Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/766 E. 2021/728 K. 04.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/766
KARAR NO : 2021/728

DAVA : İflas (Doğrudan Borçlu Tarafından Talep Edilen İflas (İİK 178))
DAVA TARİHİ : 29/12/2020
KARAR TARİHİ : 04/11/2021

Mahkememizde görülmekte olan iflas davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile Uluslararası Tahkim Divanı’nın … dava numaralı ve … tarihli tahkim kararı ile davalı şirketin müvekkili şirkete 50.000-USD komisyon alacağı ve 14.000USD tahkim masrafı ödemesine karar verilmiş olduğunu, kararın kesinleşmiş olduğunu, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22/11/2010 tarihli 2009/5690 esas 2010/11752 karar sayılı kararı ile onanmış olduğunu, tarafların karar düzeltme talebinde bulunmamaları nedeniyle 26/01/2011 tarihinde kesinleşmiş olduğunu, açılan işbu davada İİK m.154/3 hükmü gereğince mahkemenin görevli ve yetkili olduğunu, davalının iflasa tabi olduğunu, aleyhinde yapılan ilamlı icra takibine rağmen borcun ödenmediğini ,İİK m.177/4 hükmü gereğince doğrudan doğruya iflasın şartlarının oluşmuş olduğunu, İİK m.177/4.maddesi gereğince doğrudan doğruya iflas talebinin kabulü ile borçlu şirketin iflasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile İngiliz Virgin Adalarında yerleşik davacı firmanın takip ve dava açabilmesi için takip ve dava şartı olan teminat yatırma mükellefiyetinin, davacı tarafça yerine getirilmesini, bu çerçevede gerekli ve yeterli miktarda teminat belirlenerek davacı tarafa depo ettirilmesi zorunlu olduğunu, açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, tenfiz edilen tahkim kararı ile ilgili ilamların icrasına dair … 36. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına istinaden yapılan takibe rağmen ilamlı takibe konu alacağın ödendiğinin davalı tarafından ispatlanamaması durumunda İİK m.177 hükümleri çerçevesinde davalının doğrudan iflasına karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
İlamlı icra takibine konu tahkim kararının tenfiz olunduğu, mahkemece verilen tenfiz kararının kesinleştiği, bu çerçevede ilamlı icrasına dayalı takibe başlandığı, icra dosyası içeriğine göre ilamlı icraya konu borcun ilama müstenid olduğu, icra emri ile istenildiği, ödendiğine dair icra dosyasında bir kayıt ve belge bulunmadığı gibi davalının da bu yönde bir savunmasının bulunmadığı, bilakis davacının ödemenin yapılmadığı noktasında da beyanda bulunduğu, bu suretle ilamlı icraya konu bedelin ödenmediği tartışmasızdır.
Dava, kesinleşmiş ilamlı takip nedeniyle borcun ödenmemiş olması sebebine dayanan ve İİK m.177/f.4 hükmünden kaynaklanan iflas talebine ilişkindir.
Davacı tarafından ilamlı takip yapıldığı, takip gereğince ödeme yapılmadığı sabit olup uyuşmazlık iflas koşullarının oluşup oluşmadığı noktasındadır.
Dava görevli ve yetkili mahkemede açılmış olmakla birlikte diğer genel ve özel dava şartlarının dahi varlığı gerek dava başında ve gerekse hüküm sonuna kadar mevcut olması yargısal uygulama gereğidir.
Bu çerçevede mahkememizce duruşmalı ön incelemenin icra olunduğu 15/04/2021 tarihi itibariyle “Davacının taraf ve dava ehliyeti, vekilinin ise vekil olma ehliyeti ile ilgili güncel bilgilerini ve özellikle yurtdışı şirket açısından gerekli şerhleri içerir belge suretlerini dahi sunmak üzere davacı vekiline müteakip duruşma gününe kadar süre ve imkan verilmesine” dair ara karar oluşturulmuştur.
Mahkememizce oluşturulan ara karar içeriğine rağmen bu eksikliğin giderilmediği gibi davalı vekilinin dahi bu yöne ilişkin itirazda bulunduğu anlaşılmakla bu defa 24/06/2021 tarihli duruşmada verilen ikinci süre ile “öncelikle geçen duruşmanın 7 numaralı ara kararı çerçevesinde davacının taraf ve dava ehliyeti ile ilgili güncel bilgileri apostil şerhini de içerecek şekilde sunmak üzere davacı vekiline konu ile ilgili Yargıtay uygulaması dahi gözetilerek dört aylık kesin süre verilmesine, verilen sürenin kesin süre olduğunun, bir daha süre verilmeyeceğinin ve gerekirse taraf ve dava ehliyeti yokluğu nedeni ile davanın usulden reddinin söz konusu olacağının davacı vekiline bildirilmesine, ( bildirildi)” şeklinde ara karar oluşturulmuş, davacı vekiline HMK m.94 hükmüne uygun olarak ikinci ve ayrıca kesin süre verilmiş, kesin süreye konu olan işlem hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklanmış, süreye uyulmamasının hukuki sonucu dahi duruşmada hazır olan davacı vekiline açıkça bildirilmiştir.
Mahkememizce verilmiş olan iki aylık normal süreye ve akabinde kesin sürelere rağmen davacı vekili kesin süre içinde dahi bu eksikliği gidermediği gibi davacı vekili 25/10/2021 tarihli dilekçesi ile davacı şirketin 01/05/2018 tarihinde ve dava açılmadan önce sicil kaydının silindiğini ifade etmiştir.
Bu noktada öncelikle taraf ve dava ehliyetine ilişkin genel açıklamalar yapılmasında fayda bulunmaktadır.
Yeri gelmiş iken belirtmek gerekir ki HMK m.114 hükmünde yer alan dava şartları arasında öncelik sıralaması açıkça yasa koyucu tarafından hüküm haline getirilmemiştir. Ancak HMK m.114 hükmündeki sıralamanın da tesadüfi olmadığı madde sistematiğinden anlaşılmaktadır. Bu nedenle somut olayda öncelikle ve re’sen dava ve taraf ehliyeti öncelikle ele alınmıştır. Elbette bu noksanlığın tamamlanması halinde bu bend altında yer alan hususlar incelenecektir. O halde öncelikle taraf ve dava ehliyeti değerlendirilmelidir.
Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Baki Kuru-Ramazan Arslan-Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 7.Baskı, Ankara 1995, s. 231). Bu nedenle, davanın tarafları, taraf ehliyetine sahip olmalıdır. Yani, bir davada taraf olabilmek için, ya, hakiki şahıs; ya da, hükmi şahıs olmak gerekir. Zira, taraf ehliyeti, medeni hukukun haklardan istifade ehliyetine tekabül eder (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C. I-II, 7. Baskı, İstanbul 2000, s.288).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50. maddesinde; “Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm, icra takipleri için de kıyasen uygulanmakta olup; taraf ehliyeti icra takibinde takip alacaklısı veya takip borçlusu olabilme ehliyeti olarak anlaşılmalıdır. HMK’nun 114 /d. maddesinde ise, taraf ehliyeti dava (takip) şartı olarak düzenleşmiştir. HMK’nun 115/1. maddesine hükmü uyarınca; mahkeme, dava (takip) şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırabileceği gibi, taraflar da dava (takip) şartı noksanlığını takibin her aşamasında süreye tabi olmadan ileri sürebilirler.
Medeni haklardan istifade ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzelkişi icra takibinde taraf olma ehliyetine de sahiptir. Taraf ehliyeti olmayanların, talebi üzerine (veya taraf ehliyeti olmayanlara karşı) başlamış veya devam edilmiş icra takipleri ve takip işlemleri geçersizdir. Bu işlemlerin geçersizliği her zaman (süresiz) şikayet yolu ile ileri sürülebilir. (Prof.Dr. Baki Kuru, İcra İflas Hukuku cilt 1. sayfa 152-161).
Bu çerçevede mahkememizce dava şartına ilişkin taraf ve dava ehliyetine ilişkin noksanlığın giderilmesi için davacı vekiline ikinci süre verilmiş, hatta ikinci sürenin kesin süre olduğu hatırlatılmış, verilmiş olan kesin sürelere rağmen bu eksiklik giderilmemiştir.
Öte yandan mahkememizce yargı uygulamasına uygun olarak Türkiye’de bulunan taraf açısından iki haftalık kesin süre verildiği halde somut olayda davacı şirketin, yurt dışında bulunan şirket olması karşısında mahkememizce verilen normal süre ile kesin sürenin şekli olmaması, davacının Anayasa m.36 gereği hak arama hürriyetinin kısıtlanmaması açısından sonuç olarak ve en az altı aylık süre ve imkan tanındığı, verilen ikinci süreye ve ayrıca kesin süreye rağmen taraf ve dava ehliyetine ilişkin eksikliğin giderilmediği, hüküm tarihi itibariyle bu konuya ilişkin adli sürecin başladığına dair adli hiçbir belgenin davacı vekilinin 25/10/2021 tarihli dilekçesine dahi eklenmediği açıktır.
Hal böyle olunca normal iki aylık süreden sonra mahkememizce verilen kesin sürenin somut olayın özelliğine uygun, makul, yeterli olduğu, sadece şekil olarak değil gerçekten davacının bu eksikliği tamamlamasına yönelik ve amaca uygun bir süre niteliğinde bulunduğu, buna rağmen eksikliğin giderilmediği anlaşılmakla davacının açmış olduğu iflas davasının dava şartı yokluğundan ret olunması gerekmektedir.
Yine davacının, borçlunun icra emrini tebellüğ etmesine rağmen borcun ödenmemesi nedenine dayanmış olduğu dikkate alındığında dava tarihi itibariyle davalının borcunu ödeyebileceği dava ve taraf ehliyetine haiz bir davacı dahi aslında bulunmamaktadır.
Öte yandan davalı şirket aleyhine açılan dava herhangi bir hukuk davası olmayıp iflas davası ve özellikle doğrudan iflas davası niteliğindedir. Açılan davanın, ticari hayatın olağan uygulamaları dikkate alındığında şirketlerin bazı ihalelere girememesi, kimi şirketlerin aleyhine iflas davası açılan şirket ile ticari ilişkide istekli bulunmaması, hatta hakkında iflas davası açılan şirketin bankalar ile olan ilişkilerinde finans imkanlarının kısıtlanması ve benzeri bir çok olumsuz hale yol açması hayatın olağan akışına uygun ve yüksek ihtimal dairesindedir. Davanın açıldığı tarih itibariyle dahi taraf ve dava ehliyeti bulunmayan davacı şirkete yukarıda belirtilen süreler dışında kanuna ve kesin sürenin amacına dahi aykırı olacak şekilde yeniden süre verilmesi, davanın niteliği gözetildiğinde davalı şirketin yasal dayanaktan yoksun, ölçüsüz şekilde mülkiyet hakkının ihlal olunması sonucunu doğurabilecektir.
Bu çerçevede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması dahi dikkate alındığında somut olay yönünden davacı şirketin taraf ve dava ehliyetine ilişkin noksanlığın tamamlaması amacıyla altı ayı aşkın süre verildiği, bu durumda davacı şirkete başkaca süre verilmesinin somut olay adaletine, kanun hükümlerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin mülkiyet hakkına ilişkin kararlarına uygun olmadığı mahkememizce değerlendirilmiştir. Bir başka deyişle bir şirketin yasal dayanaktan yoksun ve mülkiyet hakkının ölçüsüz olarak ihlaline yol açacak şekilde, ekonomik ve ticari faaliyetini etkileyebilecek iflas davası tehdidine maruz bırakılması hukuka uygun değildir. Bu gerekçe dahi Mahkememizce verilen kesin sürenin yeniden uzatılmasının hukuki açıdan mümkün olamayacağını göstermektedir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının davasının HMK m.114/f.1- bent (d) hükmüne atfen HMK m.115 hükmü uyarınca dava şartı yokluğundan ve usulden reddine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının davasının HMK m.114/f.1- bent (d) hükmüne atfen HMK m.115 hükmü uyarınca dava şartı yokluğundan ve usulden reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 59,30 TL harçtan, peşin alınan 54,40 TL harcın mahsup edilerek bakiye ‭4,90 TL harcın davacıdan alınarak hazineye irat kaydına,
3-Davacı tarafından yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Duruşmalı ön inceleme tutanağı düzenlendiğinden ve davalı vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince 4.080,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin ve davalı şirket temsilcisinin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 04/11/2021

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …