Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2023/229 E. 2023/418 K. 12.05.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2023/229 Esas
KARAR NO : 2023/418

DAVA : Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 30/03/2023
KARAR TARİHİ : 12/05/2023

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Tüzel Kişilik Hakkının Kötüye Kullanılması, Organik Bağ, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Hakkın Kötüye Kullanılması, T.M.K.m.2 ve diğer nedenlerle; müvekkili ile arasında sözleşme olan ve sorumluluğu bulunan …ŞTİ.’nin icra dosyasına konu borcun ödenmesi amacıyla davalı … ile davalı şirketlerin borçtan sorumlu olduğuna hükmedilmesi ile müvekkilinin uğradığı ve uğrayacağı zaraların tespit ile tazminine karar verilmesi ve bunun için şirketlerin ticari defterleri üzerinde inceleme yapılarak faaliyet gösterdiği yıllarda şirketin elde ettiği kazançların kime ne şekilde ve ne zaman ödendiği ve şirketlerin mal varlıklarının bulunup bulunmadığının ve malvarlıklarının ne şekilde ve nerede bulunduklarının, şirketlerin ortak ve yöneticilerinin ve yetkililerinin ve yetkilerinin kapsamının organik bağ ve tüzel kişilik kavramları açısından tespitine, şirketler hakkında ve ticari kayıtları üzerinde kanuni bir şartı aşmak, dolanmak veya bertaraf etmek, veya bir sözleşme cezasından veya diğer bir yaptırımdan kaçınmak, veya bir davadan, takipten, itirazdan veya def’iden kurtulmak, bu suretie üçüncü kişiye zarar vermek için sorumluluğu sınırlı bir şirket kurularak tüzel kişiliğin kötüye kullanıldığı (hatta hile yapıldığı) hallerde tüzel kişilik perdesinin kaldırılıp, gerçek borçluyu sorumlu kılmak yani onu dava etmek, ona takip yapmak, ona karşı bir itirazı veya def’ii ileri sürebilmek demek olduğundan, bu kuralın temeli MK m. 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması, yani dürüstlük kuralına aykırılık açısından inceleme yapılmasına, Bağlantı/Bağımlılık açısından, iki süjenin (ticaret şirketinin) adreslerinin, organlarının, pay sahiplerinin/ortaklarının aynı kişilerden meydana gelip gelmediğinin incelenmesine, Dürüstlük Kuralı Açısından; Kısaca MK m, 2’ye aykırı olan, 3. kişiden mal kaçırmak veya cezai şartı veya başka bir hukukı yaptırımı uygulanamaz hale getirmek için sırf bu amaçla sınırflı sorumlu bir şirket kurulması da dahi olmak üzere incelenmesine, perdesi kaldırılacak tüzel kişinin yeni kurulmuş bir şirket olduğunu, sınırlı sorumlu bir şirket hüviyetini taşımasını, sermayesinin küçük olup sermayesi dışında devamlı nitelikte malvarlığının bulunmamasını, tek pay sahipliği ortaklık şirket kategorisine, girmesi veya daha fazla paysahipli/ortaklı bir AŞ ve LŞ’de hir ortağın hakim ortak olmasını, şirketin tüzel kişiliği kötüye kullanmak amacıyla kurulduğuna işaret sayılabilecek olan incelemenin yapılmasına, davalarının kabulüne, yargılama giderinin ve vekalet ücretinin davalılar tarafına yükletilmesine, fazlaya ilişkin talep ve dava haklarının saklı tutulması yönlerinde karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Cevap; Davalılar tarafından herhangi bir cevap dilekçesi sunulmadığı görüldü.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME VE GEREKÇE;
Dava, tüzel kişilik perdesinin aralanması yoluyla zarar tazmini ve davalılar ile dava dışı şirket arasındaki organik bağın tespiti istemine ilişkindir.
6100 Sayılı HMK’nun 33. maddesi gereğince olayları anlatmak taraflara, hukuki niteleme mahkemeye aittir.
Somut davada davacının esas talebi, zarar tazmini ve davalılar ile dava dışı şirket arasındaki organik bağın tespiti istemine ilişkindir. Davacı beraberinde kısmi alacak davası beyanında da bulunmuş; ancak aynı dilekçe içeriğinde organik bağ talep ettiği dava dışı şirket ile birlikte borçlu olduğunu da beyan etmiştir.
Bu haliyle davacının her iki talebi aynı dava dilekçesi ile birlikte ileri sürdüğü, aralarındaki ayrımı yapmadığı görülmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında açıklandığı üzere; tüzel kişilik perdesinin aralanması, 6102 sayılı TTK’nın 125. maddesi gereğince tüzel kişiliği ve kendisini oluşturan kişilerin malvarlığından bağımsız bir malvarlığı olan ticaret şirketlerinin borçlarından sorumlu olmayan tüzel kişiliği oluşturan gerçek veya tüzel kişilerin, borç ve sorumluluktan kurtulabilmek amacıyla tüzel kişiliğin bir araç olarak kullanıldığı hâllerde, şirketin borç ve sorumluluklarından sorumlu olmasını ifade eder (Kararın tamamı için bkz. Yargıtay HGK, 01/07/2020 tarih, 2019/11-808 K. 2020/504 K.).
Önemle belirtmek gerekir ki “Perdenin aralanması teorisi başlı başına bir dava türü olmayıp, bir davada uygulanması, uyuşmazlığın çözümünü öngören bir ilkedir.” Bu haliyle şirketler arasındaki tüzel kişilik perdesinin çapraz aralanması talebi mutlak ya da nispi ticari dava değildir.
Perdenin aralanması ilkesine dayalı açılmış bir davada davanın niteliği, perdenin aralanmasını talep eden davacı ile davalılar arasındaki ilişkiye göre belirlenmeli ve davanın ticari bir dava olup olmadığı veya hangi mahkemenin görevine giren bir dava olduğu TTK’nın 4. maddesi ile göreve ilişkin diğer kanun hükümleri (6502 sayılı TKHK, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu vs.)incelenmelidir. (Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 2022/1614 Esas, 2022/1694 Karar sayılı ilamı) Yapılan denetimde eldeki davada davacı ve davalı şirket tüzel kişi tacir diğer davalı ise tacir vasfı olmayan gerçek kişidir. Birden çok tarafın birlikte davacı veya davalı olduğu davalarda hem genel hem de özel mahkemeler görevli olduğunda davanın özel görevli mahkemede görülmesi gerektiğinden eldeki davada gerçek kişi yönünden görevli asliye hukuk mahkemesine nazaran mahkememizin görevli olduğunun kabulü gerekerek diğer dava şartlarının incelenmesine geçilmiştir.
Organik bağın tespiti talebi yönünden;
Organik bağ kavramı, tüzel kişilik perdesinin aralanmasına göre daha geniş bir anlama sahip olsa da organik bağın varlığı, tek başına tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektirmemektedir. Başka bir deyişle şirketler arasında organik bağ tespit edilse dâhi tüzel kişilik perdesinin aralanması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerekmektedir.
6100 sayılı HMK’nın 106. maddesinde tespit davasıyla ilgili olarak “Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Tespit davasında, sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir. Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Davacının tespit davası ile istediği hukuki koruma diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesinin 2021/1439 Esas, 2021/981 Karar sayılı ilamı)
Hukuki yarar ise, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması anlamına gelir. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan, korunan, bir yararı olmalı; hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. Eda davalarında ve inşai davalarda davacının hukuki yararının mevcudiyeti asıl iken, tespit davalarında böyle bir ön kabul söz konusu olmayıp, davacı tespit davası açmakta hukuki yararı olduğunu iddia ve ispat etmekle yükümlüdür. Dolayısıyla tespit davalarında her olayın özelliğine göre davacının tespit davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı değerlendirilmeli, özellikle eda davası açılması mümkün olan hallerde olumlu tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmelidir. Hukuki yarar HMK’nın 114. maddesi gereği dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden dikkate alınması zorunludur. (Bkz. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 2020/1139 Esas, 2020/1098 Karar)
Somut davada, davacının davalılar ile dava dışı şirket arasındaki organik bağın tespiti istemine ilişkin talepleri hakkında hukuki yararı yoktur. Aynı dava dilekçesi içeriğinde ayrıca da eda talebinde bulunulmuş olup; artık hukuki yararın varlığı mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla davacının istemi, ancak bir eda davasında ileri sürülebilecek niteliktedir. Görülmekte olan veya açılacak bir davada iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek konular için ayrı bir tespit davası açmakta hukuki yarar yoktur. (Bu yönde açılan organik bağın tespiti talepleri hakkında hukuki yarar bulunmadığına dair bkz. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 2022/903 Esas, 2022/948 Karar; 2022/1880 Esas, 2022/1749 Karar)
Tüzel kişilik perdesinin aralanması yoluyla zarar tazmini talebi yönünden
Somut dava dilekçesinde davanın ileri sürülüş şekli de gözetilerek davacının talebinin dava dışı …Şti.nin tüzel kişilik perdesinin aralanması ve dava dışı tüketicilerin alacaklarını perdenin arkasında olduğunu iddia ettiği davalılardan istenebilmesine, bu yolla kendi borcunun azaltılmasına yönelik taleplerinin de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
HGK 01/07/2020 tarih, 2019/11-808 K. 2020/504 K. İlam içeriğinde “…Öğreti ve uygulamada kabul edilen tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi; bazı şartların varlığı hâlinde, tüzel kişilik ve mal ayrılığı ilkesi dikkate alınmadan, mevcut tüzel kişiliğin arkasına saklanan gerçek veya tüzel kişinin borçtan sorumlu tutulmasını ifade etmektedir. Bu teori, yalnızca ticaret hukukunda değil iş hukuku, vergi hukuku, icra ve iflas hukuku ve diğer hukuk dallarında da uygulama alanı bulmuş; hatta 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve 5941 sayılı Çek Kanunu gibi kanunlarda kamu yararı gibi özel menfaatlerin korunması amacı güdülerek gerektiğinde bu teorinin uygulanması ve sorumluluğa karar verilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Elbette, kanundan kaynaklanan bu gibi durumlarda tüzel kişilik perdesinin aralanmasına ilişkin tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Yine muvazaa, kanuna karşı hile gibi durumlarda da bazen tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi uygulanmadan da sorumluluğa hükmedilebilmektedir (Akıncı, Şahin: Alacaklılardan Mal Kaçırmak İçin Kurulan Yeni Şirkete Müracaat İmkânı Bakımından; Muvazaa, Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması ile Organik Bağ Kavramlarının Elverişliliği ve Yargıtay Uygulamaları, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 27, S. 3, 2019, s. 653.).
Hemen belirtilmesi gerekir ki, öğreti ve uygulamada özellikle vurgulandığı üzere; mal varlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir.
Bu teoriye ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir teori olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Zira tüzel kişilik perdesinin aralanması, tüzel kişilerin borçlarından dolayı başkalarının sorumlu tutulamayacağı ilkesinin, özellikle şirketlerin sadece sermayeleri ile sorumlu olacakları ve tüzel kişilerin borçlarından dolayı ortakların sorumlu tutulamayacağı kuralının önemli bir istisnasını teşkil etmektedir (Çamoğlu, Ersin: Ticaret Ortaklıkları Bağlamında Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C. 32, S. 2, 2016, s. 12.).
Bu açıklamalardan sonra somut dava özelinde yapılan incelemede; davacı şirket ile dava dışı … Ltd. Şti. isimli şirket arasında hisse karşılığı inşaat sözleşmesi bulunduğu, davacının arsa sahibi, dava dışı şirketin yüklenici olduğu, bu iki şirket aleyhine … 6.Tüketici Mahkemesinin …Esas, … Karar sayılı ilamı uyarınca verilen hükmün infazı amacıyla ilgili davanın davacıları tarafından … 21.İcra Müdürlüğünde … Esas sayılı dosya ile ilamlı icra takibi başlatıldığı, davacının dava dışı alacaklıların icra takiplerinde dava dışı şirkete ait herhangi bir malvarlığı unsuru bulamadıklarından bahisle huzurdaki davayı davalılara yönelik olarak ikame edilmiştir.
Nihayetinde dava, dava dışı şirket ile davalılar arasında tüzel kişilik perdesinin aralanmasın talebine yöneliktir. Davacı ile dava dışı şirket arasındaki ilişki, … 6.Tüketici Mahkemesinin … Esas, … Karar sayılı ilamı uyarınca müteselsil sorumluluktan ibarettir. Davacı bir anlamda kendisi ile sözleşme ilişkisine girmiş olan ve mahkeme kararıyla birlikte müteselsil sorumlu olduğu dava dışı … Ltd. Şti. isimli şirketin mal varlığı unsurlarının davalılar tarafından kullanılması nedeniyle müteselsil ilişkide alacaklılara karşı zor durumda kaldığını iddia etmektedir.
6098 sayılı uyarınca müteselsil sorumluluk rejiminde alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu da borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder.
Yine iç teselsül halinin düzenlendiği TBK m.167 gereğince de “Aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumludurlar.
Kendisine düşen paydan fazla ifada bulunan borçlunun, ödediği fazla miktarı diğer borçlulardan isteme hakkı vardır. Bu durumda borçlu, her bir borçluya ancak payı oranında rücu edebilir.
Borçlulardan birinden alınamayan miktarı, diğer borçlular eşit olarak üstlenmekle yükümlüdürler.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Bu haliyle somut davadaki talebin bu aşamada ileri sürülmesinde davacının hukuki yararı bulunmamaktadır. Öyle ki perdenin aralanması teorisi başlı başına bir dava türü olmayıp, bir davada uygulanması, uyuşmazlığın çözümünü öngören bir ilkedir.
Davacı akidi olan dava dışı şirket hakkında ne bir dava ikame etmiş, ne bir icra takibinde bulunmuştur. Kaldı ki somut olayda müteselsil borçluluklarında bir rücu hakkının doğduğu dahi mevcut dava tarihinde belirlenememektedir. Bu teoriye göre zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Halbuki davacının akidi olan dava dışı şirket, huzurdaki davada davalı konumunda da değildir.
Davacı taraf; dava dışı sözleşeni … Ltd. Şti. Şirketinin 3.kişilere kendisiyle birlikte olan müteselsil borçlarından; organik bağı olduğunu iddia ettiği davalıların sorumlu tutulması gibi soyut bir sorumluluk rejimine dair hüküm tesisi için huzurdaki davayı açmıştır. Zira şekli dava teorisi uyarınca -dava takip yetkisi istisnası hariç- bir davada taraf olmayan kimseler lehine hak ve borç doğuracak nitelikte karar verilmesi de mümkün değildir.
Davacı tarafın herhangi bir alacak hakkı iddia etmeksizin yasal bir rücu ilişkisine dayanmaksızın; adeta icra takibinin alacaklıları yerine geçerek dava dışı şirketin tüzel kişiliğinin aralanmasına yönelik talebinde hukuki yararı dava tarihi itibariyle bulunmamakta olup, bu istisnai teorinin işletilmesi ancak bir dava sırasında ilkesel olarak başvuracak bir sorumluluk metodu olduğundan tek başına ihlal edilen bir koruma normu olarak düzenlenmiş değildir. Bu haliyle davacının bu ilke ile kendi sorumluluğunu azaltması gibi bir menfaati hukuk düzeni tarafından korunmuş da değildir. Bu ilke ancak somut olay özelinde ve ancak iç teselsülde rücu ilişkisinde dikkate alınabilir nitelikte olup, yukarıda da izah edildiği üzere davacı dava dışı şirketten alacaklı değil; bu şirket ile birlikte borçlu konumundadır. Müteselsil borçluların TBK m.167/2 maddesi gereğince kendisine düşenden fazlasını ödemeden rücu imkanını kullanmasının mümkün olmaması, davacının dava dilekçesindeki dayanılan maddi vakıalar uyarınca rücu imkanını kullandığına dair bir iddia ve olaya dayanılmaması da gözetilerek zarar tazmini talebi yönünden de davanın dava açılma anında bulunması gereken hukuki yarar dava dava şartı yokluğundan reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir.
HÜKÜM: Ayrıntısı ve Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davacının davalılara yönelik tüm taleplerinin HMK m.114/1-h maddesi ve HMK m.115/2 hükmü uyarınca hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden reddine,
2-Alınması gereken 179,90 TL maktu karar ve ilam harcının başlangıçta peşin alınması sebebiyle bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
3-Davacı tarafından yargılama nedeniyle yapılan 179,90 TL peşin harç, 179,90 TL başvurma harcı, 179,00 TL posta tebligat masrafı olmak üzere toplam 538,80 TL yargılama giderinin davalıların yapılan arabuluculuk görüşmelerine mazeret bildirmeksizin katılmaması sebebiyle 6325 sayılı HUAK m.18/A-11. fıkrası uyarınca davalılardan müşterek ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
4-Davalının yapılan arabuluculuk görüşmelerine mazeret bildirmeksizin katılmaması sebebiyle Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanan 3.120,00 TL arabuluculuk sarf ücretinin 6325 sayılı HUAK m.18/A-11. fıkrası uyarınca davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsil edilerek hazineye gelir kaydına,
5-HMK 333. maddesi uyarınca taraflarca yatırılan ancak kullanılmayarak artan bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde re’sen ilgili tarafa veya vekillerine iadesine,
Dair, tarafların yokluğunda, kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 HAFTA içerisinde mahkememize ve bulunulan yer Asliye Ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 12/05/2023

Katip …

Hakim …