Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/8 E. 2021/94 K. 11.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/8
KARAR NO : 2021/94

DAVA : Alacak (Kefalet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 06/01/2020
KARAR TARİHİ : 11/02/2021

Mahkememizde görülmekte olan alacak (Kefalet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile; davacı şirket ile davalılardan …. A.Ş ile 26/02/2014 tarihinde bayilik sözleşmesi akdedilmiş olduğunu, bu sözleşme ile akaryakıt/otogaz satışı ile ilgili olduğunu, Rekabet Kurumu Başkanlığı’nın almış olduğu 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği kararı doğrultusunda sözleşmenin 5 yıllık olarak yapılmış olduğunu, akabinde iş bu sözleşmenin davalılardan … A.Ş tarafından diğer davalı …Ş ye taraflar arasında imzalanan 14/06/2018 tarihli devir mutabakatı sözleşmesi ile devredilmiş olduğunu, her ne kadar devir işlemi gerçekleşmiş olsa dahi davalıların arasında yoğun bir organik bağ ve birlikte hareket etme amacının söz konusu olduğunu, davada her iki davalıya karşı açıldığını, davacı şirket müteselsil kefil sıfatıyla gerekli rücu haklarından mahrum kalmamak adına aslı borçlular olan … Sanayi Anonim Şirketi ve …’a bu müteselsil kefalet sözleşmesi sebebiyle sorumlu olunan bedelin ödendiğini, artık alacaklılara ödeme yapılmamasını ve müvekkil şirkete ödemenin yapılmasını … 3.Noterliğinin …+ tarihli … yevmiye sayılı ihtarı ile belirtmiş olduğunu, davacı şirket tarafından müteselsil kefil olmanın gerekliliklerinin rücu hakkının kaybedilmemesi açısından eksiksiz olarak yerine getirilmiş olduğunu, davalılarca asıl borçlularla akdedilen sözleşmelerin ne aslı ne de tasdikli suretlerinin davacı şirkete aylar geçmesine rağmen verilmediğini, taraflar arasında imzanmış olan müteselsil kefalet sözleşmesi nedeniyle davalılara ödenen bedelin, öncelikle davalıların TBK m.592 maddesine uymamaları nedeniyle davalıların ihtar ile temerrüde düşmelerinden itibaren uygulanacak ticari temerrüt faizi ile birlikte ve müştereken ve müteselsilen tahsiline, mahkeme aksi kanaatte ise terditli olarak müteselsil kefaletnamenin TBK’nın aradığı geçerlilik şartlarına uygun olmaması sebebiyle davalıların ödemeyi aldıkları tarihten itibaren uygulanacak ticari temerrüt faizi ile birlikte ve müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davacı tarafından müvekkillerine ödenen tutarın protokol ile taahhüt olunduğunu, protokol çerçevesinde davacının müştereken ve müteselsilen sorumluluğunun bulunduğunu, davacının müteselsil kefaletname sözleşmesi kapsamında yapmış olduğu ödemeyi kefaletnamenin geçersiz olduğunu beyan ederek talep etmesinin kötü niyetli olduğunu, kefaletname belgesinde tarihin dahi yazılı olduğunu, davacının aslı borçluya gitmeden ve gitmesine engel bir hal olmadığı halde müvekkil şirketi TBK m.592 hükmü gereği sorumlu tutmasının kabul edilemez olduğunu, davacının müvekkilinden belge istediğini ancak müvekkilin bu belge ve bilgiyi vermediğini iddia etmekle birlikte davacının aslında asıl borçlulardan alacağını tahsil edebilmek için ihtiyacı olan tek belgenin müvekkilleri tarafından gönderilen ihtarname ve bu ihtarname gereğince yapılmış olan ödemelere ilişkin banka işlem kayıtları olduğunu, kefilin bu çerçevede TBK m.592 hükmü gereği alacaklıyı sorumlu tutabilmesinin mümkün bulunmadığını, bu çerçevede davanın red olunması gerektiğini savunmuştur.
Davalıların yatırım intifa bedelinin ödenmiş olması karşısında; yatırım intifa bedeli borcunun borçlusu bir önceki bayi olan … Şirketi ve … olmakla, davacı şirket tarafından yapılan ödemenin bu dosyanın tarafları ve dava dışı kişiler arasındaki ilişkiler dikkate alınarak yapıldığı, yine ödemeye konu miktarın kime ve kim tarafından yapıldığı tartışmasızdır.
Bu çerçevede davacının bu borcu ödeyen kefil olarak, rücu hakkını kullanması açısından işletmesel ve muhasebesel açıdan rücu için gerekli belgelerin neler olduğu, bu noktada işletmesel ve muhasebesel açıdan davalıların, davacının rücu hakkını engelleyen davranışlarının ne olduğu, gerekirse belge düzeyinde davacıya verilmesi gereken belgelerin nitelik ve nicelik olarak ne olduğu, davacının rücu hakkını kullanması için muhasebesel ve işletmesel olarak yeterli belgesinin olup olmadığı, bu yönde davalılar aleyhine sonuca varıldığı takdirde davalılardan tahsili gereken miktar olup olmadığı, ödemelerin davalıların ticari defter ve kayıtlarında mevcut olup olmadığı, bu yönde davalılar aleyhine sonuca varılamadığı takdirde mevcut kefaletname uyarınca davalıların uhdesinde bulunan miktarı aldıkları tarihin davalının defter ve kayıtlarına göre ne olduğu ve buna göre talep edilebilecek miktarın ne olduğu hususlarında toplanmaktadır.
Davacının dava dilekçesi içeriği dikkate alındığında davalılara yönelik birden fazla talep aralarında aslilik-ferilik ilişkisi kurmak suretiyle ortaya konulmuş, bir başka deyişle HMK m.111 hükmü çerçevesinde davacı talebini terditli dava olarak ileri sürmüştür.
Taraflar arasındaki uyuşmazlıkların araştırılması açısından atanan bilirkişi kurulunun 05/01/2019 tarihli raporunda “ödeme yapan kefilin asıl borçluya halefiyete dayalı rücu davası açabilmek için asıl borcun (yatırım intifa iade borcunun) varlığını ortaya koyan sözleşme, kefil olarak ödeme yapıldığını ortaya koyan kefalet sözleşmesi ve ödeme yapıldığını gösteren makbuz niteliğinde belge olduğu, 02.05.2019 tarihinde düzenlenen arabuluculuk anlaşma belgesi ile dava konusu ihtilafın nasıl çözüleceği hususunda tarafların anlaşmasını içermediği, buna göre davalıların dava dışı asıl borçlular ile aralarında akdedilen sözleşmelerin ve fesih belgelerinin asıl veya tasdikli bir suretini davacıya makul bir süre içerisinde verilmesi gerektiği, davaya konu işlem için taraflar arasındaki sözleşmelerin akdedildiği tarihin 26.02.2014 olduğu işbu tarihte akdedilen çerçeve protokolün 7. maddesinde davacı …’nın önceki bayi davadışı … Sanayi Anonim Şirketi ve …’ın yanında TBK m. 162 vd. hükümlerince müteselsil borçlu olmayı kabul ve taahhüt ettiği; aynı zamanda imzalanan kefalet sözleşmesi uyarınca davacının aynı borç için müteselsil kefil olduğu, bu durumda, davacının davalı tarafa ödeme yaparken hem müteselsil borçlu hem de müteselsil kefil olduğu; işbu ödemenin hem kefalet sözleşmesine hem de çerçeve sözleşmeye dayalı olarak geçerli ve hukuki dayanağı olan bir ödeme olduğu, iade talebinin dayanağı olan TBK m. 592 hükmünce davacının ödediği bedeli rücu etmesi için gerekli olan belgelerden fatura ve ödeme makbuzuna zaten sahip olması gerektiği; müteselsil kefaletnamenin altında imzasının olduğu; 26.02.2014 tarihinde akdedilen ve altında imzası bulunan sözleşmelerin birer örneğini almış olmasının basiretli bir tacirin yapması gereken davranış olması nedeniyle ticari hayatın olağan akışına uygun olduğu; kefil ve/veya müteselsil borçlu sıfatlarıyla ödediği asıl borcu (yatırım intifa borcunu) doğuran sözleşmenin kendisinde olup olmadığının bilinmediği, ancak kendisinin bu borca müteselsil borçlu sıfatıyla taraf olduğu düşünüldüğünde, işbu borcun varlığına ilişkin bilgi ve belgelere sahip olmasının ticari hayatın olağan akışına olduğu; zira hiçbir tacirin imzaladığı müteselsil kefaletnamenin veya müteselsil borçlusu olduğu borca ilişkin evrakların birer örneğini almadan bırakacağının düşünülemeyeceği, buna rağmen davacının davalılarla akdettiği arabuluculuk anlaşmasının koşullarının davalılarca yerine getirilip getirilmediği hususunun Mahkemenin takdirinde olduğu; davacının ödemelerinin davalının hesaplarında yer aldığı ve 12.03.2019 tarihli ödemeye ait davalının düzenlenmesi gereken mali belgelerin aynı tarih itibari ile mali mevzuata uygun olarak düzenlendiği/yevmiye defterine kaydedildiği, mali idareye bildirimlerin yapıldığı, tüm bu bilgiler ışığında, davacının davalılara yaptığı ödemenin hukuka uygun olduğu; buna karşın TBK m. 592 hükmüne binaen iadeye karar vermesi ihtimalinde, iadesi gerekli tutarın 250.369,05 TL olarak hesaplanması gerekeceği, davalı tarafından tahsil edilen davacı tarafa ait banka teminat mektubuna “Ancak süre sonu 29.03.2019 olan söz konusu teminat mektubunun süre uzatımı gerçekleştirildiği takdirde, nakde çevrilme talebimizden vazgeçilecektir.” ibaresi metinde olmakla beraber davalının banka teminat mektubunun bir borç olmadığı, sözleşmeye ait tüm edinimlerin davacı tarafından yerine getirilmesine rağmen haksız olarak tahsil ettikten sonra davacı avukatının hesaplarına havale ile ödediği, bu süre içinde davacı tarafa faiz ödemesi gerektiği, banka teminat mektubundan kaynaklı olarak davacının talep edebileceği faiz tutarının 1.453,25 TL olduğu” şeklinde görüş belirtmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü açısından önem arz eden ve dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nun 592.maddesinde; ”Alacaklı, kefalet sırasında var olan veya daha sonra asıl borçludan alacağın özel güvencesi olmak üzere elde ettiği rehin haklarını, güvenceyi ve rüçhan haklarını kefilin zararına olarak azaltırsa, zararın daha az olduğu alacaklı tarafından ispat edilmedikçe, kefilin sorumluluğu da buna uygun düşen bir miktarda azalır. Kefilin fazladan ödediği miktarın geri verilmesini isteme hakkı saklıdır. Çalışanlara kefalet hâlinde alacaklı, çalışanlar üzerinde yükümlü olduğu gözetimi ihmal eder veya kendisinden beklenebilen özeni göstermezse ve borç da bu sebeple doğmuş ya da bu özeni göstermesi hâlinde ulaşamayacağı ölçüde artmış olursa, bu borcu veya borcun artan kısmını kefilden isteyemez. Alacaklı, borcu ödeyen kefile haklarını kullanmasına yarayabilecek borç senetlerini teslim etmek ve gerekli bilgileri vermekle yükümlüdür. Alacaklı, kefalet sırasında var olan veya asıl borçlu tarafından alacak için sonradan sağlanan rehinleri ve diğer güvenceleri de kefile teslim etmek veya bunların devri için gerekli işlemleri yapmak zorundadır. Alacaklının, diğer alacakları sebebiyle sahip olduğu rehin ve hapis hakları, kefilin haklarından sıraca önce geldikleri ölçüde saklıdır. Alacaklı, haklı bir sebep olmaksızın yükümlülüklerini yerine getirmez, ağır kusuruyla mevcut belgeleri veya rehinleri ya da sorumlu olduğu diğer güvenceleri elinden çıkarırsa, kefil borcundan kurtulur. Bu durumda kefil, ödediğinin geri verilmesini ve varsa ek zararının giderilmesini isteyebilir.” düzenlemesi mevcuttur.
Davacı, 6098 sayılı TBK m.592 hükmüne istinaden 26/02/2014 tarihli sözleşme çerçevesinde kefil sıfatıyla yapmış olduğu ödeme nedeniyle hak talep etmekte ise de davacı aynı sözleşmede ve aynı zamanda dava dışı kişiler ile birlikte davalı şirkete “müteselsil borçlu” konumundadır.
“Müteselsil borçlu” kavramını irdelemeden önce konuyla ilgili kurumları genel olarak ele almakta fayda bulunmaktadır. Yargıtay uygulamasında da kabul olunduğu üzere “müteselsil sorumluluk zincirleme sorumluluk, müteselsil borçluluk, zincirleme borçluluk şeklinde de ifade edilmektedir. Özel hukukta müteselsil sorumluluk “teselsül karinesine” dayanmaktadır. Teselsül karinesi anlam olarak, birden çok borçlunun herbirinin alacaklıya karşı ya da borçlunun birden çok alacaklının herbirine karşı borcun tamamından sorumlu olması demektir. Müteselsil sorumluluk genel olarak 6098 sayılı TBK 162.maddesinde (818 sayılı BK 141.madde) düzenlenmiştir. Bu maddeye göre müteselsil sorumluluk “Birden çok borçludan herbiri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.” durumudur. Aynı maddenin 2.fıkrası “Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hallerde doğar” hükmünü ihtiva etmektedir. Müteselsil borçluluk, bir irade açıklaması veya kanun hükmü dolayısıyla bölünebilir bir edimin birden fazla borçlularından her birinin edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu; alacaklının ise tamamını ancak bir defa elde etmek üzere edimi borçlulardan birisinin ifası veya ifa yerini tutan fiili ile diğerlerini bu oranda alacaklıya karşı borçtan kurtaracakları bir birlikte borçluluk halidir”. Buna göre somut olayda davacının “müteselsil borçlu” sıfatı karşısında ödeme yaptığı, bu ödemenin davacı yönünden yapılması gerekli bir ödeme olduğu, zaten davalıların adı geçen sözleşmeye bu nedenle taraf olduğu, bu noktada davalılar tarafından dava konusu bedelin hukuka uygun bir nedenden dolayı tahsil olunduğu, dayanılan sözleşmelere uygun olarak yapılan bu ödemelerin TBK m.592 hükmüne göre de talep edilemeyeceği kabul edilmiştir. Zaten davacı kefilin, müteselsil borçlu olarak ödeme yapan şirket olarak ödemeye dayanak olan fatura ve ödeme belgeleri elinde bulundurmadığı iddiası ticari hayatın olağan akışı içinde kabul edilebilir değildir. Hayatın olağan akışına aykırı iddiada bulunan davacı bu noktada üzerine düşen ispat yükümlülüğünü bu nedenle de yerine getirememiş olarak kabul edilmelidir.
Kefalet ve müteselsil borçluluk birbirinden farklı kavramlar olup geçerlilik koşulları, tabi oldukları düzenlemeler ve sonuçları farklıdır. Borçlar Kanunu’nun 487. maddesinde kaynak İsvicre Kanunu’ndan farklı olarak “müteselsil borçlu” ibaresine de yer verilmiştir. BK’nun 487. maddesinin yorumunda 20.09.21950 gün ve 4/10 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca kaynak İsviçre metnine uygun olarak “müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu”deyimleri (müşterek müteselsil) olarak anlaşılmalıdır. Başka bir anlatımla, BK’.nun 487. maddesi hükmündeki “müteselsil kefil ve müşterek borçlu”kavramıyla müteselsil borçluluk öngörülmemiş ve kasdedilmemiştir. Böyle olmakla birlikte, müteselsil borçluluk konusunda değişmez ilke ve ölçüler konulmadığından, kullanılan kavramlardan çok tarafların amaç ve somut halin özellikleri gözetilerek anlam ve mahiyeti ortaya çıkarılmalıdır. (Yargıtay 11.HD 2006/13149E. 2008/5480K.sayılı ilamı) Buna göre dayanak kefalet sözleşmesi ve çerçeve sözleşmede davacının, sadece müteselsil kefil değil aynı zamanda açıkça “müteselsil borçlu” sıfatının bulunduğu, adı geçen sözleşmelerin yapılmasında davacı şirketin yararının bulunduğu, daha da önemlisi davalı şirketin adı geçen sözleşmeye taraf olmasında da davacının müteselsil borçlu sıfatı ile imza sahibi olmasının da önem arz ettiği, buna göre tarafların sözleşmedeki sıfatları ve menfaat ilişkisinin varlığı dikkate alındığında davacının müteselsil borçlu sıfatıyla imzaladığı sözleşme nedeniyle davalılardan ödediği miktarı TBK m.592 hükmüne göre talep edebilmesinin yasal şartları mevcut değildir.
Öte yandan davacı müteselsil kefaletnamenin geçerlilik şartlarına haiz olmaması noktasında da terditli davaya konu olacak şekilde fer-i talebini ileri dahi sürmüştür. Asıl talebin reddi nedeniyle fer’i nitelikli bu talebin de değerlendirilmesi gerekir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki 6098 sayılı TBK m.12 hükmüne göre şekle tabi sözleşmelerde şekle uyulmaması durumunda sözleşme hüküm doğmayacaktır. Bu noktada somut olay açısından davacının iddia etmiş olduğu üzere kefalet sözleşmesinin geçerlilik şartlarına haiz olmadığı kabul olunsa dahi somut olay açısından bu durumun ayrıca belirlenmesi gerekir. Somut olayda davacı çerçeve sözleşme çerçevesinde “müteselsil borçlu” sıfatını kazanmıştır. Bu suretle davacı davalılara borç ödemeyi münhasıran ve müstakilen üzerine almıştır. Hatta yukarıda açıklandığı üzere bu sözleşmelerin yapılmasında davacının yararı dahi mevcuttur. Davacının “müteselsil borçlu” sıfatıyla borcu üstlendikten ve çerçeve sözleşmesine göre gerekli ödemeyi yaptıktan sonra dayanmış olduğu kefalet sözleşmesinin geçersiz olduğu iddiası ile ödemiş olduğu bedeli talep etmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup bu sonuca varmayı gerektiren nedenler açıklanacaktır.
Somut olay açısından kefil olma amacı sadece bir başkasının yararına değil, aynı zamanda kendisinin de yararının söz konusu olduğu hukuki bir ilişki içindir. “Zira bu durumda kefil, asıl borçluyla olan ekonomik ya da hukuki bağlantısı sebebiyle yani satın aldığı taşınmazın intifa bedelinin ödenmesinden dolayı dolaylı bir fayda elde etmektedir. (Burak Özen, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi, İstanbul, 2014, Sayfa 244) Bu itibarla davacının bu yöne yani şekle aykırılık nedeniyle kefaletin geçersizliğini ileri sürmesi hakkın kötüye kullanılması olarak mahkememizce kabul edilmiştir.
Yine “hakkın kötüye kullanılmasına ilişkin olmak üzere, kefalet sözleşmesiyle alacaklının kefile karşı bir edim yükümlülüğü bulunması durumu ayrıca ele alınmalıdır. Kefilin borcunu ifa etmesine rağmen alacaklıya karşı edim yükümlülüğünden kaçmak amacıyla, sözleşmenin şekle aykırılığını ileri sürmesi de hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilebilecektir. Söz konusu durumlardaki gibi şekle aykırılığın ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edildiği hallerde, geçersizliği iddia edilen tarafın bu iddiası dinlenmeyecek ve sözleşme kurulmuş kabul edilecektir. Burak Özen, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi, İstanbul, 2014, Sayfa 245) Nitekim somut olayda taraflar arasında 26/02/2014 tarihli sözleşmenin akdedildiği, çerçeve protokolünün 7.maddesine göre davacı şirketin önceki bayi olan dava dışı …Ticaret Sanayi Anonim Şirketi ile …’ın yanında davalılara karşı intifa iade borcunu müteselsil borçlu olarak kabul ve taahhüt ettiği, dava dışı … Sanayi Anonim Şirketi ile davalı … arasında 16/03/2013 tarihli bayilik sözleşmesi akdedildiği, bu bayilik sözleşmesine konu taşınmazın daha sonra ise davacı şirket tarafından satın alındığı, bu suretle davacı şirket ile davalı … arasında 26/02/2014 tarihinde bayilik sözleşmesi yapıldığı, yine bayilik sözleşmesi ardından ise yine çerçeve sözleşme ile müteselsil kefaletname sözleşmesinin imzalandığı, böylelikle ve ancak 14/06/2018 tarihi itibariyle davacı şirket ile davalı … arasındaki sözleşmelerin davalı … A.Ş. yerine davalı …Ş.’ye geçtiği, bu suretle davacının sözleşmelerdeki konumu karşısında ve hele hele müteselsil borçlu sıfatı ile ödeme yanması sonra kefaletnamenin şekle uygun olmadığı iddiasıyla bu defa yapmış olduğu yapmış olduğu ödemeyi talep etmesi tam olarak hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Davacının bu yöne ilişkin talebinin kabulü bu açıdan da mümkün değildir.
“Müteselsil borçlu sıfatıyla” bir borcu üstlenen, ödeme yapan davacının yine adı geçen çerçeve sözleşmesi ile bağlantılı olan kefalet sözleşmesinin şekle aykırılığı nedeniyle bu defa bu ödemeyi talep etmesi ayrıca davacı yönünden çelişkili davranış yasağı (Venire contra factum proprium) kapsamındadır. O halde davacının kefaletname sözleşmesinin geçersiz olması nedeniyle ödediği bedeli talep etmesi bu yönden de kabul olunabilir değildir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının terditli davasına konu asli talebinin sübut bulmadığından reddine, davacının terditli davasına konu feri talebinin sübut bulmadığından reddine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle
1-Davacının terditli davasına konu asli talebinin sübut bulmadığından reddine,
2-Davacının terditli davasına konu feri talebinin sübut bulmadığından reddine,
3-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 59,30 TL harcın, peşin alınan 33.039,54 TL harçtan mahsup edilerek 32.980,24‬ TL harcın karar kesinleştiğinde ve istek halinde davacıya iadesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan 300,00 TL bilirkişi ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
6-Davalılar vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince hesaplanan 98.649,28 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
7-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
8-1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 11/02/2021

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …