Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/448 E. 2022/503 K. 23.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/448
KARAR NO : 2022/503

DAVA : İtirazın İptali (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 29/08/2018
KARAR TARİHİ : 23/06/2022

Mahkememizde görülmekte olan itirazın iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili tarafından davalı aleyhine düzenlenen faturaların ödenmediğini, bu nedenle davalı aleyhine icra takibi yapıldığını, takibe itiraz olunduğunu, .. 8. İcra Müdürlüğü’nün …E.sayılı icra takibinin durduğunu, davalı borçlunun takibin durmasına sebebiyet veren itirazlarının iptali ile takibin devamını, borçlu davalı aleyhine icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde özetle: söz konusu dükkanın ağabeyi olan …’ın olduğunu, kayıtlarının kendisi üzerine olduğunu, bir süre ağabeyinin yanında çalıştığını, ağabeyinin dükkan yeni olduğu için elektrik saatini üzerine alamadığını, kendisinin kaçak elektrik kullanılmadığını, bir süre sonra ağabeyinin işlerinin kötü gitmesi sebebiyle biriken borçlarını ödeyemediğini, bu sebeple saati de kendi üzerine alamadığını, söz konusu borcun kendisine ait olmadığını savunmuştur.
Dava, İİK m.67 hükmüne dayalı itirazın iptali talebine ilişkin olup icra müdürlüğünün ve mahkemenin yetkisine yönelik itiraz ise yargılama aşamasında gerekçeli olarak reddolunmuştur.
Davalı şirket yöneticileri tarafından ve davacı aleyhine olacak şekilde “kusurları ile dava dışı şirket borçlarını ödememe yoluna gittikleri, davalıların kusurları ile ödememe yolunu seçtikleri, davalıların iyiniyetli alacaklıları gözetmek, şirket kaynaklarından borçlarını ödemek yerine kötüniyetle herhalükarda kusurları ile başka yönelim içinde oldukları” vakıalarına dayalı olmak üzere davalılar aleyhine dava açılmış olduğu, dava dışı olan şirketin yöneticisi konumunda olan bu dosyanın davalıları gerçek kişiler aleyhine 6102 sayılı TTK m.553 hükmüne göre sorumluluk davası açılmış olduğu tartışmasızdır.
Davalı gerçek kişinin davacı şirkete yönelik borçlarını ödememeye yönelik veya ödemeyi zorlaştırmaya yönelik kasti ve ihmali bir hareketleri olup olmadığı, davacı vekilinin dava dilekçesinde somutlaştırmış olduğu vakıalar ile bağlı kalınarak bu noktada davalılara atfı kabil bir kusurun kasti veya ihmali şekilde gerçekleştirildiği noktasında davalıların yönetim kurulu üyesi olarak sorumluluklarının mevcut olup olmadığı; İstanbul BAM 3. HD nin kaldırma kararında da irdelendiği üzere davalıya atfıkabil kusuru var ise davacı yönünden” dolaylı zararın mı yoksa doğrudan zararın mı” söz konusu olduğu; buna göre davacının uğranılmış olan zararın doğrudan davalıdan tahsil olunmasına yönelik talep şartlarının oluşup oluşmadığı, oluşmuş ise davacının takip tarihi itibari ile davalılardan kaç TL talep edebileceği noktalarında toplanmaktadır.
BAM tarafından verilen karar öncesi Mahkememizce oluşturulan 2018/779E. 2019/201K.sayılı gerekçede;
“Davalı asıl borç ilişkisinde taraf olmayıp taraf şirketin ortağı ve yöneticisidir. Takip ve davadaki talebin dayanağı davacı vekilince ön inceleme duruşmasında TTK.nın 553.maddesi olarak açıklanmıştır.
Madde 553- (1) Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözlesmeden dogan yükümlülüklerini (Ek ibare: 26/06/2012-6335 S.K./28.md.) kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karsı verdikleri zarardan sorumludurlar.
(2) Kanundan veya esas sözlesmeden dogan bir görevi veya yetkiyi, kanuna dayanarak, baskasına devreden organlar veya kisiler, bu görev ve yetkileri devralan kişilerin seçiminde makul derecede özen göstermediklerinin ispat edilmesi hâli hariç, bu kisilerin fiil ve kararlarından sorumlu olmazlar.
(3) Hiç kimse kontrolü dışında kalan, kanuna veya esas sözleşmeye aykırılıklar veya yolsuzluklar sebebiyle sorumlu tutulamaz; bu sorumlu olmama durumu gözetim ve özen yükümü gerekçe gösterilerek geçersiz kılınamaz.
TTK 553. maddeye dayanan talep, doğrudan zarar değil dolaylı zarar olup zarar konusu tutarın ancak ilgili şirkete ödenmesi talep edilebilir. Oysa takip ve davada, gerçekleştiği ileri sürülen zararın doğrudan davacıya ödenmesi istenmiş olup, yerleşik hale gelmiş yüksek yargı içtihatlarıyla da kabul edildiği üzere, dolaylı zararın şirket alacaklısına ödenmesi talep edilemez.
TTK 553. Maddeye göre ise şirket alacaklılarının şirkete müdür/ortak tarafından verilen zarar varsa bu dolaylı zararın kendilerine ödenmesini talep hakkı bulunmadığından, tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde, davanın reddine karar vermek gerekmiştir” şeklinde gerekçe açıklanmak suretiyle davanın reddine dair hüküm oluşturulmuştur.
Mahkememizce verilmiş olan bu kararla ilgili yapılan istinaf başvurusu sonucunda ise İstanbul BAM 3.HD 2020/235E. 2021/1568K.sayılı ilamında (…)
“Dava, dava dışı şirketin yöneticileri olan davalıların şirket borçlarını kusurlarıyla ödemedikleri iddiasına dayalı alacağın tahsili istemiyle başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu ise, davacı şirketin zarar görmesi ile ilgili olarak yapmış oldukları eylemlerden dolayı bağlantı olup olmadığı, davacının gerçekten zararının olup olmadığı ve zarar var ise davalıların sorumlu bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Dosya kapsamından; davacı tarafından davalı aleyhine dava dışı şirketin ödenmeyen gecikmiş enerji bedeli açıklaması ile tahsili istemiyle takip başlatıldığı anlaşılmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 553/1. maddesinde “Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal ettikleri takdirde, kusurlarının bulunmadığını ispatlamadıkça, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar.” ibaresinin bulunmaktadır.
İlk derece mahkemesince “TTK 553. maddeye dayanan talep, dolaylı zarar olup zarar konusu tutarın ancak ilgili şirkete ödenmesi talep edilebilir. Oysa takip ve davada, gerçekleştiği ileri sürülen zararın doğrudan davacıya ödenmesi istendiği” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de 6102 sayılı TTK’nın 553/1 maddesi uyarınca şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumlu oldukları düzenlemesi gereğince davalıların borcun ödenmemesi konusunda kusurlarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla; davacının istinaf talebini kabulüyle kararın HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.” gerekçesiyle mahkememizin vermiş olduğu kararın kaldırılması nedeni açıklanmıştır.
BAM kararının kesin olarak verilmiş olması karşısında mahkememizce belirlenen uyuşmazlık konuları belirlenmek suretiyle konusunda ehil bilirkişi kurulu marifetiyle inceleme yapılmıştır.
Bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu raporda dava konusu ve takip konusu olan faturaların muhatabı olan şirketçe mahallinde bir fiil tüketilen elektrik tutarları üzerinden tanzim olunduğu, EPDK’nın 622 sayılı karar hükmünde öncelikle doğru olarak kaydetmiş olan sayaç değerine göre kaçak hesap tahakkuk hesaplaması yapılması gerektiğinin açıkça belirtildiği, mevzuat gereği bir önceki tutanak tarihlerinden itibaren geçen süre zarfında sayaç tarafından talep altına alınan tüketimler dikkate alınmak suretiyle davacı kurumca yapılan uygulamanın ise mevzuata uygun olduğu, tahakkuk düzenlenmesinin mevzuata uygun bulunduğu, tahakkukların tamamının yürürlükte bulunan EPDK hükümlerine uygun olarak düzenlendiği, davacı şirket tarafından davalı şirketin sözleşmeye (özen borcuna) aykırı hareketle zarara sebebiyet veren temsilcisinin kusursuz olduğunu ispat etmedikçe zararı tazminle yükümlü olduğu, ancak farklı olarak somut olayda olduğu gibi, alacaklının açtığı sorumluluğa dayalı tazminat davası haksız fiile dayalı kabul edilir ise kusurun ispatı yönünden farklılık arz edeceğini, “tazminat davası bakımından sözleşmenin taraflarının … A.Ş.ile … Teri. San.Tic.Ltd.Şti.olup bu bakımdan mahkemenin kararında da belirtildiği üzere kural olarak davalı …’nin sözleşmeden kaynaklanan sorumlulukları bulunmadığı, öte yandan, davacı yan istinaf başvurusu ve istinaf kararı ile mahkemenin inceleme kararı da dikkate alındığında, davanın şirket yönetim kurulu üyesine karşı şirket alacaklısının açmış olduğu bir sorumluluk davası olarak da şartlarının değerlendirilmesi gerektiği, alacaklılara dava hakkı tanıyan düzenleme ile amaçlanan şirket mükellefiyetlerinin ihlali suretiyle pay sahipleri ve alacaklıların zarara uğratılmasının önüne geçilmesi, bu şekilde uğranılan zararın tazmin edilmesi gerektiği, somut olayda şirketin iflası ve alacaklı davacıya olan borcun ödenemez hale gelmesinden davalıların kusuru ile sorumluluğunu aramak gerektiği, ancak davalının kayden temsilcisi olduğu şirketin borca batık hale gelmesi ile tasfiyesinde ve şirket alacaklısının alacağını tahsil edememesinde açık ve net bir biçimde kusurlu oldukları, salt alacaklının alacağını elde edememe durumu yöneticilerin sorumluluğuna yol açmaya yeterli olmadığı, istinaf mahkemesinin de kusurluluk durumunun tetkikinden söz ettiği, benzer şekilde mahkemece de davalı gerçek kişinin davacı şirkete yönelik borçlarını ödememeye yönelik veya ödemeyi zorlaştırmaya yönelik kasti ve ihmali ile hareketlerin olup olmadığı, davalı gerçek kişiye atfı kabil bir kusurun kasti ve ihmali şekilde gerçekleştirildiği noktasında davalı borçlunun şirketin yönetici olarak sorumluluğun mevcut olup olmadığının değerlendirilmesinin talep edildiği, bu noktada salt borcun ödenmemesinin davalıyı sorumlu hale getirmeyeceği, alacaklının zararının sorumluluk şartlarından yalnız birisi olduğu, ancak bu miktarın tahsil edememesinde dosyanın mevcut durumu itibari ile davalı yöneticinin kusur ve sorumluluğunun tespit edilemediği, salt dava dışı borçlu şirketçe davacı şirkete olan borcun ödenmesinin davalıyı sorumlu hale getirmeyeceği, zira alacaklının zararının sorumluluk şartlarından yalnız birisi olduğu, ancak bu miktarın tahsil edilememesinde dosyanın mevcut durumu itibari ile davalı yöneticinin kusur ve sorumluluğunun tespit edilemediği, TTK 553 vd sorumluluk hükümleri ile TTK 556 alacaklının dava açma hakkı bakımından sorumluluk şartlarının dosyanın halihazırdaki durumuna göre somut olayda mevcut olmadığı” yönünde görüş bildirmişlerdir.
Taraflar arasında tartışmalı olan husus davacının alacaklı, davalının yönetici olması karşısında, davacının dayanmış olduğu vakıalar nedeniyle davacının takip tarihi itibariyle davalıdan TTK m.553 ve devamı hükümleri uyarınca tazminata konu olacak alacağı talep etme imkânının bulunup bulunmadığı noktalarındadır.
Buna göre TTK m.553’de sorumluluğu doğuran sebep olarak “kanundan veya esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlâli” gösterilmiştir. Dayanak hükme göre sorumluluğun söz konusu olabilmesi için kusurun varlığı önem arz ettiği gibi meydana gelen zararın nevinin tespit olunması önem arz etmektedir. Zira maddede sözü edilen “…verdikleri zarardan…” ibaresinin “doğrudan zarar”ı ifade ettiğini, TTK m.553 anlamında doğrudan zararın, bir kurucunun, yönetim kurulu üyesinin, yöneticinin veya tasfiye memurunun kanundan ve/veya esas sözleşmeden doğan bir yükümlülüğünü ihlâl ederek, anonim ortaklığının veya pay sahibinin ya da bir alacaklının doğrudan malvarlığında bir değer eksilmesine yol açan yahut malvarlığında oluşması beklenen değer artışının meydana gelmemesi şeklindeki zarar olduğu doktrinde de kabul edilmektedir.. ”…, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, Vedat Kitapçılık, 4.Bası, İstanbul 2015, s.444”. Böylece kanun koyucunun, alacaklının uğradığı her türlü zararı bu madde çerçevesinde talep edemeyeceğini kabul ettiği düşünülmelidir.
Ortaklığa verilen zarar dolayısıyla davacı alacaklının menfaatinin zarar görmesi mümkün ise de bu tip ”dolayısıyla oluşan zararlar” nedeniyle alacaklının ancak 6102 sayılı TTK m.556 hükmüne dayalı olarak yönetim kurulu üyesinin sorumluluğuna dayanması mümkün olabilir.
04.06.1958 Gün ve 15/6 sayılı İBK’da da belirlendiği gibi, HUMK’nın 74,75 ve 76. maddeleri gereğince hakim, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları re’sen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlüdür. HUMK’nun bu hükümlerini karşılayan HMK’nın 24/1, 25, 26. madde hükümlerinde de aynı yönde düzenleme getirilmiştir. O halde Mahkememiz, davacının dayanmış olduğu maddi vakıalar ile bağlı bulunmakla beraber bu vakıaların dayanmış olduğu ve uygulanması gereken kanun hükmü ile bağlı değildir.
”TTK’nın yeni düzenlemesi bu nokta da eskisinden çok farklı ve karışıktır. TTK m.556/f.1 mehaz OR Art. 757, deki düzenlemeyi esas alarak şirketin iflası halinde tazminatın şirkete ödenmesini isteme hakkını şirket alacaklılarına tanımakta ancak bazı koşulların gerçekleşmesine bağlamaktadır. Buna göre ”zarara uğrayan şirketin iflası halinde, tazminatın şirkete ödenmesini isteme hakkını şirket alacaklıları da haizdir; ancak pay sahiplerinin ve şirket alacaklılarının istemleri önce iflas idaresince ileri sürülür”… düzenlemesinden anlaşılacağı üzere alacaklılar ve ortaklar, dolaylı zarara istinaden ancak şirket iflas sürecine girmişse ve iflas idaresi davayı açmadığı takdirde tazminat şirkete verilmek üzere sorumluluk davası açabileceklerdir. (Doç. Dr. Nejla Akdağ Güney, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, İstanbul 2016 sayfa 346)”
Bu şartlarda davacının alacaklı olduğu, iddia olunan zararın doğrudan alacaklı nezdinde doğmadığı, davalının yöneticisi olduğu şirketin bir an için doğrudan zarara uğradığı kabul edilse dahi bu zararın davacı alacaklı yönünden dolaylı zarar teşkil ettiği, uygulanması gereken hükmün 6102 sayılı TTK m.556 hükmü ile düzenlendiği, şirketin iflası haline münhasıran bu durumun normatif olarak düzenlendiği, doktrin görüşlerinin bu çerçevede olduğu gibi hükmün sistematik yorumunun da aynı sonuca varılmasını gerektirdiği, ne var ki dava tarihi itibariyle davalının yöneticisi olduğu şirketin iflasına dair vakıa ve delil olmadığı gibi bu yönde beyan dahi bulunmadığı, daha da önemlisi bir an için iflas olsa dahi iflas idaresinin dava açmadığına dair vakıa ve delil dahi bulunmadığı, bu durumda dolaylı zarara istinaden ve mevcut maddi hukuk hükümlerine göre davanın kabul edilemeyeceği anlaşılmıştır.
Nitekim İstanbul BAM 13.HD 2018/1925E. 2020/577K.sayılı ilâmındaki abone alacağı için dava dışı şirket yöneticileri aleyhine TTK m.553 ve devamı hükümlerine göre açılmış olan, davacının yine … Şirketi, davalının Satılmış Bıçakcı, dava konusunun itirazın iptali olduğu davada;
“Dava, şirket alacaklısı tarafından açılan limited şirket müdürünün sorumluluğuna dayalı itirazın iptaline ilişkindir.
Dava dışı borçlu …Şirketi’nin sicil kaydına göre, 6102 Sayılı TTK.nın geçici 7.ci maddesine göre sicilden 15/11/2013 tarihinde resen terkin edilmiş olup buna göre borçlu şirketin ihya edilip şirketten borcun tahsil imkanı ve ihtimalinin bulunduğu, dolayısıyla zararın varlığının ve miktarının takip ve dava tarihi belirli olmadığı gibi,
Yargıtay 11 Hukuk Dairesinin 2017/786 esas, 2018/6284 karar sayılı içtihadı ve Yargıtay 11 Hukuk Dairesinin 2016/13409 esas, 2018/6594 karar sayılı içtihadında belirtildiği üzere, 6102 sayılı TTK m. 644/1-a atfı ile uygulanması gereken TTK m. 553 uyarınca, kanun veya anasözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ederek zarara yol açan yöneticiler şirkete, şirket alacaklılarına ve ortaklara karşı sorumludurlar. Somut olayda, davacı, dava dışı borçlu şirketin, davalının kötü yönetimi nedeniyle borçlarını ödeyemeyecek hale geldiğini ve fatura bedelini kendisine ödeyemediğini iddia ederek fatura bedellerinin davalıdan tahsilini talep etmekte ise de; oluşan zarar şirket alacaklısının doğrudan uğradığı zarar niteliğinde olmayıp, dava dışı şirkete yönelik doğrudan, davacı yönünden ise dolaylı zarar niteliğinde olduğundan, ancak şirkete verilmesi istemiyle dava açabileceği halde, kendisine verilmesi istemiyle açtığından, davanın bu sebeple reddine karar verilmesi gerekirken yukarıdaki gerekçeyle reddine karar verilmesi yerinde görülmemiş olup davacı vekilinin istinaf sebepleri kısmen yerinde görülmüştür.
Sonuç itibariyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İDM. kararının HMK’nın 353/1-b2 maddesi uyarınca gerekçe yönünden kaldırılmasına, dairemizce yeniden hüküm kurularak yukarıdaki gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur” gerekçe oluşturulmuştur.
Nitekim İstanbul BAM 14.HD 2019/213E. 2020/564K.sayılı ilâmında abone alacağı için dava dışı şirketin yöneticileri aleyhine TTK m.553 ve devamı hükümlerine göre açılmış olan, davacının … Şirketi, davalıların … , …, müteveffa … Mirasçıları … …, dava konusunun tazminat olduğu davada;
“Dava, yönetim kurulu üyeleri ve müdürün sorumluluğuna ilişkin tazminat davasıdır.
Davacı tarafça, davalıların yetkilisi oldukları dava dışı şirketten olan alacağın tahsil edilememesinden kaynaklanan zararın tazmini istemi ile açılan işbu davada, mahkemece yukarıda özetlendiği şekilde davanın usulden reddine karar verilmiştir.
İstinaf incelemesi HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
TTK hükümleri uyarınca anonim şirketlerde yasa ve ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri gereği gibi yerine getirmeyen yönetim ve denetim kurulu üyeleri, bu yüzden oluşan zararlar nedeniyle ortaklığa, ortaklara ve ortaklık alacaklılarına karşı sorumludur. Yöneticiler ve denetçiler aleyhine açılacak sorumluluk davasında asıl dava hakkı, ortaklığa aittir. Ancak, zarar gören ortakların da yöneticiler ve denetçiler aleyhine dava açma hakkı bulunmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, zarar gören alacaklıların da yöneticiler ve denetçiler aleyhine dava açma hakkı bulunmaktadır. Yöneticinin ortaklığın mal varlığının azaltan veya kötüleştiren yasa ve ana sözleşme hükümlerine aykırı davranışları, ortaklar ve alacaklıların dolaylı zarar görmesine yol açar. Yani, şirketin kötü yönetilmesi nedeniyle şirketin zarara uğratılması nedenine dayalı tazminat davasında, şirket yöneticisinin eylemleri nedeniyle uğranılan zarar, şirket açısından doğrudan, davacı alacaklı açısından ise dolaylı zarardır. Başka bir anlatımla, ortaklığın doğrudan doğruya zarar görmesi, alacaklıların dolaylı zararı olarak sonuç doğuracağından alacaklı dolaylı zarar nedeniyle açtığı davada hükmedilecek tazminatın kendisi adına değil, ortaklığa verilmesi yönünde talepte bulunabilir. Somut uyuşmazlıkta, davalı yöneticilerin kusurlu davranışları nedeniyle alacağın dava dışı şirketten tahsil edilememesi sureti ile davacı şirketi zarara uğrattıkları ileri sürüldüğüne göre, dava konusu edilen zararın davacı yönünden dolaylı zarar niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında, ilk derece mahkemesince, davanın dava tarihinde yürürlükte olan 6102 sayılı TTK’nın 555. (6762 sayılı TTK’nm 309.) maddesi kapsamında açılan bir dava olup, böyle bir davanın ancak hükmedilecek tazminatın dava dışı şirket lehine hüküm altına alınması istemli olarak açılabileceği, davacı tarafça tazminatın bizzat kendisine ödenmesinin talep edilmesi karşısında işbu davanın dinlenemeyeceği nazara alınarak davanın usulden reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmemiştir (Emsal bkz. Yargıtay 11 HD, 20/12/2018 tarih ve 2017/337-2018/8127 EK; 23/10/2018 tarih ve 2016/13409 -2018/6594 E.K sayılı ilamları).
Ne var ki, davalılar müteveffa …’nun yasal mirasçıları … ve … ’nun murisin mirasını reddettikleri ve reddi mirasa ilişkin kesinleşmiş mahkeme ilamının dosyaya sunulmuş olduğundan, bu davalılar hakkında davanın pasif husumet ehliyeti (davalı sıfatı) yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından kararın bu yönden düzeltilmesi gerekmiştir. (Emsal Bkz. Yargıtay 11. HD, 22/05/2019 tarih, 2018/2648- 2019/4026 E.K; 15/04/2019 tarih, : 2018/1406 -2019/2982 E.K sayılı ilamları).
Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, HMK’nın 33, 355. maddeleri uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının resen düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm verilmesine dair aşağıdaki karar verilmiştir” gerekçesiyle açıklanmıştır.
Esasen davalı savunmasında açıkça dava dışı şirketin aslında ağabeyine ait olduğunu, sadece kaydın kendi üzerinde bulunduğunu, bu nedenle fiilen çalıştıran kişinin de ağabeyi … olduğunu, şirketin her türlü iş ve işlemlerinin ağabeyi … tarafından takip olunduğunu, kendisinin sadece bir dönem yanında işçi olarak çalıştığını, hiçbir suretle şirkette fiilen yetkili kişi konumunda olmadığını açıkça belirterek kendisine atfedilen eylemle ilgili inkarda bulunmuştur. Kayden yönetici konumunda gözüken davalıya atfedilen haksız fiil ile ilgili, mevcut açık inkarın aksini ispatlayabilecek şekilde davacının dava dilekçesinde somutlaştırdığı vakıa ve bu vakıayı ispatlayabilecek somutlaştırılmış herhangi bir delil mevcut değildir. Davalı gerçek kişinin, iddia olunan zarar meydana gelmiş olsa dahi mevcut inkarının aksine davacı şirket aleyhine haksız eylemde bulunan kişi olduğu hususu ispatlanabilmiş değildir. Buna göre davalı gerçek kişinin iddia olunan sözleşmeden faydalanmak suretiyle herhangi bir elektrik bedeli ödemeksizin şirket faaliyetlerine devam eden, bu duruma eylemleriyle yol açan, bu faaliyetten haksız olarak kazanç sağlayan, iddia olunan elektriğin haksız olarak kullanımına bizzat yol açan, davalı şirket tüzel kişiliğinin her türlü fiili ekonomik kazancından yarar elde eden kişi konumunda olduğu ispatlanamamıştır. Hal böyle olunca Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda gerek davacı tarafından somutlaştırılamayan vakıalar ve deliler ve gerek bilirkişi raporu dikkate alındığında davalı gerçek kişinin kaçak olduğu belirtilen elektriği kullanan, bundan dolayı haksız mal edinen, bu şekilde doğrudan da davacı şirketin zararına yol açtığı iddia olunan ve en önemlisi de faturaların ödenmemesinden yol açan kişi konumunda bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda gerek öğreti ve gerekse uygulamada kabul olunduğu üzere davalı gerçek kişinin iddia olunan zararla ilgili kusurunun ne şeklide oluştuğu, davacı şirketin dayanak faturalarının ödenememesi nedeniyle davacının zarar etmesinde davalının kusurunun ne olduğunun ispatlanamadığı, bu noktada zarar olsa dahi nedensellik bağının yine davacı tarafından ispatlanamadığı, haksız fiil sorumluluğu çerçevesinde davalının açık inkarı karşısında meydana gelen zarardan sorumluluğu açısından kusurunun mutlaka açıklanması, ne şekilde davacıya zarar verdiğinin dahi açıkça somutlaştırılması ve ispatlanmasının gerektiği, ancak somut olay açısından davalı aleyhine bu hukuki durumların oluşmadığı kabul edilmiştir. Böylelikle BAM kararında da açıkça belirtildiği üzere “davacı şirketin iddia etmiş olduğu zarar ile ilgili davalı arasındaki bağlantı olduğu, yine davalı gerçek kişinin açık inkarı, hayatın olağan akışı ve davacı tarafından somutlaştırılamayan vakıa ve deliller karşısında davalının şeklen temsilcisi olduğu şirketin davacı şirkete borçlanılmasına yol açtığı” noktasında davalının bizzat kişisel kusuru, 6102 sayılı TTK m.553 hükmü de gözetildiğinde ispatlanamamıştır.
Hal böyle olunca gerek mahkememizin gerekçesi gerek BAM’ın ilgili Hukuk Dairelerinin gerekçeleri yukarıda açıklanan kanun hükümlerine, konuyla ilgili Yargıtay 11.HD uygulamasına ve ayrıca doktrin görüşlerine uygunluk arz etmektedir.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir(…) Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 792).” Oysaki davacının 6102 sayılı TTK m.553 hükümlerinde belirtilen somut vakıaların ve bu vakıaların somut olayda gerçekleştiğini ortaya koyacak delillerin varlığının ortaya konulamadığı, bu nedenle adı geçen vakıalara dayalı davanın reddolunması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Öte yandan ve bir kısım Yargıtay uygulamasında kabul olunduğu üzere “(…) tüzel kişinin organı niteliğindeki yöneticilerin, tüzel kişi adına ve yararına işledikleri haksız fiillerden dolayı zarar gören üçüncü kişilere karşı tüzel kişi ile birlikte Borçlar Kanununun 41 ve Türk Medeni Kanunu’nun 50/3.maddesi hükmüne göre haksız fiil faili olarak sorumlu tutulmaları gerekir” olarak kabul edilebilir ise de bu noktada davacının belirtilen hukuki sebep ve belirtilen genel hüküm uyarınca davalının sorumluğuna yönelik bir vakıaya dayanmadığı, davacının dava dilekçesinde “davalının takip dayanağı faturaları ödememesi” nedeniyle hareket ettiği ve alacağın tahsilini geciktirmeye çalıştığı vakıasına ve bu çerçevede de 6102 sayılı 553 hükmüne dayandığı açıkça anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle davacı mütelahik dava olarak bu davasını açmamıştır. Bilindiği üzere mütelahik dava Yargıtay uygulamasında dahi kabul olunan bir dava olup, bu dava türünde davacının sonuç talebi aynı olmakla birlikte birden fazla maddi vakıa ve sebebe dayanmaktadır. Bu durumda “mahkemece önem sırası dikkate alınarak davacının dayanmış olduğu her bir hukuki bir sebep yönünden araştırma yapılması gerekir”. (Yargıtay HGK 09/11/2016 tarih, 2014/1-13247E. 2016/1034K.sayılı ilamı)
Hal böyle olunca bu tip bir dava söz konusu olduğunda usulen ve doğal olarak usul hukukuna ait genel ilkelerin dikkate alınması gerekecektir. Bu çerçevede 6100 sayılı HMK gereği taleple bağlılık ilkesi uyarınca “talep sonucu, istem sonucu, netice-i talep olarak adlandırılan, davacının mahkemeden ne hakkında karar verilmesini istiyorsa o hususları içeren taleptir. (Ramazan ARSLAN, Ejder YILMAZ, Sema TAŞPINAR AYVAZ, Medeni Usul Hukuku, Sayfa 316, Ankara 2016) Buna göre istisnai haller oluşmadığı sürece mahkeme sadece tarafların getirmiş olduğu vakıa ve deliller çerçevesinde incelemesini yapacaktır. Belirtilmeyen, dayanılmayan esasen farklı vakıaların yargılaması yapılamaz. Bu nedenle 6102 sayılı TTK m.553 hükmü gereği ileri sürülen taleple ilgili dayanılan bu hukuki sebep ve dayanılan vakıalar dışındaki diğer vakıalara ve bu vakıalar ile ilgili sebepler hukuken dikkate alınamayacaktır. Zaten bu nedenle konuyla ilgili 6098 sayılı TBK m.60 hükmü “Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılıyorsa hakim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim sağlayan sorumluluk sebebine göre” karar verir. Doktrinde de ifade olunduğu üzere “zarar gören aksini istemiş olmadıkça” ifadesi, “maddenin alındığı İsviçre ön tasarısında olmadığı, bahsedilen ifadenin hakim tarafından kişinin kendisine en iyi giderim sağlayacak sorumluluğun aksini istemesi olarak değil, ifadenin ancak zarar görenin diğerine göre elverişli olmayan hukuki sebebe açıkça dayandığı hallerde hakimin elverişli hükmü uygulamaması şeklinde yorumlanması gerektiği” ifade edilmektedir. (Vedat BUZ, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun Genel Değerlendirmesi, Medeni Kanun/ve Borçlar Kanunun 90.Yılı Uluslararası Sempozyumu, C.1, Yetkin Yayınları, Ankara, Sayfa 47-49)
Hal böyle olunca somut olayda davacı olan şirketin yani zarar görenin şirketin, müdür konumundaki kişiye yönelik talebiyle ilgili olarak TMK m.50 hükmüne göre daha elverişli olmayan, şirketler hukuku çerçevesinde kural olarak şirketin sorumluluğuna esas olan, yöneticinin doğrudan sorumluluğunu belli sınırlar dahilinde kabul eden, 6102 sayılı TTK m.553 hükmüne dayandığı açıktır. Davacının bu suretle kendisi yönünden daha elverişli olmayan bir hukuki sebebe dayandığı açık olmakla artık bu aşamadan sonra ve somut dava açısından mahkemenin davacı için daha elverişli olabileceği bir kısım Yargıtay kararlarında açıklanan TMK m.50 hükmünün uygulayabilmesi mümkün değildir. Elbette genel hükümler çerçevesinde ve belirtilen hüküm gereği genel görevli mahkemede açılacak davada, ilgili hüküm ve ilgili hükmün gerektirdiği somut vakıalar, somutlaştırılmış deliller ve gerekirse mevcut ceza davası dikkate alınarak bu durumun takdir ve değerlendirmesi gerekecektir ki bu durum halihazırda görülen bu davanın konusu değildir. O halde somut olay yönünden yukarıda anılan Yargıtay 3. HD kararının, gerek Yargıtay 11. HD kararı ve gerekse mütelahik davaya ilişkin açıklamalar ve doktrin karşısında emsal niteliği yoktur. Elbette TTK m.553 dışında somut koşul vakıalara dayanılması ve genel görevli mahkemede dava açılması halinde bu durumun ayrıca takdiri ve değerlendirilmesi gerekecektir.
Bilindiği üzere İİK.m.67/f.2 hükmüne göre itirazın iptali davalarında davalı borçlunun itirazının haksızlığına karar verilmesi karşısında borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli olması halinde ise alacaklı tazminata mahkum edilir. Ne var ki somut olayda davanın reddi karşısında davacının tazminat talebinin ret olunması gerekir.
Mahkememizce verilen 13/12/2018 tarihli karar, Bölge Adliye Mahkemesinin 18/02/2021 tarihli kararı ile kesin olarak kaldırılmıştır. Bölge Adliyesi Mahkemesince verilen kesin nitelikteki kararda “davalıların borcun ödenmemesi konusunda kusurlarının bulunup bulunmadığının incelenmesi” gerektiği yönünde gerekçe açıklanmıştır. “Görüldüğü üzere bu değerlendirmeye uygun şekilde davalının kusurunun olup olmadığının atanan bilirkişi kurulu marifetiyle araştırılması, aslında davanın esasına yönelik bir değerlendirme olup zaten mahkememizce de dava sübut bulmadığından ret olmuştur. Bu durumda, karar esastan verilmiş bir karar niteliğinde olduğundan yargılamada kendisini bir vekil ile temsil ettiren davalılar lehine açılan davanın itirazın iptali davası olması dahi gözetilerek AAÜT gereği nisbi vekalet ücreti verilebilir ise de davalının vekili yoktur. (Yargıtay HGK 2012/19-271E. 2013/290K; 2013/19-1298E. 2013/1408K; 2014/19-763E 2014/856K; 2013/19-332E. 2013/1563K. ve benzeri ilâmları) Zaten yukarıda anılan İstanbul BAM 13. HD. kararı da bu ilamlara uygundur.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının, “… 8. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına yönelik itirazın iptali ile takibin devamına dair davasının “davalı yönünden sübut bulmadığından reddine, davacının davasının reddi sebebi ile davacının davalıya yönelik icra inkar tazminatı talebinin reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının, “… 8. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına yönelik itirazın iptali ile takibin devamına dair davasının “davalı yönünden sübut bulmadığından reddine,
2-Davacının davasının reddi sebebi ile davacının davalıya yönelik icra inkar tazminatı talebinin reddine,
3-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70 TL peşin harcın, peşin alınan 371,38-TL harçtan mahsubu ile bakiye 290,68‬ TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
4-Davacı tarafından harcanan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirmediğinden vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere davacı vekilinin ve davalı asilin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.23/06/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip