Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/139 E. 2021/792 K. 25.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/139
KARAR NO : 2021/792

DAVA : İtirazın İptali (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 19/02/2021
KARAR TARİHİ : 25/11/2021

Mahkememizde görülmekte olan itirazın iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkil şirketin, davalı şirkete yazılı bir akde dayanmayan ancak açık hesap usulü ile icra takibine dayanak faturalardaki hizmeti vermiş olduğunu, davalı aldığı hizmetin karşılığı olan borçlarını ödememiş olduğunu, tarafların ticari defterleri üzerinde yapılacak inceleme ve yine tarafların vergi dairelerine bildirdikleri Ba ve Bs formları ile sabit olacağını, faturaların incelenmesinde verilen hizmetin kimi faturalarda “kiralama ve hizmet bedeli” olarak kimi faturalarda ise “kiralama hizmet bedeli” olarak tarif edilmiş olduğunu, müvekkil ile davalı için yapılan iş kiralama olmadığını, bir hizmet sözleşmesi olduğunu, yapılan işte baskın unsurlar ve edimlerin kiralama değil hizmet olduğunu, her iki tarafın tacir olduğu iş bu ihtilafta görevli mahkemenin sayın mahkeme olduğunu, davanın kabulü ile davalının … 5. İcra Müdürlüğü’nün … E.sayılı icra dosyasına yaptığı haksız ve mesnetsiz itirazın iptaline, takibin takip tarihinden itibaren işleyecek ticari işlerde uygulanan avans faizi ve takip talebindeki diğer koşullar ile devamına, davalının haksız yere icra takibine itiraz etmesi ve alacağımızın likit olması nedeniyle asıl alacağın % 20’sinden aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin toplantı, kongre organizasyonu sektöründe uzun zamandır faaliyet gösteren sektörde lider şirketlerden biri olduğunu, davacı kuruluşundan bu yana yaptığı işlerin neredeyse tümünü müvekkili tedarikçisi olarak gerçekleştirmiş olduğunu, taraflar arasındaki ticari ilişki uzun zamandır devam etmekte olduğunu, devam eden ticari ilişki kapsamında çeşitli organizasyonlar yapılmış ve davacıya yaklaşık 3.000.000,00 TL kazanç sağlanmış olduğunu, müvekkilince üstlenilen ve bu işler kapsamında davacıdan ekipman kiralanan bazı organizasyonların ;her bir organizasyon için kiralama yapıldığı iddia edilen ekipmanın tespiti açısından belirtilen organizasyon yerlerine ayrı ayrı müzekkere yazılmasını talep ettiklerini, organizasyonlar için davacıdan geçici olarak kiralanan ekipmana ilişkin bedelinin müvekkili tarafından eksiksiz olarak ödenmiş olduğunu, davacı tarafından ileri sürülen fatuların dayanağının olmadığını, taraflar arasında bir sözleşme akdedilmediği gibi ekipman tedariki söz konusu olan bir ticari ilişkide tedarik edilen ekipmanların neler olduğunun faturalarda belirtilmesi gerektiğini, davacı tarafından düzenlenen faturaların VUK ve TTK’na aykırı olduğunu, müvekkilinin 2013 yılından bu yana tedarik edilen ve gerçekleşmiş organizasyonlarda kullanılmak üzere kiralanmış olan ekipmanların bedelini ödemiş olup aşkın kısmın kabul edilmemekte olduğunu, müvekkilinin uyuşmazlığa konu faturalara sekiz gün içinde itiraz etmemiş olması “kabul” anlamına gelmediği gibi tedarik edildiği ispat edilemeyen mal ve hizmete ilişkin aşkın talebinde kabul etmek mümkün olmadığını, organizasyonlar için gereken ekipman hacmi davacı tarafından fatura edilen hacme ulaşmamış olduğunu, kullanılmayan ekipmana ilişkin bedel ödenmesinin de söz konusu olamayacağını, mahkemenin re’sen dikkate alacağı sebepler dahilinde, şartları oluşmayan icra inkar tazminatı talebi ile haksız ve dayanaksız davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davacının faturalara dayalı olarak takip yaptığı, fatura ekinde başkaca belgenin mevcut olmadığı, davalının süresi içinde icra takibine itiraz ettiği, takibin durduğu, dava dosyasında faturalar dışında tarafların ticari defter kayıtları ve mutabakat formları ile e-posta yazışmalarına dayanıldığı tartışmasızdır.
Davacının iddia etmiş olduğu ilişki çerçevesinde davacı tarafından davalı aleyhine faturada belirtilen hizmetin verilip verilmediği, bu noktada akdi ilişkinin varlığının davalı tarafından kayden ve fiilen benimsenip benimsenmediği, takibe esas olan faturaların taraf şirketlerinin 2020 yılı ticari defter ve kayıtlarında mevcut olup olmadığı, ne şekilde mevcut olduğu, takibe konu faturaların davalıya tebliğinin anlaşılır olup olmadığı, davalı şirket aleyhine şeklen kesinleşip kesinleşmediği, 2020 yılı ticari defter ve kayıtlarında ve takip tarihi itibari ile davacının dayanak faturalar nedeni ile alacaklı gözüküp gözükmediği, dayanak faturaların içeriğinin davacının iddia etmiş olduğu sözleşme ve celbedilen Ba-Bs formları ve dayanılan mutabakat belge içeriği ve e-posta içerikleri ile uyumlu olup olmadığı, ne şekilde ne şekilde uyumlu olduğu, dayanılan faturaların içerikleri ile dayanılan diğer belge ve sözleşme içeriklerinin sektörel açıdan uyumlu olup olmadığı, ne şekilde uyumlu olduğu, dava dilekçesinin 1.maddesinin 5.paragrafında açıklanan ödeme tarih ve rakamları dikkate alındığında belirtilen ödemelerin taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarında gözüküp gözükmediği, özellikle davacı vekilinin ödeme miktarları ile ilgili mevcut açık ikrarı karşısında Yargıtay HGK uygulaması dahi dikkate alındığında davacının dava tarihi itibari ile talep etmesi mümkün alacak miktarının ne olduğu, özellikle davacı vekilinin ara kararlar çerçevesinde 09/07/2021 tarihli dilekçesinde yapmış olduğu somutlaştırmalar ve yine davacı vekilinin 02/07/2021 tarihli dilekçesinde yapmış olduğu somutlaştırmalar dikkate alındığında sonuç itibari ile takip tarihi ve dava tarihi itibari ile ayrı ayrı davacının davalıdan talep edebileceği alacak miktarının ne olduğu noktalarında toplanmaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması için mahkememizce atanan muhasebe ve sektör bilirkişilerin dahil olduğu bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 23/10/2021 tarihli rapora göre “dava konusu uyuşmazlık kapsamında gerek davacı şirket ve gerekse davalı şirket tarafından incelemeye ibraz olunan 2019-2020-2021 yilı ticari defterlerinin TTK hükümlerine uygun tutuldukları anlaşılmakla anılan ticari defterlerin taraflar lehine delil kabiliyetlerinin Mahkemeniz takdirinde bulunduğunu, davacı şirket tarafından davalı şirket adina düzenlendiği görülen 2019 yılı (9 adet) ve 2020 yılında (4 adet) olmak üzere takip ve dava konusu bedele esas 13 adet faturanın tamamının her iki taraf ticari defterlerine zamanında ve usulüne uygun olarak karşılıklı borç/alacak kayıtlarının yapıldığını, bu bağlamda taraflar arası varlığı tartışmasız olan ticari ilişkinin her iki tarafça kayden benimsendiğini, takip ve dava konusu uyuşmazlığın çözümüne esas olmak üzere tarafların ticari defter ve belgeleri içerikleri ile BA-BS beyan formlanın tetkiki neticesinde takip ve dava konusu edilen fatura kayıtları ile (Tablo-1/Tablo-2) ile BA-BS beyan formlarının (Tablo-4) birbirini teyit eder nitelikte olduğu, neticeten takip ve dava tarihi itibarıyla davacı ticari defterlerinde yer alan davali borç tutarı ile davalı ticari defterlerinde yer alan davacı alacak tutannin ihtilaf içermediği (Tablo-3) hususu, bu bağlamda takip ve dava konusu edilen faturaların davacı şirket tarafından davalı şirkete teslim/tebliğ edildiğinin de tartışmasız olduğunun anlaşıldığını, taraf ticari defter kayıtları bakımından davacı şirket ticari defterlerine davalı borç tutarının 11.07.2020 icra takip tarihi itibarıyle 758.054,23 TL, davalı şirket ticari defterine göre ise davacı alacak tutarının 758.054,26 TL olduğunu, yani takip tarihi itibariyle borç/alacak kayıtlarının birbirini teyit ettiğini, dava dilekçesinin 1.maddesinin 5. paragrafında açıklanan ödeme tarih ve rakamları dikkate alındığında davalı tarafından davacı tarafa takip tarihinden sonra yapıldığı belirtilen toplam 213.400,00 TL ödemenin taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarında eksiksiz yer aldığı, bu hususta da ihtilaf bulunmadığını, nitekim gerek davacı şirket ve gerekse davalı şirket 2020 yılı ticari defter kayıtlarında da 19.02.2021 daya tarihi itibariyle borç/alacak tutarının 544.654,23 TL olduğu, davacı şirket tarafından davalı şirket adına düzenlenen, davalı şirket tarafından itiraza uğramaksızın ticari defterlerinde kayıt altına aldığı takip ve dava konusu bedele esas fatura içeriği hizmetlerin alınmadığına yönelik itirazları kapsamında hizmet teslimine ilişkin olarak yapılan sektörel incelemeler neticesinde taraflar arası ticari ilişkinin fiilen de benimsendiğinin anlaşıldığını, bu bağlamda; takip ve dava konusu bedele esas 13 adet faturadan, 12.02.2020 Tarih, … sayılı, 17.068,70-TL bedelli; … sayılı, 5.900,00-TL bedelli ve 14.02.2020 Tarih, 13.03.2020 Tarih, … sayılı 58.197,60-TL bedelli olmak üzere işbu üç adet faturaya yönelik ürün/hizmet talep edildiğine dair e-postalara veya whatsapp yazışmalarına, yine bu faturalara yönelik aylık iş listelerine ve bu projelere yönelik mutabakatlara dosya kapsamında rastlanılamamış olduğunu, davacı şirket tarafından davalı adına düzenlendiği görülen takip ve dava konusu bedele esas 13 adet faturadan sıralanan faturalar haricinde kalan on adet faturaya yönelik aylık iş listeleri, iş listelerindeki projelere ait mutabakatlar ve davacı vekilince 20.09.2021 tarihinde Mahkemeye sunulmuş dilekçe ekinde yer alan whatsapp yazışmaları ve davalı çalışanlarının projelerine yönelik davacı firmadan ürün ve hizmet talep etmiş olduğu e-posta yazışmaları bir arada değerlendirildiğinde; sektörel olarak davacı firmanın, bu faturalara yönelik hizmetleri davalı firmaya vermiş olduğunu, neticeten faturalar içeriği hizmetin teslimi bakımından değerlendirme yapıldığında davacının davasının kabulü halinde üç adet fatura tutarı 81.166,30 TL nin mahsubu ile; 11.07.2020 icra takip tarihi itibarıyla 676.887,93 TL, 19.02.2021 dava tarihi itibarıyla ise 463.487,93 TL’nin talep edebileceğini, takip ve dava konusu faturaların alıcı tarafından bağlı bulunulan vergi dairesine BA-BS formları ile bildirilmesi halinde, işbu bildirimin fatura kapsamında mal/hizmeti teslim edilmiş olduğunu göstereceğini, yine faturayı alan tarafın, süresinde itiraz etmediği faturayı ticari defterlerine kaydetmiş olmasının, malın teslimine karine oluşturduğunu, verilen faturaya uzunca bir zaman itiraz edilmediğinde, malın alıcıya teslim edildiğinin kabulünün gerektiği yönündeki yerleşik Yargıtay kararlarının Mahkemenizce benimsenmesi halinde, hukuki yorumu ve nihai takdiri Mahkemenize ait olmak üzere, işbu faturaların davalı şirket ticari defterlerinde itiraza uğramaksızın kayıtlı olması ile bağlı bulunulan vergi dairesine BA formu ile beyan edildiği gözetildiğinde davacı şirketin davalı şirketten 11.07.2020 icra takip tarihi itibarıyla 758.054,23 TL, 19.02.2021 dava tarihi itibariyle 544.654,23 TL talep edebileceği” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Esasen davalı tarafından BA formları sunulmuş olmakla VUK nun 381 seri nolu genel tebliği ve Ba formu içeriği ile vergi uygulaması gözetildiğinde aksini düşünmek mümkün değildir. Yine genel ispat kuralları çerçevesinde hiç bir kimsenin kendi aleyhine delil oluşturmayacağı düşünüldüğünde davalı tarafın resmi bir kuruma dava konusu hizmeti teslim aldığına yönelik beyanı kendisini bağlayacaktır. Davalı tarafın çelişkili davranış yasağına (venire contra factum de proprium) ilkesine hareket etmesi halinde ilk beyana itibar olunması uygun görüldüğünden davalı tarafın da faturalardaki hizmeti almadığı yönündeki beyanına itibar edilemez.
Öte yandan davacı, BA formları düzenlenen dayanak faturalar açısından kendi defter ve kayıtlarına göre davalıdan alacaklı gözükmektedir. Ancak davalı tacir olduğundan davalı tarafın ticari defter ve kayıtlarına da dayanmıştır. Davalı şirkete inceleme gün ve saatinde hazır olması gerektiği konusunda ihtarat yapılmış,davalı taraf ticari defter ve kayıtlarını sunmuştur.
HMK. 219. maddesine (HUMK. 326) göre her iki taraf kendi ellerindeki vesikaları (belgeleri) mahkemeye ibraz etmek zorundadır. Bir davada ispat yükü kendisine ait olan tarafın, başka delillerle birlikte karşı tarafın ticari deferlerine de dayandığı, eş söyleyişle, delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği, dolayısıyla da uyuşmazlığa özel hükmün uygulanamayacağı durumlarda; karşı tarafın kendi defterlerini mahkemeye ibraz etmesi ya da bundan kaçınmasına bağlanması gereken hukuksal sonuçlar HMK. 219. ve ardından gelen maddelerindeki konuya ilişkin genel düzenlemelere tabibir.
Somut uyuşmazlık yönünden bakıldığında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarında da açıklandığı üzere “HMK. 220. maddesi, bir tarafın, mahkemece kendisine verilen süre içerisinde ilgili belgeyi ibraz etmemesi halinde, mahkemenin, o tarafın maksadını gözeterek, diğer tarafın o belgeye ilişkin açıklamasını kabul edebileceğini öngörmektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki HMK. 220. (HUMK. 330, 331, 332 ) maddesindeki bu hüküm, taraflardan birinin delillerini salt karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği hallerde, ticari defterlerin mahkemeye sunulması bakımından da uygulanır. Eş söyleyişle, belirtilen bu durumda ticari defterlerde HMK. 219. ve sonraki maddeleri anlamında “belge” niteliğindedir.
Ticari defterlerin ispat kuvvetini düzenleyen HMK 220-222 maddesi değerlendirildiğinde ve aynı kenar başlıklarının metne dahil bulunduğu da gözetildiğinde ticari işlerden dolayı tacirler arasında çıkan uyuşmazlıklarda ticari defterlerin maddede gösterilen koşulların mevcut olması kaydıyla kesin delil olduğu öngörülmüştür.”
Somut olayda, davacı tarafın açıkça delil olarak dayanmasına ve mahkememizce de o yönde ara kararı verilip, gereğinin yerine getirilmesine rağmen, davalı tarafın kendi ticari defter ve kayıtlarında dahi dava ve takibe esas olan tüm faturaların davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarında mevcut olduğu, bu suretle taraf şirketlerinin ticari defter ve borç ve alacak miktarları ve dayanak faturalar yönünden uyumlu olduğu, taraf defterlerinin TTK açısından usulüne uygun oldukları delil kabiliyetinin dahi mevcut olduğu saptanmıştır. Bu durumda HMK. 220. maddesi uyarınca, davacı tarafın davalıya ait ticari deferlere ilişkin açıklamasının, yani icra takibinin dayanağının oluşturan tüm faturalara konu hizmetlerin teslim edildiğinin davalı defterleri içeriğinden anlaşılacağı yönündeki davacı iddiasının doğru bulunduğunun kabulü gerekir. Davalı tarafın ticari defter ve kayıtlarının usule uygun tutulduğu, tüm faturaların davalı ticari defterlerinde kayıtlı olduğu sabittir. Tacir olarak defter tutmak yükümlülüğünde olan davalı şirketin ticari defterlerini sunması dikkate alındığında davaya konu tüm faturalar yönünden davalı şirketin mevcut defter kayıtları dahi davalı aleyhine hukuki sonuç doğurucu niteliktedir.
Davacının üzerine düşen ispat yükümlülüğünü yerine getirdiğinin kabulü karşısında ispat yükünün davalıya geçip geçmediği ve başkaca bir araştırmanın yapılıp yapılmadığının ayrıca ele alınması gerekmektedir.
Yargıtay uygulamasında da kabul olunduğu üzere “davalının ticari defterlerinde kayıtlı borç bakımından defterleri kendi aleyhinde delil olacaktır. 6100 sayılı HMK m.220, m.222 hükümleri dikkate alındığında hiçbir tacir kendi defterine aleyhe kayıt düşemeyeceğinden faturaların davalı defterinde kayıtlı olması,faturalar içeriğindeki hizmetin davalıya teslim edildiğine karine oluşturur. Bu karinenin aksini,bir başka deyişle faturalar içeriği hizmetin teslim edilmediğini,faturaların usulsüz olduğunu davalı ispatlamalıdır.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/19-823E.2019/553K.sayılı ilamı)Nitekim somut olayda da davalının ticari defter ve kayıtlarında gözüken,şeklen kesinleşmiş faturalara konu olan hizmetin alınmadığı ve faturaların gerçek olmadığı esasına dayanan savunma karşısında,davalının aleyhine oluşan bu karinenin aksini ispatlama hak ve imkanının davalıya tanınması usulen gerekir. Mahkememizce Yargıtay 19.HD ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulaması karşısında,bilirkişi raporu ile davacı lehine karine oluşması ve davalının ise cevap dilekçesi ile faturaya konu hizmetin alınmadığını, faturanın gerçek olmadığından davalı aleyhine sonuç ise doğuramayacağını ileri sürmesi nedeniyle davalıya savunmasını ispatlaması amacıyla yemin teklif etme hakkının hatırlatılması düşünülebilir ise de davacı taraf bu yönde yemin deliline dayanılmadığı gibi bu konuda da açıklanmış bir beyan mevcut değildir.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64). Bu şartlarda sonuç olarak davalı şirketin dava ve takibe esas olan faturalara konu hizmetin verilmediği ve bu nedenle borçlu bulunmadığı yönündeki savunması ise ispatlanamamış olarak kabul olunmuştur.
Kaldı ki takip borçlusunun kendi defter ve kayıtlarına göre dahi takibe ve davaya konu olan tarihi, bedeli ve konusu açıklanan faturaları defterine kaydettiği, faturaların toplamı miktarı kadar davalı defterinde dahi davalının borçlu, davacının ise alacaklı gözüktüğü, bu kaydın davalı aleyhine sonuç doğurduğu dahi kayden açıktır.
Bir kimsenin, davranışlarında tutarlılık bulundurmasını gerektiren bir prensip yoktur. Fakat bir hukuki ilişkide bir kimse davranışı ile karşı tarafta esaslı bir güven uyandırdıktan sonra, artık bu davranışına aykırı tutum takınamaz. (Venire contra factum proprium) -(Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman, Medeni Hukuk Dersleri, Sayfa. 173, İstanbul, 1975). Bu nedenle dava ve takibe esas olan faturalardan dolayı davalının hizmet almadığını ve borçlu olmadığını savunması bir anlamda hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Oysaki 4721 sayılı TMK ile belirtilen yeniliklerden birisi hakkın kötüye kullanılmasının sadece kanun tarafından değil hukuk düzeni tarafından himaye edilemeyeceği konusundadır. O halde kanun koyucunun yapmış olduğu bu değişikliğin de dikkate alınması gerekir ki bu durumda da adı geçen iki fatura yönünden davalı savunmasına itibar edilemez.
Zaten sektör bilirkişisinin de dahil olduğu kök ve ek raporlarda dahi takip konusu faturalara konu hizmetin tamamının davacı tarafından davalıya verilmiş olduğu, yapılan teknik inceleme ve araştırmalarda dahi saptanmıştır. Sektörel açıdan yapılan bu inceleme yukarıda açıklanan muhasebesel inceleme ve mahkememizce varılan yargısal sonuç ile dahi uyum içindedir.
Hemen belirtmek gerekir ki “borçlunun faturaları tebliğ alıp süresinden sonra iade etmesi halinde de faturanın alacaklı tarafça gönderilmesi şeklindeki icabı, borçlunun (faturayı defterine kaydetmemek ve hizmet almadığını savunmak suretiyle), kabul etmemesi ya da borçlunun faturayı kendi defterine kaydetmekle birlikte süresinde itiraz ve iade etmesi halinde hizmetin verildiğini yine alacaklının kanıtlaması gerekeceğinden, bu doğrultuda alacaklının delillerinin toplanıp değerlendirilmesi, şayet borçlunun faturaları kendi defterlerine kaydetmesi (faturaları deftere kayıt öncesinde ya da sonrasında süresi geçtikten sonra itiraz ve iade etmiş olması) halinde alacaklının (hizmet vermiş olsun ya da olmasın) HMK’nın 222. maddesi uyarınca alacağını ispatladığının kabul edilmesi gerektiği gözetilmelidir. (Yargıtay 23. HD’nin 2015/5485 E. 2016/550 K. ilamı)
Mahkememizce yapılan değerlendirmelerden ve alınan bilirkişi kurulu raporundan dahi anlaşılacağı üzerine takip tarihi itibariyle davacının ispatlanan açıklanan miktarı 758.054,23 TL’dir. Ancak davacı vekilinin gerek dava dilekçesinin 5.maddesinde ve gerekse 25/11/2021 tarihli duruşmadaki beyanında açıkladığı üzere takipten sonra ve ancak davadan önce 213.400,00 TL’lik kısmın ödenmiş olduğu, ancak davacının bu ödemeleri takibin devamına dair karar oluşturulduktan sonra icra dosyasına bildirileceğini açıkladığı anlaşılmaktadır. Bu duruma göre itirazın iptali davalarında, takip tarihi sonrası ve ancak davadan önce ödeme yapılmış ise haklılık durumunun hangi tarihe göre tespit olunması gerektiğinin ayrıca tartışılması gerekir.
Yargıtay HGK’nin 2017/19-822E. 2018/1754K.sayılı ilamında”Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı bankanın alacak miktarının takip tarihi itibariyle mi yoksa takipten sonra dava tarihinden önce yapılan tüm ödemeler dikkate alınarak dava tarihi itibariyle mi belirleneceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki itirazın iptali davası, müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır.
Mahkemenin davanın reddi ya da kabulü yönünde verdiği karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceğinden davanın reddi hâlinde alacaklı borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamayacağı gibi davanın kabulü hâlinde borçlu da alacaklıya karşı bir menfi tespit veya istirdat davası açamayacaktır.
Bu nedenledir ki, mahkeme itirazın iptali davasında tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceleyerek borcun varlığını ve miktarını araştırmak zorundadır.
Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 67. maddesinden alan itirazın iptali davası ile alacaklı; icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66. maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Takip hukukundan doğan bu davada tespit edilecek husus, borçlunun icra takibine yapmış olduğu itirazında haklı olup olmadığının belirlenmesidir.
Bu dava, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir (İİK. m. 67/1). Dava, özünde tahsil istemini de barındırmakla, burada borçlunun takip sonrası yaptığı ödeme iddialarının da nazara alınması zorunludur. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken bildirdiği itiraz sebepleri dışında, itirazın iptali davasında başka itiraz sebeplerini ileri sürebileceğinden mahkemenin, borcun sonradan ödendiği itirazını araştırarak, ödemenin takip konusu alacakla ilgili olduğunu belirlemesi hâlinde, alacaklının dava tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarı üzerinden hüküm kurması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidirki alacak miktarının, takip ya da dava tarihindeki koşullara göre belirlenmesinin, itirazın iptali davasında hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminat türü olan ve bağımsız bir dava konusu yapılamayan icra inkâr tazminatının miktarına da etkili olacağı açıktır.
Henüz alacaklı tarafından itirazın iptali davasının açılmadığı bir evrede, borçlunun, itiraza konu borcu kısmen veya tamamen ödemesi mümkündür ve bunu engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur. Borçlu, itirazın iptali davası açılmamışken, itirazına konu borcu tamamen öderse, alacaklının itirazın iptali davası açmasına gerek kalmayacak ve böyle bir davayı açmakta hukuki yararı bulunmayacaktır. Zira itirazın iptali davası açılmasında amaç, itiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır. Takibin devamı yoluyla elde edilecek olan sonuç (alacağın tahsili), borçlunun tüm borcu ödemesiyle zaten gerçekleşmiş olacağına göre, gerçekleşmiş olan bu sonucu sağlamak üzere bir dava açılmasında hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun gibi takibe konu borcun kısmen ödendiği durumlarda da ödenmeyen borç tutarına yönelik itirazın iptali davasında, itirazdan sonra ödenmiş olan miktar bakımından itirazın iptalinin istenilmesinde hukuki yararın mevcut olmayacağı kuşkusuzdur (Hukuk Genel Kurulunun 09.02.2011 tarih ve 2011/13-29 E., 2011/56 K., 23.05.2018 tarih ve 2017/19-910 E., 2018/1111 K. sayılı kararları).
Sonuç itibariyle; icra takibinden sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borçlu tarafından ödeme yapılması hâlinde, yapılan bu ödeme düşüldükten sonra kalan miktar üzerinden dava açılması gerekir. Dolayısıyla takipten sonra, ancak dava açılmadan önce yapılmış olan ödemeler yönünden dava açılmasında, davacı tarafın hukuki yararı bulunmamaktadır. Takipten sonra, ancak davadan önce yapılan kısmi ödeme miktarı bakımından dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığından dava reddedilse veya kısmi ödeme miktarınca dava açılmasa bile, kısmi ödemenin yapıldığı icra takibi kendi yasal prosedürü içerisinde devam edecek, hatta asıl borç kalksa bile faiz ve ferileri yönünden takip sürebilecek, salt bu nedenle icra dosyasının kapanmasından söz edilemeyecektir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 19.10.2011 tarih ve 2011/19-532 E., 2011/640 K., 23.05.2018 tarih ve 2017/19-910 E., 2018/1111 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
(…)
Hâl böyle olunca Yerel Mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda ve yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek takip tarihi itibariyle alacak miktarı belirlenip takipten sonra ancak dava açılmadan önce yapılmış kısmi ödemeler yönünden dava açılmasında, davacı tarafın hukuki yararının bulunmadığına işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Esasen Yargıtay 23.HD’nin dahi benimsediği üzere “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.11.2003 gün ve 19-589 E, 645 K; 30.03/2005 tarih ve 19-200E., 210 K; 19.10.2011 gün ve 19-532 E, 640 K, Dairemizin 07.02.2013 tarih ve 2012/5291 E, 2013/634 K; 20.09.2013 tarih ve 3608E, 5586 K; 23.01.2014 tarih ve 2013/7155E., 2014/387 K.sayılı ilamlarında da benimsenmiştir. Davadan sonra kısmen ödeme yapılması halinde, dava tarihi itibariyle ödenmeyen kısım yönünden davanın kabulü ile bu kısmi ödemelerin icra aşamasında nazara alınmasına, tamamının davadan sonra ödenmesi halinde davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
Bu durumda, mahkememizce itirazdan sonra davadan önce ödenmiş bulunan 213.400,00 TL’ye ilişkin istemin hukuki yarara ilişkin dava şartı noksanlığından ve usulden reddolunması gerektiği gibi davacı lehine hükmedilen icra inkâr tazminatının itirazın haksız olduğu belirlenen ve itirazın iptaline karar verilen 544.654,23 TL üzerinden belirlenip hükmedilmesi gerekmiştir. (Yargıtay 23.HD 2014/3925E. 2015/3364K.sayılı ilamından hareket edilmiştir)
Somut olayda, davacı şirket ile davalı şirket arasındaki ilişkinin ticari iş niteliğinde bulunduğu açıktır. Ticari işlerde 3095 sayılı Yasa’nın değişik 2/2. maddesi gereğince avans faizi isteme hakkına sahip davacı, bu oranı ifade eden ticari temerrüt faizini talep etmiştir. Bu durumda 3095 sayılı Yasa’da 2005 yılında yapılan değişiklik ile kaldırılan ve avans faizi oranından daha düşük seviyedeki reeskont faizi oranları Merkez Bankası’nca yayınlanmaya devam edilmektedir. Bu oran üzerinden istemde bulunulmuş olsa idi, mahkemece yasal faize hükmedilmesi, ancak 01.01.2000 tarihi ile 5335 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 21.04.2005 tarihi arası bir tarihten faizin başlatılması gerekmesi halinde doğru yorum tarzı olacak, 21.04.2005 tarihinden sonraki bir tarihten faiz başlatılmasının gerekmesi halinde davacının yasal faiz oranından daha yüksek, ancak, avans faizinden daha düşük olan bir oranda faiz talep etmesinde kendini daha düşük bir oran ile bağladığı için bir usulsüzlük bulunmayacak idi. Bu durumda, 3095 sayılı Yasa’nın değişik 2/2. maddesi uyarınca avans faizi isteme hakkına sahip olan davacı tarafından ticari faiz ile alacağın tahsili istenmesi karşısında takibe konu alacağa, 01.01.2000 tarihinde 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un 2/2. maddesinde yapılan değişiklik ile avans faiz oranı belirlenmiş olduğu hususu dikkate alınarak avans faizi hükmedilmesi, esasen bu noktadaki ticari temerrüt faizinin ise avans faizi olacağı açıktır. (Yargıtay 23 HD. 2013/4247E. 2013/6569K.sayılı ilamı, Yargıtay 15.HD 2015/3648E. 2015/5728K.sayılı ilamlarından hareket edilmiştir).
Yukarıda atıf yapılan Yargıtay 23.HD’nin emsal kararında belirtildiği üzere “İtirazın iptali davasına özgü bir sonuç olan icra inkâr tazminatı, salt borca haksız şekilde itiraz edilmiş olmasının bir sonucu olduğundan ve borca haksız şekilde itiraz edilmesini önleme amacını taşıdığından, sonradan borcun kısmen veya tamamen ödenmiş olmasının, borçluyu bu tazminatı ödemekten kurtarmaması gerektiği düşünülebilir. Ne var ki, icra inkar tazminatı, niteliği gereği, ancak itirazın iptali davası sonucunda davanın tamamen veya kısmen kabulüne karar verilmesi koşuluna bağlı olarak, hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminattır. Bu nedenle, takibe konu borcun tamamen ödenmiş olması halinde alacaklının itirazın iptali davası açmakta hukuki yararı bulunmadığından, açtığı dava bu gerekçeyle reddedileceği; böylesi bir davanın kısmen de olsa kabulü söz konusu olamayacağı için, icra inkar tazminatına da hükmedilemeyecektir. Bunun gibi, itirazdan sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borcun kısmen ödendiği hallerde, alacaklının ödenen kısım yönünden dava açmakta hukuki yararı olmayacağından, ödenen miktar göz önüne alınmaksızın, borca itirazın tümüyle iptali istemiyle açılan dava, ödenen kısım yönünden reddedileceği için, bu kısım için de yine icra inkar tazminatına hükmedilemeyecektir. O halde, alacaklının icra inkâr tazminatı isteme hakkının, borçlu tarafından borca tamamen veya kısmen itiraz edildiği anda, itiraza konu borç miktarı yönünden kendiliğinden doğan bir hak olduğu söylenemez. Tekrar vurgulanmalıdır ki, alacaklı yararına bu tazminata hükmedilebilmesi için, mutlaka, açılıp kısmen de olsa kabul ile sonuçlanmış bir itirazın iptali davası bulunmalıdır”. O halde dava öncesi ödenen miktar yönünden icra inkar tazminatı hükmedilmemiş, sadece dava tarihi itibariyle haklı bulunan miktar ile sınırlı olarak davacı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmiştir.
Bilindiği üzere İİK.m.67/f.2 hükmüne göre itirazın iptali davalarında davalı borçlunun itirazının haksızlığına karar verilmesi karşısında borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli olması halinde ise alacaklı tazminata mahkum edilir. Nitekim somut olayda davalı borçlunun davalı defterinde dahi kayıtlı bulunan ve dava tarihi itibariyle davacının haklı olduğu saptanan 544.654,23 TL tutar yönünden davalı itirazı haksız olmakla dava konusu asıl alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesi, buna mukabil davacının kötü niyetli olduğu anlaşılamadığından ve usuli açıdan kısmen ret kararı verildiğinden ise davalının kötü niyet tazminatının ise reddolunması gerekmiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının, … 5. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu asıl alacağın 544.654,23-TL kısmına yönelik itirazın iptali ile bu kısım yönünden takibin aynen devamına, davacının, … 5. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu asıl alacağın 213.400,00-TL kısmı ise takip tarihi ile dava tarihi arasında ödenmiş olmakla bu kısma ilişkin davanın hukuki yarar yokluğu nedeni ile usulden reddine, hükmedilen 544.654,23-TL asıl alacağa yıllık ve değişen oranlarda ticari temerrüt faizi olan TCMB ‘ nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizinin işletilmesine, hükmedilen 544.654,23-TL asıl alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının kötü niyetli olduğu anlaşılamadığından ve usuli açıdan kısmen red kararı verildiğinden davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine, dair karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1)Davacının, … 5. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu asıl alacağın 544.654,23-TL kısmına yönelik itirazın iptali ile bu kısım yönünden takibin aynen devamına,
Davacının, … 5. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu asıl alacağın 213.400,00-TL kısmı ise takip tarihi ile dava tarihi arasında ödenmiş olmakla bu kısma ilişkin davanın hukuki yarar yokluğu nedeni ile usulden reddine,
2-Hükmedilen 544.654,23-TL asıl alacağa yıllık ve değişen oranlarda ticari temerrüt faizi olan TCMB’nin kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizinin işletilmesine,
3-Hükmedilen 544.654,23-TL asıl alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davacının kötü niyetli olduğu anlaşılamadığından ve usuli açıdan kısmen red kararı verildiğinden davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine,
5-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 37.205,33 TL harçtan peşin alınan 9.155,41TL harçtan mahsup edilerek 28.049,92‬TL bakiye ilam harcının davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
6-Davacı tarafından harcanan 9.155,41 TL peşin harç, 59,30 TL başvuru harcı gideri toplamı olan 9.214,71‬ TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
7-Davacı tarafından harcanan 98,50 TL tebligat posta masrafı ile 2.700,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 2.798,5‬ TL yargılama giderininden davanın kabul nispetine göre (%71,84) 2.010,44TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, kalanın davacı üzerinde bırakılmasına,
9-Dava kısmen kabul olduğundan 544.654,23 TL üzerinden yürürlükte olan AAÜT gereği hesaplanan 44.282,71 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
10-Davanın kısmen dava şartı olan hukuki yarar yokluğundan ve usulden ret olması karşısında kısmen ret nedeniyle hüküm tarihinde yürürlükte olan AAÜT 5.100,00TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
11-1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği davanın kabul nispetine göre (%71,84) 987,88 TL’nin davalıdan, kalan 332,12‬ TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
12-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatıranlara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 25/11/2021

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …