Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/484 E. 2022/747 K. 01.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/484
KARAR NO : 2022/747

TALEP : İflas (Doğrudan Sermaye Şirketleri İle Kooperatiflerin İflası (İİK 179))
TALEP TARİHİ : 28/06/2022
KARAR TARİHİ : 01/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan iflas davasının yapılan incelemesi sonucunda sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Talep eden vekili talep dilekçesinde özetle; borçlarından dolayı pek çok icra takibi ve davaya maruz kalan müvekkil firma takip ve davalar nedeni ile daha da zor duruma düşerek ve faaliyetinin durdurduğu, bu zaman zarfında müvekkil firma her ne kadar borçlarını ödemeye çalışmış ise de pasifleri aktiflerinin çok çok üzerine çıkmış ve artık borçlarını ödeyemez hale geldiğini, müvekkili firmanın borca batık olması nedeni ile iflasını talep etme zarureti hasıl olduğunu, hukuk düzeninde borca batıklık nedeni ile iflas talebinde bulunmanın kamusal bir talep olduğunu, müvekkili firmanın yargılama masraflarını karşılayabilecek hiçbir imkanı bulunmadığından iflas kamu düzenine ilişkin olduğundan müvekkil firmanın adli yardımdan yararlanmasının talep olunduğu, davanın kabulünü ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Talep, İİK’nın 178. ve 179. madde hükümlerine ve TTK m.376 hükmüne dayalı doğrudan iflas istemine ilişkindir.
Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin yerleşik kararında belirtildiği üzere “6102 sayılı TTK’nın 376/3. ve İİK’nın 179. maddeleri uyarınca borca batık hale gelen şirket bunu mahkemeye bildirmek ve iflasını istemek zorundadır. İİK’nın 181. maddesinin aynı Kanun’un 160. maddesine yaptığı yollama nedeniyle, İİK’nın 178. ve 179. madde hükümleri uyarınca doğrudan iflas talebinde bulunan şirket temsilcisi ya da müdürü, ilk alacaklılar toplantısına kadar gerekli masraflar ile iflas kararının kanun yolları için gerekli tebliğ masraflarını avans olarak mahkeme veznesine yatırmalıdır.
İİK’nın 178. ve 179. maddesi uyarınca iflasa karar verilebilmesi için şirketin borca batık durumda olması gerekir. Aciz hali borçlunun ödeme araçlarından yoksunluğu nedeniyle, derhal ödemesi gereken para borçlarını ödemek konusundaki yeterli ekonomik imkâna sahip olmamasıdır. Borca batıklık ise, borçlunun malvarlığındaki aktif değerler toplamının, pasif değerler toplamını karşılayamaması durumudur. Borçlunun aciz hali ne kadar ağır olursa olsun (İİK’nın 178/III deki durum olmadıkça) kendi iflâsını isteyen borçlu, aciz halinde bulunduğunu ispat etmek zorundadır. İflas talebi üzerine mahkemece bilirkişi incelemesi yapılarak iflas talebinin yerinde olup olmadığı belirlenir.
“Borca batıklık sebebine dayalı iflas davası açılmasıyla ilgili yönetim kurulu kararı alınmış ise sunulması, alınmamış ise Mahkememize davacı vekili tarafından açılmış olan 2022/484E.sayılı batıklık sebebine dayalı iflas davasının görülmesine muvafakat ve izin verildiğine dair karar alınması, alınan kararın üç (a) aylık kesin süre içinde davacı vekilince sunulmasına, (a) ve (b) bentlerinde belirtilen hususlarla ilgili verilen üç (3) aylık kesin süre içinde eksikliğin davacı vekilince tamamlanmaması durumunda 6100 sayılı HMK m.114 ve m.115 hükmü gereği davanın usulden reddedileceğinin davacı vekiline bildirilmesine” dair ara karar oluşturulmuş, tutanak talep eden vekiline 06/08/2022 tarihinde tebliğ edilmiş, ancak talep eden vekili 29/09/2022 tarihi itibariyle sunmuş olduğu beyan dilekçesinde davacı şirkete ait karar defteri bulunmadığını, zira 2018 yılından bu yana şirketin faaliyet göstermediğini, şirkete ait karar defteri ve bir kısım evrakların ise taşıma sırasında zayi olduğunu, bulunamadığını, karar defteri bulunmadığını, davalı şirket sorumlusunun duruşmada hazır edileceğini beyan etmiştir. Bu arada tensip tutanağının tebliğ olunduğu tarih dikkate alındığında ise hüküm tarihi itibariyle üç aylık süre dolmuştur.
Somut noktadaki temel sorun limited şirketlerde borca batıklığa dayalı iflas davasının açılması ve hükme bağlanılması açısından, yönetim kurulu tarafından karar alınmasının gerekip gerekmediği ve gerekiyor ise bu gerekliliğin usul hukuku açısından niteliğidir. Gerek doktrin gerek Yargıtay uygulamalarında bu hususa dair usul hukuku açısından ayrıntılı değerlendirmelerin varlığı anlaşılamamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere davanın dayağı 6102 sayılı TTK m.376 hükmüne dayanmaktadır.
Borca batıklık ile ilgili 6762 sayılı TTK döneminde yürürlükte olan m.324 hükmünün içeriği öncelikle irdelenmelidir.
Buna göre: Mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 324. maddesi;
“Son yıllık bilançodan esas sermayenin yarısının karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, idare meclisi derhal toplanarak durumu umumi heyete bildirir.
Şirketin aciz halinde bulunduğu şüphesini uyandıran emareler mevcutsa idare meclisi aktiflerin satış fiyatları esas olmak üzere bir ara bilançosu tanzim eder. Esas sermayenin üçte ikisi karşılıksız kaldığı takdirde, umumi heyet bu sermayenin tamamlanmasına veya kalan üçte bir sermaye ile iktifaya karar vermediği takdirde şirket feshedilmiş sayılır. Şirketin aktifleri şirket alacaklarının alacaklarını karşılamaya yetmediği takdirde idare meclisi bu durumu derhal mahkemeye bildirmeye mecburdur. Mahkeme bu takdirde şirketin iflasına hükmeder. Şu kadar ki; şirket durumunun ıslahı mümkün görülüyorsa idare meclisi veya bir alacaklının talebi üzerine mahkeme iflas kararını tehir edebilir. Bu halde mahkeme, envanter tanzimi veya bir yediemin tayini gibi şirket mallarının muhafazası için lüzumlu tedbirleri alır.” hükmünü haizdir.
Adı geçen düzenleme 6102 sayılı TTK döneminde hükümler bir ölçüde korunmuş olmakla beraber kanun koyucunun gerekçesinde belirtildiği üzere yeni kurallar dahi öngörülmüştür.
Buna göre 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) “Sermayenin kaybı, borca batık olma durumu” başlıklı 376. Maddesi;
“(1) Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırır ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.
(2) Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer.
(3) Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması hâlinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister. Meğerki, iflas kararının verilmesinden önce, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul etmiş ve bu beyanın veya sözleşmenin yerindeliği, gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulu tarafından iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilirkişilerce doğrulanmış olsun. Aksi hâlde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru, iflas bildirimi olarak kabul olunur.” hükmünü haizdir.
Adı geçen hükmün başlığı “Sermayenin kaybı, borca batık olma durumu” başlığını taşımakta olup ilgili hükme göre; talep eden vekilinin oluşturulan ara karar ile ilgili beyanı karşısında öncelikle limited şirket statüsüne haiz olan talep edenin, borca batık olması nedenine dayalı olarak iflas talebinde bulunabilmesi açısından yönetim kurulu kararının usuli niteliği irdelenmelidir. Yukarıda anılan hükümler 6102 sayılı TTK’nın Dördüncü Kısmında yer alan anonim şirketler ile ilgili kısım içinde yer almaktadır. Ancak talep eden şirket ise somut olayda limited şirkettir. Buna göre yukarıda anılan hükmün limited şirketler açısından uygulanabilir olup olmadığı öncelikle ve usuli yönden ele alınacaktır.
6102 sayılı TTK m.633 hükmü “Sermaye kaybı ve borca batıklık” ana başlığı altında bildirim yükümlülüğünü düzenlemektedir. Bu düzenleme ise, 6102 sayılı TTK’nın Altıncı Kısmında düzenlenen limited şirket hükümleri içinde yer almaktadır. Limited şirketler ile ilgili hukuki statüyü düzenleyen bu hükme göre “Esas sermayenin kaybı ya da borca batık olma hallerinden anonim şirketlere ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır. Ek ödeme yükümlülüğü hakkındaki hükümler saklıdır.” Yine m.634 hükmüne göre “İflasın bildirilmesi ve ertelenmesine anonim şirket hükümleri uygulanır”.
Hal böyle olunca somut olayda limited şirketlerde borca batıklığa dayalı iflas davasında anonim şirketlerle ilgili hükümlere atıf yapıldığından öncelikle anonim şirketler yönünden borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının görülebilmesi açısından yönetim kurulunun hukuki durumunun irdelenmesi gerekir.
“Ortaklık sözleşmesinde aksine yönelik bir hüküm yoksa, ortaklığın iflasını isteme yetkisi, temsile yetkili olan yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu, ortaklığın aciz halinde bulunması ve pasifinin aktifinden fazla olması halinde iflas talebinde bulunmak zorundadır. (…) Yönetim kurulu üyeleri ortaklığın iflasını birlikte istemelidirler. (…) TTK m.342’ye göre ortaklıkta temsil yetkisi verilen müdürlerin yönetim hakkı olmayıp, sadece ortaklık işlerinin icrasını yerine getirirler. (…) TTK m.319 hükmüne göre yönetiminin murahhas üye veya murahhas üyelere bırakıldığı halde ise ortaklık sözleşmesinde bir hüküm yoksa, bu kişilerinde ortaklığın iflasını talep yetkisi yoktur. O halde ortaklığın iflasını talep etme yetkisi yönetim kuruluna ait olacaktır. Yönetim kurulunun, kurul olarak ortaklığın iflasını talep etmesi gerekir. (Ünal TEKİNALP, Reha POROY, Ersin ÇAMOĞLU, Ortaklıklar Hukuku, İstanbul, Cilt 2, Sayfa 17)
Tek imza yetkisi verilmiş olan yönetim kurulu üyesi, yönetim kurulunun, kurul olarak aldığı kararlara dayanmaksızın, tek başına ortaklığın iflasını isteyemez. Çünkü yönetim kurulu üyesine tek imza ile temsil yetkisi verilmiş olsa bile, bu yetki ortaklık amacı ile sınırlıdır. Ortaklığın tasfiyesi sonucunu doğuran iflas talebini, ortaklığın amacı ile bir ilgisi bulunmadığından, tek imza yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi ortaklığın iflasını isteyemez. (Y.Hakan PEKCANITEZ, Anonim Ortakların İflası, Ankara, 1991, Sayfa 38 ve bu eserde atıf yapılan Luzern İstinaf Mahkemesi 26/01/1972 (ZBJV 1972, s. 320) Aynı yönde Solothurn. Aufs. Beh. F. Schk, 26/09/1956 (BISchK. 1958, s. 179).
Yine doktrinde “anonim ortaklıklarda aksine bir hüküm yoksa, ortaklığın iflasını isteme yetkisi” temsile yetkili olan yönetim kuruluna aittir. (Oğuz ATALAY, Anonim Şirketlerin İflası, İzmir, 1996, Sayfa 66)
Böylelikle anonim şirketler açısından borca batıklık nedenine dayalı iflas talebi açısından bir yönetim kurulunun iflas istemesi zorunlu olduğu gibi bu açıdan ve mutlaka bir karar alınması dahi gerekir. Nitekim Yargıtay uygulamasında da borca batıklık nedenine dayalı yani aktifin pasifi karşılayamadığı ileri sürülerek doğrudan doğruya iflas kararının verilmesinin talep olunduğu durumlarda, mutlaka bir yönetim kurulunun şirketin iflasının isteneceğine ilişkin bir kararının olması gerektiği kabul edilmektedir. (Yargıtay 19. HD 25/09/1997 T. 1997/5151E. -7714K.sayılı -Y.Mete Güner, İflas Davaları ve İflasın Ertelenmesi, Ankara, 2006, Sayfa 284’de yer alan karar; aynı yönde aynı Dairenin 11/11/1999 T. 5421E. 6721K.sayılı kararları- Oskay M/Koçak, C./Değnekli, A./Doğan, A İcra İflas Hukuku, Cilt 4. Ankara, Sayfa 45-90)
6762 sayılı TTK döneminde yönetim kurulu kararı ile ilgili ileri sürülen bu düşünceler, 6102 sayılı TTK m.376 hükmü dikkate alındığında günümüz açısından da halihazırda güncelliğini korumaya devam etmektedir.
Bu durumda borca batıklık nedenine dayalı iflas talep edebilmek için iflası isteyenin yönetim kurulunun bir karar alması zorunludur. Bu karar 6102 sayılı TTK m.390 hükmü içeriği dikkate alındığında karar defterine dayalı bir karar olmalıdır. 6102 sayılı TTK m.390/f.4 hükmü ile ilgili kanun koyucunun gerekçede belirtmiş olduğu üzere “Maddenin 4.fıkrasında yer alan bir öneriye katılma suretiyle alınan yönetim kurulu kararlarında kötüye kullanmayı, aykırılıkları hatta dolan ile hileyi önleyebilmek amacıyla iki önlem alınmıştır. İlk olarak, bu suretle alınabilecek bir yönetim kurulu kararının geçerliliği tüm üyelere “aynı” önerinin yapılmış olmasıdır. “Aynı öneri” şartı ispatlanmalıdır. Bu da özellikle onay imzalarının aynı kağıtta olması halinde her kağıtta aynı önerinin yer almasını gerekli kılar. İkincisi ise onay imzalarının aynı kağıtta olmaları durumunda tüm aynı kağıtların karar defterine yapıştırılması zorunluluğudur. Bu zorunluluk da geçerlilik şartıdır.”
Yukarıda açıklanan kanun koyucunun gerekçesi dikkate alındığında, yönetim kurulu kararı usuli açıdan herhangi bir işlem değildir. Karara konu işlemin hukuk düzeninde sonuç doğurabilmesi açısından belirtilen şekilde alınmış olması “varlığı olmazsa olmaz bir şart” konumundadır. Zaten bir şirketin yönetim kurulunun “Devredilemez görev ve yetkiler” başlığını taşıyan m.375/f.1 bend (g) uyarınca, borca batıklık durumunun varlığı halinde Mahkemeye bildirimde bulunması hali açıkça düzenlenmiştir. Bu bend ile ilgili kanun koyucu yapmış olduğu düzenlemede ise, TTK m.376 gerekçesine bakılması gerektiğine işaret etmektedir. Buna göre ilgili gerekçede belirtildiği üzere “varlıkların olası satış değerlerine göre çıkarılan bilanço, şirketin iflası için yönetim kurulunun Mahkemeye başvurmasına gerek olup olmadığını ortaya koyar”. Buna göre yönetim kurulu mahkemeye başvuruya gerekip olup olmadığı noktasındaki iradesini 6102 sayılı TTK m.317 hükmüne göre “anonim şirketi idare ve temsil etme yetkisine dayalı” olarak ortaya koyar. Ancak bu iradenin hukuk düzeyinde geçerli olabilmesi yukarıda belirtildiği üzere ve kanunda belirtilen usullere uygun alınacak bir kararın varlığını gerektirir. Bu karar 6102 sayılı TTK m.390/f.4 hükmünde açıklandığı üzere “bir geçerlilik şartı” niteliğindedir.
Bu noktada ifade etmek gerekir ki 6102 sayılı TTK gereği limited şirketin tek müdürü olabileceği gibi birden fazla müdürün bulunması yani müdürler kurulunun mevcut olması söz konusu olabilecektir. Bu itibarla limited şirketler ile anonim şirketler arasında genel olarak bir farklılık söz konusu değildir. Ne var ki limited şirketlerde yönetim çerçevesinde karar alınmış ise bu karar ile ilgili bir defter tutulması zorunludur. Nitekim 6102 sayılı TTK m.64 hükmüne göre karar defteri tutulması, kanun koyucu tarafından öngörülmüştür. Bununla birlikte 19 Aralık 2012 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan, “Ticari Defterlere İlişkin Tebliğ” olarak bilinen düzenlemenin m.11/f.4 hükmüne göre “Limited şirketlerde müdür veya müdürler kurulunun şirket yönetimi ile ilgili olarak aldığı kararlar genel kurul toplantı ve müzakere defterine kaydedilebileceği gibi ayrı bir müdürler kurulu karar defteri de tutulabilir. Müdürler kurulu karar defterinin tutulması halinde açılış ve kapanış onayları dahil olmak üzere yönetim kurulu karar defterine ilişkin hükümler uygulanır. Kararların genel kurul toplantı ve müzakere defterine kaydedilmesi halinde 10 uncu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hususların yazılması zorunludur. Ayrı bir müdürler kurulu karar defteri tutulması halinde müdür veya müdürler kurulu kararları genel kurul toplantı ve müzakere defterine kaydedilmez”. Adı geçen düzenlemenin atıf yaptığı 10 uncu maddenin ikinci fıkrasında ise karar defterindeki en az aşağıdaki bilgileri içermesi gerektiği belirtildikten sonra “toplantı hazır bulunanlar, kararın içeriği, üyelerin imzaları” hususlarının dahi mutlaka karar defterinde yer alması gerektiği açıkça düzenlenmiştir.
Buna göre, limited şirketlerde müdür veya müdürler kurulunun şirket yönetimiyle ilgili olarak aldığı kararlar genel kurul toplantı ve müzakere defterine kaydedilebileceği gibi ayrı bir müdürler kurulu karar defteri de tutulabilir. Buna göre limited şirketin iflasının istenmesi noktasında kıyasen uygulanma imkanı bulunan TTK m.375 hükmü uyarınca “borca batıklık durumunun varlığı halinde mahkemeye bildirimde bulunulması” yetkisinin bir karar ile hukuk düzenine yansıması gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan 6102 sayılı TTK m.663 hükmünde yer alan kanun kıyası karşısında, yapılan tüm açıklamaların limited şirket için aynen geçerli olduğu ise açıktır. Bu suretle yönetim tarafından iflasın istenmesi noktasında alınacak kararın, belirtilen düzenlemeler çerçevesinde alınması gerektiği kabul edilmelidir.
Tensip aşamasında belirtilen eksiklik tamamlanmaksızın bu davanın görülebilmesi mümkün değildir. Öyle ki bu eksikliğin münferit yetkilinin duruşmada hazır olabilmesi suretiyle giderilebilmesi mümkün olmadığı gibi şirketin halihazırda kayden faal şirket konumunda olması nedeniyle ise şirketin 2018 yılının başından beri faaliyet göstermemesi nedeniyle karar defterinin bulunmaması veya zayi olması nedeniyle defter bulunmadığı yönündeki soyut beyan dahi bu noktada kabul olunamaz. Sonuç olarak borca batıklık nedenine dayalı olarak yönetim kurulu kararı yoktur.
Borca batıklık nedenine dayalı iflas talebinin mahkemede görülebilmesi için Mahkemeye bu amacı ile başvurulması noktasında alınması gereken yönetim kurulu kararının usuli niteliği üzerinde de bulunmalıdır.
Borca batıklık nedenine dayalı olarak limited şirketin iflas davasının görülebilmesi için yönetim kurulu tarafından karar alınması açıklanan kanun kıyası karşısında zorunludur. Ancak daha da önemlisi kanun koyucu 6102 sayılı TTK m.633 ve m.634 hükümlerinde ve yapmış olduğu kanun kıyasıyla bu noktada yetinmemiştir. Nitekim kanun koyucu limited şirketlerin borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının görülebilmesi açısından ayrıca özel düzenlemeler dahi yapmıştır. Buna göre 6102 sayılı TTK m.625 hükmü limited şirketler ile ilgili Altıncı Kısımda yer alıp madde başlığı “Devredilemez ve vazgeçilemez görevler” başlığı adı altında limited şirketin müdürlerinin devredilemez ve vazgeçilemez görevlerini düzenlemiştir. Bu hükme göre “Müdürler, kanunların ve şirket sözleşmesinin genel kurula görev ve yetki vermediği bütün konularda görevli ve yetkilidir. Müdürler, aşağıdaki görevlerini ve yetkilerini devredemez ve bunlardan vazgeçemezler”. Adı geçen hükmün (h) bendine göre “Şirketin borca batık olması halinde durumun mahkemeye bildirilmesi” limited şirketteki müdürlerin devredilemez ve vazgeçilemez görevlerindendir. Müdürlerin bu görevlerini yerine getirmeleri aşamasında bu yönde almış oldukları kararı ya genel kurul toplantı ve müzakere defterine kaydetmeleri veyahut bir müdürler kurulu karar defterine kaydetmeleri gerekir. Zira ancak ve bu şekilde kanun koyucunun öngördüğü görevin yerine getirilmiş olması sağlanmış olacaktır. 6102 sayılı TTK m.623/f.3 hükmüne göre “Müdürler, kanunla veya şirket sözleşmesiyle genel kurula bırakılmamış konularda yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidirler”. Müdürler aldıkları bu kararları ise, yukarıda açıklandığı gibi ilgili deftere yansıtmak suretiyle ancak icra etmiş olacaklardır.
Limited şirketin borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının görülebilmesi için yönetim kurulu yani müdür veya müdürler kurulu tarafından karar alınmasının gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu gerekliliğin usul hukuku açısından yansıyan görünümünün tam olarak ne olduğu noktasında gerek Yargıtay kararlarında gerek doktrinde ayrıntılı bir incelemenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu noktada 6102 sayılı TTK’daki benzer düzenlemelerden ve öncelikle kıyasen yararlanılmasında fayda bulunmaktadır.
Buna göre konumuz ile doğrudan ilgisi olmasa dahi, 6102 sayılı TTK m.553 hükmü uyarınca “yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılan sorumluluk davalarının açılabilmesi” için, bu noktada genel kurulun bu yönde karar almasının gerekip gerekmediği noktasında gerek 6762 ve gerekse 6102 sayılı TTK’daki hükümlerin hukuki niteliği dikkate alınarak bu kararın usuli niteliği takdir edilmelidir.
“6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanun’unun yürürlükte olduğu dönemde anonim ortaklık adına yönetim kurulu üyeleri aleyhine sorumluluk davası açılabilmesi için genel kurulda bu yönde bir karar alınması esasına yer verilmişti (eTK 341/1). Genel kurulun yönetim kurulu üyeleri aleyhine sorumluluk davası açılması yönündeki kararı, ilk zamanlarda dava şartı olarak nitelendirilmiş ve genel kurul kararı alınmaksızın ortaklık adına açılan davaların reddi ile görece katı bir yaklaşım benimsenmişti. Ancak devam eden süreçte Yargıtay, genel kurul kararını dava şartı olarak nitelendirmeye devam etmekle birlikte, bugünkü içtihadı olan genel kurul kararının bulunmadığı hallerde davayı reddetmeyerek, davacı ortaklığa bu eksikliği giderebilmesi adına süre verme yolunu tercih etmiştir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu dönemindeki durum dikkate alındığında ise, TK m.553 hükmü gereğince kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanunundan ve esas sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem ortaklığa hem pay sahiplerine hem de ortaklık alacaklarına verdikleri zararlardan sorumludur. Ortaklığın uğradığı zararın tazminini, ortaklık ve her bir pay sahibi isteyebilir. Pay sahipleri, tazminatın ancak ortaklığa ödenmesini talep edebilir. (TK 555/1). (Yürürlüğünün beşinci yılında ve Yargıtay kararları ışığında Türk Ticaret Kanunu Sempozyumu 20/10/2017, Prof.Dr.Mehmet HELVACI, Anonim Ortaklık Tarafından Yönetim Kurulu Üyelerine Karşı Açılacak Sorumluluk Davalarında Genel Kurul Kararının Gerekli Olup Olmadığı Sorunu, Sayfa 143)
Yine ETK’dan farklı olarak 6102 sayılı TTK’da ise, ortaklık zararının tazmininde karar alınmasını öngören açık bir düzenleme yok ise de şirket tüzel kişiliği tarafından şirket yöneticileri hakkında sorumluluk davası açılabilmesi için, şirket genel kurulunda bir karar alınması hususunu tamamlanabilir bir dava şartı olarak öngören Yargıtay uygulaması halihazırda devam etmektedir. (Yargıtay 11.HD 12/07/2017 T. 2016/8829E. 2017/4095K., 02/06/2016 T. Ve 2015/7487E. 2016/6166K., 09/02/2016 T. ve 2015/3371E. 2016/1194K.sayılı ilamları)
O halde limited şirketler yönünden borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının açılması ve hükme bağlanılması açısından, kanun koyucunun limited şirketteki yönetim kurulunun bu noktada alacağı kararın “kıyasen sorumluluk davalarında olduğu üzere” bir dava şartı olup olmadığı ele alınmalıdır. Zira, kıyasa esas alınan “sorumluluk davaları” çekişmeli yargı niteliği taşıdığı halde borca batıklık nedenine dayalı iflas talebi HMK m.382/f.3 bend gereği davası çekişmesiz yargı niteliği taşımaktadır.
Buna göre limited şirketlerde borca batıklık nedenine dayalı iflas talebi niteliği itibariyle çekişmesiz yargı niteliği taşımakla birlikte kanun koyucunun öngörmüş olduğu bu gerekliliğin çekişmesiz yargı açısından bir dava şartı olup olmayacağının da üzerinde durulması gerekir.
Talep çekişmesiz yargıya ait olsa bile niteliğine uygun düştüğü ölçüde dava şartlarının çekişmesiz yargı işleri için uygulanması gerektiği gerek doktrin gerek Yargıtay uygulamasının bir gereği olarak kabul olunmuştur. Nitekim “(…)HMKnın 388.maddesi gereği aksine hüküm bulunmayan hallerde çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği hükmü gereği dava şartı mevcut olduğundan işin esasının incelenmesi” gereğine işaret eden Yargıtay uygulamasında da değinildiği üzere çekişmesiz yargı işlerinde dava şartlarının usuli olarak dikkate alınması gerektiği kabul olunmaktadır. (Yargıtay 8. HD 2017/5945E. 2017/13924K.sayılı, Yine Yargıtay 11. HD 2014/2160E. 2014/11015K.sayılı ilamları) Yine doktrinde de kabul olunduğu üzere “kanun koyucu çekişmesiz yargı işleri bakımından sadece yukarıda sayılan konularda farklı düzenleme öngördüğünden sair bütün konularda, çekişmeli yargı için öngörülen kuralların çekişmesiz yargı bakımından da niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanacaktır. (Pekcanıtez, Hakan; Pekcanıtez -Usul, Medeni Usul Hukuku, 3. Cilt, 15. Bası. s. 2147). Bu itibarla dava şartlarının, çekişmesiz yargı niteliğindeki batıklık sebebine dayalı iflas davasında uygulanmasına engel hal olmadığı gibi kanun koyucu dahi bu noktada belirtilen talebin görülebilmesi açısından yönetim kurulu kararının varlığını zorunlu olarak öngörmüştür.
Hal böyle olunca borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının açılması ve en önemlisi hükme bağlanabilmesi açısından yönetim kurulu tarafından bir karar alınması, usul hukuku açısından bir dava şartı görünümündedir. Bu noktadaki 6100 sayılı HMK m.114/f.2 hükmünde belirtilen “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır” cümlesi karşısında yönetim kurulu kararının 6102 sayılı TTK’da düzenlenen bir dava şartı olduğu kabul edilmesi hem kanun sistematiğine hem de yargısal uygulamaya uygun olacaktır.
HMK’nın 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. 115. maddenin üçüncü fıkrasına göre ise, “Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez”.
Yukarıda açıklanan şart yani limited şirketin borca batıklık nedeniyle iflas davasının açılması, hükme bağlanabilmesi açısından yönetim kurulunun bu yönde alması gerekli olan karar HMK m.114/f.2 de belirtilen özel bir dava şartı niteliğindedir. 6102 sayılı TTK m.376 hükmünde öngörülen, TTK m.633 hükmü gereği limited şirketler tarafından uygulanması gereken ve 6100 sayılı HMK m.114/f.2 hükmü kapsamında yer alan bir özel dava şartı olarak tamamlanabilir bir şarttır. Anılan dava şartının niteliği gereği tamamlanması mümkün olduğu mahkememizce takdir olunduğundan bu noktadaki eksikliğin tamamlanması amacıyla davacı ekiline üç aylık kesin süre verildiği halde bu eksiklik tamamlanmamış ve giderilmemiştir. Bu suretle anılan eksiklik nedeniyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın tensip aşamasında ve usulden reddi yerine talep eden vekiline bu imkan dahi tanınmış; ancak talep eden vekili kendisine tanınan süre içinde bu eksiklikliği dahi gidermemiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında dava şartına ilişkin eksiklik giderilmediğinden borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Dava şartına ilişkin eksiklik giderilmediğinden borca batıklık nedenine dayalı iflas davasının reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken harç peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına,
3-Talep eden tarafından harcanan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Karar kesinleştiğinde avansın taraflara iadesine,
Dair, tarafların yokluğunda kararın taraflara tebliğinden itibaren on gün içinde İstanbul BAM nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 01/12/2022

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …