Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/122 E. 2022/366 K. 09.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/122
KARAR NO : 2022/366

DAVA : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 11/02/2021
KARAR TARİHİ : 09/05/2022

Mahkememizde görülmekte olan davanın yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin eski … Belediye Başkanı olduğunu, davalılardan …’nin müvekkilinin otuz yıllık tanıdığı olduğunu, diğer davalının ise davalı …’nin dayısının kızı ile evli olduğunu, müteahhit olarak iş yapan davalı …’nin müvekkili ile iş yapmak istediğini, müvekkilini ikna ettiğini, salgın nedeniyle yapacağı proje için ruhsat, izin vs. almak için paraya ihtiyacı olduğunu söylediğini, müvekkilinin sözleşme akdedildiğinde verilmek üzere davaya konu bonoyu zorunlu unsurları eksik bırakmak suretiyle hazırladığını, ancak davalıya teslim etmediğini, davalı …’nin müvekkilinin evine girip çıktığı sırada müvekkilinin çalışma odasının çekmecesinde duran davaya konu bonoyu izinsiz olarak ele geçirdiğini, müvekkilleri ile davalılar arasında hiç bir ticari ilişkinin bulunmadığını, davaya konu bono üzerinde tahrifat yapıldığını, hile ve doladırıcılık yoluyla ele geçirilen kambiyo vasfı taşımayan senede sonradan adres eklenmek sureti ile tahrifat yapıldığını, keşideci adresinin farklı bir kalem ve el yazısı ile sonradan davaya konu senede eklendiğini, alacaklılar tarafından … 4. İcra Dairesinin … E.sayılı dosyasına talep açılarak teminat mektubunun nakde çevrilmesini talep ettiklerini beyanla, müvekkilinin … 4. İcra Dairesinin … E.sayılı kambiyo takibinde icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi ve icra dosyasına sunulan …bank … Şubesi … sayılı, 20/01/2021 tarihli 4.437.000,00 TL bedelli kesin ve süresiz teminat mektubunun nakde çevrilmemesi yönünde ihtiyati tedbir karar verilmesini, müvekkilinin … 4. İcra Dairesinin … E.sayılı dosyası ve bu dosyaya konu 29/07/2020 tarihli 550.000 USD bedelli bonoya ilişkin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekilinin cevap dilekçesinde özetle; davacının, dava konusu bonoya ilişkin borcunun bulunmadığına yönelik iddiasının taraflarınca kesinlikle kabul edilmemekle beraber kabul edilse dahi, dava konusu bononun cirolanmış olduğunu, müvekkilinin, davacının isnat, iç ilişki ve ticaretini bilmesi, bononun ödeme aracı niteliğinden dolayı kendisinden beklenemeyeceği gibi hayatın olağan akışına göre mümkün olmadığını, davacının senedin zorunlu yasal unsurları içermediğini, kambiyo senedi vasfında olmadığını iddia etmiş olduğunu, bu hususun hukuka uygun bir iddia olmadığını, söz konusu alacağa ilişkin borçlular aleyhine gerçekleştirilen kambiyo senetlerine özgü icra takibi usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilmiş olup, taraflarının yetkili olup alacaklı sıfatını haiz olduğunu, davacı tarafça iddia edilen hususların açıklığa kavuşabilmesi için, belirli şartları sağlayacak incelemelerin yapılması gerekecek olduğunu, sorunun hukuki olarak çözümünün bonoyu çaldıran davacının mı, yoksa, bonoyu iyi niyetle bilmeden iktisap eden üçüncü kişi konumundaki müvekkilin menfaatinin mi korunacağı noktasında olduğunu, imza inkarı yapmayan davacının dava açma hakkı olmadığından her halükarda haksız ve mesnetsiz davasının reddine, davacının %20’den aşağı olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkûm edilmesini savunmuştur.
Davalı … vekilinin cevap dilekçesinde özetle; davacı …’ün davaya konu senedi “nakden” aldığı borç karşılığı düzenleyip müvekkil …’ye teslim etmiş olduğunu, müvekkilinin de senedi diğer davalı …’a olan borcuna karşılık cirolayıp teslim etmiş olduğunu, davacının iddia ettiğinin aksine ciro işlemi kötü niyet ihtiva etmemekte olduğunu, ispat yükünün, senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu iddia eden davacıda olup iddiasını HMK 200.madde uyarınca yazılı delille kanıtlaması gerektiğini, davaya konusu senette 6102 sayılı TTK’nın 776. maddesinde belirtilen tüm yasal zorunlu unsurlar bulunduğundan senedin bono vasfında olduğunu, somut olayda ispat yükünün davacıda olduğunu, senedin sonradan anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğu iddiasının 6100 sayılı Kanunun 200. maddesi uyarınca yazılı delil ile kanıtlanması gerekmekte olup tanık dinletilmesine muvafakatinin olmadığını, davaya dayanak takibe konu senedin zorunlu unsurlarının eksik olmadığı gibi tahrifat yapıldığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, imzası inkar edilmeyen senedin TTK 680. maddesi gereğince zaten düzenlenmesi mümkün olduğundan davacının sonradan doldurma iddiasının tahrifat olarak nitelendirilemeyeceğini, icra dosya borcunu ödeyen davacının menfi tesbit davası açmakta hukuki yararının olmadığını, davanın reddi gerekmekte olduğunu, davacının haksız ve hukuki mesnetten yoksun davasının usulden ve esastan reddine, haksız ve kötü niyetle dava açıldığı sabit olduğundan davalı müvekkil lehine %20 tazminata hükmedilmesine karar verilmesini savunmuştur.
Davaya konu olan bononun şekli olarak gerekli unsurları şeklen taşıdığı, davanın menfi tespit davası olarak açılmış olmakla birlikte yargılama aşamasında bedelinin ödenmesi nedeniyle davanın kanun gereği istirdat davasına dönüştüğü, davacının şeklen bononda düzenleyen konumunda olduğu, …’ nin lehtar iken …’ ın hamil konumunda olduğu, bononun “nakden” düzenlendiği tartışmasızdır.
Taraflar arasında tartışma konusu olan hususlar dava konusu bononun taşıması gerekli zorunlu unsurların eksik bırakılmak suretiyle davalı … tarafından alındıktan sonra düzenleyen ile lehtar arasındaki anlaşmaya aykırı şekilde ve davalılar tarafından doldurulup doldurulmadığı, davacının rızasına aykırı şekilde davalı … tarafından dava konusu bononun teslim alınıp alınmadığı, bu suretle davalı …’nin bonoyu davacının rızasına aykırı şekilde ele geçirip geçirmediği, davalıların hile ve dolandırıcılık yolu ile bu bonoyu alıp almadıkları, davacı ile davalılar arasında dava konusu bononun verilmesini gerektirir bir borç ilişkisinin olup olmadığı, ödeme yeri ile düzenleme yeri ve dahi düzenleyenin adresi olmayacak şekilde düzenlendiği iddia olunan bononun sonradan anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiasının bononun kambiyo evrakı niteliği kazanmasına engel olup olmadığı, davalıların kötüniyetli olarak dava konusu bonoyu alıp almadıkları, bu çerçevede davacının dava konusu bonodan dolayı dava tarihi itibariyle davalılara borçlu olup olmadığı, yargılama sırasında yapmış olduğu ödemenin bu çerçevede haksız olarak yapılmış bir ödeme olup olmadığı, taraflar lehine İİK m.72 hükmünden kaynaklanan icra tazminatına hükmedilmesi şartlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Dava, İİK m.72 hükmünden kaynaklanan menfi tespit davası olarak açılmıştır.
Takibe konu miktar ve dava değeri karşısında Kapatılan Yargıtay 19.HD uygulaması gereği harç eksikliği yargılama aşamasında giderilmiştir.
Yargılama aşamasında davacının, … CBS’nin …Sr.sayılı dosyasına istinaden ve dosyamızın davalıları olan gerçek kişiler hakkında bononun ele geçirilmesiyle ilgili güveni kötüye kullanma suçundan dolayı şikayette bulunduğu, ancak 19/03/2021 tarihli dilekçe ile davacının şikayetinden vazgeçtiği, bunun üzerine adı geçen dosyada şüpheli konumunda olan dosyamız davalıları hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, kararın tebliğ dahi olunduğu, itiraz edilmediği, bu şekilde savcılık soruşturmasının sonuçlandığı ise açıktır.
İcra ve İflâs Kanunu’nun 72. maddesinin beşinci fıkrası gereğince davacı borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasında ihtiyati tedbir kararı verilmemiş veya verilmiş olan ihtiyati tedbir kararının herhangi bir sebeple kaldırılmış olması nedeniyle dava konusu borcu alacaklıya ödemiş olursa açılmış olan menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir. Bu durumda borçlunun menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştürülerek devam edilmesi için bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Borcun ödenmiş olduğunu öğrenen mahkemenin yukarıda yazılı yasa hükmü gereğince davaya kendiliğinden istirdat davası olarak devam etmesi gerekir. (Seyit ÇAVDAR, S.: İtirazın İptali, Borçtan Kurtulma, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, Ankara, 2007, s. 803). Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 24.11.2020 tarihli ve 2017/(19)11-948 E., 2020/933 K.; 18.12.2018 tarihli ve 2017/3-1526 E., 2018/1948 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Bu çerçevede her ne kadar dava menfi tespit davası olarak açılmış ise de, yasal şartları oluşmadığından davacı lehine tedbir kararı verilmemiş, bunun üzerine icra dosyasına istinaden davacı tarafından icra dosyasına ödeme yapılmış, böylelikle somut davaya kanun gereği istirdat davası olarak bakılmaya devam edilmiştir.
Kapatılan Yargıtay 19.HD’nin 2017/3407E. 2019/2006K.sayılı ilamı dahi gözetildiğinde “davacı vekili dava dilekçesinde menfi tespit isteminde bulunmuş ise de 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 30’uncu maddesine göre, “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz.” hükmü karşısında nisbi harca tabi davalarda harcın ödeme zamanını düzenleyen aynı Kanun’un m.28/a hükmüne göre de nisbi harçların ¼’ünün peşin ödenmesinin gereklidir. Davacı vekili dava dilekçesinde menfi tespit isteminde bulunmuş ise de, yargılama aşamasında dava kanun gereği istirdat davasına dönüşmüştür. Bu durumda dava değeri olan 4.437.000,00 TL üzerinden harç eksikliği ise tamamlanmış durumdadır.
Taraflar arasında tespit edilen uyuşmazlık dikkate alındığında dilekçenin verilmesi aşamasındaki beyanların dikkate alınması ve buna göre uyuşmazlığın halli gerekir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı m.141 hükümü ile düzenlenmiştir. Dilekçelerin verilme aşamasındaki düzenlemeye göre;
“(1)Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçenin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2)İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” düzenlemesine yer verilerek, yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır.
Açıklanan hükme göre dilekçenin verilmesi aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi bu kapsamda ve kural olarak söz konusu olamayacaktır. Tarafların, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. Savunmayı ve iddiayı genişletme veya değiştirme yasağı cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Oysaki dilekçenin verilmesi aşamasında tarafların sunmuş olduğu dilekçe içerikleri gözetildiğinde, yukarıda açıklanan uyuşmazlık konusu dışında başkaca bir uyuşmazlık konusu bulunmadığından uyuşmazlığın bu çerçevede halli usulen gerekli ve zorunludur.
Taraflar arasında uyuşmazlık konuları karşısında ispat yükünün kime düşeceğinin öncelikle tespiti ve uyuşmazlığın halli gerekir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki 6100 sayılı HMK m.190 hükmüne göre, ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Buna göre iddia olunan vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan hak çıkartan taraf davacı olmakla davacı ispat yükü altındadır. Ancak davacının ispat yükü altında olması karşı tarafın “karşı ispat faaliyeti” çerçevesinde delillerini göstermesine ve bu delillerin toplanmasına engel değildir.
Kaldı ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m.6.hükmüne göre ispat yüküne ilişkin bu genel kural, menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran taraf o vakıayı ispat etmelidir.
Davacı dayanak olan senetteki imzayı inkar etmemekte ancak dayandığı iddialar nedeniyle senetten dolayı borçlu olmadığını iddia etmektedir.
Somut olaya gelince; dava, kambiyo senedinden dolayı borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkin olduğuna göre, konunun hem kambiyo hem de ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ele alınması gerekir.
Davacının dayanak bono nedeniyle borçlu olmadığı yönündeki iddiası ile ilgili dayanmış olduğu ilk vakıa, bononun taşıması gerekli olan zorunlu unsurların eksik olması halinde davalı … tarafından alınan bononun anlaşmaya aykırı şekilde ve davalılar tarafından doldurulduğu iddiasına dayanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki somut davada bonoyu şeklen düzenleyen davacı olup davalı … lehdar, diğer davalı ise hamil konumundadır. Buna göre somut olayda kambiyo hukukuna ilişkin genel hükümlerin mutlak suretle dikkate alınması gerekir.
TTK’nun 690.maddesi yollaması ile bonolarda uygulanması gereken TTK’nun 592. maddesi uyarınca açık bono düzenlenmesi dahi mümkündür. Bu tür bono düzenlenirken veya tamamen doldurulmamış bono tedavüle çıkarılırken anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu yolundaki iddialar ise yazılı belge ile ispat olunmadığı sürece bono geçerli olacaktır. (Yargıtay 19.HD 2011/14752E. 2012/7000K.sayılı ilamı)
Taraflar arasında şeklen varlığı tartışmasız olan bononun “nakden” yazıldığı taraflar arasında tartışma konusu olmayıp bononun bu halde iken tedavüle çıkarıldığı da tartışma konusu değildir. Takibe konu senette bedelin “nakden” alındığı yazılıdır. Senet üzerindeki bu kayıt, düzenleyen gözüken davacı ile lehdar gözüken … arasındaki temel ilişkiyi göstermekte olup düzenleyenin temel ilişki uyarınca davalı lehdar …’den para aldığını, dolayısıyla bononun bedelsiz ya da karşılıksız bir bono (hatır bonosu) olmadığını karine olarak göstermektedir. Bu noktadaki kabul, yerleşik Yargıtay uygulamasında da aynen kabul edilmektedir. Zaten davalı senedin düzenleme nedenini talil dahi etmemiştir. Nitekim davalı asil …, HMK m.144 uyarınca Mahkememizdeki beyanında da bono bedeli kadar davacıya nakden ödemeler yaptığını savunmuş, davalı vekilinin savunmasının dahi istikrarlı olarak bu yönde olduğu dosya kapsamına göre tespit edilmiştir. Buna göre, davacının bu bonoyu davalı …’nin savunmasına ve bono içeriğine uygun olarak nakit para karşılığı düzenlediği yerleşik yargısal uygulama dikkate alındığında karine olarak kabul edilmelidir. Esasen “nakden” ibaresi taşıyan bonoyu imzalayanın, yani davacının temel hukuk ilkeleri gözetildiğinde imzalayan kişi olarak imzaladığını kabul ettiği düşünülür. (Subscribens consentire subscriptis censetur)
Davacı bunun aksini ileri sürüyorsa iddiasını HMK’nın 200. maddesi gereğince senetle ispat etmek zorundadır. Söz edilen maddede ‘Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz ” düzenlemesi yer almaktadır. Davacı …, takibe konu bono ile ilgili açıklanan iddiasını yazılı bir delil ile ispatlayamamıştır. Öte yandan davalılar, davacının tanık dinletmesine muvafakat etmediği gibi savcılık soruşturmasında da şikayetten vazgeçme nedeniyle davalılar hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Buna göre davacının aleyhine şeklen varlığını sürdüren ve karine olarak davalı …’nin vermiş olduğu bir borç için düzenlenen bononun varlığı kabul edilmelidir. (Yargıtay 19. HD 2017/3378E. 2018/4590K.sayılı ilam içeriğinden hareket edilmiştir)
Hemen belirtmek gerekir ki dava ve takibe konu bononun unsurlarının eksik düzenlenmek suretiyle düzenleyen tarafından teslimi edilmesine engel hal olmayıp önemli olan husus tedavüle çıkarıldığı an itibariyle bononun zorunlu unsurlarının tamamlanmış olmasıdır. 6102 sayılı TTK. m.680 hükmü gereği bononun anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu kanunda belirtilen belgelerle ispatlanmalıdır. O halde bononun tedavüle çıkarıldığı an itibariyle zorunlu unsurlarının tamam olup olmadığı hususunun ele alınması gerekmektedir. Nitekim davacı vekilinin dava dilekçesi içeriğinde, teknik olarak bu deyime açıkça yer verilmese de dava konusu bonodaki imzanın açığa atıldığı sabittir. Sonradan bu bononun anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiası ise kanunun öngördüğü herhangi bir delil ile ispat edilemediği gibi özellikle açıklanan savcılık soruşturma içeriğiyle dahi bu noktada davacı lehine herhangi bir delil mevcut değildir.
Öte yandan “gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” olgusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşıyacağından hukuk hakimini de bağlayacaktır. Eş söyleyişle, hukuk hâkiminin kural olarak ceza mahkemesinin delil yetersizliğine bağlı beraat kararı ile bağlı olmadığı, ancak olay nedeniyle ceza yargılamasında hükme dayanak alınan maddi olgular ile bağlı olduğu yargısal uygulamada yerleşik biçimde kabul edilmiştir. Buna göre bir eylemin davalı tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmişse bunun suç teşkil edip etmemesi hukuk hâkimini bağlamayacak; hukuk hakimi suç teşkil etmemekle birlikte eylemin gerçekleştiği vakıasıyla bağlı olarak hukukun diğer normlarına aykırılığın olup olmadığı noktasında değerlendirme yapabilecektir. Şayet ceza mahkemesi, isnat olunan eylemin sanık (hukuk davasında davalı) tarafından gerçekleştirilmediğini tespit etmişse, bu tespite ilişkin ceza mahkemesi kararı maddi vakıa açısından hukuk hâkimini bağlayacaktır.” (Yargıtay 3. HD. 2013/14424E. 2013/18046K.sayılı ilamı) Ne var ki yukarıda açıklanan savcılık soruşturma dosya içeriği dikkate alındığında, davalı …’nin dava konusu olan bonoyu anlaşmaya aykırı olarak doldurduğu noktasında, davalıya atfedilen eylemin varlığı serbest delil sistemine göre araştırılmakta iken davacı asil kendi hür iradesi ile savcılık şikayetinden vazgeçmiştir.
Davacının menfi tespit davasına esas olan ve dayandığı diğer vakıa ise davalı …’nin bonoyu davacının rızasına aykırı şekilde ele geçirip geçirmediği, davalıların hile ve dolandırıcılık yoluyla bu bonoyu alıp almadığıdır. Bu yöne ilişkin davacının şikayeti üzerine başlatılan savcılık soruşturması, yine davacının hür iradesi ile savcılık şikayetinden vazgeçmesi sonrasında dosyasında davacı olan müşteki lehine değil aleyhine, buna mukabil dosyamızda davalı durumunda olan şüphelilerin aleyhine değil lehine sonuçlanmıştır. Bu sonuca bizzat yol açan ise, davacı asilin saiki ne olursa olsun hür iradesi ile şikayetinden vazgeçmiş olmasıdır. Davacı asil, serbest delil sistemi çerçevesinde bu yöndeki iddiasının araştırıldığı aşamada şikayetinden vazgeçmiş olmakla artık bu yöne ilişkin iddiasının serbest delil sistemi çerçevesinde araştırılması hakkından da vazgeçmiştir. Elbette davacının kanun gereği kendisine ait bu haktan vazgeçmesi mümkün ise de davacı bu haktan vazgeçmiş olmakla bu hakkın kullanılması sonucunda ortaya çıkacak usuli sonuçlara dahi katlanmak zorunda kalacaktır. Bir başka deyişle dava dosyamızdaki iddiaya konu olan vakıalar ile ilgili savcılık soruşturmasındaki aynı konuya ilişkin şikayetinden vazgeçen davacı bir anlamda en önemli delilinin dahi araştırılmasından ve hatta beklenilmesinden dahi vazgeçmiştir. Bu durumda ancak kanun koyucunun senet ile ilgili öngördüğü ispat kuralları geçerli olacaktır. Sonuç itibariyle kanunun belirli delil ile ispat zorunluluğunu getirmiş olduğu hallerden biri senetle ispat kurallarının uygulandığı hallerdir. Bu hallerde kanun sadece belirli delillerle ispatın gerçekleşebileceğini kabul etmiştir. Bir başka deyişle kanunda öngörülen deliller dışındaki diğer delillerin ispat aracı olarak kullanılabilmesi ise mümkün bulunmamaktadır. (Haluk KONURALP, Medeni Usul Hukukunda Delil Başlığı, Ankara, 2009, Sayfa 24) Nitekim HMK m.192 hükmü ancak kanunun belirli bir delil ile ispat zorunluluğu öngörmediği hallerde serbest delil sisteminin geçerli olduğunu kabul etmiştir. Oysaki somut olay yönünden kanun koyucu uyuşmazlık konusu hususun belirli bir delil ile ispatlanmasını zorunlu tuttuğundan, davacı lehine ispat yükü açısından kanun hükmüne aykırı yorum yapılabilmesi yorum bilimi açısından mümkün değildir. Yukarıda açıklandığı üzere bu noktada davacı ispat yükünü yerine getirememiştir. Adı geçen hükmün yer aldığı “kanun serttir, ama kanundur” (Dura lex, sed lex).
Yine davacı, dilekçelerin verilmesi aşamasında hile ve dolandırıcılık yoluyla ele geçirildiğini iddia etmiş olduğu kambiyo vasfı taşımadığı beyan edilen senede sonradan adres eklenmek suretiyle tahrifat yapıldığı iddiasına dayanarak ve bu çerçevede menfi tespit davsı açmaktadır. Dilekçenin verilmesi aşamasında davacının bu konuya ilişkin dayanmış olduğu başkaca vakıa bulunmamaktadır. Öte yandan dilekçelerin verilmesi aşamasında bu konuya ilişkin savcılık soruşturma dosyasından ise davacı-müşteki zaten vazgeçmiş, soruşturma dosyasında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar oluşturulmuştur. Yargılama aşamasında davalı …’nin, davacının evine girip çıktığı esnada bonoyu güvene aykırı ele geçirdiği iddiası aslında taraflar arasında mevcut olduğu anlaşılan bir güven ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle soyut olarak iddia edilen hileden önce taraflar arasında iddia edilen bir güven ilişkisinin varlığı ileri sürülmektedir. Zaten savcılık soruşturma dosyasına konu edilen suç dahi “güveni kötüye kullanma” suçuna ilişkindir. Oysaki doktrinde de kabul olunduğu üzere bir kimseye güvenilerek imzalanan imzalı boş bir kağıdın, iddia olunduğu üzere davalı …’nin sürekli olarak girip çıktığı iddia edilen evde bu kişi tarafından alınabilme ihtimaline rağmen bononun alınması mümkün olan yere konulması aslında bu riskin göze alınmış olduğu ve karşı tarafa güvenildiğini göstermektedir. Oysaki “güvenin kötüye kullanılması” bir hile teşkil etmez. Daha önemlisi davacının dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçelerinde dayanmış olduğu vakıa içerikleri bu noktada önemlidir. “Hata, hile ve ikrah nedeniyle tanık dinlenebilmesi için, ileri sürülen bu iddiaların gerçekten tutarlı olması ve hata, hile ve ikraha dalalet edecek maddi ve hukuki vurgular şekilde ileri sürülmesi gerekir. Diğer bir deyimle bir davada dava sebebi olarak hileye dayanılmış ise, buna dalalet edecek makul ve geçerli olduğu ileri sürülmedikçe, mücerret hileye dayanılmış ise hilenin varlığından söz edilmiş olması tanık dinlenmesi için kanuni bir sebep sayılmaz.” (Yargıtay 4. HD 22/09/1798 TL 1693E. 10228K.sayılı karar, İBD, 1978/10-12, Sayfa 748-750); Saim ÜSTÜNDAĞ, Medeni Yargılama Hukuku, Sayfa 657) Bu durumda davacının adı geçen dilekçelerinde soyut olarak hile olgusuna dayalı vakıanın ileri sürüldüğü gibi bu vakıa ile ilgili ispat yükünün somutlaştırılmadığı anlaşılmaktadır. Zaten yukarıda açıklandığı üzere gibi davacı bu yöne ilişkin savcılık soruşturmasından vazgeçerek bu hususun “en geniş şekilde araştırılmasına” hukuken ve fiilen engel olmuştur. Bu engel oluş, davacının bu yöne ilişkin iddiasının bu delil ile ispatlanmasına da engel olmuştur. HMK m.194 hükmü gerekçesinde de belirtildiği üzere “delil bir ispat aracı olarak, ileri sürülen bir vakıanın doğruluğunu ispat etmeye yarar. Dolayısıyla her bir vakıa bakımından o vakıayı ispata yarayan ispat araçlarının da belirtilmesi önemlidir.” Davacı, bu iddiasına konu vakıanın en geniş şekilde ispatlanmasını engellemiş olmakla bu tercihinin usul hukuku açısından doğuracağı sonuçları da doğal olarak kabul etmiştir.
Davacının kambiyo senedinin rızası dışında ve hile ile ele geçirildiği iddiasına usulen itibar edilebilmesi bu noktada ve açıklanan gerekçelerle mümkün değildir. Kaldı ki davacının tanık dinlenilmesinin mümkün olmadığı bu konuda davalılar ise baştan itibaren tanık dinletilmesine muvafakat etmemişlerdir. Özellikle davacının dilekçenin verilmesi aşamasında tanık isimlerini somutlaştırmadığı, Yargıtay HGK 2017/(7) 9-1514-2021/235K.sayılı ilamında açıklandığı üzere tanık delili ile ilgili gerekli somutlaştırmaları dahi yapmadığı dikkate alındığında bu açıdan da tanık dinletilmesinin usuli şartları yine bulunmamaktadır. Bir an için açıklanan tüm gerekçelere rağmen konuyla ilgili dinletilmek istenen tek tanığın dinletilmek istendiği hususların tanıkla ispatı, usulen mümkün bulunmadığı gibi dinlenecek tanığın bu noktada davacı lehine beyanda bulunmuş olsa dahi açıklanan gerekçeler karşısında usul hukuku açısından bir geçerliliği dahi olmayacaktır.
Buna göre dava konusu senet üzerinde tahrifat yapıldığı yönündeki davacı iddiaları açısından ise , senetteki davacının imzasına yönelik bir itirazın bulunmadığı, senetteki imzanın davacının kabulünde olduğu göz önünde tutulmalıdır. Dava dilekçesinde her ne kadar davacı vekili tarafından bonoda yani senette tahrifat bulunduğu ifade edilmiş ise de olay izah edilirken senetteki adresin, ödeme yerinin, düzenlenme yerinin sonradan eklendiği vakıası esas alınmıştır. Sonradan doldurma iddiası aslında imzası inkar edilmeyen senedin varlığı dikkate alındığında tahrifat olarak kabul edilemez. Nitekim 6102 sayılı TTK’nın m. 680 hükmü gereğince tedavüle çıkarılırken tamamen doldurulmamış bir bono eğer imzalı olarak tedavüle çıkarılmış ise artık davacının bu yöne ilişkin iddiasının tahrifat olarak nitelendirilemeyeceği kabul edilmiştir.” (Yargıtay 19. HD 2018/899E. 2019/839K.sayılı ilamı)
Ayrıca davacı düzenleyen, … aleyhine açmış olduğu davada davalı …’ye borçlu olmadığı yönündeki iddiasını ileri sürmek yanında ve ayrıca bonoyu ciro yoluyla devir alan davalı …’ın hiçbir şekilde iyi niyetli hamil konumunda bulunmadığını, bu nedenle bu kişi dahi borçlu bulunmadığı ileri sürülmektedir. Buna mukabil davalı … vekili ise diğer taraflar arasındaki iç ilişkiyi ve ticareti bilmediği için davacının ileri sürmüş olduğu iddiaların kendisine karşı ileri sürülemeyeceğini, adı geçen davalı iyi niyetli hamil konumunda bulunduğunu, davaya dayanak senedin veriliş koşullarının ve verilme sebebinin ise müvekkili tarafından araştırılmak durumunda olunmadığı gibi bilebilecek kişi dahi olmadığını savunmuştur.
Somut olayda uygulanma imkanı olan TTK.nın 778.maddesi yollaması ile bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı yasanın 687.maddesinde “…keşideci, lehtarla doğrudan doğruya arasında mevcut olan münasebetlere dayanan defileri, müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez. Meğer ki hamil poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun” hükmü düzenlenmiştir.
Somut olayda takip alacaklısının …’ın kötü niyetli olduğu noktasında somutlaştırılmış açık bir vakıa olmadığı gibi somutlaştırılmış bir delil öncelikle mevcut değildir. Buna göre davaya esas olan bono içeriğine göre davalı takip alacaklısı ile davacı borçlu arasında bir temel ilişki bulunmadığı gibi bu noktada davalı hamil olan alacaklının bonoyu iktisap etmesinin kötü niyetli veya karşı tarafa zarar vermek amacı ile gerçekleştirildiği yönünde somutlaştırılmış bir delil dahi bulunmamaktadır. Bir an için davacının, davalı lehtar olan … aleyhine açmış olduğu davanın ispatlandığı kabul olunsa dahi TTK m.687 hükmü gereği düzenleyen davacı borçlunun, lehtar …’ye karşı ileri sürebileceği defileri hamil olan …’a karşı ileri süremeyeceğinden davacının bu kişi aleyhine açmış olduğu davanın dahi reddolunması gerekir.
Davacının dava konusu bonoyu davalı … lehine imzaladıktan sonra adı geçen davalı tarafından davacının evine ve oluşan güvene istinaden girildiği, bu suretle güveni kötüye kullanma suçunun oluştuğu yönündeki iddiası ile ilgili somut olay yönünden bekletici sorun yapılmasını gerektirir hiçbir durum ise yoktur. Zira adı geçen soruşturma dosyasında davacı-müştekinin şikayetten vazgeçmesi nedeniyle dosyamız davalıları hakkında kovuşturma yapılmamasına dair karar oluşturulmuştur. Kaldı ki somut olayın özelliği gözetildiğinde bu dosyanın beklenmesine dahi gerek olmadığı bile söylenebilecektir. Zira bedelsiz senedin kullanılması suçunda kast unsurunun gerçekleşmesi için, özellikle senedin bedelsiz olduğunun bilinmesi ve bu durumun bilinmesine rağmen kullanılması gerekmektedir. (Yargıtay 15.Ceza Dairesi 2012/19634E. 2014/6753K.sayılı ilamı) Oysaki hukuk yargılamalarında kambiyo senedinden doğan bedelsizlik iddiaları bir şahsi defi niteliğinde bulunmakla üçüncü kişi olan …’a karşı kural olarak bu iddianın ileri sürülebilmesi mümkün değildir.
Nihayet davalı hamil … aleyhine açılan davanın kabul şartlarının dahi oluşmadığı dikkate alındığında bu bonoyu …’den devir alan ve iyi niyetli olmadığı ispatlanamayan üçüncü kişi … aleyhine açılan davanın kabulü evleviyetle (öncelikle) mümkün olmayacaktır.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir(…) Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 792).” Oysaki davacının, davalılar aleyhine açmış olduğu davada ispat yükünü açıklanan gerekçeler karşısında yerine getiremediği gibi esasen davalıların ise açık ve kesin yönde iddiaları inkar ettiği, hatta dava konusu bononun davalı … tarafından güvene aykırı şekilde ele geçirildiği iddiasını içeren savcılık soruşturmasından dahi davacının vazgeçmek suretiyle kendi aleyhinde karar verilmesine yol açtığı anlaşılmaktadır.
Davalılar aleyhine açılan dava ret olmuş ise de davalıların alacağını tedbir nedeniyle geç almasını gerektirecek ve infaz edilmiş bir tedbir mevcut değildir. Taraf vekilleri dahi bu noktada farklı bir beyanda bulunmadıkları gibi dosya kapsamına göre Mahkememizin dosyasına istinaden bir tedbirin infaz edilmediği sabittir. Bu nedenle İİK m.72/f.4 hükmü uyarınca davalılar lehine tazminata hükmedilebilmesi yasal olarak mümkün bulunmadığından davalıların tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine dair karar vermek gerekmiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının, davalılar aleyhine açmış olduğu davanın sübut bulmadığından tümden reddine, davalılar aleyhine infaz edilmiş bir ihtiyati tedbir kararı bulunmadığından davalıların tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının, davalılar aleyhine açmış olduğu davanın sübut bulmadığından tümden reddine,
2-Davalılar aleyhine infaz edilmiş bir ihtiyati tedbir kararı bulunmadığından davalıların tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine,
3-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 80,70 TL harcın peşin alınan 75.772,87 TL harçtan mahsup edilerek bakiye 75.692,17‬ TL harcın karar kesinleştiğinde ve istek halinde davacıya iadesine,
4-Davacı tarafından yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalılar vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince dava değeri olan 4.437.000,00 TL üzerinden hesaplanan 132.995,00 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalılara tek olarak verilmesine,
6-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 09/05/2022

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …