Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2016/158 E. 2019/350 K. 10.09.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/158
KARAR NO : 2019/350

DAVA : Marka Tecazünün Önlenmesi, Maddi Tazminat
DAVA TARİHİ : 30/10/2008
KARAR TARİHİ : 10/09/2019

Mahkememizin 19/09/2013 tarihli, 2008/175 esas, 2013/181 sayılı kararı Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 02/04/2015 tarihli, 2014/6633 esas, 2015/4600 karar sayılı ilamıyla bozularak, Mahkememizin 2016/158 esasına kaydedildiği anlaşılmakla yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkili …’in “…” markasının yaratıcısı ve sahibi olduğunu, … kuran ve geliştiren onu bir marka haline getirenin müvekkili olduğunu, işbu hususun … numaralı marka tescil belgesi ile sabit olduğunu, müvekkilinin işbu markanın kulanımını “Dershane Devir ve İsim Kullandırma Sözleşmesi” ile mekan ve süre sınırlaması içerecek şekilde …’a devrettiğini, Sözleşmeye göre bu kullanım … Cad. Pafta 65, Ada 291 Parsel 1047’de kayıtlı bulunan … iş Merkezi Kat: 4-5 adresindeki taşınmazda yer alan dershane ile sınırlı olduğunu, taşınmazı kiralayan …’ın 01/07/2008 tarihinde tahliye ettiğini iddia ile artık bu ismi kullanmadığını, kendisine ait başka bir markayı kullandığını iddia ettiğini, ancak resmi kayıtlarda yeni bir marka adı kullanılmasına rağmen fiilen gerek dağıtılan broşürlerde ve gerekse bina iç ve dışına asılan afişlerde müvekkiline ait tescilli marka kullanılmakta olduğunu, bu kullanım yasaya aykırı olduğunu, bu kullanımının kanıtlaması için … 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde … D.iş sayılı dosya ile tespite gidildiğini, gelen tespit raporunda markanın kullanılmaya devam edildiğinin açıkça ifade edildiğini, buna göre; “… İş Merkezinde tanıtım standlarında bulanan broşür örnekleri ve tanıtım kitabı başlıkları Resim 6’da gösterildiğini” rapor sayfa 3’te bu resimlerde marka haklarının ihlal edildiğinin açıkça görüldüğünü, … iş merkezindeki panolarda, görevlilerin çalışma masalarının üzerinde ‘…’ ve ‘…’ yazıları tespit edildiğini iddia ederek, davalının … adresindeki marka haklarına tecavüz niteliğindeki kullanımının önlenmesini, karar verilene kadar geçecek süre içinde iş bu markanın kullanımın ihtiyati tedbir yolu ile durdurulmasını, başka şubelerde ve yerlerdeki kullanım ile başkaca tüm haklarının ve bu yerle ilgili fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydı ile şimdilik 20.000,00 TL maddi tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, dava konusu olan dershanenin isminin müvekkili tarafından 30/06/2008 tarihinde İl Milli Eğitim Müdürlüğüne verilen dilekçe ile “…” olarak değiştirildiğini, bu davanın konusuz kalması sebebiyle de öncelikle reddedilmesi gerektiğini, davacı taraf ile davalı … arasında dava konusu olan dershanenin devri yönünde bir dizi işlemler ve sözleşmeler yapıldığını, müvekkili şirketin sahibi … ile davacı … arasında 25/03/1997 tarihinde bir Dershane Devir ve İsim Kullandırma Sözleşmesi yapıldığını, bu sözleşmenin 1. maddesinde “… 01/07/1997 tarihinden itibaren kırtasiye malzemesi, testleri, telif hakları ve isim hakları ile …’a devredildiği”nin açıkça belirtildiğini, aynı maddenin son fıkrasında “Devralan … ismini kullanmakta, onun devamı gibi bir tavır sergilemekte serbesttir” ifadesinin mevcut olduğunu, bu sözleşmenin 2. maddesinde ise “…, … A.Ş.’nin kuruculuk hakkı ve sorumluluğunun Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde devredilmesine muvafakat etmesini sağlayacaktır” ifadesine yer verildiğini, davacı tarafından dava konusu olan “… Dershanesi” 01/07/1997 tarihinde devredilmesine rağmen davacı tarafın iş bu davayı açmasının hukuken mümkün olmadığını, davacı taraf adına tescilli olan marka hakkını kötüye kullanmakta olduğunu, bu sözleşme ile Milli Eğitim nezdinde de dershanenin …’a devredildiğini, bir süre sonra da diğer davalı müvekkilin …A.Ş’nin kurulduğunu ve dershanenin kuruculuk hakkının … tarafından davalı şirkete devredildiğini, davacı tarafın tescilden sonra hiçbir zaman kullanmayacağı markayı tescil ettirdiğini, markayı tecavüz iddiasını kabul etmediklerini, davacı tarafın işbu davayı açmasında ve ifa amaçlı bir tedbir talep etmesinin açıkça hakkın kötüye kullanılması olduğunu ve kural olarak hukuk tarafından kabul edilmemesi gerektiğini, ayrıca bu markadaki ayırt edici unsurun … ibaresi olmayıp ayırt edici unsurun … kısmı olduğunu, bu dava da ihtiyati tebirin şartlarının oluşmadığını, tedbir talebinin ve davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
YARGITAY BOZMA İLAMI:
Mahkememizce davanın reddine ilişkin verilen karar davacı vekilince temyiz edilmiş olup, Yargıtay 11.HD’nin 02/04/2015 tarihli, 2014/6633 esas ve 2015/4600 karar sayılı ilamıyla “…Somut uyuşmazlık yönünden de 556 sayılı KHK.’nın 14. maddesi dolayısıyla iptal kararları “kural olarak” dava tarihinden ileriye doğru hüküm ve sonuç doğurur. Bu nedenle İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2009/50 E.-2010/53 K. sayılı ve 27.04.2009 tarihinde açılan dava nedeniyle verilen iptal kararı, aynı tarihten itibaren ileriye doğru etkilidir. O halde mahkemenin, anılan davada verilen iptal kararının geriye yürüyeceğine ve 30.10.2008 tarihinde açılan işbu davada da davacının, iptal edilen markasına dayalı tecavüzün önlenmesini ve tazminatın tahsilini isteyemeyeceğine dair gerekçesi doğru değildir. Ancak Dairemizin 01.03.2013 tarih, 2012/1496 E.-2013/3805 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere, iptal nedenleri dava tarihinden daha önceki bir tarihte gerçekleşmiş ise, hukuki yararın varlığı koşulunun da mevcudiyeti halinde, söz konusu iptal kararının, anılan iptal davasının açıldığı tarihten daha önceki bir tarihten itibaren olacak şekilde ileri doğru etkili sonuç doğuracağına mahkemece karar verilebilir. Somut uyuşmazlıkta da İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2009/50 E.-2010/53 K. sayılı iptal davası daha sonraki bir tarihte açılsa dahi, mahkemece iptal kararının hukuki sonuçlarının işbu dava tarihini de kapsayacak şekilde geçmişe etkili hüküm ve sonuç doğurup doğuramayacağı incelenip değerlendirilmelidir. Yerel mahkeme ise bu konuda hiçbir inceleme ve değerlendirme yapmamıştır. Bu durum karşısında mahkemece, taraflar arasındaki uyuşmazlığın yukarıda açıklanan şekilde incelenip değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle bozulmuş, mahkememizce bozmaya uyulmuştur.
Dava, 556 sayılı KHK hükümleri gereği açılmış markaya tecavüzün önlenmesi ve tazminat talebini içeren eda davasıdır.
Tarafların dosyaya bildirdikleri tüm deliller getirilerek dosyada uyuşmazlığın çözümü teknik bilgi gerektirdiğinden bilirkişi incelemesi yapılarak rapor alınmıştır.
Davalı tarafından mahkememiz dosyasına sunulan Prof. Dr. … tarafından hazırlanan mütalaada, markanın tanıdığı tekelci hakların tescille birlikte doğmakla beraber marka sahibinden marka olarka tescil olunan işareti kullanmasının beklendiğini, ancak bu fiili kullanım neticesinde markanın sağladığı tekelin meşru hale geleceğini, markasını fiilen kullanmayan hak sahibinin hak kayıplarını da göze almış olduğunu, eğer markanın kullanılmadığı bir dava ile tespit olunduğunda markanın iptali edileceğini, markanın iptali kararının geçmişe ve ilgili kişilere etkisi hususunun tartışmalı alanlardan olduğunu, Yargıtay’ın da iptal kararını iptal davasının ikame edildiği tarihe kadar geriye götürmek eğiliminde olduğunu, ancak bu görüşün iptale sebep olan vaka bir ve tek iken, farklı davalarda ve farklı kişiler bakımından birden fazla etkisizlik tarihinin ortaya çıkmasına sebep olabileceğini, yine bu görüşün tazminat davaları bakımından da sorunu çözmediğini, ihlalin her zaman tazminat davasından önce gerçekleşmiş olacağından ve karşı davanın da bu davadan sonra açılabileceğinden, karşı davaya kadar markayı geçerli gören bu anlayışın, ihlal ile karşı dava arasında tazmini gereken bir süreyi açıkta bıraktığını, markasını kullanmayan marka sahibine, sırf şekli bir tescilin varlığı nedeniyle, bu yönde bir hakkın dahi tanınmamış olması gerektiğini, aksine bir anlayış “marka ticareti”nin önünü açmak anlamına geleceğini, bu sebeplerden dolayı somut olay bakımından Yargıtay’ın bozma kararını yerinde görmenin, ona katılmanın mümkün görülmediğini, hemen her olayda zaten mevcut olacak bu sebeplerden ötürü, ayrıca ve özel bir gerekçe istenilerek kararların bozulmasının usul ekonomisi ile de bağdaşmayacağını, son olarak somut olay bakamından, iptal kararının etkisinin tartışmasının somut olayda ihlal keyfiyetinin ve zararın varlığı tartışmasını gölgeler hale geldiğini, davacı yanın tescil ettirdiği “…” ibaresinde geçen “…” tamlamasının tanımlayıcı nitelikte olduğunu ve tescil tarihi itibariyle marka olarak kullanılmaya ehil olmadığını, davalı tarafça da bu ibarede korumaya değer olan “…” ibaresinin kullanılmadığından dolayı marka tecavüzü fiilinin var olmadığı ve davacının davasının bu kapsamda reddi gerektiğinin ifade olunduğunu, aynı şekilde markasını tescilden bu yana hiç kullanmadığı kesin hükümle, Milli Eğitim Bakanlığının Özel Öğretim Kurumları Başkanlığınca verilen davacı adına 1996 ile dava tarihi arasında adına açılmış bir eğitim-öğretim kurumu olmadığı şeklindeki yazı ve davacının yürüyen dava sırasındaki 02/02/2010 tarihli duruşmada imza altına alınan beyanı kapsamındaki ikrarı ile sabit olan kullanılmama hali nedeni ile davacının ne türden bir zarara uğramış olacağının da şüpheli olduğunu, davacının tescilli markası ile kendisine tanınan hoşgörü süresinin 24/08/2003 tarihinde sona erdiğini ve sonrasında da davacının markayı hiç kullanmamış olması nedeniyle markanın geçerliliğinin 24/08/2003 tarihi itibariyle askı halini aldığını, davalı tarafından da açılan kullanmama halinden dolayı iptal talebine bağlı olarak, görüşüne göre; davacı markasının askı tarihi itibariyle iptali gerektiğinden davacının artık bu markaya dayalı olarak bir talebinin olamayacağını ve davacının davasının bu kapsamda da reddi gerektiğini, aksine bir tutumun “marka ticareti”nin önünü açacağını beyan etmiştir.
Mahkememizce alınan 21/04/2017 havale tarihli raporda bilirkişiler, dosyadaki belgelerden … AŞ’yi temsilen davacının … 3. Noterliğinin … tarih ve … yevmiye nolu devir sözleşmesi ile “…” unvanlı iş yerini tüm araç ve gerekleri ile davalı …’a 500 TL bedelle 01/07/1997 tarihinden itibaren devir ve teslim ettiğinin, 01/07/1997 tarihine kadar her türlü vergi, borçların, öğrenci alacaklarının şirkete ait alacağın 1997-1998 öğretim yılı için öğrencilerden alınan paraların …’a ödendiğinin belirtildiğini, davacının 27/04/2009 tarihinden önce markayı kullandığına dair delillerini sunması ve 556 sayılı KHK m.66/2-c gereği marka hakkına tecavüz edenin markayı bir lisans anlaşması ile hukuka uygun şekilde kullanmış olması halinde ödemesi gereken lisans bedeline ilişkin belge sunması gerektiğini, dosyaya herhangi bir belge, lisans anlaşması örneğinin sunulmadığını belirterek, 556 sayılı KHK 66/2-c uyarınca davalının ödeyeceği lisans bedeli tutarının mahkemenin takdirinde olduğu görüşlerini bildirmişlerdir.
Davacı vekili 08/05/2017 havale tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde, bilirkişi heyetinin herhangi bir hesaplama yapmadan raporu sunduklarını, davalı dışında hiç kimseye lisanslı kullanım hakkı verilmediğini, bu nedenle örnek alınacak bir lisans sözleşmesinin bulunmadığını, piyasa rayiçlerinin ve İstanbul Ticaret Odasından örnek lisansların sorularak bunların hesapta esas alınmasını, davalının ticari kayıtlarının incelenmesi gerektiğini, İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin yaptırdığı incelemede alınan bilirkişi raporunu dosyaya sunduklarını ve söz konusu raporda ticari hesapların incelendiğini ve lisans hakkı için %4 oranının uygun görüldüğünü belirterek, bu tespitlerin davalı kayıtlarının ve defterlerinin ibrazı neticesinde rapora esas alınarak hesaplama yapılmasını talep ettiği anlaşılmıştır.
Davalı vekili 10/05/2017 havale tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde, raporun aleyhe olan kısımlarını kabul etmediklerini, davacı tarafın hükümsüz kalan markasının tescilden itibaren kullanmadığının 02/02/2010 tarihli duruşmadaki davacının ikrarı ve Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünün cevabi yazısı ile sabit olduğunu, davacı tarafın sunacağı lisans sözleşmesinin ancak ve ancak noter onaylı olması halinde dikkate alınması gerektiğini, davacı yanın süresi içinde delil sunmadığını, bu aşamadan sonra delil sunmasına muvafakat etmediklerini, davacının davasını ispat edemediğini belirtmiştir.
İstanbul Ticaret Odası tarafından gönderilen cevabi yazıda, söz konusu markaya ilişkin firmalar arasında lisans sözleşmesinin yapılmış olması durumunda sözleşmede belirtilen şartların geçerli olacağı, sözleşmenin olmaması durumunda ise, söz konusu markanın cirosunun %15 oranındaki rakamın emsal lisans bedeli olarak tespit edilebileceği bildirilmiştir.
Mahkememizce alınan 12/06/2018 tarihli ek raporda bilirkişiler, davalının özel hesap dönemine tabi olduğunu, ticari yıl döneminin her yıl 1 Ağustosu ile 31 Temmuzu arası olduğunu, 01/08/2007-31/07/2008 dönemine ait beyanname 2008 yılı satış cirosunun 14.096.229,89 TL olduğunu, 01/08/2008-31/07/2009 dönemine ait beyanname 2009 yılı satış cirosunun 12.182.318,59 TL olduğunu, ancak tazminat hesaplamasına esas teşkil edecek dönemin 01/07/2008 ile 27/04/2009 tarihleri olması sebebiyle, 2008 yılı için 1 Temmiz öncesi ve 2009 yılı için de 27 Nisan sonrası satış bedelleri toplamının ciro içinden ayrıştırdıktan sonra yoksun kalınan kazancın hesaplamasının yapılması gerektiğini, davacı yanın tazminat hesaplamasında 556 sayılı KHK’nın 66/c maddesine göre hesaplanmasını talep ettiğini, sunulan emsal lisans bedeline göre dava konusu … adresine ait satışların toplam tutarının 2.558.228, 30 TL olduğunu, bu tutara %15 emsal bedel hesaplandığında 2.558.228,30x%15=383.734,24 TL yoksun kalınan kazancın oluştuğunu, sonuç olarak davacının 556 sayılı KHK 66/c bendi uyarınca talep edebileceği lisansa dayalı yoksun kalınan kazanç tutarının 383.734,24 TL olduğunu belirtmişlerdir.
Davacı … markasının yaratıcısı ve sahibi olduğunu, … Dershanesini kuran ve geliştiren onu bir marka haline getirenin kendisi olduğunu ve TPMK nezdinde 183476 numaralı tescil belgesi ile tescilli olduğunu, … 1967 yılında Türkiye’nin ilk üniversiteye hazırlık kurumu olarak kurulduğunu belirtmektedir.
Kapatılan İstanbul 3. FSHHM’de davalı şirket tarafından davacı aleyhine 2009/50 esas sayılı dosya ile dava açılmıştır. Davacı … ibaresini on yılı aşkın süredir kullandığını, bu ibarenin genel ibare olarak kabul edilen işaret olduğunu, müvekkilinin söz konusu işarete ayırt edicilik kazandırdığını ve bu ibareyi marka olarak kullandığını belirterek davalının adına tescilli olan … sayılı “…” markasının hükümsüzlüğünü ve sicilden silinmesine karar verilmesini talep etmiş ve mahkemece 2010/53 sayılı karar ile markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiş ve mahkeme kararı Yargıtay 11. HD’nin 2010/8986 esas, 2012/9916 karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.
Davacının … FSHHM’nin … esas sayılı dosyası ile davalı … ve .…A.Ş. aleyhine açılan aynı markaya tecavüzün önlenmesi ve tazminat davasında mahkeme 28/01/2010 tarihinde 2010/5 sayılı kararı ile davayı reddetmiş bozma sonrası bozma doğrultusunda İstanbul 3. FSHHM’nin hükümsüzlük kararının dava tarihinden itibaren sonuç doğuracağı dava ile hükümsüzlük arası dönem olan 3 ay 9 günlük dönem için tazminat hesaplaması yapıldığı verilen hükmün Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği anlaşılmıştır.
İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/450 esas 2009/247 karar sayılı dosyasında davacının davalı … ve dosyamız davalısı şirket aleyhine açmış olduğu tespit davasında dersane sahibinin tespiti ve kuruculuk hakkı dahil olmak üzere …’nin haklarının davacıya devrine karar verilmesini talep ettiği davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davalı vekili müvekkilinin davacının sahip olduğu ve daha önce dersane olarak kullandığı katları tahliye ettiğini ancak halen aynı binada fakat kendisine ait bir kısım başka bölümlerde ve başka kişilerden kiraladığı bölümlerde faaliyetine devam ettiğini ancak davacı markasını kullanmadığını, 30 Haziran 2008 tarihinden itibaren “…” olarak hizmet verdiğini savunmuş, buna ilişkin il Milli Eğitim’den celp olunan müzekkere cevapları dosya içerinde mevcuttur.
Yargıtay bozma ilamında İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2009/50 E.-2010/53 K. sayılı iptal davası daha sonraki bir tarihte açılsa dahi, mahkemece iptal kararının hukuki sonuçlarının işbu dava tarihini de kapsayacak şekilde geçmişe etkili hüküm ve sonuç doğurup doğuramayacağı incelenip değerlendirilmesi gerektiği hususu vurgulanmış ve bozma gerekçesi yapılmıştır.
Bu noktada dosya içerinde mübrez deliller tekrardan ele alınmıştır.
Davacı ile dava dışı … arasında düzenlenen ilk sözleşme 25/03/1997 tarihli “Dershane devir ve isim kullandırma sözleşmesi” başlıklı adi yazılı şekilde düzenlenmiş olan sözleşmedir. Bu sözleşmenin 1. Maddesine göre “… 01/07/1997 tarihinden itibaren …telif hakları ve isim haklarıyla devredilmiştir.” hükmünü içerdiği, yine sözleşmenin 3. Maddesine göre “…devralanın … ismini kullanmamaya başlaması halinde …’in bu ismi bir yıl sonra şahsen kullanması veya başkasına kullandırtması hakkı vardır. Aksi halde kendisi kullanmaz 3. Şahsa kullandırtamaz.” hükmünü içerdiği, devrin bila bedel gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bu sözleşmeye dayalı olarak İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/50 esas sayılı dosyası üzerinden açılan sözleşmeye dayalı devir talepli dava reddolunmuştur.
Daha sonra davacı ile dava dışı … arasında dosyada mübrez yine aynı işletmeye ilişkin … 3. Noterliği vasıtasıyla düzenlenen … tarih … yevmiye nolu işletme devir sözleşmesinin imzalandığı, buna göre 01/07/1997 tarihinde işletme devrinin gerçekleştiği düzenleme şeklindeki noter senedinde belirtildiği, 500 milyon bedel kararlaştırıldığı ancak isim kullanma hakkına yönelik adi yazılı sözleşmede yer alan kısıtlayıcı hükümlere bu sözleşmede yer verilmediği anlaşılmıştır.
Davacı adına Tescilli davaya konu “…” ibareli markanın TPMK kayıtlarına göre 556 sayılı KHK hükümleri uyarınca 28/05/1997 TARİHİNDEN İTİBAREN 10 YIL MÜDDETLE TESCİL OLUNDUĞU dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Davacı vekili 02/02/2010 tarihli celsedeki beyanlarında ” Müvekkilinin dosyaya sunulan devir sözleşmelerinin yapıldığı 1997 tarihinden sonra dershanecilik alanında herhangi bir faaliyette bulunmadığını..” beyan etmiş, yine 08/05/2017 havale tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde …davalı dışında hiç kimseye lisanslı kullanım hakkı verilmediğini, bu nedenle örnek alınacak bir lisans sözleşmesinin bulunmadığını, bildirdiği anlaşılmıştır.
4721 sayılı TMK’nın “Dürüst davranma” başlıklı 2. Maddesi; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
Tarafların davaya konu eylemleri yönünden ve karar gerekçesi yönünden dürüstlük kuralı belirleyici nokta olmakla bu noktada üzerinde durulmasında fayda görülmüştür.
Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M. / Sarı, S.: Türk Özel Hukuku 6. Baskı İstanbul 2011, s.226-227). Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225).
TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s.225).
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrası herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
556 sayılı KHK “MARKANIN DEVRİ” başlıklı Madde 16 – “Marka, tescil edildiğini mal veya hizmetlerin tümü veya bir kısmı için devredilebilir. Bir işletmenin aktif ve pasifleri ile birlikte devri, aksi kararlaştırılmamışsa, işletmeye ait markaların da devrini kapsar. Bu hüküm, işletmenin devrine, sözleşmeden doğan yükümlülük halinde uygulanır. İkinci fıkra hükmü hariç olmak üzere, bir markanın devri, mahkeme kararının sonucu olan devir hariç, yazılı olarak yapılır ve devir sözleşmesi taraflarca imzalanır. Aksine sözleşmeler hükümsüzdür…” hükümlerine amirdir.
Yargıtay bozma ilamında da belirtildiği üzere somut uyuşmazlıkta, 556 Sayılı KHK’nin 44. maddesi uyarınca verilen hükümsüzlük kararının geçmişe etkisinin, daha önceki bir tarihte açılmış olan dava bakımından hangi tarihten itibaren hukuki sonuç doğuracağı hususunun, aynı KHK’nin 42. maddesi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. 556 Sayılı KHK’nin 42/1-(c) ila (f) bendinde sayılan haller, başlangıçta var olmayan ancak sonradan gerçekleşebilecek bir nedenden ötürü markanın hükümsüzlüğüne yol açtığından, bu hallerden birisine dayalı olarak verilen hükümsüzlük kararının ilk tescil anından itibaren geçmişe etkili olarak hukuki sonuç doğuracağının kabulü hakkaniyete aykırı sonuç doğuracağı temeline dayalı olmakla birlikte Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01.03.2013 tarih, 2012/1496 E.-2013/3805 K. sayılı kararı da bu yöndedir.
Tüm dosya kapsamı bozma ilamı kapsamında değerlendirildiğinde; İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2009/50 E.-2010/53 K. sayılı davada, 556 Sayılı KHK’nin 14. ve 42/1-(c) bendine dayalı olarak verilen iptal kararının, “kural olarak” davanın açıldığı 27.04.2009 tarihine kadar geçmişe etkili sonuç doğuracağının kabulü gerekli ise de somut uyuşmazlıkta davayı konu markayı konu alan ilk sözleşmenin 25/03/1997 tarihli “Dershane devir ve isim kullandırma sözleşmesi” başlıklı adi yazılı şekilde düzenlenen sözleşme olduğu, bu tarih itibarı ile marka tescili bulunmadığı gibi başvurunun da bu tarihten sonra yapıldığı, sonrasında işletme devrine ilişkin … 3. Noterliği vasıtasıyla düzenlenen … tarih … yevmiye nolu işletme devir sözleşmesinin imzalandığı, her iki sözleşmede de “… 01/07/1997 tarihinden itibaren …telif hakları ve isim haklarıyla devredilmiştir.” hükmünü içerdiği;
1)bahse konu devir sözleşmelerine rağmen davacının 28/05/1997 tarihi itibarı ile tescil başvurusunda bulunduğu dikkate alındığında başvuru tarihi itibarı ile hak sahibi olmadığını bildiği ve devrettiği markaya ilişkin başvuruda bulunduğu, tescil başvurusunda kötü niyetli olduğu dürüst davranmadığı, taleplerinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu ve korunmayacağı, dava ve iptal kararı arasındaki dönemde hak sahibi olarak korunmasının kabul edilemeyeceği,
2)bir an için ilk sözleşmede yer alan kısıtlayıcı hükümlerin hak sahipliği tanıdığı ve devrin 01/07/1997 tarihi itibarı ile sonuç doğuracağı kabul olunsa bile izahı yapılan mevzuat kapsamında tescil sonrası yapılan işletme devrinin marka devrini de içerdiği, kaldı ki sonradan yapılan sözleşmede ilk sözleşmede yer alan markaya ilişkin kısıtlayıcı hükümler yer almadığı gibi devrin markayı içermediğine ilişkin aksi bir hükme de yer verilmediği, şu hale göre dava ve iptal kararı arasındaki dönemde hak sahibi olarak kabulünün mümkün olmadığı, bu dönemde tescilin açıklayıcı nitelikte olduğunun kabulünün gerektiği, sonuç doğrumayacağı,
3) aksinin kabulü halinde dahi davacı vekilinin duruşmadaki beyanları ve rapora yönelik beyanlarında ikrar olunduğu üzere davacının herhangi bir suretle tescil ettirmiş olduğu markayı kullanmadığı, şu hale göre tescil sonrası oluşmuş bir durumdan ziyade tescil anından itibaren iptal şartlarının oluştuğunun kabulünün gerektiği ve bu noktada İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2009/50 E.-2010/53 K. sayılı davada, 556 Sayılı KHK’nin 14. ve 42/1-(c) bendine dayalı olarak verilen iptal kararının iş bu dava tarihini de kapsadığı davacının markaya tecavüze dayalı taleplerinin dinlenilemeyeceği anlaşılmakla sübut bulmayan davasının reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.
HÜKÜM :Yukarıda gerekçesi açıklandığı üzere,
1-Davanın REDDİNE,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi uyarınca peşin yatırılan 270,00 TL’den karar harcı olan 44,40 TL’nin düşülmesine, kalanı 225,60 TL’nin karar kesinleştiğinde talep halinde davacıya iadesine,
3-a)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ret edilen tecavüz talebine ilişkin 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
b)Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ret edilen maddi tazminat talebine ilişkin 3.931,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak kendisini vekille temsil ettiren davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından 350,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Yatırılan gider avanslarından kullanılmayan kısmının talep halinde ve karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde Temyiz Yasa yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup usulen anlatıldı.10/09/2019

Katip …
¸

Hakim …
¸
.

Bu belge 5070 sayılı elektronik imza kanunu kapsamında E-İMZA ile imzalanmıştır