceleme neticesinde 554 sayılı KHK m. 52/a ve 53 esas alınmasını ve tedbir olmasaydı önceki yıllara orantılı olarak ne kadar kar elde edeceklerinin hesaplanmasını takip ettiklerini, davacı şirketin 2008 yılı sonunda, davalının tescilinden yaklaşık 8 yıl sonra kurulduğundan, TPE’deki yayın süresinde itiraz etmesinin mümkün olmadığını tedbirin uygulanması ile tescillerden haberdar olduğunu, 554 sayılı KHK m. 45’e göre hakların hükümsüzlük ile geçmişe etkili olup 554 KHK’ye göre sağlanan korumanın hükümsüzlük kapsamında doğmamış sayılacağını YHGK’nin 2013/11-209E, 27.03.2013 tarih 2013/399 sayılı kararında da bu yönde olduğunu haksız ihtiyati tedbir nedeniyle davalıya tazminat talep etmesine ilişkin Avrupa Birliği’nin 2004/38 sayılı uygulama Direktifinin 9 (7) maddesi de olduğunu belirterek haksız ihtiyati tedbirden dolayı 100.000 TL manevi, şimdilik 352.625,38 TL maddi tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı … A.Ş. vekili cevap dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; davacının merkezi Çin’de bulunan diğer davalının Türkiye’deki temsilcisi olduğunu, davalıların tasarımlarının kendilerine ait olduğu ve buna saygılı olacaklarına ilişkin 16.07.2000 tarihli sözleşmeyi imzaladığını sözleşme m. 6’da ürün üzerindeki hakların müvekkile ait olduğu, çizimlerin gizli ya da açık olarak başkasına aktarılmasının kesin olarak yasak olduğu, bu ürünün Çin’de herhangi bir firma tarafından patent başvurusunun yapılmasından üreticinin sorumlu olduğu taahhüdünü davalıların verdiği, ayrıca 14.03.2003 tarihli beyan mektubunda tasarımlı kontaktörlerin her türlü tasarım ve patent haklarının …’e ait olduğunu beyan ettiklerini, …’in kendi adına veya tarafların herhangi birinin ismiyle bu kontaktörlerin üretimini yapmayacağını, ihlali halinde, …’e 500.000 USD tazminat ödeyeceği taahhüdünde bulunulduğunu, Mahkemece verilen tedbir kararının yersiz ve asılsız olmadığının davanın safahatından kolayca görülebileceğini, davalılara verdikleri tasarımlı kalıpları ile sadece müvekkili … adına üretimi taahhüt ettikleri halde anlaşmayı ihlal ederek tasarımlı kalıplarına kendi markalarını, basarak üretim yaparak, … ve onun … A.Ş.’nin müvekkilinin tasarımlı kalıplarıyla üretim yapmakta olduklarını, davalıların bir sözleşme ile kendilerine verdikleri tasarımlı kalıpları gasp ederek müvekkili … adına yapılması gereken üretimi kendi adlarına korsan bir şekilde kendi markalarıyla üreterek tasarım tecavüzünde bulunduklarını, Genel Kurul kararında tasarımların harcı alem alınmasının büyük bir böhtan alacağını belirterek davalı karşı davacı tarafından açılan toplam 452.625.38 TL maddi ve manevi tazminat talepleri ve tazminat dava talep hakları saklı kalarak reddini, tedbirin kaldırılmasına ilişkin kararın geri alınarak tedbirin devamına karar verilmesini diğer talepleri ile birlikte istemiştir.
… 4. FSHHM’nin … esas sayılı dosyası üzerinden 08/07/2014 tarihli 5 nolu ara kararı ile davacı vekilince harçlandırılarak sunulan tazminat talebinin tefrikine karar verildiği, tefrik sonrası davanın aynı mahkemenin 2014/153 sırasına kaydolunduğu ve yargılamaya bu esas üzerinden devam olunduğu anlaşılmıştır.
Davacı … vekili ıslah dilekçesinde, alınan rapor ile talepleri ile rapor arasında 28.822,57 TL maddi tazminat farkı bulunduğunu, maddi tazminat taleplerini 28.822,57 TL ıslah ederek 381.447,95 TL maddi tazminat ile 100.000 TL manevi tazminatın ıslah ile haksız tedbirin uygulanma tarihi olan 05/11/2012 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
BİRLEŞEN DAVA:
Davacı … vekili dava dilekçesi ve aşamalardaki beyanlarında özetle; davalı … Şirketi’nin talebi üzerine … 4 FSHHM tarafından … Esas sayılı dosyada ihtiyati tedbir kararı verildiğini, bu karardan dolayı müvekkilinin zarar gördüğünü, iddia ile öncelikle davalının taşınır ve taşınmaz mallarına, banka hesaplarına, 3.kişiler nezdindeki alacaklarına ihtiyati haciz konulmasını, belirsiz alacak davası olarak şimdilik 170.299,70 Euro maddi tazminatın, ihtiyati tedbirin kalktığı, 29/04/2014 tarihinden itibaren özel banka Euro mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, dosyalar arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu, biri hakkında verilecek kararın diğerini etkileyeceği anlaşılmakla birleştirilmelerine karar verildiği anlaşılmıştır.
Dava konusu ihtiyati tedbirin … 4.Fikri Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin … esas sayılı dosyasında, dava açılışta davacı vekilinin tedbir talebinde bulunduğu, mahkemece düzenlenen 02/07/2012 tarihli tensip tutanağı ile ürün numuneleri sunulduktan sonra tedbirin değerlendirilmesine karar verildiği, 25/09/2012 tarihli ara karar ile tedbirin mürafaalı olarak değerlendirilmesine ve mürafaa gününün 16/10/2012 tarihine bırakıldığı ve duruşmada 50.000 TL teminat karşılığında “davalılarca üretilen ya da satılan ya da ithal olunan veya Türkiye’de satışı yapılan …, …, …, …, …, … kod numaralı ve … markalı kontaktörlerin ticari amaçla bulundukları yerlerden toplatılmasına ve dava sonuna kadar bir adli yediemine teslimine, İhtiyati tedbir kararının … İcra Dairesi aracılığı ile infazına,” şeklinde tedbir kararı verildiği ve kararın … 18. İcra Müdürlüğünün …. esas sayılı dosyası ile uygulandığı, aynı tarihte tedbire ilişkin ara kararın düzenlendiği, 19/11/2012 tarihinde davalı … vekilince tedbire itiraz edildiği ve teminat karşılığında infazının ertelenmesine karar verilmesini talep ettiği, buna ilişkin düzenlenen 20/11/2012 tarihli ara karar ile tedbire itirazın ve teminat karşılığında kaldırılması taleplerinin reddine karar verildiği, 28/11/2012 tarihli davalı … vekilinin dilekçesi doğrultusunda dosyanın ele alındığı, tedbir talebinde bulunarak, verilen ihtiyati tedbirin de kaldırılmasını talep ettiği, 29/11/2012 tarihinde düzenlenen ara karar ile bu taleplerin reddine karar verildiği ve 16/10/2012 tarihinde verilen tedbir için öngörülen teminatın yetersiz kalabileceği gözetilerek teminatın 100.000,00 TL’ye çıkartılmasına ve 50.000,00 TL ek teminata hükmedildiği, 09/12/2012 tarihli dilekçe ile davalı … vekilinin verilen tedbir kararına, tedbire itirazın reddine ilişkin kararlara karşı temyiz kanun başvurduğu, Yargıtay 11. HD’nin 13/03/2013 tarihli 2013/444 esas ve 2013/4848 karar sayılı ilamıyla “1-…01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 394/4. maddesinde, ihtiyati tedbir kararına itiraz edilmesi halinde mahkemenin ilgilileri dinlemek üzere davet edeceği, söz konusu kişilerin gelmemeleri halinde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını vereceği düzenlenmiştir. Bu durumda, mahkemece yasanın açıklanan emredici hükmüne rağmen duruşma açılmaksızın evrak üzerinden ihtiyati tedbir kararına itiraz edenin itirazının değerlendirilmiş olması doğru olmamış, 20.11.2012 tarihli kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. 2-…Hukuk Muhakemeleri Kanununun 396. maddesinde durum ve koşulların değişmesi sebebiyle ihtiyati tedbirin değiştirilmesi veya kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararın temyiz edilemeyeceği…” gerekçesiyle tedbire itiraz eden vekilinin temyiz talebinin kabulü ile 20/11/2012 tarihli kararın bozulmasına, 29/11/2012 tarihli karara yönelik olarak da tedbire itiraz eden vekilinin temyiz talebinin reddine karar verildiği, 16/01/2013 ve 20/03/2013 tarihli kararlar ile tedbirin kaldırılması talebinde bulunan davalı … vekilinin taleplerinin dosyanın Yargıtay incelemesinde olması nedeniyle reddine karar verildiği, 26/03/2013 tarihli dilekçe ile verilen kararlara ilişkin davalı … vekilinin temyiz kanun yoluna başvurduğu, Yargıtay 11. HD’nin 04/06/2013 tarihli, 2013/8345 esas, 2013/11632 karar sayılı ilamıyla “…İhtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin verilen kararlar ile yokluğunda ihtiyati tedbir kararı verilen kişinin itirazı üzerine verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilecektir. Gerek Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda gerekse Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ara kararlarına karşı kanun yoluna başvuru kabul edilmemiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere, ihtiyati tedbir hakkında verilen kararlara karşı ancak belli durumlarda temyiz yoluna başvurulabilecektir. Nitekim, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 396. maddesinde durum ve koşulların değişmesi sebebiyle ihtiyati tedbirin değiştirilmesi veya kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararın temyiz edilemeyeceği aslında kanun koyucunun da açık ve bilinçli bir tercihidir… Sonuç olarak, 6100 sayılı HMK’nın 396. maddesinin ikinci fıkrasında, 394. maddenin beşinci fıkrasına atıf yapılmadığından durum ve koşulların değişmesi sebebiyle ihtiyati tedbir kararına yapılan itiraz hakkında verilen karar temyiz edilemez…” gerekçesiyle 20/03/2013 tarihli karara yönelik tedbire itiraz eden vekilinin temyiz isteminin reddine karar verildiği, 17/06/2013 tarihli ara karar ile Yargıtay ilamı doğrultusunda tedbire itirazın mürafaalı olarak değerlendirilmesine, bu nedenle mürafaanın 03/07/2013 gününe verildiği, yapılan mürafaa duruşmasında 16/10/2012 tarihli ihtiyati tedbire itirazın yerinde görülmemesi nedeniyle reddine karar verildiği, buna ilişkin kararın 03/07/2013 tarihinde yazıldığı, 10/07/2013 tarihli dilekçe ile davalı … ve … vekilince verilen karara ilişkin temyiz kanun yoluna başvurulduğu, Yargıtay 11. HD’nin 10/10/2013 tarihli 2013/13231 esas, 2013/18045 karar sayılı ilamıyla “Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı … ve davalı … vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir.” gerekçesiyle davalılar vekillerinin temyiz taleplerinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Mahkemece yapılan 29/04/2014 tarihli oturum 1 nolu ara karar uyarınca “Tüm dosya kapsamına göre 16/10/2012 tarihli ihtiyati tedbirin HMK 396 maddesi gereğince kaldırılmasına” şeklinde karar verildiği anlaşılmıştır.
İstanbul Kapatılan 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2012/89 esas sayılı dosyasında davalının davacının tescilli tasarımlarının taklitlerini ürettiği ve haksız kazanç elde ettiği iddiasıyla tasarım hakkına tecavüzün tespiti, men’i ve tazminat talebinde bulunulduğunu, davalının ise verilen tedbir kararının haksız ve hukuka aykırı olduğunu, davacının tasarımlarının yeni ve ayırt edici olmadığı iddiasıyla hükümsüzlük talepli karşı dava açtığını, mahkemece yapılan yargılamada asıl davanın reddine karşı davanın kabulü ile davacı-karşı davalı adına tescilli … nolu tasarım tescil belgesindeki 1 sıra numaralı tasarımın, 2001/01819 nolu çoklu tasarım tescil belgesindeki 8 ve 10 sıra sayılı tasarımların, 6094 sayılı çoklu tasarım tescil belgesindeki 1 sıra sayılı tasarım ile 5694 sıra nolu tasarımların hükümsüzlüğüne karar verildiği, hükmün davacı vekilince temyiz edildiği, Yargıtay 11. HD’nin 13/06/2016 tarihli, 2015/11096 esas, 2016/6504 karar sayılı ilamıyla onanarak, karar düzeltme talebinde bulunulmaksızın 09/09/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
Davalar; davacı lehine kesinleşen İstanbul Kapatılarak Mahkememize devredilen 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin … esas sayılı dosyasındaki haksız tedbir nedeniyle uğranılan maddi manevi zararın tazminine ilişkindir.
Dosyada taraflarca bildirilen tüm deliller toplanmış, bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınmıştır.
Dava dosyasının ve içinde mevcut belgelerin incelenmesinden … 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin … esas sayılı dosyası üzerinden 16/10/2012 tarihinde verilen ve “davalılarca üretilen ya da satılan ya da ithal olunan veya Türkiye de satışı yapılan …, …, …, …, …, … kod numaralı ve … markalı kontaktörlerin ticari amaçla bulundukları yerlerden toplatılmasına ve dava sonuna kadar bir adli yediemine teslimine” dair verilen ihtiyati tedbir kararının … 18. İcra Müdürlüğünün…esas sayılı dosyası üzerinden infaz edildikten sonra; 29/04/2014 tarihli duruşmada … 4. Fikri Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından “tüm dosya kapsamına göre 16/10/2012 tarihli ihtiyati tedbirin HMK 396 maddesi gereğince kaldırması” yönünde ara karar oluşturulduğu anlaşılmıştır
18. İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyasındaki, … 1. İcra Müdürlüğü …Talimatı ile, 05/11/2012 tarihinde haczedilen mallara ilişkin tedbirin uygulandığı 3.719 adet ürünün dökümü, 376 Adet …. Marka Kondüktör, 256 Adet … Marka Kondaktör, 303 Adet … Marka Kondaktör, 610 Adet … Marka Kondaktör, 553 Adet … Marka Kondaktör, 1621 Adet … Marka Kondaktör, şeklinde olduğu 05/11/2012-29/04/2014 tarihleri arasında ihtiyati tedbir kararının uygulandığı, tedbir uygulanan dönem süresinin 540 gün olduğu anlaşılmıştır.
Yine davacı … Ltd şirketi ile davacı … AŞ’nin Distribütörlük Sözleşmesi ile kurulan bağdan dolayı, 05/11/2012- 29/04/2014 tarihleri arasında uygulanan ihtiyati tedbir kararının, yurtdışındaki ana firmanın ticari işlerini ve gelecek dönemdeki satışlarını etkilediği açıktır.
Mahkememizce alınan 07/07/2017 Uyap kayıt tarihli raporda bilirkişilerin, davacılar … ve …’nin haksız ihtiyati tedbir nedeni ile davalı … Tic. A.Ş’den maddi ve manevi tazminat talep edebilecekleri tarafların ticari defter ve belgeleri dosyaya sunulmadığından maddi tazminat tutarının belirlenemediği, manevi tazminat talebinin Mahkemenin takdirinde bulunduğu, hususlarında görüş ve tespitlerini bildirdikleri anlaşılmıştır.
Davacı vekilince muhasip bilirkişi tarafından defterlerin yerinde incelenmesine ilişkin talepte bulunulduğu, mahkememizce düzenlenen 26/07/2017 tarihli ara karar ile davacı vekilinin talebinin kabulüne, mali müşavir bilirkişiye yerinde inceleme yetkisi verilerek davacı defterlerini yerinde inceleyerek maddi tazminata ilişkin ve ayrıca davalı tarafın rapora karşı beyanlarını da incelemek suretiyle ek rapor alınmasına karar verildiği, dosyanın tevdi edildiği ve raporun sunulduğu anlaşılmıştır.
Mahkememizce alınan 13/10/2017 Uyap kayıt tarihli ek raporda bilirkişilerin, mahkemece tazminata hükmedilmesi halinde, … AŞ için tedbir döneminde meydana gelen net zarar tutarının 123.024,52 TL, tedbir döneminde mahrum kalınan kar tutarı ise 258.423,43 TL ve toplamda 381.447,95 TL tutarında tazminatın hesaplandığı, davacı … Ltd için mahrum kalınan karı ihtiva eden tazminat tutarı toplamının ise 224.504,19 TL olarak tespit edildiği, hususlarının bildirildiği anlaşılmıştır.
Taraflarca rapora karşı beyanların sunulduğu, mahkememizce düzenlenen 22/01/2018 tarihli ara karar ile, 30/11/2017 tarihli oturum 1 nolu ara karar uyarınca birleşen dosya davacı vekilinin itirazlarının celse arasında değerlendirilmesine karar verildiği ve “dosyada alınan son bilirkişi raporundaki muhasip bilirkişi …’un yapmış olduğu hesaplamalar ile dosyaya sunulan uzman görüşündeki muhasip ..l.’nın yapmış olduğu hesaplama arasındaki farkın neden kaynaklandığı hususunda değerlendirme yapmak ve davacı …’un tazminat talebinin Euro cinsinden olması nedeniyle döviz bazında tazminat miktarının belirlenmesi için dosyanın muhasip bilirkişi …’a yeniden tevdine,” şeklinde ek rapor alınmasına ilişkin ara karar düzenlendiği ve ikinci ek raporun da dosyaya sunulduğu anlaşılmıştır.
Mahkememizce alınan 30/03/2018 Uyap havale tarihli raporda bilirkişinin, “davacı … için hesaplanan toplam tazminat tutarı uzman görüşüne göre ve hesaplama yöntemi farklılıkları nedeni ile 28.822,57 TL farkla 381.447,95 TL olarak hesap edilmiştir. Bu yöntem kök raporumuzda da izah edildiği gibi ek raporumuzda da açıklanmış olup, görüşümüz değişmemiştir. Davacı … şirketi yabancı menşeli olduğundan defterleri incelemek olanaksızdır. Öte yandan yalnızca yabancı ülkede hazırlanmış bir Bağımsız Denetim Firmasının tümü ile görüşünü baz alarak raporumuzu hazırlamamız olanaklı değildir. Bu nedenle Türkiye’de ki firmanın alış ve satış miktarları ve tutarları baz alınarak Çin’deki şirketin alış ve satış hacmi ölçülmeye çalışılmıştır. Bunun dışında karlılık oranları Türkiye ile eşit olamayacağından bu noktada yurtdışındaki denetim şirketin hazırlamış olduğu rapordan o ülkedeki karlılık oranları baz alınarak hesaplama yapılmıştır. 45.000,00 EUR tutarındaki dekont daha önce dava dosyasında bulunamamıştır. Öyle ki dava arkadaşı davacı … şirketi vekilinin de Mahkemenizin 30/11/2017 tarihindeki ara kararında “….bu saatten sonra yeni bir delil sunma imkanı yoktur.” şeklinde beyanı mevcuttur. Mahkemenizce 45.000,00 EUR tutarındaki malın iadesi nedeniyle ödenen gümrük bedelinin ödenmesine karar verilecekse, böyle bir dekont son duruşmadaki beyanlardan sonraki delil ekinde görülmüştür. Davacı … için hesaplanan 224.504,19 TL’nin 16/10/2012 tarihindeki değeri 95.574,36 EURO olacaktır.” şeklinde görüş ve tespitlerini sunduğu anlaşılmıştır.
Taraf vekillerinin rapora karşı beyanlarını sundukları, mahkememizce yapılan 07/03/2019 tarihli oturumda, birleşen davacı … vekilinin nakliye bedelinden kaynaklı zararları ile 13.000 adet ürüne ilişkin hesaplama yapılmadığını, bu ürünler yönünden hesaplama yapılarak zararlarının tespitini talep ettikleri, davalı vekilinin sunulan raporları kabul etmediklerini belirttiği, mahkememizce yapılan incelemede “davanın haksız tedbir kararından kaynaklı tazminat davasına ilişkin olduğu dosya içerisine davacı tarafça mali müşavir tarafından yapılan hesaplamanın sunulan bilirkişi raporlarında davacı tarafça sunulan bilirkişi incelemesine yönelik raporda belirtilmeyen hususlar üzerinden de değerlendirme yapıldığı özellikle tedbire konu olmayan ürünler yönünden de zarar hesaplamasının yapıldığı bu ürünlerin ne olduğu tedbire konu ürünlerin ne olduğu hususunda denetime elverişli sektör bilirkişisince yapılmış değerlendirme bulunmadığı”nın tespit edildiği ve bilirkişi raporlarının denetime elverişli olmamaları nedeniyle yeni bir heyet oluşturulmasına karar verildiği ve dosyanın tevdi edilerek raporun sunulduğu anlaşılmıştır.
Mahkememizce alınan 02/12/2019 tarihli raporda bilirkişilerin, davacı …Tic.A.S’nin mahrum kalınan net karının 258.423,43 TL olarak hesaplandığı, tedbir döneminde İcra Müdürlüğü tarafından infaz edilen tedbir kararı nedeni ile uğradığı zararın 123.024,52 TL olduğu bu durumda toplam tazminat tutarının 381.447,95 TL olduğu, davacı … Ltd./nin mahrum kaldığı karının 224.504,19 TL olduğu ve söz konusu bedelin 16/10/2012 tarihindeki T.C.M bankası döviz efektif satış kuru baz alınarak hesaplanması sonucu, 95.574,36 EURO olduğu, davacıların haksız ihtiyati tedbir nedeni ile maddi ve manevi tazminat talep etmeye hakları olduğu ancak 16/07/2000 tarihli sözleşme gerekse 14/03/2003 tarihli beyan yazısında mevcut beyan ve taahhütlerin mahkeme tarafından davacıların kötüniyetli hareket ettikleri şeklinde yorumlanıp yorumlanmayacağının takdirinin mahkemeye ait olduğu, hususlarında görüş ve tespitlerini bildirdikleri anlaşılmıştır.
Haksız ihtiyati tedbir kararı nedeniyle zarara uğrayan tarafın açabileceği tazminat davası 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiştir. Ancak 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 399. maddesi hangi hallerde tazminat yükümlülüğünün doğacağını açıkça hükme bağlanmıştır.
6100 sayılı HMK’nın “TAZMİNAT” başlıklı Madde 399 “(1)Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür. (2)Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır. (3)Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” hükümlerine amirdir.
Maddenin birinci fıkrasında sözü edilen haksız ihtiyati tedbir kararı aldırmış bulunan tarafın sorumluluğu TBK m. 49 ve devamında düzenlenmiş bulunan haksız fiil sorumluluğuna benzetilmekte ve haksız ihtiyati tedbir nedeniyle açılan dava öğretide “haksız fiil davasına benzeyen bir dava” olarak nitelendirilmektedir.
Haksız ihtiyati tedbir davasının şartları;
Haksız ihtiyatı tedbir nedeniyle açılacak tazminat davasının genel olarak iki şartı vardır: Birincisi haksız ihtiyati tedbir kararının verilmiş olması, ikincisi ise bu karar nedeniyle bir zararın ortaya çıkmasıdır. Eski Kanun (1086 sayılı HUMK) döneminde öğretide, ihtiyati tedbir kararının verilmiş olmasının kendiliğinden zararın doğumuna yol açmayacağı, zararın ancak mahkeme tarafından verilmiş bulunan ihtiyati tedbir kararının yerine getirilmesiyle (uygulanmasıyla) başlayacağı, bununla birlikte henüz dava hakkının doğmamış olduğu, zira henüz bu aşamada ihtiyati tedbirin haksız olup olmadığının belli olmadığı dile getirilmekteydi. Buna bağlı olarak haksız ihtiyati tedbirden dolayı tazminat davası açılabilmesi için, ihtiyati tedbir kararının icra edilmiş olmasının gerektiği de ileri sürülen görüşler arasında olmakla birlikte HMK m. 399/1 hükmü artık bu tartışmayı geride bırakmıştır ve tedbir kararının kalkmış/kaldırılmış olması halinde bu karara dayalı zarar nedeniyle tazminat davası açılabileceği belirgin hale gelmiştir. Esasen anılan fıkraya göre tedbir uygulanmamış olsa dahi, tedbirin uygulanmaması yahut uygulanmış bulunan tedbirin kaldırılması için teminat gösterilmiş ve zarar doğmuş ise tazminat talep edilebileceği hatta örneğin, salt tedbir kararının alındığının duyulması nedeniyle aleyhine tedbir kararı verilen taraf zarara uğramışsa tazminat talep edilebileceği artık öğretide kabul görmektedir.
İhtiyati tedbirin haksız olması;
İhtiyatı tedbir talebinde bulunanın sonradan tazminatla sorumlu tutulabilmesi için ihtiyati tedbir kararı aldırmak hususunda haksız olması gerekir. İhtiyati tedbir talebinde bulunanın talepte bulunduğu sırada haksız olduğunun belirlenmesi gerekli ve yeterlidir. Başka bir anlatımla ihtiyati tedbir kararını gerektirecek şartların oluşmamış olmasına rağmen oluşmuş gibi mahkemeyi ikna etmesi haksız sayılmak için yeterlidir. Bu ikna çabasında kasıtlı/kötü niyetli olması gerekmez. İlgili ihtiyati tedbir kararının haksız olup olmadığı kural olarak esas hakkında verilen hükme göre belirlenecektir. Şayet ihtiyati tedbir kararı aldıran taraf esas hakkındaki davayı kaybetmişse, ihtiyati tedbir haksız demektir. Bu bakımdan davacının açmış olduğu esas hakkındaki dava sonuçlanmadan ve bu davada verilen hüküm kesinleşmeden, ihtiyati tedbirin haksız olup olmadığı kesin olarak anlaşılamayabilir. Diğer bir deyişle, esas hakkındaki davanın neticesinde açılmış bulunan davaya konu kılınan talep hakkının mevcut olmadığı kesin olarak anlaşılırsa, önceden alınan ihtiyati tedbirin haksız olduğu ve tedbir almış olan kimsenin bu geçici himayeye layık olmadığı ortaya çıkmış olur. İhtiyati tedbir kararının haksız olduğunun kabul edilmesi için davanın esası yönünden hüküm verilmesi zorunlu değildir. Davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi dahi ihtiyati tedbirin haksız sayılması için yeterlidir.
Zarar;
Haksız ihtiyati tedbir nedeniyle açılacak tazminat davasının şartlarından ikincisi zarardır. Zarar gören, karşı taraf olabileceği gibi bir üçüncü kişi de olabilir. Haksız ihtiyati tedbir nedeniyle açılan tazminat davasında, davacının zararını ispat etmesi şarttır. Davacı zararını ispat edemezse tazminat davası reddedilecektir. Zarar ihtiyati tedbir kararının alınmasıyla, ihtiyati tedbir kararının uygulanmasıyla yahut uygulanmamış bile olsa tedbirin uygulanmaması ya da kaldırılması için teminat gösterilmesiyle veya ihtiyati tedbir kararının başkaları tarafından duyulması ile doğabilir.
Zarar bir kimsenin malvarlığında rızası dışında meydana gelen eksilmedir. Diğer bir deyişle, zarar, malvarlığının zarara yol açan fiil olmasa idi bulunacağı durum ile fiil sonucu aldığı durum arasındaki farktır. Zarar, malvarlığının azalmasından ileri gelebileceği gibi mahrum kalınan kârdan (kazançtan) ya da pasifin artmasından da ileri gelebilir. Zararı belirlerken, davacının ihtiyati tedbir kararının verilmesinden sonraki malvarlığı ile ihtiyati tedbir kararının verilmemiş olması halinde malvarlığının durumu karşılaştırılacaktır. Uygulanmış bulunan ihtiyati tedbir bakımından ödenmesi gereken zararın, ihtiyati tedbir kararının yerine getirildiği tarih ile ihtiyati tedbir kararının kalktığı tarih arasındaki dönemde meydana gelen zarar olduğu söylenebilir. Bu halde tedbirin kalktığı tarihten sonra meydana gelen zararlardan dolayı tedbir koyduranın sorumluluğu söz konusu olamaz.
Haksız ihtiyati tedbir kararı aldırılması (icra-teminat-duyulma v.s. aşamalarından hangisi gerçekleşmiş olursa olsun) eylemi haksız fiile benzer bir durum yarattığından zarar konusu bu kapsamda değerlendirilmelidir. Müspet zarar-menfi zarar ayırımı haksız fiillerden doğan zararlarda değil, sözleşmeden kaynaklanan zararlar bakımından yapılan bir ayırımdır. O nedenle haksız ihtiyati tedbir nedeniyle açılan tazminat davası bakımından fiili zarar ve kâr mahrumiyetinden söz etmek yerinde olacaktır. Haksız ihtiyati tedbir uygulaması kural olarak ve genellikle fiili zarara yanı mevcut malvarlığında eksilmeye neden olmaz. Ancak somut olayda olduğu gibi malvarlığında meydana gelecek kesin/muhtemel artışın önlenmesi kârdan mahrumiyet olarak adlandırılır ve tazmini gerekir. Ancak herhangi bir somut uyuşmazlıkta iddia sahibi kârdan mahrumiyetin yanı sıra fiilî zararının varlığını da kanıtladığı takdirde tazminat miktarına hükmedilirken bu fiili zarar da dikkate alınabilir.
Başka bir anlatım şekliyle bazı zararlar malvarlığının net (safi) miktarını azaltır, bazıları da bu varlığın artmasına engel olurlar. Bunlardan birinci tür zarara fiilî zarar, ikincisine yoksun kalınan kar (Lucrum Cessans) adı verilir. Kar yoksunluğu zararlarında, malvarlığının zarar verici olaydan önceki durumu ile sonraki durumu arasında bir değişiklik yoktur. Ancak zarar verici olay meydana gelmeseydi genelde malvarlığında bir çoğalma oluşacağı da kuşkusuzdur. Bu nedenle belirtmek gerekir ki kar yoksunluğu varsayımsal (farazi) bir hesaba dayanmaktadır. Burada zarar, malvarlığının olaydan sonraki durumu ile çoğalma ihtimali gerçekleşseydi arzedeceğî durum arasındaki farkı teşkil eder.
Haksız ihtiyati tedbir nedeniyle maddi zararın yanı sıra manevi zararın da istenebileceği kabul edilmektedir. Ancak manevi zararın istenebilmesi için TBK m. 58’deki şartların gerçekleşmesi gerekir. Bu bakımdan hem ihtiyati tedbirin objektif haksızlığının hem de tedbir koyduran tarafın kusurunun ispat edilmesi gerekir. Zira haksız ihtiyati tedbirden doğan kusursuz sorumluluk varsayımı sadece maddi zararlar için geçerlidir. Buna ilişkin Yargıtay kararında kısaca: “Dava, haksız ihtiyati tedbire dayalı maddi ve manevi tazminatın tahsiline dair olup, davalı tarafça ihtiyati tedbir kararı tesis edilen ve … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin … esas, … karar sayılı dava dosyası üzerinden açılan davanın reddedilerek kesinleştiği dosya içeriğiyle sabittir. İlk davada tedbir kararı alındığı ve bu dava da reddedilerek kesinleştiğine göre; mahkemece varsa davacının maddi tazminat talebinin kusursuz sorumluluk ilkesine göre, manevi zararın ise davalının kusurla olduğunu kanıtlamak suretiyle isteyebileceği…” şeklinde ifade edilerek manevi tazminat için kusurun kanıtlanması koşuluna vurgu yapılmıştır.
Uygun illiyet bağı;
Haksız ihtiyati tedbir nedeniyle tazminat davası açan davacının ödenmesini istediği zarar ile haksız ihtiyati tedbir arasında uygun illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, mahkemenin verdiği ihtiyati tedbir kararı, genel hayat tecrübelerine ve olayların doğal akışına göre, varlığı iddia edilen zarara yol açabilecek nitelikte olmalıdır. Nitekim Yargıtay da vermiş olduğu bazı kararlarda bu duruma işaret etmiştir. Örneğin: “…Dava haksız ihtiyati tedbir kararı alınıp infaz edilmiş olmasından doğma tazminat isteğine ilişkindir… Bu davada ihtiyati tedbir kararının kendiliğinden mürtefi bulunduğu dönemden sonrasına ait zararın da istek doğrultusunda hüküm altına alındığı görülmektedir. Oysa zararın bu bölümü ile davalının ihtiyati tedbir kararı almış alması arasında uygun illiyet bağı yoktur. Çünkü varsa sözü edilen zarar ihtiyati tedbir kalktıktan sonra gerçekleşmiştir. O halde bu bölüm isteğin illiyet bağının olmaması nedeniyle reddine karar verilmek gerekirken…” şeklindeki kararıyla ihtiyati tedbir kararı ile iddia edilen zarar arasındaki illiyet bağını gözetmiştir.
Somut olaya dönüldüğünde; davacının merkezi Çin’de bulunan diğer davacının Türkiye’deki temsilcisi olduğu noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı … 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin … esas sayılı dosyasında verilen haksız tedbire dayalı olarak maddi manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, birleşen dosya davacısı da bahse konu tedbir kararı sebebiyle zarara uğrayan 3. Kişi olarak tazminat taleplerini birleşen dosyada ileri sürmüştür.
Davalı ise tarafların …4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin … esas sayılı dosyasındaki yargılama öncesi ticari ilişki içerisinde bulunduklarını, sunmuş olduğu cevap dilekçesinde söz konusu tasarımların 1998 yılından beri davalı firma tarafından Türkiye’de kullanılmakta olduğunu iddia etmiş, yargılamaya konu ürünlere ilişkin olarak dosya tarafları arasında düzenlenmiş olan teknik özelliklere ilişkin 01/07/2000 tarihli belgeyi, 17/07/2000 tarihli anlaşma başlıklı belge ile birleşen dosya davacısı ile 07/04/2003 tarihli tedbire konu kondaktörlere ilişkin beyan mektubunu sunduğu bu beyan mektubunda kondaktörlerle ilgili her türlü tasarım ve patent hakkının davalı …’e ait olduğunu kabul ettiği, asla başka bir taraf ya da kendisi adına üretmeyeceği taahhüdünde bulunduğu, ihlal halinde 500.000 USD cezai şartın öngörüldüğü anlaşılmıştır.
Tacirin ticari hayatı ile ilgili olarak yaptığı işlerde diğer şahıslardan daha çok “özen göstermesi” gerektiği kabul edilmektedir. Tacir devamlı olarak yaptığı işlerle ilgili mevzuatı, ne yapması gerekeceğini tacir olmayan şahıslardan daha iyi bilir ve bilmek zorundadır. Tacirin bilmek zorunda olduğu şeylerin başında ticari hayatı için gerekli olan kanun hükümleri, ticari hayatın gerekleri ve teamülleri ile ticari örf ve adet gelir. Bu bağlamda, başvuru sahiplerinin tacir olması durumunda T.T.K. M.18/f.2 uyarınca “basiretli bir tacir gibi” hareket etme yükümü altında oldukları kabul edilmektedir. Fakat; bu yükümlülüğün çok katı ve sert değerlendirilmemesi her somut olayın özelliğine göre incelenmesi gerekmektedir.
Yine YHGK 27/03/2013 tarih 2013/11 – 209 E. 2013/399 K, sayılı kararında işaret edildiği üzere “davalının basiretli bir tacir olmasının beklenmesi nedeniyle de (TTK m. 20/2) kendisinin de içinde bulunduğu ilgili piyasada daha önce kamuya sunulmuş ürünler hakkında yeterli derecede bilgiye sahip olduğunun kabulü gereklidir. Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kişi iyiniyet iddiasında bulunamaz.”
Hukukumuzda kötü niyetin tanımı yapılmamıştır. Buna karşın, kavramın açıklanması için özellikle subjektif olguların tespiti için iyi niyete başvurulur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. Maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M. / Sarı, S.: Türk Özel Hukuku 6. Baskı İstanbul 2011, s.226-227). Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225).
TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s.225).
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrası herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Tüm dosya kapsamı sunulan deliller kapsamında değerlendirildiğinde; her ne kadar davalı davaya konu tasarımları 1998 yılında beri kullanmakta olduklarını açık bir dille ifade ettiği dikkate alındığında basiretli bir tacirin söz konusu tasarımları kullanmaya başlamadan önce veya kullanmaya başladıktan hemen sonra yasada öngörülen süre içerisinde tescil ettirmesi gerektiği, aksi takdirde söz konusu tasarımların yıllar sonra tescil edilse dahi yenilik unsuru ortadan kalkmış olacağını ilgililer tarafından mahkemeye müracaatla hükümsüzlüğüne karar verilebileceğini TTK 18/2 gereği bilmesi gerek ise de, somut uyuşmazlık açısından davacıların davalı ile ticari ilişki içerisinde bulundukları, davacıların basiretli bir tacir olmasının beklenmesi nedeniyle de (TTK m. 20/2) kendisinin de içinde bulunduğu ilgili piyasada daha önce kamuya sunulmuş ürünler hakkında yeterli derecede bilgiye sahip olduğunun kabulünün gerektiği, davaya konu tasarımların davalıya ait olduğunu kabul ettikten ve bu tasarıma konu ürünleri kendisi ya da başkası adına üretmeme taahhüdünde bulunduktan sonra bahse tasarımların hükümsüz kılınması gerektiğini ileri sürmek suretiyle taahüdünü ihlal eden davranışlarda bulunarak davacının hak sahipliği iddiasına dayalı açtığı davadaki verilen tedbir kararı gereği zarara uğradıklarından bahisle dava açmalarının dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceği ve hakkın kötüye kullanıması niteliğinde olduğu, izahı yapılan hukukun evrensel ilkeleri dikkate alındığında bu talebin korunmayacağının açık olduğu, her ne kadar yargılama safahatinde incelemeler yapılmış ise de bu tespit edilen zararların tahsilinin kabul görmeyeceği anlaşılmakla davacıların dürüstlük kuralına aykırı hakkın kötüye kullanılması niteliğindeki davalarının reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Asıl davanın REDDİNE,
a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca peşin harcın yatırılmadığı ancak yatırılan 492,22 TL ıslah harcından karar harcı olan 54,40 TL’nin düşülmesine, kalanı 437,82 TL’nin karar kesinleştikten sonra talep halinde davacılardan …’e iadesine,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 13/4 uyarınca ret edilen maddi tazminat talebine ilişkin olarak 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/3 uyarınca ret edilen manevi tazminat talebine ilişkin olarak 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
c)Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
d)Davalı tarafından yapılan herhangi bir yargılama gideri bulunmadığından bu konuda hüküm kurulmasına yer olmadığına,
2-Birleşen davanın REDDİNE,
a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca peşin yatırılan 8.492,22 TL’den karar harcı olan 54,40 TL’nin düşülmesine, kalanı 8.437,82 TL’nin karar kesinleştikten sonra talep halinde davacıya iadesine,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 13/4 uyarınca ret edilen maddi tazminat talebine ilişkin olarak 5.900,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
c)Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
d)Davalı tarafından yapılan herhangi bir yargılama gideri bulunmadığından bu konuda hüküm kurulmasına yer olmadığına,
3-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, (HMK 345/1 md. gereğince) gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Mahkememize veya başka bir yer mahkemesine dilekçe ile başvurmak ve istinaf harcı ile gerekli giderlerin tamamı ödenmek suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı. 04/12/2020

Katip …
¸

Hakim …
¸

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır