Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/339 E. 2022/856 K. 20.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/339 Esas
KARAR NO : 2022/856

DAVA : Alacak (Satım Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 09/05/2022
KARAR TARİHİ : 20/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Satım Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Asıl Dava: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı …Ş. Arasında 16.08.2018 tarihinde …Çalışan Blok Satış Sözleşmesinin akdedildiğini, ilgili sözleşme; …’ın …’ın hisselerinin yatırımcıya satışı durumunda alacağı ücretlerin belirlenmesi konulu olduğunu, müvekkili …’ın 2021 yılının Kasım ayında haksız ve hukuksuz şekilde hiçbir neden öne sürmeksizin tek taraflı olarak iş akdinin feshedildiğini, Aralık ayında açık kaynaklardan ve ticaret sicil gazetesinden davalı şirket …’ın hisselerinin … isimli şirkete satıldığının öğrenildiğini, şirket yöneticileri ile yaptığı görüşmelerle de bu satış sadece doğrulandığını, satışa ilişkin bir bilgi verilmediğini, mezkur satış işlemi dolayısıyla davacı müvekkilinin bu satıştan doğan alacaklarının ödenmediğini, müvekkili ihtarnameler ve arabuluculuk görüşmeleri ile iyi niyetli ve yapıcı şekilde alacağını tahsil etmeyi istese de bu çabalarının sonuçsuz kaldığını, davanın kabulü ile, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik, 1.000,00 Avro (15.744,00 TL) alacağın hisse satış tarihinden itibaren işleyecek döviz mevzuat faizi ile birlikte davalılardan müteselsil sorumluluk ilkesi uyarınca tahsili ile davacı müvekkiline ödenmesini, vekalet ücreti ile yargılama giderlerinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Asıl Dava Cevap Davalılar … ve … A.Ş. vekilinin cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin şirketin toplam satış bedeli üzerinden herhangi bir alacak hakkına sahip olmadığını, sözleşmedeki ortaklar kavramı …’ı ifade ettiğini ancak sözleşmede …’ın şahsi imzasının olmadığını, …’ın hisse satışından elde ettiği herhangi bir menfaatinin olmadığını, davacıya karşı da herhangi bir taahhüt altına girmediğini, müvekkili şirketin … ortaklarının geçerli bir edim taahhüdünün bulunmadığını, sözleşmenin imza amacını taşınan süreçlerin hiçbirinin tamamlanmadığını, sözleşmenin ölü doğduğunu, yetkisizlik itirazının kabulüyle davanın usulden reddini, davacının Türkiye’de mutad meskeninin bulunmaması nedeniyle davacı tarafın teminat yatırmasına karar verilmesini, asıl davanın tümüyle reddini, karşı davanın kabulünü, davacı-karşı davalının faaliyetleri nedeniyle müvekkili şirket … A.Ş’nin uğradığı zararların, kayıpların, mahrum kaldığı proje bedellerinin ve şirketin belirsiz alacağının bilirkişi marifetiyle ya da resen zararın tespiti halinde ileride dava değeri ve talep arttırım hakkı saklı kalmak kaydıyla HMK 107 uyarınca arttırılmak üzere; şimdilik 1.000 USD’nin dava tarihinden itibaren işleyecek Dolar-döviz kuruna kamu bankalarınca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davacı-karşı davalı …’dan alınarak … A.Ş.’ye ödenmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Karşı Dava; Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; dilekçesi özetle; müvekkilinin şirketin toplam satış bedeli üzerinden herhangi bir alacak hakkına sahip olmadığını, sözleşmedeki ortaklar kavramı …’ı ifade ettiğini ancak sözleşmede …’ın şahsi imzasının olmadığını, …’ın hisse satışından elde ettiği herhangi bir menfaatinin olmadığını, davacıya karşı da herhangi bir taahhüt altına girmediğini, müvekkili şirketin … ortaklarının geçerli bir edim taahhüdünün bulunmadığını, sözleşmenin imza amacını taşınan süreçlerin hiçbirinin tamamlanmadığını, sözleşmenin ölü doğduğunu, yetkisizlik itirazının kabulüyle davanın usulden reddini, davacının Türkiye’de mutad meskeninin bulunmaması nedeniyle davacı tarafın teminat yatırmasına karar verilmesini, asıl davanın tümüyle reddini, karşı davanın kabulünü, davacı-karşı davalının faaliyetleri nedeniyle müvekkili şirket … A.Ş’nin uğradığı zararların, kayıpların, mahrum kaldığı proje bedellerinin ve şirketin belirsiz alacağının bilirkişi marifetiyle ya da resen zararın tespiti halinde ileride dava değeri ve talep arttırım hakkı saklı kalmak kaydıyla HMK 107 uyarınca arttırılmak üzere; şimdilik 1.000 USD’nin dava tarihinden itibaren işleyecek Dolar-döviz kuruna kamu bankalarınca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davacı-karşı davalı …’dan alınarak…A.Ş.’ye ödenmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Karşı Dava Cevap; Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili …, … bünyesinde yıllar içinde sırasıyla …(… sorumlu yönetici), …(yazılım geliştirmeden sorumlu genel müdür yardımcısı) pozisyonlarında çalıştığını, bu dönemde başta ülkemiz olmak üzere Rusya ve Amerika da dahil olmak üzere bir çok ülkede Evam şirketi adına satış ve entegrasyon süreçlerini yürüttüğünü, 16/08/2018 tarihinde, … A.Ş ve … (…) arasında … Çalışan Blok Satış Sözleşmesi imzalandığını, müvekkili ile … yönetim kurulu başkanı … arasında imzalanan sözleşme bir başarı şartına bağlanmadığını, mezkur sözleşmede şirkette temsile münferiden yetkili …’ın imzasının bulunduğunu, sözleşmede bulunan ifadelerin sarihliğinin tartışmaya açılması davalı tarafın kötü niyetli tutumunun bir yansıması olduğunu, ilgili sözleşmede sadece Yönetim Kurulu Başkanı olarak …’ın imzasının bulunduğunu, dava dilekçesinin ekinde sunulan 10.07.2018 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi kupüründe de rahatlıkla görüleceği üzere … yönetim kurulu başkanı olarak münferiden temsile yetkili kişi olarak seçildiğini, sözleşmenin imzalandığı 16.08.2018 tarihinden bir ay önce yayınlanan 10.07.2018 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinde … münferiden yetkili kişi olarak tayin edildiğini, münferiden yetkili, tek başına imza atma ve şirketi temsil etme hakkına sahip olan kişi demek olduğunu, bu bağlamda davalıların cevap dilekçesinde öne sürdüğü söz konusu imzanın diğer ortakları bağlamadığı yönündeki iddialar hukukla ve hayatın olağan akışı ile bağdaşmadığını, karşı tarafın iddialarının reddi ile hükme esas teşkil etmemesini, davanın kabulünü, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı taraf üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Delillerin Değerlendirilmesi, Davanın Hukuki Niteliği ve Gerekçe ;
Huzurdaki dava asıl dava ve cevap dilekçesi ile süresinde açılan karşı davaya yönelik olduğundan; asıl ve karşı dava yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir. Bilindiği üzere, dava şartlarının neler olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114. maddesinde belirtilmiş olup, anılan düzenlemenin 1. bendinin (c) alt bendinde mahkemenin görevli olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup bir dava ancak görevli mahkemece incelenebilir. Mahkeme her şeyden önce görevli olmalıdır. Görevsiz mahkemede açılan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerekir (Pekcanıtez, H./ Özekes, M./ Akkan, M./ Korkmaz, H.T.: Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 930). (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/(6)3-979 Esas, 2021/759 Karar sayılı ilamı)
Bu itibarla, öncelikle görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğunun tespit edilmesi, başka bir anlatımla somut olay bakımından Mahkememizin görevli olup olmadığının değerlendirilmesi zorunludur. Bu kapsamda davalı tarafın görev ve yetkiye ilişkin itirazlarının dosya kapsamındaki evraklar uyarınca bu celse karar verilmesi mümkün olmadığından HMK m.163 uyarınca ön sorun olarak ele alınmasına karar verilmiştir.
Asıl Dava Yönünden Yapılan İnceleme
Asıl davada davacı … tarafından, 16/08/2018 tarihli “…Sözleşmesi” “isimli sözleşme kapsamında satış primi alacağının tahsiline yönelik olarak davasını …, … Ve …’ne öncelikle yöneltmiş; devamında ise davacı vekilince 01/11/2022 tarihli talep dilekçesi ile 25.10.2022 tarihinde duruşma yapılmış, duruşma zaptının (1) numaralı ara kararında davalı …şirketine tebligat yapılamadığından ötürü tebliğe yarar adresinin tarafımızca bildirilmesine karar verildiği, Davalı … şirketine ait tebliğe yarar adres tarafımızca tespit edilemediği, İşbu sebeple davalı …şirketinin dosyadan tefrik edilerek ayrı bir dosya üzerinden bu şirketle ilgili gerekli usuli işlemlerin yapılmasına karar verilmesine yönelik talep karşısında; davalılardan …(..) yönünden tefrikine karar verilerek yargılama işlemlerine bu davalı 2022/833 Esas sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir.
Davacı …’ın; … Ve …’ne yöneltmiş olduğu dava yönünden mahkememizin görevli olup olmadığının irdelenmesi gerekmiştir.
Bu haliyle uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesine göre, iş mahkemelerinin görevi “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi”dir. İşçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 1. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, 4. maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, işverenler ile işveren vekillerine ve işçilerine, çalışma konularına bakılmaksızın bu Kanunun uygulanacağı belirtilmiştir.
Kanunun 2. maddesinde bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi ile tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar işveren olarak tanımlanmıştır. İşçi ve işveren sıfatları aynı kişide birleşemez.
Yasanın 8. maddesinin birinci fıkrasına göre iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş görme ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici öğeleridir.
İş sözleşmesini eser ve vekâlet sözleşmelerinden ayıran en önemli ölçüt bağımlılık ilişkisidir. Her üç sözleşmede, iş görme edimini yerine getirenin iş görülen kişiye (işveren-eser sahibi veya temsil edilen) karşı ekonomik bağımlılığı vardır.
İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukukî-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukukî bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirir. İşçinin işverene karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini, işçinin işverenin talimatlarına göre hareket etmesi ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin ölçüt teşkil etmez. İşçinin işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi yaratıcı gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı)
İş Kanununa tabi genel müdür olarak çalışanların aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olmaları halinde kişi-organ statüsünü taşıyıp taşımadıklarının araştırılması gerekir. Genel müdürün organ sıfatını kazanmaksızın yönetim kurulu üyesi olması halinde, “genel müdürlük görevi” sebebiyle iş ilişkisinin devam ettiği sonucuna varılmalıdır. Buna karşın şirketi temsil ve ilzama yetkili kişi-organ sıfatı kazanılmışsa, işçi ve işveren sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden iş ilişkisinin bulunmadığı kabul edilmelidir. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı)
Dosya kapsamı itibariyle davacı gerçek kişinin davalı şirkette herhangi bir tescil edilmiş yönetim kurulu üyeliği ve/veya ticari temsilci/vekil sıfatı bulunmamaktadır. Kaldı ki davacının bu yönde bir sıfatı olması halinde dahi görevli mahkemenin tespitine yönelik yine ayrıca değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Türk Ticaret Kanununun 319. maddesine göre, anonim şirketler yönünden yönetim ve temsil yetkisinin yönetim kurulu üyelerine bırakılması halinde, bu kişi veya kişiler kişi-organ sıfatını kazanır. Şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılmazlar. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı)
Ticari temsilci olan, genel müdür veya müdür ile tacir olan kişi arasında çıkan uyuşmazlıkların iş ilişkisi olması halinde uyuşmazlığın 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/1. maddesi yollaması nedeni ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca iş mahkemesinde görülmesi gerekir. Zira anılan 5. maddede açıkça ayrı düzenleme yoksa ticari davanın ticaret mahkemelerinde görülmesi gerektiği belirtilmiştir. 5521 sayılı kanun ayrı düzenleme öngörmüştür. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 2019/4465 Esas, 2021/2985 Karar sayılı ilamı)
Davacı … davalılardan … bünyesinde 01.07.2015 tarihinden 14.06.2019 tarihine kadar SGK kayıtlı çalışan olarak görünmektedir.
Davacının talebi, 16/08/2018 tarihli “…” “isimli sözleşme kapsamında satış primi alacağının tahsiline yönelik alacak davası niteliğindedir.
İlgili sözleşme hükümlerinin incelenmesinde; davacıya herhangi bir aracılık yükü yüklenmeksizin çalışma süresi boyunca ve sonrasında davalılardan Evam şirketinin hisse devirlerinden satış primi olarak yüzdesel bir gelir elde etmesine yönelik anlaşma yapıldığı anlaşılmaktadır.
İlgili dayanak sözleşme tarihinde davacının SGK kayıtlı çalışan sıfatının bulunduğu sabit olup, işçinin ücreti alacağının yanı sıra dönemsel, kesin ya da satış üzerinden yüzdesel ya da farklı bir şekilde belirlenmiş bir satış primine hak kazanacak şekilde iş sözleşmesinin devamı pekala mümkündür.
Davacının SGK kayıtlı olarak işçi olduğu bir dönemde, 16/08/2018 tarihli “…” “isimli sözleşme kapsamında satış primi alacağının tahsiline yönelik davanın mutlak ticari dava niteliği bulunmamaktadır. Zira davada taraflar arasında bir anonim şirket hisse devrinin varlığı, geçerliliği ya da devir bedelinin ödenmesine yönelik bir ihtilaf da yoktur. Anonim şirket hisse devrinde elde edilmesi muhtemel kazancın hissesi devre konu olan şirketin yasal ortak veya temsilcisi olmayan çalışanına satış primi borcunun olup olmadığına ilişkindir. 6102 sayılı TTK kapsamında şirket çalışanlarına ödenecek huzur hakkı benzeri herhangi bir para borcu da düzenlenmiş değildir.
Nispi ticari dava yönünden ise mahkememizce davacı … ve davalılardan … hakkında ayrıca yazılan müzekkere cevaplarına göre bu kişilerin de ayrıca tacir vasfı dahi bulunmamaktadır.
Davacı … tarafından dava … Ve …’ne birlikte yöneltilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57. maddesinde “ihtiyari dava arkadaşlığına” yer verilmiş, 166/4. maddesinde “davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantının varsayılacağı” hükme bağlanmıştır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde ise “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde aralarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” düzenlemesine yer verilmiştir.
Davalılardan … işveren konumunda olmasına karşın; davalı … 16/08/2018 tarihli “…Satış Sözleşmesi”nde şirketin temsilcisi olarak imzası bulunan kişi konumundadır. Hukuk tekniği ve şekli dava teorisi açısından huzurdaki davada …’ne yönelik talep hakkında işçinin prim alacağı talep edildiğinden İş mahkemelerinin görevli olduğu noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır.
Buna karşın davacının …’a yönelik talebi hakkında tarafların tacir konumu bulunmadığından genel görevli Asliye Hukuk mahkemeleri görevlidir. Ancak birden fazla davalıya yönelik aynı hukuki ilişkiden dolayı yöneltilen talepler hakkında davalılardan biri yönünden özel görevli mahkemenin görevli olması halinde diğer davalılar yönünden de bu mahkemenin görevli olacağını kabul etmek gereklidir. Zira bu tür hallerde uyuşmazlığın temelini oluşturan hukuki ilişkinin niteliğine göre görevli mahkemenin belirlenmesi bir zorunluluktur. (davalı sigorta şirketi yönünden Asliye Ticaret Mahkemesi, SGK yönünden Asliye Hukuk Mahkemesi, …. Şirketi yönünden tüketici mahkemesi görevli olduğu gözetilerek bütün talepler yönünden ihtilafın özel mahkeme olan tüketici mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekliliği hakkında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 45. Hukuk Dairesinin 2021/1753 Esas, 2022/46 Karar sayılı ilamı)
Her ne kadar davalılar vekilince beyan dilekçesi ile taraflar arasındaki ilişkinin komisyon ilişkisi olduğuna yönelik beyanda bulunulmuş ise de 6098 Sayılı TBK’nın 532 vd maddelerindeki düzenlemeye göre komisyon sözleşmesi, ücret karşılığında kendi adına ve vekalet verenin hesabına kıymetli evrak ve taşınırların alım satımını üstlendiği sözleşmedir. Somut olayda, taraflar arasındaki sözleşme içeriğinde davacı çalışan herhangi bir aracılık faaliyeti yüklenmediği gibi, satış primi ödemesi herhangi bir hizmet karşılığı olarak düzenlenmiş görünmemektedir. Bu haliyle çalışan konumundaki davacının faaliyetinin aracılık faaliyeti olduğundan bahsetmek sözleşme içeriğine göre mümkün değildir.
Nihayeten asıl dava yönünden mahkememizin görev alanının ticari dava ile sınırlı olması, tacir konumu olmayan kişilerin ticari amaçla faaliyette bulunmalarının uyuşmazlığı ticari dava haline getirmeyeceği; tacir, ticari iş, ticari işletme ve ticari davanın birbirleri üzerinden tanımlanan ancak farklı kavramlar oldukları; işveren şirketin hisse satışından çalışanı konumundaki davacıya satış primi ödemesine ilişkin anlaşmanın ticari dava niteliğinde bulunmadığı sabittir. Bu haliyle görev hususu kamusal nitelikte bulunduğundan ve davanın her aşamasında değerlendirilebilecek olduğundan, davacı ile davalı arasında bağımlılık unsuru taşıyan bir hizmet ilişkisinin varlığı sabit olduğundan, davacının çalışma ve sözleşme döneminde SGK kaydı bulunduğundan, davacının davalılar ile arasında pazarlama konusunda ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmakla, huzurdaki dava davacı gerçek kişinin hizmet sözleşmesi kapsamında davalılardan şirket bünyesinde işçi konumunda olduğu da gözetilerek HMK 114/1-c ve HMK 115/2 madde hükümleri uyarınca mahkememizin görevsizliği nedeniyle dava şartı yokluğundan asıl davanın usulden reddine, görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğunun tespitine, karar verilmiştir.
Karşı Dava Yönünden Yapılan İnceleme
Karşı davada davacı konumunda Evam şirketi olup, davalı olarak yalnızca … gösterilmiştir. Karşı dava dilekçesinin incelenmesinde; davanın davalı …’un çalışma döneminde karşı davacı … zarara uğratan faaliyetleri nedeniyle tazminat davası ikame edildiği anlaşılmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 396. Maddesi uyarınca İşçi, yüklendiği işi özenle yapmak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmak zorundadır. İşçi, hizmet ilişkisi devam ettiği sürece, sadakat borcuna aykırı olarak bir ücret karşılığında üçüncü kişiye hizmette bulunamaz ve özellikle kendi işvereni ile rekabete girişemez.
İşçi, iş gördüğü sırada öğrendiği, özellikle üretim ve iş sırları gibi bilgileri, hizmet ilişkisinin devamı süresince kendi yararına kullanamaz veya başkalarına açıklayamaz. İşverenin haklı menfaatinin korunması için gerekli olduğu ölçüde işçi, hizmet ilişkisinin sona ermesinden sonra da sır saklamakla yükümlüdür.
Keza kanunun Türk Borçlar Kanunu’nun 427. maddesi uyarınca “Hizmet buluşları üzerinde işçinin ve işverenin hakları, bunların kazanılması ile diğer sınaî ve fikrî mülkiyet hakları konusunda özel kanun hükümleri uygulanır.
Diğer taraftan Rekabet yasağı 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Genel Hizmet Sözleşmesi hükümleri içinde 444 ila 447. maddelerinde düzenlenmiştir. Bunun nedeni ise rekabet etmemenin sadakat borcunun bir gereği olmasıdır.
TBK’nın 444. Maddesinde; “Fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir.
Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir.
İş sözleşmesinin kurulmasıyla doğan sadakat borcu, işçi tarafından işverenin çıkarlarını koruma ve gözetme borcudur. Rekabet etmeme borcu ise, iş görme ve ücret ödeme edimleri itibariyle sona eren iş sözleşmenin yürürlüğünü koruyan hükümlerinden veya taraflar arasında müstakilen düzenlenen rekabet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluktur. Taraflar iş ilişkisi devam ederken sözleşmenin bitiminden sonra işçinin rekabet etmeyeceğine ilişkin bir hükmün iş sözleşmesine konulmasını veya bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılmasını kararlaştırabilirler. Rekabet yasağının ihlaline bağlı taraflarca kararlaştırılmış olan belli bir ödemeyi öngören yaptırım, niteliği itibarıyla bir cezai şart hükmüdür.
İş akdinin devamı süresince işçinin işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülüktür. Buna karşılık, taraflar iş ilişkisi devam ederken sözleşmenin bitiminden sonra işçinin rekabet etmeyeceğine ilişkin bir hükmün iş akdine konulmasını veya bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılmasını kararlaştırabilirler. İş akdi sona erdikten sonra işçinin işverenle rekabet etmeme borcu ancak böyle bir yükümlülük sözleşme ile kararlaştırıldığı takdirde söz konusu olmaktadır. (Süzek, S. İş Hukuku,Yenilenmiş 10. Baskı İstanbul 2014, S:344., YHGK. 22.09.2008 gün ve 2008/9-517 E, 2008/566 K. Sayılı ilamından. Aynı atıflar YHGK. ‘nun 21.09.2011 gün ve 2011/9-508 E, 2011/545 K ile Y. HGK. 27.02.2013 gün ve 2012/9-854 E, 2013/392 K. Sayılı ilamlarında da yapılmıştır). Karşı dava dilekçesinde açıkça yazılı bir rekabet yasağı sözleşmesinin varlığından bahsedilmediği gibi, hizmet ilişkisinin hem devamındaki hem de sonrasındaki karşı davalı fillerine zarar sebebi olarak dayanılmıştır. Oysa ki rekabet yasağına aykırılık iddiası ancak sözleşme ilişkisinin sonrası için açıkça yazılı bir sözleşme ile düzenlenebilir olup, hizmet süresindeki rekabet etmeme borcu işçinin sadakat yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi yasal bir zorunluluktur.
Her ne kadar karşı davacı vekilince beyan dilekçesi ile taraflar arasındaki karşı dava temelinin haksız rekabet hükümleri olduğu beyan edilmiş ise de, karşı davalının ayrı bir ticari işletmesi olmadığı gibi SGK kayıtlı işçi konumu nedeniyle haksız rekabet iddiasının özel görünümü; sadakat borcu ya da var ise sözleşme sonrasına ilişkin rekabet yasağına aykırılık yükümlülüğüdür.
Nihayeten aynı asıl dava gibi karşı davanın da ticari dava niteliği mahkememizce tespit edilebilmiş değildir. Mahkememizin görev alanının ticari dava ile sınırlı olması, tacir konumu olmayan kişilerin ticari amaçla faaliyette bulunmalarının uyuşmazlığı ticari dava haline getirmeyeceği; tacir, ticari iş, ticari işletme ve ticari davanın birbirleri üzerinden tanımlanan ancak farklı kavramlar oldukları; karşı davalının tacir konumu olmadığı, karşı davacı şirket bünyesinde çalışan konumda olduğu, açıkça TBK m.444 kapsamında bir rekabet yasağına aykırılık sözleşmesinin ya da bu yönde bir ceza-i şart talebinin bulunmaması, dava dilekçesinde iddiaların hizmet sözleşmesinin devam ettiği süresi de kapsadığı, iş akdinin devamı süresince işçinin işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülük olduğu, huzurdaki karşı davada davalı gerçek kişinin hizmet sözleşmesi kapsamında karşı davacı şirket bünyesinde işçi konumunda olduğu da gözetilerek HMK 114/1-c ve HMK 115/2 madde hükümleri uyarınca mahkememizin görevsizliği nedeniyle dava şartı yokluğundan asıl davanın usulden reddine, görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğunun tespitine, karar verilmiştir.
HÜKÜM: (Gerekçesi ve Ayrıntısı Yukarıda Açıklandığı Üzere);
1-HMK.’nın 114/1-c, 115/2. Maddeleri uyarınca dava şartı yokluğundan mahkememizin görevsizliği ile ASIL VE KARŞI DAVANIN ayrı ayrı USULDEN REDDİNE, Görevli Mahkemenin ASIL VE KARŞI DAVA İÇİN ayrı ayrı İŞ MAHKEMESİ olduğuna,
2-Asıl ve karşı dava için ayrı ayrı olarak …nın 20. Maddesi uyarınca taraflardan birinin , bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten , süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak talep etmesi halinde asıl ve karşı dava dosyalarının görevli İSTANBUL NÖBETÇİ İŞ MAHKEMESİNE tevzi edilmek üzere hukuk mahkemeleri tevzi bürosuna GÖNDERİLMESİNE,
3-HMK’nın 20 maddesine göre kararın kesinleşme tarihinden itibaren iki hafta içinde Mahkememize başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili Mahkemeye gönderilmesi talep edilmediği takdirde Mahkememizce asıl ve karşı dava yönündün ayrı ayrı açılmamış sayılmasına karar verileceği,
4-Asıl ve karşı dava yönünden, harç, yargılama gideri ve vekalet ücretinin görevli mahkemece değerlendirilmesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, asıl ve karşı davaya yönelik gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde mahkememize ve bulunulan yer Asliye Ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine İstinaf yasa yolu açık olmak üzere dosya üzerinde karar verildi. 20/12/2022

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır