Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/32 E. 2022/118 K. 17.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/32
KARAR NO : 2022/118

DAVA : Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 20/07/2016
KARAR TARİHİ : 17/02/2022

Mahkememizde görülmekte olan tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; tarafların dava dışı şirketin ortakları olduğunu, davalının müdürlük sıfatını kullanarak şirkete zarar verdiğini, buna göre sorumluluk davasında marka bedeli ve tazminatın tahsiline karar verildiğini, verilen kararın kesinleştiğini, 536.970,67.-TL tazminata 25/02/2003 tarihinden itibaren avans faizi uygulanmış ise de faizin davacının zararını karşılamadığını, zamanında ödeme yapılmadığı için kredi kullanılmak zorunda kalındığını, bu yüzden ticari faaliyeti devam ettiremediğini belirterek aşkın zararın belirsiz alacak davası olarak tespitine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000,00.-TL’nin avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline ve tasfiye halinde … Limited Şirketine verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde özetle; munzam zararın on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, zararın doğduğu tarihten itibaren onbeş yıl geçtiğini, zamanaşımına uğradığını, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, şirketin zarara uğramasının davacıdan kaynaklandığını, davacının munzam zararının bulunmadığını, ispat yükünün davacıda olduğunu, yargılamanın uzamasının munzam zarara neden olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Dava, munzam zararın tahsili ile dava dışı şirkete ödenmesi talebine ilişkindir.
Tarafların dava dışı limited şirketin ortakları olduğu, davalı hakkında sorumluluk davası kapsamında tazminata hükmedildiği, kararın kesinleştiği sabit olup uyuşmazlık gerçekleşen zararın geç ödenmesinden kaynaklanan munzam zararın bulunup bulunmadığı, varsa tutarı konularındadır.
Daha önce taraflar arasında … 18.ATM.nin … esas sayılı davasının görüldüğü, yapılan yargılama sonucunda hükmün 2/a maddesine göre “…marka bedeli ve tazminat toplamı olmak üzere 536.970,67.-TL’nin dava tarihi olan 25.02.2003 tarihinden itibaren değişen oranda avans faizi ile birlikte …’den alınıp tasfiye halinde …Ticaret Limited şirketine verilmesine…” karar verilmiş verilen karar Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir.
Mahkememizin 03/05/2018 tarih ve 2016/785E. 2018/480K.sayılı gerekçeli kararında;
“Bilirkişi tarafından, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 21.06.2013 tarihli 2012/14376 ve 2013/130 17 sayılı kararında belirtilen şekilde; borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştiği tarihe kadar geçen süre içinde her yıl itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarında meydana gelen değişikliklere ilişkin listeler dikkate alınarak yapılan hesaplama sonucunda davacının temerrüt faizi ile karşılanamayan zararının 94.169,07.-TL olduğu belirlenmiştir.
Toplanan deliller ve yapılan bilirkişi incelemesiyle; Altın, USD, EURO, enflasyon, mevduat ve hazine bonosu getirilerine göre 536.970,67.-TL’nin 20.07.2016 tarihi itibariyle ulaştığı değerin,2.385.312,58.-TL, buna göre şirket kaybının, 2.385.312,58 – 536.970,67 = 1.848.341,91.-TL olduğu tespit edilmiştir.
Aynı süre içinde şirketin tahsil edebileceği avans faizi tutarı 1.754.172,84.-TL olarak belirlenmiştir.
Tüm bu hesaplamalara göre şirketin faizle karşılanamayan zararı ise; 1.848.341,91 – 1.754.172,84 = 94.169,07.-TL olarak hesaplanmış, bu tutar üzerinden davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir” gerekçesi ile hüküm sonucu açıklanmıştır.
Mahkememizce verilen karara yönelik olarak davalı vekilince istinaf yoluna gidilmiş, İstanbul BAM 13.HD 12/11/2020 tarih ve 2019/319E. 2020/1260K.sayılı kararında;
“Davalının, ödemesi gereken miktarı geç ödediğinden, davacı tarafın faizi aşan ve temerrüt faizi ile karşılanmayan bir zararı bulunması halinde bundan sorumlu olacaktır. Bu durumda davacının, HMK.m.190 uyarınca, … 18 ATM.’ce hükmedilen 536.970,67.-TL tazminata 25/02/2003 tarihinden itibaren avans faizi uygulanmış ise de faizin davacının zararını karşılamadığı, aşkın zararının bulunduğunu ve bu zararı ödediğini ispat etmesi gerekir.
Yargıtay 11 HD. Nin 2018/1512 Esas – 2019/3201 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. TBK’nın 122. maddesi (Mülga BK’nın 105.) kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Bu itibarla, munzam zarar davalarında alacaklının (davacının) ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, genel ispat yöntemlerinde olduğu gibi her olayın kendi yapısı ve özelliği içinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.(…)
HMK’ nın 297. maddesine uygun olarak verilmeyen kararın istinaf aşamasında denetlenmesine imkan bulunmamaktadır. 28/07/2020 tarih 31199 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 7251 Sayılı Kanun ile değişik HMK.nın 3531-a-6 mad. uyarınca; Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemesi halini de bu madde kapsamında değerlendirmek gerekecektir”(…) gerekçesiyle kaldırmaya esas olan gerekçesini açıklanmıştır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki BAM kararının ana gerekçesi uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olmasına dayanmaktadır.
Somut uyuşmazlık açısından yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki “6098 sayılı TBK’nın 122. maddesi “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu 21.12.2017 gün ve … sayılı başvuru nolu kararına konu uyuşmazlıkta, “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır (AYM 1997/34 Esas, 19898/79 Karar, 15.12.1998). Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkanı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğramaktadır (AYM 2008/58 Esas, 2011/37 Karar, 10.2.2011). ” sonucuna varmıştır.
Yargıtay 15. H. D 25.04.2018 tarih 2017/2736 E ve 2018/1742 K sayılı kararıyla Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı da gözönüne alındığında, genel ispat kuralından ayrılarak, enflasyon baskısı sürdüğü sürece maruf ve meşhur vakıa niteliğinde kabul edilerek alacaklının BK’nın 105/1. maddesi anlatımda munzam zararının varlığını kanıtlama zorunluluğundan vazgeçilmek zorunda kalındığını, ülkemizde yaşanan ve herkesçe bilinen enflasyon olgusu nedeniyle alacaklıların zararının temerrüt faiziyle karşılanabilmesi Anayasa Mahkemesi’nin son ihlal kararına göre mümkün olamayacağı ve bu karinenin aksi borçlu tarafça ispatlanamadığından, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer yatırım araçları ile ilgili belgeler resmi kurumlardan getirtilerek, uzman bilirkişiden rapor alınmak suretiyle,” gerçek zararın belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Yargıtay 11. H.D. 06.12.2016 tarih ve 2015/15144 E 2016/9357 K sayılı munzam zarara ilişkin kararında, aynı belirlemelerde bulunduktan sonra “borçlunun temerrüde düştüğü tarihten, ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde, her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranını, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet Tahvil’lerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurları ve altın ile paranın değerine etki eden diğer tüm enstrümanlara ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak ve bu suretle bir ekonomi yatırım sepeti oluşturmak suretiyle sahasında uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılarak, anılan süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarını yukarıda değinilen unsurların toplanıp, ortalamaları bulunarak belirlenen bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken alması gereken temerrüt faizi miktarı düşülerek, hasıl olacak sonuç çerçevesinde hüküm kurulması gerektiği açıklanmıştır.” gerekçesi ile soyut ispat arayan ölçünün dikkate aldığı” dikkate aldığı açıktır.
Nitekim kaldırma kararı veren İstanbul BAM 13.HD. 2019/319E. 2020/1260K.sayılı kararında dahi açıkça atıf yapılan Yargıtay 11.HD’nin 2018/1512E. 2019/3201K.sayılı kararına göre;
“Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Dairemiz’in uygulaması, alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği yönündedir. Somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde … A.Ş’ye yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir süreci kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın oluşumundaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli görülmemiştir.
Bu durumda, ilk derece mahkemesince,munzam zararın ispatı noktasında yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek, Dairemizin yerleşik içtihatlarında belirtildiği şekilde sepet formülüne göre munzam zararı hesabı yapılması, bu doğrultuda, munzam zararın tespit edilebilmesi için borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının yukarıda değinilen unsurların toplanıp, ortalamaları bulunarak belirlenmek ve istenilen alacağın temel hukuki yapısı nedeniyle bir tazminat alacağı niteliğinde olduğundan ve bu zararın oluşmasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamın da etkili bulunduğu ve bundan ülkede yaşamını sürdüren gerçek veya tüzel kişilerin etkilenmemesinin kaçınılamaz olduğu ve nihayet her somut olayın özelliği de dikkate alınarak, bulunacak miktarın TBK’nın 50 ve 51. maddeleri (mülga BK’nun 42 ve 43.) çerçevesinde değerlendirmeye de tabi tutularak belirlenmesi ve bundan sonra bulunan bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken aldığı temerrüt faizi miktarı düşülerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde davacının munzam zararının olup olmadığı ve miktarı tayin ve tespit edilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir” gerekçesi de bu noktada mahkememizce dikkate alınmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi kararındaki atıf göz ardı edilemez.
Esasen dava konusu olayda da davaya konu olan alacak miktarına mahkemece hükmedildiği tarih 2003 yılı olup bu miktar ile ilgili munzam zarara dair davanın açıldığı tarih 2016 olmakla yukarıda en son anılan, BAM kararında atıf yapılan Yargıtay 11.HD kararı dahi somut olay açısından birebir emsal niteliğindedir. Kaldı ki yine yukarıda atıf yapılan Anayasa Mahkemesinin somut olay açısından emsal niteliği bulunan 21/12/2017 gün ve 2014/2267 sayılı kararının gerekçesi, hukuk güvenliği ve hukuki istikrar açısından bir başka deyişle adil yargılanma hakkının korunması açısından mutlak suretle dikkate alınmıştır.
Mahkememizce yukarıda açıklanan ölçüler çerçevesinde “BAM kararı çerçevesinde mahkememizce oluşturulan 23/03/2021 tarihli tutanağın 4 ve 5 numaralı ara kararı çerçevesinde celbedilen belge içeriklerinin tek tek incelenmesi, bu inceleme sonucunda gelen cevabi yazılar tek tek irdelendiğinde Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu 21/12/2017 gün ve 2014/2267 başvuru numaralı kararına istinaden oluşturmuş olduğu karar içeriği, yine bu karar ile ilgili AYM ilamına uygun Yargıtay 15/.HD’ nin 2017/2736 E.-2018/1742 K.sayılı, yine BAM ilamında dahi atıf yapılan Yargıtay 11. HD 2018/1512 E.-2018/3201 K.sayılı ilam içeriği ve mahkememizin 23/03/2021 tarihli tutanak içeriği dikkate alınmak sureti ile gerekli incelemenin yapılması, bu suretle atıf yapılan ilam içerikleri dikkate alındığında davacının munzam zararının olup olmadığı, var ise kaç TL olduğu , bu hesaplama yapılırken bilirkişinin hazırlamış olduğu 13/03/2018 tarihli ek rapordan farklı sonuca varılması halinde gerekçesi üzerinde durulması, sonuç olarak BAM ilamının atıf yaptığı Yargıtay ilamındaki AYM ilamına uygun soyut ispat ölçüsü çerçevesinde gerekli araştırmanın tamamlanması, talebe konu zarar miktarının tespiti amacı ile bilirkişi incelemesi yapılması” noktasında ara karar oluşturulmuştur.
Mahkememizce inceleme konuları belirlenen bilirkişi 25/02/2003 tarihi ile 20/07/2016 dava tarihi arasındaki dönem ile ilgili dosyaya celbedilmiş olan mevduat faiz oranları ve ortalamaları, devlet tahvili faiz oranları ve ortalamaları, USD ve AVRO döviz kurları, enflasyon oranları, altın fiyatlarına dair tüm dayanak kayıtları tek tek ve denetime elverişli şekilde incelemiş, yukarıda atıf yapılan ve dahi İstanbul BAM’ın dahi kaldırma kararında atıf yapılmış bulunan Yargıtay 11. HD’nin 2018/1512E. 2018/3201K.sayılı kararı ve yine atıf yapılan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı kararı çerçevesinde incelemesini tamamlamış, bu suretle belirtilen unsurlar toplanıp ortalamaları bulunarak tespit edilen miktar çerçevesinde davacının alacağını tahsil ederken aldığı temerrüt faiz miktarlarını dahi düşmüş, bu düşüm sonucunda 536.970,67 TL’nin 25/02/2003 tarihi ile 20/07/2016 olan dava tarihi arasındaki ticari avans faizini 1.754.172,84 TL olarak belirlemiş, akabinde yukarıda yapılan unsurlara göre ortalamalar dikkate alınmak suretiyle bulunan kaybın ise 1.761.552,61 TL olarak belirlenmiş olması karşısında toplam miktarlardan yapılan çıkarım sonucu davacının temerrüt faizi ile karşılanamayan zararı 7.379,77 TL olarak belirlenmiştir.
Bu arada ifade etmek gerekir ki bilirkişi davacının talebinin 1.000,00 TL olduğunu belirterek bu çerçevede dahi hesaplama yapmış ise de dava dilekçesinde dahi belirsiz alacak davası açtığını açıkça beyan eden davacı 13/07/2017 tarihli bedel arttırım dilekçesi ile talebini 94.169,07 TL’ye yükseltmiş, bu çerçevede eksik harcı tamamlamış, bu çerçevede de yargılamaya devam edilmiştir. Bu nedenle bilirkişinin 22/12/2021 tarihli raporunda şimdilik 1.000,00 TL talep olunduğu zannıyla sonuç zararın 3.312,17 TL olduğu noktasındaki seçenekli görüşe itibar olunmamıştır.
Öte yandan davacı vekilinin rapor alındıktan sonra 20/07/2016 tarihinden hüküm tarihine kadar olan dönem için dahi hesaplama yapılması ve ek rapor alınması talebinde bulunmuş ise de yargılama sırasında açıklandığı üzere “genel dava teorisine göre genel olarak her davanın, davanın açıldığı tarihteki duruma göre incelenmesinin gerekmesi, esasen Yargıtay uygulaması ve dosya kapsamı karşısında davacı vekilinin ek rapor alınmasının talebinin reddine” karar verilerek yargılamaya devam edilmiş, bu çerçevede tahkikatın bitimi aşamasına geçilmiştir.
Hazırlanan bilirkişi raporu BAM kararının atıf yaptığı Yargıtay 11. HD 2018/1512E. 2019/3201K.sayılı kararına gerek olayın gerçekleştiği tarihler itibariyle gerek yöntem itibariyle uygun içerik taşıdığı gibi gerekçede atıf yapılan Anayasa Mahkemesinin en son tarihli gerekçeli kararı ile dahi uyumludur. Kaldı ki hazırlanan bilirkişi raporu mahkememizce belirlenen inceleme konularını dahi tek tek ele alan, gerekçeli, denetime elverişli nitelik taşımaktadır. Hazırlanan bu rapora itibar edilmesine itiraz yoktur.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64). Bu şartlarda mahkememizce itibar olunan 22/12/2021 tarihli raporda saptanan ve ispatlanan miktarlar dışında davacının başkaca bir alacak talep etmesinin mümkün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının davasının kısmen kabulüne, 7.379,77-TL ‘nin dava tarihi olan 20/07/2016 tarihinden itibaren TCMB’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizinin değişen oranlarda davalıdan tahsili ile Tasfiye Halinde … Limited Şirketine verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının davasının kısmen kabulüne,
7.379,77-TL’nin dava tarihi olan 20/07/2016 tarihinden itibaren TCMB’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizi ile değişen oranlarda davalıdan tahsili ile Tasfiye Halinde … Limited Şirketine verilmesine,
2-Davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine,
3-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 504,11 TL harcın, peşin alınan 29,20TL peşin harç ile 1.608,17 TL tamamlama harçlarından mahsup edilerek bakiye 1.133,26‬TL bakiye ilam harcının talep halinde ve karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
4-Davacı tarafından harcanan 29,20 TL peşin harç, 504,11 TL tamamlama harcı, 29,20 TL başvuru harcı gideri toplamı olan 562,51‬ TL harcın davalıdan tahsili davacıya verilmesine,
5-Davacı tarafından harcanan 165,00 TL tebligat posta masrafı ile kök ve ek rapor için 1.600,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 1.765,00 TL yargılama giderinin davanın kabul nispetine göre (%7) 123,55‬TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, kalan kısmın davacı üzerinde bırakılmasına,
6-Davalı tarafından harcanan 96,95 TL tebligat posta masrafının davanın red nispetine göre (%93) 94,00‬TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine, kalan kısmın davalı üzerinde bırakılmasına,
7-Dava kısmen kabul edildiğinden, kabul edilen 7.379,77‬TL üzerinden yürürlükte olan AAÜT gereği hesaplanan 5.100,00 TL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
8-Dava kısmen red edildiğinden, reddedilen 86.789,3‬ TL üzerinden yürürlükte olan AAÜT gereği hesaplanan 12.082,61 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
9-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatıranlara iadesine,
Kabul edilen miktar nedeniyle davalı yönünden kesin, davacı yönünden ise kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.17/02/2022

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …