Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2022/380
KARAR NO : 2023/914
DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 06/05/2015
KARAR TARİHİ : 30/11/2023
Mahkememizde görülmekte olan tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili sunduğu dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin; 02.01.2014 tarihli toplam satış bedeli 5.677.562,88 TL ve 03.03.2014 tarihli toplam satış bedeli 3.120.000,00 TL olduğunu, davalı şirketin satışını yaptığı ürünleri sözleşmelerde belirtilen zaman süresinde teslim etmediğini, müvekkili şirket tarafından keşide edilen … 1. Noterliği … tarih … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile ürünlerin teslim edilmesinin davalıya ihtar edildiğini, sözleşme imza tarihlerinin 20.03.2014 ve 24.06.2014 tarihleri olduğunun davalı şirket tarafından iddia edildiğini, sözleşmelerin hükümlerine göre haklı neden olmaksızın tek taraflı fesih edilemeyeceğini, sözleşmelerin imza tarihleri hususunda uyuşmazlık bulunduğunu, açıklanan nedenlerle sözleşmelerin ihlal edilmesi ve hükümlerinin davalı şirket tarafından yerine getirilmemesinden dolayı müvekkili şirketin uğradığı zarar, ziyan ve kâr kaybının belirlenmesi ile fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000.-TL alacağın davalıdan tazmini ve tahsiline, dava konusu ürünlerin teslimi için 16.10.2014 tarihli ihtarname ile temerrüde düşürülen davalıdan alacağa bu tarihten itibaren ticari temerrüt faizi yürütülmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili ıslah dilekçesiyle 100.000,00 TL’lik talebi 426.066,55.-TL’ye çıkarmıştır.
Davalı vekili sunduğu cevap dilekçesinde özetle;taraflar arasında 20.03.2014 tarihinde “Satın Alma Sözleşmesi” akdedildiğini, sözleşmenin 24.06.2014 tarihinde “Ek Fesih Protokolü” ile feshedildiğini ve tarafların 24.06.2014 tarihli ikinci sözleşmeyi akdettiklerini, taraf şirketler arasında e-posta yazışmalarının bulunduğunu, davacı şirketin 27.03.2014 tarihinde tasfiyeye girmiş olmasına rağmen ikinci sözleşme akdedildiği anda müvekkili şirketi aldatmış olduğunu, bu nedenle müvekkili şirketin sözleşmenin geçersiz olduğunu davacı şirkete bildirdiğini ve ticari münasebetini kestiğini, TTK.nın ilgili hükümleri uyarınca davacı şirketin tek yetkilisinin tasfiye memuru olduğunu ve tasfiye aşamasındaki şirketlerin ticari herhangi bir işlem yapmasının mümkün olmadığını, 24.06.2014 tarihli sözleşme tahtında üretilen ürünlere ilişkin davacı iddialarının gerçeği yansıtmadığını, ürün teslimatının üretimin gecikmesinden değil bizzat davacının alamayacağını bildirmesi ve bir kısım siparişleri iptal etmesinden kaynaklandığını, söz konusu ürün teslimatlarının 2014 yılının Ekim ayı itibariyle son bulduğunu, davacı şirketin zarar talebinin nelere ilişkin olduğunu açıklaması gerektiğini beyanla, davanın reddine, yargılama giderleri ve vekâlet ücretine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkememizce oluşturulan 12/04/2018 Tarih ve 2015/490E. 2018/428K.sayılı gerekçeli kararında;
“Dava, sözleşmeye aykırılık nedeniyle mahrum kalınan kâr istemine ilişkindir.
Davanın niteliği, iddia ve savunmanın kapsamına göre bilirkişi heyeti oluşturulmuş, tarafların kayıtları ve sunulan deliller bilirkişi heyeti tarafından değerlendirilmiş, yapılan inceleme sonucunda; “….taraflar arasında imzalanan ve geçerlilik süresi 31/12/2014 tarihli olan sözleşmeler kapsamında satışı yapılan ürün faturalarının davalı şirket iştiraki olan … AŞ tarafından tanzim edilmiş olduğunu, faturaların muhatabının ise … Pazarlama-…olduğunu, taraflar arasındaki ticari alım satım ilişkisinin dava dışı şirketler üzerinden yürütüldüğünü, davalı tarafın 24/06/2014 tarihli sözleşmenin alıcı şirket bakımından yetkisiz temsilci tarafından yapıldığı ileri sürmüş ise de yetkisiz temsilci tarafından imzalanan sözleşme askıda hükümsüz olup, satıcı tarafından gönderilen bir kısım mallar alıcı tarafından kabul edilmiş, ayrıca alıcı şirket tasfiye memuru tarafından satıcı şirkete yollanan e-mail ile sözleşmenin geçerli olduğu belirtildiğinden sözleşmeye açıkça onay verilmiş olduğunu, tüm bu nedenlerle sözleşmenin yetkisiz temsilci tarafından yapılması nedeniyle geçersiz olmadığını, tasfiye halindeki bir şirket tüzel kişiliğini devam ettirmekle birlikte organlarının yetkilerinin, tasfiye amacıyla sınırlı olduğunu, davacı şirketin davalı şirketle ikinci sözleşmeyi yaptığında tasfiye halinde olduğundan ancak tasfiye amacıyla hukuki işlemler yapabileceğini, dosya kapsamında davacı alıcı şirketin satış sözleşmesini bu amaçla yapıp yapmadığı konusunda yeterli bilgi olmadığından bu konuda görüş belirtilemeyeceğini, bu konuda karar verme yetkisinin mahkemede olduğunu, davacı şirket tasfiye halinde girdiğinden ödeme yapma konusunda ifa güçlüğüne düştüğü konusunda bir karinenin olduğu ileri sürülmüş ise de dosya kapsamında davacı şirketin ödeme güçlüğüne düştüğü konusunda bir bilgi bulunmadığını, şirketin iflas nedeniyle tasfiye halinde olduğuna veya hakkında yapılan icra takibinin sonuçsuz kaldığına ilişkin bir bilginin bulunmadığını, davalı tarafın, davacı şirketin tasfiye halinde olması hususunu sözleşmenin imzası aşamasında kendisinden sakladığını ileri sürdüğünü, sözleşmenin karşı tarafın hilesi nedeniyle iptalinin talep edilebilmesi için yapılan hileli davranışın sözleşmenin yapılmasına sebep olması gerektiğini, mahkemece davalı şirketin sözleşmenin yapılması sırasında davacı şirketin tasfiye halinde olduğunu bilse idi sözleşme yapmayacağı kanaatine varılır ise hilenin şartlarının gerçekleşmiş sayılacağını ve bu nedenle de sözleşmenin baştan itibaren sona ermiş sayılacağını, aksi sonuca varılır ise sözleşmenin hile nedeniyle iptal edilemeyeceğini ve davacı alıcı şirketin satıcının temerrüdü hükümleri uyarınca davalı şirketten TBK m. 212-213 hükümleri uyarınca uğradığı müspet zararın tazminini talep edebileceğini, sonuç olarak; taraflar arasındaki sözleşme kapsamında teslimatı yapılmayan ürünlerin tamamı için toplam 5.393.247,52.-TL gelir kaybı hesaplandığını, buna göre mahrum kalınan kar tutarının 426.066,55.-TL olduğunu, aksi halde kar kaybının 350.279,00.-TL olarak kabul edilmesi gerektiğini…” ifade etmiştir.
Taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 6. maddesine göre “…taraflar bu sözleşmeyi veya sözleşme ile yüklendiği üretim veya sair yükümlülüklerini diğer tarafın yazılı onayı olmaksızın kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye devir veya temlik edemez. Şu kadar ki satıcı iş bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini iştiraki olan …Şirketine devredebilir.”
Taraflar arasında bila tarihli ve geçerlilik süresi 31/12/2014 tarihi olan satın alma sözleşmesi akdedildiği, birinci sözleşmenin ikinci ve üçüncü çizelgesinde belirtilen ürünlerin davacıya teslim edildiği, 24/06/2014 tarihli ek protokol ile birinci sözleşmenin iptal edilerek satışı geçerleştirilmeyen ürünler için ikinci sözleşmenin hazırlandığı ve ikinci sözleşmenin ikinci ve üçüncü çizelgelerindeki ürünlere “20.000,00 adet … 3,00 TL birim fiyat ile” ürün ilave edildiği, ikinci çizelgedeki ürünlere dayanılarak 02/10/2014 tarihli fatura ile birlikte davacı şirkete kısmi satış ve teslimat yapılmış olduğu, teslim edilen veya edilmeyen ürünler konusunda ihtilaf bulunmadığı, davalı şirket tarafından sözleşmenin 30/10/2014 tarihinde tek taraflı olarak feshedildiği, yetkisiz temsilci tarafından yapılan sözleşmenin doğrudan doğruya kesin hükümsüzlük sonucunu doğurmadığı, işlemin geçerliliğinin askıda olduğu, bu şekilde düzenlenen sözleşmenin temsil olunan tarafından onaylanması halinde baştan itibaren geçerli hale geleceği, nitekim somut olayda gönderilen malların kabul edildiği, alıcı şirket tasfiye memuru tarafından gönderilen elektronik posta ile sözleşmeye onay verildiği, tasfiye halinde olmasının şirketin hukuki işlem ehliyetini ortadan kaldırmadığı, şirketin ödeme güçsüzlüğü içinde olduğunun kanıtlanamadığı, bu nedenlerle davacı şirketin tasfiye halinde olması gerekçe göstererek yapılan feshin haklı neden oluşturmadığı, davacının sözleşmeye aykırılık ve temerrüt nedeniyle davalıdan mahrum kaldığı kazancı talep edebileceği, sözleşmenin feshine kadar ek protokol ile belirlenip teslimi yapılmayan ürünler nedeniyle mahrum kalınan kârı ve sözleşmenin feshinden sonraki dönem için de mahrum kalınan kârı talep edebileceği sonucuna ulaşılmakla denetime elverişli 30.10.2017 tarihli bilirkişi raporunun ( teslimatı yapılmayan ürünlerin tamamı için) yapılan hesaplama kısmı dikkate alarak talebin kabulüne karar verilmiştir.” dair karar verilmiştir.
Akabinde davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddi sonrası yine davalı vekilinin temyiz talebi üzerine Yargıtay 11.HD 2020/5226E. 2022/1451K.sayılı kararında;
(…)
“Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Davacı vekili 09.03.2016 tarihli celsede açıkça, taleplerinin 01-30.09.2014 tarihleri arasında teslim edilmeyen ürünlerden kaynaklı zarar ve kâr kaybı olduğunu ifade etmiştir. İlk Derece Mahkemesince davacı vekilinin bu beyanına istinaden 01-30.09.2014 tarihleri arasında teslim edilmeyen ürünler bakımından bir hesaplama yaptırılarak varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken bu dönemi aşar şekilde tüm teslim edilmeyen ürünler bağlamında yapılan hesaplama sonucu bulunan miktar üzerinden talep aşımı yapılmak suretiyle hüküm kurulması ve buna ilişkin davalı istinaf başvurusunun esastan reddi doğru görülmediğinden Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.”
gerekçesiyle bozma kararı oluşturmuştur.
Mahkememizce verilen hükme yönelik olarak davalı vekilince temyiz sebepleri ileri sürülmüştür. Yargıtay tarafından ise sadece yukarıda belirtilen husus bozma sebebi yapılmış, davalı vekilinin diğer temyiz itirazları ise açıkça reddolunmuştur. Mevcut bozma ilamı içeriği karşısında ve bu çerçevede hukuki durum değerlendirilecektir. Belirtilen bozma sebebi, içeriğinden anlaşılacağı üzere “sınırlandırıcı” nitelikte olmayıp “araştırmaya ve tahkikatı genişletmeye” yöneliktir. Ne var ki bozma ilamına Mahkememizce uyulmuş olmakla bu çerçevede tahkikata devam olunması gerektiği ise açıktır.
Nitekim Yargıtay HGK 2018/10 (21) – 94 E. 2021/111K.sayılı kararında belirtildiği üzere;
“Uyuşmazlığın çözümü, “usuli kazanılmış hak” kavramının açıklanmasını ve açıklanan olgular karşısında somut olay ve taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesini gerekli kılmaktadır.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (6100 sayılı Kanun/HMK) “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir.
Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 1960/21E., 1960/9 K. sayılı YİBK).
Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 tarihli ve 1959/13 E., 1959/ K. sayılı YİBK).”
Buna göre Mahkememizce Yargıtay kararında gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yapılması amacıyla önceki bilirkişi kurulundan ek rapor alınmasına dair karar oluşturulmuştur. Buna göre bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 21/12/2022 tarihli raporunda “Mahkemece davacı tarafça mahrum kalınan kâr tazminatı talebinde bulunulabileceğinin kabulü halinde, finansal yönden yapılan tespit ve hesaplamalara yer verildiği, mahrum kalınan kâr hesabında uygulanan yol; net satışlar ile satışların maliyeti arasındaki farkı ifade eden brüt satış kârından, işletmenin faaliyet giderlerinden makul bir payın düşülmesi şeklinde olup, bu hesaplamada geçmişte elde edilen satış, maliyet ve kârlılık verilerinden hareket edildiği, davacı …’nun 2014 yılına ait mizanın yer alan gider hesapları sabit ve değişken giderler olmak üzere ayrıştırılmış olup sabit masrafları ve değişken masrafların toplam masraflar içerisindeki payının %50 oranına çok yakın çıktığı, işletmenin faaliyet giderleri ticari faaliyetinin tamamını kapsadığından ve faaliyet hacmi ne olursa olsun işletmenin idamesi için sabit nitelikte giderler de bulunduğundan, hesaplamada faaliyet giderlerinin %50 oranındaki bir payın brüt satış kârından düşülebileceği, taraflar arasındaki sözleşme dönemi kapsamında, şirketin 2014 yılı yıllık gelir vergisi beyannamesi ile ticari defter kayıtları incelenmiş olup, buna göre kâr kaybı hesabında dikkate alınacağı, şirketin brüt satış kârlılığı % 11,32 oranında olduğu, faaliyet giderlerinin net satışlara oranı ise % 6,84 oranında olup, bu oranın ½ si olan % 3,42 oranındaki faaliyet gider payının mahrum kalınan kâr hesabında düşülmesi gerektiği, davacı şirket tarafından dosyaya sunulan “…” satış faturalarında kayıtlı bulunan, davacı talebine ilişkin olan ürünlere ait satış birim fiyatlarının belirlendiği, fiyatlar dikkate alınarak, talep edilen ürünlerin satış değerleri hesaplanacak ve buna göre hesaplanan gelir kaybına brüt satış kârlılık oranı uygulanarak, faaliyet gider payı düşülmesi neticesinde mahrum kalınan kâr miktarının bulunabileceği, muhtelif tarihlerdeki ürünlere ilişkin hesaplama yapıldığı, bu tarihlerinin Yargıtay ilamında belirtilen 01-30.09.2014 tarihleri arasına iblağ edilen tabloda sunulduğu, bu tablodaki hesaplamanın önceki tablodan faydalanılarak oluşturulduğu, 01. – 30.09.2014 tarihleri arasındaki döneme isabet eden miktar, fiyat ile çarpılarak tablonun son kısmındaki tutarlar bulunduğu, taraflar arasındaki sözleşme kapsamında teslimatı yapılmayan ürünler için toplam 2.315.911,35 TL gelir kaybı hesaplandığı, dava dosyası ile incelemeye ibraz edilen şirketlerin ticari defter kayıtlarının incelenmesi neticesinde, rapor içerisinde detaylı olarak açıklandığı üzere; taraflar arasındaki sözleşme kapsamında teslimatı yapılmayan ürünlerin tamamı için 30.09.2014 tarihleri arasında toplam 2.315.911,35 TL gelir kaybı hesaplandığı, buna göre mahrum kalınan kâr tutarının 182.957,00 ‘TL olarak hesaplandığı, davalı şirket tarafından keşide edilen … 18.Noterliğinin … tarih … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile sözleşmenin feshedilmiş olduğunun kabulü halinde ise, bu tarihe kadar teslimatı yapılmayan ürünler için 01-30.09.2014 tarihleri arasında toplam 2.315.911,35 TL gelir kaybı, bu ürünlere ilişkin 182.957,00 TL kâr kaybı hesaplandığı” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 21/12/2022 tarihli ek rapora yönelik itirazlar karşısında “hesaplamaya ilişkin kısım dışında diğer tüm uyuşmazlık konularının temyiz konusu olması, davalının temyiz taleplerinden hesaplama dışındaki tüm hususlara ilişkin temyiz itirazlarının red edilmiş olması, red olunan bu hususlar ile ilgili tarafların lehine veya aleyhine usuli kazanılmış hak oluşması karşısında kesinleşen bu hususlar tartışılmaksızın sadece ve sadece bozma ilamının 2.maddesinde belirtilen tarihler arasında teslim edilmeyen ürünler bakımından yapılan hesaplamada bir maddi hata olup olmadığı özellikle 4.ve5.sayfasındaki hesaplamalar dikkate alındığında yapılan hesaplamada maddi hata olup olmadığı hususlarını içerecek şekilde, ayrıca uzman kişi görüşüne itibar edilmesinin mümkün olup olmadığı, uzman kişinin hesaplamaya ilişkin yapmış olduğu tespit var ise bunların ihbar edilmesinin mümkün olup olmadığı noktalarında öncelikle aynı bilirkişi kurulundan ek rapor alınmasına dair ara karar oluşturulmuştur.
Bu defa bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 20/09/2023 tarihli ek raporda “dava dosyası ile incelemeye ibraz edilen şirketlerin ticari defter kayıtlarının incelenmesi neticesinde, nihai takdiri Mahkemeye ait olmak üzere; rapor içerisinde detaylı olarak açıklandığı üzere daha önce sunulan raporu değiştirecek bir husus mevcut olmayıp; taraflar arasındaki sözleşme kapsamında teslimatı yapılmayan ürünlerin tamamı için 30.09.2014 tarihleri arasında toplam 2.315.911,35 TL gelir kaybı hesaplandığı, buna göre mahrum kalınan kâr tutarının 182.957,00 TL olarak hesaplandığı, davalı şirket tarafından keşide edilen Beyoğlu 18.Noterliğinin 30.10.2014 tarih 25268 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile sözleşmenin feshedilmiş olduğunun kabulü halinde ise, bu tarihe kadar teslimatı yapılmayan ürünler için 01-30.09.2014 tarihleri arasında toplam 2.315.911,35 TL gelir kaybı, bu ürünlere ilişkin 182.957,00 TL kâr kaybı hesaplandığı” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Bilirkişi, bozma kararı sonrası sunmuş olduğu raporlarda 1-30.09.2014 tarihleri arasında teslim edilmeyen ürünler bakımından hesaplama yapmıştır. Yapılan bu hesaplamalarda bu dönemleri aşar şekilde tüm teslim edilmeyen ürünler bağlamında hesaplama yapılmamıştır. Bilirkişi kurulu bozma ilamı sonrası hazırlamış oldukları bu raporlarda finansal ve muhasebesel açıdan mahrum kalınan kâr kaybında uygulanan yolu gerekçeli ve denetime elverişli şekilde açıklayarak izledikleri yöntem çerçevesinde gerekli düşüm ve hesaplamaları yapmışlardır.
Yapılacak hesaplamanın özelliği dikkate alındığında heyette gerek muhasebe gerekse finans konusunda ehil bilirkişilerin var olduğu açıktır. Nitekim “bilirkişi, özel ve teknik bilgiyi oluşturan tecrübe prensipleri hakkında hâkimde eksik olan bilgiyi veren ve bu tecrübe prensiplerine dayanarak, sabit olan bir olaydan sonuçlar çıkaran veya kendi özel bilgisine dayanarak uyuşmazlık konusu olayları tespit eden üçüncü kişi veya kişilerdir. (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. III, 6. Baskı, İstanbul 2001, s. 2621-2622; Atalay, Pekcanıtez; Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, İstanbul 2017, s. 1914-1915).
Bilirkişi, incelemesi sonunda aydınlatılması istenen husus hakkında, kendisine yöneltilmiş olan sorulara cevap verir. Bilirkişi kendisinden istenen sorulara hasren bir inceleme gerçekleştirir. (Süha Tanrıver, Hukukumuzda Bilirkişilik, Ankara 2017, s. 110) Bilirkişi raporlarının gerekçeli olması gerekir. Gerekçe sayesinde hâkim ve taraflar, bilirkişi raporundaki sonucun doğru olup olmadığını denetleme olanağına sahip olurlar. (Ejder Yılmaz, Uygulamada Bilirkişilik ve Bilirkişi Raporları, Makaleler (1973-2013), 1.Cilt, Ankara 2014, s.823).
Bu açıklamalar ışığında bilirkişi kurulu, Yargıtay bozma ilamında belirtilen hususlarla ilgili gerekli sorulara cevap vererek gerekli incelemelerini yapmışlardır. Mahkememizce itibar olunan bu raporlarda izlenen yöntem ve hesaplama şekli gerekçeli, açık ve denetime elverişlidir. Zaten muhasebesel ve finansal açıdan yapılan inceleme sonucunda hazırlanan ve Mahkememizce itibar olunan ek raporlara yönelik olarak başkaca bir kabul görmüş ve standart bir hesaplama yönteminin varlığını içeren bir itiraz ise söz konusu değildir. Kaldı ki Yargıtay’ın ilgili bozma ilamı da, bozma ilamı öncesi rapor sunan bilirkişi kurulunun kâr kaybını hesaplamasına dair yöntem konusunda da herhangi bir bozma yapmadığı gibi farklı bir bilirkişi kurulundan rapor alınmasına dair dahi bozma yapmamıştır.
Yine davalı vekilinin daha önce sunmuş olduğu uzman görüşü var ise de Yargıtay bozma ilamı içeriği dikkate alındığında artık bu görüşün davalı lehine usuli bir sonuç doğurabilmesi usulen mümkün değildir. Yargıtay bozma ilamı gereği yapılan ek incelemeler konusunda ehil bilirkişiler tarafından gerçekleştirilmiş olup uzman görüşü raporunu hazırlayan bilirkişinin ise bu konuda özel bir uzmanlığı zaten bulunmamaktadır.
Her ne kadar davalı vekili, bozma ilamı sonrası bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu ek raporlara yönelik farklı yönlerden itiraz etmiş ise de bu itirazlar bilirkişilerin uzmanlık alanı, rapor içeriği karşısında itibar edilebilir nitelikte görülmemiştir. Esasen Yargıtay bozma ilamında belirtilen husus dışında bilirkişi kurulunun hesap yöntemine yönelik başkaca bir bozma ise söz konusu değildir. Davalı vekilinin, bozma ilamı sonrası alınan ve itibar olunan raporlara yönelik diğer tüm itirazları ise bozma ilamına esas olan temyiz dilekçesindeki ileri sürülen hususlardır. Ne var ki bu hususların tamamı Yargıtay aşamasında incelenmiş, değerlendirilmiş ve en önemlisi Yargıtay tarafından bu itirazlar reddolunmuştur. Artık bu aşamadan sonra söz konusu itirazların usulen dikkate alınabilmesi mümkün değildir. Zira Mahkememizce bozma kararına uyulmuş olmakla artık kesinleşmiş olan, itiraza konu bu hususlar hakkında yeniden bir inceleme yapılması mümkün değildir. Başka bir anlatımla kesinleşmiş olan bu kısımlar yönünden davacı lehine, davalı aleyhine usuli kazanılmış hakkın varlığı söz konusudur.
Hal böyle olunca Yargıtay bozma ilamına uygun olarak ve yine bozma ilamında da bozma konusu olmayan hesap yöntemi çerçevesinde hazırlanan bilirkişi kurulu raporunda belirtilen 182.957,00 TL tutarında kâr kaybının olduğu Mahkememizce benimsenmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık nitelik itibariyle maddi tazminat istemli dava niteliğindedir. Nitekim gerek davacı vekilinin zarar ve kâr kaybına ilişkin talepte bulunmuş olması gerek bu tip taleplerin tazminat nitelikli olduğu yönündeki yerleşik Yargıtay uygulaması karşısında başkaca bir nitelendirme yapılabilmesi ise mümkün bulunmamaktadır. (Yargıtay 11.HD 2021/5012E. 2023/3515K.sayılı, yine aynı dairenin 2021/9025E. 2023/2656K.sayılı kararları) Bu nedenle davalı yararına vekalet ücreti takdirinde davanın bu niteliği gözönünde tutulmuştur.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının davasının kısmen kabulüne, 100.000,00-TL alacağın, dava tarihi olan 06/05/2015 tarihinden itibaren; bakiye 82.957,00-TL alacağın ise ıslah tarihi olan 17/01/2018 tarihinden itibaren TCMB kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının davasının kısmen kabulüne,
100.000,00-TL alacağın, dava tarihi olan 06/05/2015 tarihinden itibaren; bakiye 82.957,00-TL alacağın ise ıslah tarihi olan 17/01/2018 tarihinden itibaren TCMB kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
Davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği kabul olunan 182.957,00 TL üzerinden alınması gereken 12.497,79TL harçtan, peşin alınan 1.707,75TL peşin harç ve 5.568,41 TL ıslah harcı toplamı olan 7.276,16 TL’nin mahsup edilerek bakiye 5.221,63 TL ilam harcının davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafından yatırılan 1.707,75 TL peşin harç, 5.568,41 TL ıslah harcı olmak üzere toplam 7.276,16TL’nin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davacı tarafından harcanan 454,35TL tebligat posta masrafı, 27,70 TL başvuru harcı, 4.500,00TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 4.982,05 TL yargılama giderinden davanın kabul nispetine göre (%42) 2.092,46 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiyesinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından harcanan 162,60TL tebligat posta masrafı, 2.500,00TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 2.662,60 TL yargılama giderinden davanın red nispetine göre (%58) 1.544,30 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, bakiyesinin davalı üzerinde bırakılmasına,
6-Dava kısmen kabul edildiğinden ve davacı vekil ile temsil edildiğinden kabul edilen 182.957,00TL üzerinden AAÜT gereğince hesaplanan 29.273,12TL nisbi vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
7-Reddolunan kısım 243.109,55TL olmakla birlikte AAÜT m.13/f.3 hükmü gereği maddi tazminat istemli davanın reddolunan kısmı kabul edilen kısımdan fazla olmakla ve davalı yararına Tarifenin 3.kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücret geçemeyeceğinden 29.273,12TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
8-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatıranlara iadesine,
Taraf vekillerinin yüzlerine karşı kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla Yargıtay nezdinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.
Başkan …
Üye …
Üye …
Katip …