Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/681 E. 2021/826 K. 30.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/681
KARAR NO : 2021/826

DAVA : Genel Kurul Kararının İptali İstemli
DAVA TARİHİ : 24/11/2020
KARAR TARİHİ : 30/11/2021

Mahkememizde görülmekte olan genel kurul kararının iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davalı şirkette hakim hissedar, yönetim kurulu başkanı ve genel müdür olan …’nun ve onunla işbirliği içinde olan diğer hisedarlar ve yönetim kurulu üyelerinin asıl amaçlarının geniş yetkili aracı kurum olma kriterlerini karşılamak değil, bir takım mali verileri gizlemek ve kasten yanıltıcı verilerle hareket ederek bedelsiz sermaye artırımı yapabilecek yerde bedelli sermaye artırımı dayatmak suretiyle mevcut sermaye yapısı dengesini davacı müvekiller aleyhine değiştirmek ve davacıların şirketteki hisselerini minimize ederek …’nu özellikle ibra konusunda genel kurul denetiminden kurtarabilmek ve yönetim kurulu başkanı … ile yönetim kurulu üyesi …’nun kanunen yasaklanmış olan şirketle iş yapma, şirkete borçlanma ve şirketle rekabet etme yasaklarına uymamalarının yolunu açabilmek olduğunu, yaklaşık olarak bu durumun kanıtlanmış durumda olduğunu, davalı … A.Ş.’nin 13.11.2020 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurul toplantısının ve bu toplantıda alınan kararların TTK’nın 447 nci maddesi uyarınca yok hükmünde (batıl olduğunun) tespitini, kanuna, esas sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kuralına aykırı olan sermaye artırımına ilişkin 2 numaralı, TTK’nın 395 ve 396 maddeleri kapsamında yönetim kurulu üyelerine izin verilmesine ilişkin 3 numaralı kararların TTK’nın 445 ve 446 ncı maddeleri uyarınca iptaline, TTK’nın 449 uncu maddesi çerçevesinde dava konusu kararların yürütülmesinin geri bırakılmasını talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle: şirketin halen kısmi yetkili aracı kurum olarak faaliyet gösterdiğini, davacılar iptalini talep ettikleri yönetim kurulu üyeline TTK m.395 ve m.396 hükümleri uyarınca yönetim kurulu üyelerine yetki verildiğini, her bir üye için rekabet veya iş yapma yasağı kapsamına giren bir işlem için ise oylama yapılmamış olduğunu, davacıların bu yöne ilişkin iptal talebinin yasal olmadığını, mevzuat gereği önemli gelir kaynağı olan yükümlenim gerektiren halka arz işlemleri, genel saklama hizmeti ve portföy aracılığı faaliyetlerini yapamıyor olması nedeniyle ciddi gelir kaybına uğramakta olduğundan sermayesini artırarak geniş yetkili aracı kurum olmak gayesiyle, diğer yandan şirketin müşteri sayısının, overallarının ve işlem hacimleri teminat miktarlarının artmış olmasının meydana getirdiği nakit ihtiyacından dolayı 22.06.2020 tarihinde yapılan olağan genel kurulunda 2019 yılına ilişkin kârın dağıtılmayıp sermayeye eklenmesinin şirket ve ortaklık yararına olacağı sonucuna varıldığını, bu amaçla iç ve dış kaynaklardan sermaye miktarının 20.800.000,00 TL’ye çıkartılması yönünde karar aldığını, iç kaynaklardan sermaye artışına eklenecek bedel YMMM raporuna göre TTK, Maliye Bakanlığı ve SPK mevzuatı gereği VUK’a göre hesaplandığını, davacı yan iç kaynaklara eklenecek tutarın UFRS’ye göre hesaplanması gerektiğine ilişkin genel kurulda ve huzurdaki davada hatalı ve yasaya aykırı bir görüş beyan ettiğini, yönetim kurulu beyanı gibi 13.11.2020 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurulunda alınan artış kararına davacıların red kararı verdiğini, nakit sermaye artışının kısmına katılmayarak rüçhan haklarını kullanmadığını, yasal süresi içinde kullanılmayan rüçhan haklarının şirketin diğer ortakları tarafından karşılanarak sermaye artışının tamamlandığını, sermaye artışının tamamlandığı yönünde YMMM raporunun mahkemeye davaya cevap ekinde sunulduğunu, ticaret sicilinde tescil ve ilan edildiğini, son ortaklık yapısının Sermaye Piyasası Kurulu’nun… tarih ve … sayılı yazıları ile onaylandığını, resmi bültende yayınlanarak ilan edildiğini, sermaye artış süreci tamamlanmış olduğunu, yürütmenin durdurulması için yasal ve haklı bir mesnet bulunmadığından davacıların yürütmenin durdurulması taleplerinin reddine karar verilmesini savunmuştur.
Tedbir talebi reddolunmuş, istinaf talebi dahi BAM tarafından reddolunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı adına sermaye arttırımı yapılarak ve sözleşmenin sermaye maddesinde değişiklik yapılmasına yönelik gündem içeren olağanüstü toplantı tutanağının iptalinin gerekip gerekmediği, sermaye arttırımında sektör özellikleri ve mevcut kurum içi düzenlemeler de dikkate alındığında davalı şirket açısından işletmesel, muhasebesel ve finansal zorunluluk olup olmadığı, buna göre ve şirketin ana sözleşmesinin ana maddesi dikkate alındığında % 5 kar payı dağıtılmasının gerekip gerekmediği, gerekmekte ise bu dağıtımın yapılıp yapılmayacağı, iç kaynaklardan karşılanması gereken tutarın TMS/ TFR-UFRS’a göre mi yoksa 213 sayılı VUK hükümlerine göre mi hesaplanması gerektiğine dair sorunun müzakere edilmediği iddiası karşısında sermaye attırımına dair genel kurul kararının iptalinin gerekip gerekmediği, oylamada bulunanlardan oyda yoksulluk durumu olan yönetim kurulu üyesi olup olmadığı, buna göre olağanüstü genel kurul toplantısının ve toplantıda alınan kararların batıl olmasının söz konusu olup olmadığı, yine ve ikinci olarak bu toplantıda alınmış olan sermaye arttırımına ilişkin kararın yine üçüncü olarak TTK 395 ve 396 hükümleri uyarınca yönetim kurulu üyelerine izin verilmesine dair kararın kanun, esas sözleşme ve iyi niyet kurallarına göre iptalinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Davacıların ortak olduğu, davacıların ortak olarak ve aktif sıfat sahibi olarak ve yasal süresi içinde genel kurul kararının iptaline yönelik dava açtığı, daha önce taraflar arasında farklı hukuki nedenlere dayalı görülmüş veya görülmekte olan başkaca uyuşmazlıkların mevcut olduğu, sermaye arttırımına dair alınan kararın tamamlanarak ticaret sicil gazetesinde ilânı sonrası tescilinin yapıldığı hususları tartışmasızdır.
Dava, genel kurul kararın iptaline yönelik olarak açılmış ve 6102 sayılı TTK m.446 hükmünden kaynaklanmaktadır.
6102 sayılı TTK. m.446 hükmü somut uyuşmazlığa dayanak madde olup bu hükümde iptal davası açılabilecek kişiler sayılmıştır. Bu maddeye göre, toplantıda hazır bulunup da karara olumsuz oy veren ve bu muhalefetini tutanağı geçirten, toplantıda hazır bulunsun veya bulunmasın, olumsuz oy kullanmış olsun veya olmasın; çağrının usulüne göre yapılmadığını, gündemin gereği gibi ilan edilmediğini, genel kurula katılma yetkisi bulunmayan kişilerin veya temsilcilerinin toplantıya katılıp oy kullandıklarını, genel kurula katılmasına ve oy kullanmasına haksız olarak izin verilmediğini ve yukarıda sayılan aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olduğunu ileri süren pay sahipleri iptal davası açabileceklerdir. Davacıların dava açmalarına engel usuli bir engel yoktur.
İptal davası, genel kurul kararının alınmış olduğu tarih dikkate alındığında üç aylık yasal hak düşürücü süre içinde açılmış olup Mahkememiz yetkilidir. Bu itibarla TTK. m.445 hükmünün yasal şartları yerine gelmiştir.
Somut olayda, davacılara toplantı çağrısı usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, esasen davacılar toplantıya katılmıştır. Buna göre davacının genel kurul kararının iptali noktasında yasadan kaynaklanan hakkının şeklen var olduğu açıktır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın araştırılması açısından atanan bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 22/10/2020 tarihli raporunda davalı aracı kurumun 2019 yılı kârından birinci temettü olarak dağıtabileceği 15.118,86 TL’nin sermayeye eklemeyerek kâr olarak dağıtması ve şirket bünyesinde tutmaması durumunda, bu paranın şirket bilançosu dışına çıkmış olacağını, özsermaye unsuru olarak değerlendirilme imkanı kalmayacağını, bir finans kuruluşu olarak davalı aracı kurumun özsermayesini ve güçlü sermaye yapısı ile rekabet yeteneğini yüksek tutmasının şirketin sürekliliği açısından gerekli olduğunu, temettü olarak şirket dışına çıkarılmayarak bünyede bırakılan fonu bilanço pasifindeki diğer birikmiş yedeklerle birlikte topluca sermayeye eklenmesi suretiyle, muhasebe ve finansal raporlama bakımından, şirketin yedeğe çıkarılan tutar ödenmiş sermaye olarak öz sermaye kalemi içinde gösterilmeye ve yedeklerinden devam edeceğini, temettü olarak ödenmediği sürece şirket bünyesinde yedekler hesabında veya ödenmiş sermaye hesabında gösterilmesinin şirketin özsermayesine etkisi bakımından sonuç değişmeyeceğini, TL ile birlikte olarak pay sahiplerine ödenmeyen 15.118,86 TL etmeyeceğini, temettü geçmiş yıllar kârları dahil olarak dağıtılmayan kârların ve diğer yedeklerin tamamı için sermayeye karları eklenme kararı alınmış olduğundan, bu dağıtılmamış kârların tamamı için sermayedeki payı oranında her bir pay sahibine bedelsiz pay verildiğini, gerçekte 15.118,86 TL’nin nakden temettü olarak ödenmesi yerine bedelsiz pay şeklinde pay sahiplerine tüm yıllar dağıtılmamış kârlarının tamamının verilmesinin genel kurulca kararlaştırıldığını, böylece bedelsiz paylar bakımından her bir pay sahibinin şirket sermayesindeki pay oranlarının korunmuş olduğunu, kârın dağıtılmaması ve birikmiş kârın tamamının sermayeye eklenmesi kararı ile pay sahiplerinden herhangi birisinin şirket sermayesindeki pay oranlarında bir değişiklik olmadığını, şirket bünyesindeki fonun şirket dışına çıkarılmamış olması yoluyla da davalı aracı kurumun güçlü bir sermaye yapısına sahip olması sağlanmış ve sürdürülmüş olduğunu, eğer kâr dağıtımı yapılarak birinci temettü olarak dağıtılabilir olan 15.118,86TL şirket dışına çıkmış olsa idi şirketin özsermayesinin bu tutar kadar azalmış olduğunu, bu çerçevede, bir finans kurumu olarak güçlü öz sermaye yapısına sahip olması hem artan piyasa rekabeti ve hem de düzenleyici kurum olan SPK’nin her yıl için gerekli asgari özsermaye tutarını yıllık enflasyona endeksli yeniden değerleme katsayısına bağlı olarak burada faaliyet aracı kurumun statüsünü önemli ölçüde değişmeyeceğini, sermaye piyasası araçlarının kendi hesabından alım ve satım faaliyetinde bulunamayan kısmi yetkili aracı kurumun kendi portföyündeki pozisyonunu kullanarak müşterileri ile karşılıklı sözleşme ve işlem yapamayacağını, alım-satım fiyat farkı kazancı elde edemez ve sadece alım satım aracılığı hizmeti vererek komisyon geliri elde edebilir durumda olduğunu, hizmeti sunma hakkına sahip geniş yetkili aracı kurumların kendi portföylerindeki varlıklarını alım-satıma konu ederek müşterileri ile doğrudan sözleşme ilişkisi kurarak pozisyon geliri de edebilir duruma geldiğini, bu kapsamda kısmi yetkili aracı kurum, müşterileri ile karşılıklı türev araç (opsiyon, forward, swap vb) sözleşmesi yapamaz iken geniş yetkili aracı kurumun (kısmi yetkili aracı kurumun sunduğu bütün hizmetler yanında) bu sözleşmeleri de yapabilir hale geldiğini, ikinci bir unsur olarak, kısmi yetkili aracı kurum olarak sadece sermaye piyasası araçlarının halka arzında yüklenimde bulunmaksızın satışa aracılık edilmesi hizmetini icra edebilir iken geniş yetkili aracı kurum, bu hizmetin yanında, sermaye piyasası yetki araçlarının halka arzında yüklenimde bulunularak satışa aracılık edilmesi hizmetini de icra edebilir durumda olduğunu, geniş yetkili aracı kuruma, halka arza aracılıkta ihraç edilen tüm menkul kıymetlerin satılmasını taahhüt etme, satılamayan kısım olursa bunu kendisi satın alma ve benzeri taahhütleri verme yetkisi verdiğini, kısmi yetkili aracı kurumun halka aracılık işlemlerinde bu gibi taahhütleri vermeden sadece ihraç edilen menkul kıymetlerin satılması için en iyi gayreti göstereceğini taahhüt edebilmekte olduğunu, konsorsiyum lideri olarak halka arzlarda yer almadığını, konsorsiyum şeklinde bir çok aracı kurumun iştiraki ile yapılan halka arzlarda asıl ücreti konsorsiyum lideri elde etmekte ve diğer aracı kurumlar halka arza aracılıkta yaptıkları satış oranında bir gelir elde edebildiklerini, bu bakımdan, geniş yetkili aracı kurum olmakla halka arzlarda konsorsiyum lideri olarak yer almanın mümkün olabildiğini, böylece aracı kurumun gelirlerinde artış sağlanabildiğini, bu çerçevede kısmi yetkili davalı aracı kurumun geniş yetkili aracı kurum statüsü kazanabilmek için 2019 yılı karını dağıtmayarak, dağıtılmamış cari ve geçmiş yıl kârlarının sermayeye eklenmesi ve bu suretle şirketin özsermayesinin korunmasının ve güçlendirilmesinin hedeflenmesinde haklı sebep bulunduğunu, gündemin (3) numaralı maddesinde TTK md. 395 ve md. 396 ile öngörülen dava dışı yönetim kurulu üyelerinin şirketin faaliyet konusu ile aynı konuda işlemlerde bulunabilmelerine, şirketle işlem yapabilmelerine ve şirkete borçlanabilmelerine dair genel kurul izinlerinin tüm yönetim kurulu üyelerine verildiğinin görüldüğünü, bu çerçevede, SPK ve ikincil düzenlemeler kapsamında hukuken ve fiilen davalı aracı kurum aleyhine bir sonuç doğurması beklenemeyecek bu işlemlere iznin verilmemesi halinde yönetim kurulu üyelerinin davalı aracı kurum ya da başka aracı kurumlar vasıtasıyla borsadan pay, tahvil, varant, sertifika türü herhangi bir menkul kıymeti satın almaları, VIOP sözleşmeleri satmaları veya almaları da sorgulanır hale gelebileceğini, yönetim kurulu üyelerine rekabet yasağı ile şirketle işlem yapma yasağına ilişkin TTK m.395-396’daki izinlerin verilmesine ilişkin gündemin 3 numaralı maddesi uyarınca alınan karar bakımından; oydan yoksunluk iddiası ile iptalin söz konusu olacağının ileri sürüldüğünü, TTK m.436 hükmü uyarınca oydan yoksunluk hükümleri yönünden, pay sahibinin kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme veya herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamayacağını, doktrinde hangi konuların TTK m.436/1 hükmünün oydan yoksunluk ile alakalı olduğuna ilişkin yapılan değerlendirmede, kanun koyucunun, pay sahibinin kendisi ya da belirli yakınları ile anonim ortaklık arasında çıkacak menfaat uyuşmazlıklarında tarafsız kalamayacağı ve bundan ortaklığın zarar görebileceği düşüncesiyle bu durumlarda oy hakkının kullanılmasını kabul etmediğini, kuralın emredici olduğu, ancak bir taraftan da müktesep bir hak olan oy hakkını ortadan kaldırdığını, kuralın dar yorumlanması gerektiği, hükmün pay sahibinin herhangi bir hukuki işlem ya da çekişmede ortaklıkla bir üçüncü kişi gibi karşı karşıya gelmesi halini kastettiği ifade edildiğini, yoksunluğun saptanmasında ölçüt olarak doktrinde özel menfaat – pay sahipliği sıfatına bağlı menfaat ayrımı yapıldığını, buna göre, söz konusu hükmün sadece bireysel işlemlerde uygulanması ve ortaksal işlemlerde uygulanmaması gerektiği, bireysel işlemler ile toplumsal (ortaksal) işlemleri ayırır iken menfaatlerin türüne bakılması gerektiğini, alınacak karar şahsi (kişisel) bir menfaat sağlamak amacı ile gerçekleştirilir ve pay sahipliği sıfatı ile alakalı değil ise oydan yoksunluk söz konusu olacağı, öte yandan, oy hakkından yoksun kişilerin oy kullanmasının tek başına alınan kararların iptali sonucunu doğurmayacağını, kararın geçersiz kılınması için TTK. m.436’ya aykırı olarak kullanılan oyların kararın sonucunu etkilemiş olması gerektiğini, oydan yoksun kimselerin oy kullanması sonuca etkili değil ise genel kurul kararı geçerliliğini muhafaza edeceğini, somut olayda genel kurulda alınan rekabet yasağına izin verilmesi, şirket ile kendi şahsına ait işlemlerden olup yöneticilerin rekabet yasağına aykırılık yönünden somut olay yönünden de oldukça önemli talepler ile karşılaşmasına yol açabileceğini, bu bakımdan bu kararlarda oy kullanılmamasının TTK m.436/1 gereği olduğu şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Bilindiği üzere şirketle işlem yapma ve şirkete borçlanma yasağı TTK’nun 395. maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin 1. fıkrasına göre “Yönetim kurulu üyesi, genel kuruldan izin almadan, şirketle kendisi veya başkası adına herhangi bir işlem yapamaz; aksi hálde, şirket yapılan işlemin batıl olduğunu ileri sürülebilecek olup diğer taraf böyle bir iddiada bulunamaz.” Rekabet yasağı ise TTK m.396 hükmünde düzenlenmiş olup, bu maddenin 1. fikrasına göre; “Yönetim kurulu üyelerinden biri, genel kurulun iznini almaksızın, şirketin işletme konusuna giren ticari iş türünden bir işlemi kendi veya başkası hesabına yapamayacağı gibi, aynı tür ticari işlerle uğraşan bir şirkete sorumluluğu sınırsız ortak sıfatıyla da giremeyecektir. Bu hükme aykırı harekette bulunan yönetim kurulu üyelerinden şirket tazminat istemekte veya tazminat yerine yapılan işlemi şirket adına yapılmış saymakta ve üçüncü kişiler hesabına yapılan sözleşmelerden doğan menfaatlerin şirkete ait olduğunu dava etmekte serbesttir”. Her ne kadar kanunda yönetim kurulu üyesinin, ortaklıkla işlem yapmasını veya rekabet etmesini mümkün kılan genel kurul oylamasına katılıp katılamayacağı konusu açıkça düzenlenmemişse de, konų öğretide tartışılmış ve olumsuz şekilde cevaplandırılmıştır. Öğretide Teoman, şirketle işlem yapma ve rekabet yasağının kaldırılmasının yönetim kurulu üyesini bir pay sahibi olarak ilgilendirmediği, aksine buradaki menfaatin (pay sahipliği sıfatından doğmayan) özel nitelikteki bir menfaat olduğunu ve ilgili kişi ile anonim şirket karşı karşıya getirdiği, genel kurulun verdiği izin kararına yönetim kurulu üyesinin oyu ile katılamayacağının kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir (TEOMAN, Oydan Yoksunluk, s. 109 vd.). Yargıtay da üyelerin yasağı kaldıran oylamada oydan yoksun olduklarını çeşitli kararlarında ortaya koymuştur (Y. 11.HD. 14.3.2011 tarih ve 2009/10138 E. 2011/2606 K. sayılı kararı; Y. 11. HD. 29.11.1994, E. 5250/K 9136; 11. HD. 5.5.1981 E. 1267/K. 2213.sayılı ilamları)
Şu halde genel kurul gündeminin ilgili maddesi yönetim kurulu üyelerinin oydan yoksunluğu dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekip Yargıtay’ın yerleşik uygulaması dahi oydan yoksunluk halinde bu kimselerin oyları düşüldükten sonra geriye kalan oyların kararın alınması bakımından yeterli olup olmadığına bakılarak bir sonuca varılması yönündedir.
Dava dosyasındaki şirket kayıtları ve özellikle genel kurul karar içerikleri dikkate alındığında … ve …’nun pay adetleri ve tutarları nisaba dahil olunmadığında, bir başka deyişle bu kimsenin oyları düşüldükten sonra geriye kalan oylar bakımından oy çokluğunun sağlanması mümkün değildir. O halde somut davada yönetim kurulu üyeleri adı geçen gündem maddesinin onaylanmasında oy kullanamayacaklarından bu kimselerin oyları düşüldükten sonra alınan karar nisap yönünden yeterli değildir.
Esasen “TTK. 436/1. maddesinde, ”pay sahibinin kendisi ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme ya da herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin müzakerelerde oy kullanamayacağı düzenlemesi mevcuttur. TTK. 395 ve 396. maddelerine göre tanınan izinlerin ve yetkinin verilmesi de pay sahibi ile şirket arasındaki kişisel ilişkiyi düzenlediğinden yönetim kurulu üyesi olan pay sahibinin TTK. 436/1. maddesi uyarınca bu müzakerede oy kullanamayacağı açıktır. Ancak kararın iptali için pay sahibi ve yönetim kurulu üyesinin oylamaya katılmasının ve oy kullanmasının nisap bakımından sonuca etkili olması zorunludur”. (Yargıtay 11. HD. 2018/3472E. 2019/15092K.sayılı ilamı ve bu ilama dayanak olan BAM ve ilk derece mahkeme kararı) Bu zorunluluk karşısında somut olayda kararın iptali için pay sahibi ve yönetim kurulu üyesinin oylamaya katılmak suretiyle oy kullanmış olması dikkate alındığında, oydan yoksun durumda olan bu kişilerin oyları düşüldükten sonra geriye kalan oyların karar alınması bakımından yeterli nisap oluşturmadığı, (Yargıtay 11. HD 2016/2632E. 2017/2360K.) bu suretle bu yöne ilişkin olağanüstü genel kurul kararının iptal olunması gerektiği değerlendirilmiştir.
Öte yandan menkul kıymetler konusunda uzman ve bu konuda özel tecrübesi olan …’ın dahil olduğu bilirkişi kurulu raporunda da irdelendiği üzere bir diğer aykırılık iddiası, kâr dağıtım ve bilançonun tasdik kararlarının derdest davalara konu olması, buna göre kararlar kesinleşmeden mevcut kaynaklara göre sermaye artırımı yapılamayacağı, iddiası olmakla birlikte kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadıkça mevcut geçerli ve denetimden geçmiş bilançolara göre genel kurulda karar alınmasının önünde yasal bir engel bulunmadığı, sermaye artırımı kararı yönünden bir diğer aykırılık iddiası iç kaynaklardan karşılanacak olan tutarların TMS/TFRS-UFRS’ye göre mi VUK’a göre mi hesaplandığına ilişkin sorunun müzakere edilmediği yönünde ise de toplantı tutanağının incelenmesinden YMM denetim raporlarına göre hesaplama yapıldığı, bu yönden de iptal iddiasının varit olmadığı, şirketçe sermaye artırımı bakımından geniş yetkili aracı kuruluş olarak faaliyet gösterebilmek için gerekli öz sermaye miktarına ulaşılması bakımından artırım yapıldığı, alınan kararın pay sahiplerine zarar vermek, paylarını azaltmak maksadıyla yapılmadığı, bu artırımın ilgili alanda bahsedildiği şekilde geniş yetkili aracı kuruluş olarak faaliyet gösterebilmek açısından mali ve işletmesel açıdan gereklilik taşıdığı, bu durumun şirkete fayda sağlayacağı, kaldı ki kâr dağıtımı yapılmaksızın ve fakat şirket iç kaynaklarından karşılanan kısım sebebiyle pay sahiplerinin bedelsiz pay alma hakkı elde ettikleri, payları nispetinde haklarının ise korunduğu açıklanmıştır. Bu yönüyle karar, kanun ve ana sözleşmeye aykırı değildir.
Zaten gerek dosya kapsamı ve özellikle bilirkişi kurulu raporundaki mali, işletmesel ve sektörel irdelemeler gözüktüğünde, davalı olan şirketin faaliyet sahası kapsamında olmak üzere geniş yetkili aracı kurumun statüsünü kazanabilmesi açısından şirketin öz sermayesinin korunması, güçlendirilmesi zorunluluk arz etmekte olup konuyla doğrudan ilgili olan ve 6362 sayılı SPK kapsamında yapılan ve bilirkişi kurulu raporunda açıklanan ikincil düzenlemeler bu noktada açıktır. Davalı olan şirketin faaliyet sahası kapsamında ve alınan karara uygun olarak geniş yetkili aracı kurum olarak faaliyet gösterebilmesi için sermaye arttırım gerekliliği bulunmaktadır. Bu durumdaki şirketin bu noktada yeterli düzeyde olmak üzere bir kaynağa sahip olduğunun ispatlanamadığı ve mutlak suretle dış kaynak kullanımına ihtiyaç duyduğu açıktır. Bu durumda ise şirketin yatırım için ihtiyaç duyduğu parayı ya pay sahibinden alması veya finans kuruluşundan temin etmesi söz konusudur. Ne var ki finans kuruluşlarının kredi vermesi için pay sahibinden ayni ve şahsi teminat istemesi gerekebilecektir. Aslında ticari hayatın uygulaması içinde ekonomik rasyoları yüksek olan büyük şirketler dışında diğer şirketlerin diğer pay sahipleri teminat sağlamadığı sürece şirketin kredi alamaması güncel ticari hayatın içinde sık karşılaşılan ve beklenilen hallerdendir. Zaten gerekli teminatları sağlamaması durumunda ise borç alınacağı tabidir. Hal böyle olunca şirketin gerekli yatırım amaçlarına ulaşabilmesi, faaliyet alanıyla ilgili geniş yetkili aracı kurum sıfatını kazanabilmesi için, finansman ihtiyacını sermaye artırmak suretiyle karşılaması ticari hayatın gereklerine ve dürüstlük kurallarına uygun nitelik taşımaktadır. O halde davalı şirketin, ticari ve işletmesel hedef ve çalışmalarındaki amaçlarına ulaşabilmek adına, davalı şirketin ek finansman maliyetiyle karşılaşmaması için davalı şirket ortaklarınca şirkete sermaye konulmasına dair karar alınması, şirketin bu şekilde ticari olarak büyümeyi hedeflemesi, kârlılığını yükseltmek için bu şekilde çaba gösterirken maliyetin azaltılmasına yardımcı yol seçmesi temel olarak davalı şirket yönünden haklı ve iyi niyet kurallarına uygundur.
Kaldı ki davalı şirketin sermaye arttırımı gereksinimi duyduğu yönünde gerekçeli ve denetime elverişli olarak hazırlanan, SPK ile ilgili alt düzenlemeleri içeren bilirkişi kurulu raporu karşısında, davalı şirketin sermaye arttırımı için gereksinim içinde olduğu ortaya çıkmıştır. Davacı tarafından dava dilekçesinde dayanılan ve konuları açıklanan derdest dava içeriklerinin davalı şirketin gereksinimi olan sermaye arttırım durumunu ortadan kaldırıcı bir yönü bulunmamaktadır. O halde kâr payı dağıtılmaksızın yedek akçelere ayrılmış tutarların miktarı, yine açılan sorumluluk davasından verilecek kararın sonucu ve yine 2018 yılı olağan genel kurul toplantısında alınmış kararların iptal edilip edilmemesi dava tarihi itibariyle sermaye arttırımına dair gerekliliği ortadan kaldırıcı nitelik taşımamaktadır. İlgili talep içerikleri bu noktada Mahkememizce varılan bu sonucu ortadan kaldırmadığı gibi bu konuyla ilgili bilirkişi tarafından yapılan ayrıntılı irdelemede dahi bilirkişi kurulu, kâr dağıtımı ve bilançonun tasdikine dair kararların derdest davalara konu olmasının denetiminden geçmiş bilançolara göre genel kurulda karar alınmasına engel nitelik taşımadığını göstermektedir.
Kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açık zorunluluk olmadıkça bekletici sorun ile ilgili dar çerçevede yorum yapmaktadır. Aslında mahkemenin bu uygulaması Fransız hukukundaki “Davanın yargıcı savunmanın da yargıcıdır” ilkesinin bir yansımasıdır. Bu ilke uyarınca mahkeme, kendi görev alanına girmeyen konuya ilişkin dahi yargılama yapar. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulamalarına göre “bir bekletici sorun iddiası karşısında kalan hakimin, görevi dışındaki bu iddianın mutlaka görevli mahkemede çözülmesini beklemek yükümlülüğü yoktur. Kendisi de birçok durumlarda ileri sürülen hususu karara bağlayabilir… (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Mustafa TÜRKOĞLU/Türkiye B no. 58922/00, 08/08/2006) O halde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulamaları ile benimsendiği üzere Mahkememizce atanan bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu rapor içeriği ve sermaye arttırımı ile ilgili gerekliliği ortaya koyan mali, işletmesel ve finansal durum karşısında adı geçen dosyaların beklenmesini gerektirecek şekilde vakıalara dayalı herhangi bir açıklamanın ayrıntılı şekilde yapılamadığı, davalı şirketin sermaye artırımına dair almış olduğu karar çerçevesinde işletmenin ticari faaliyetlerine devamına engel olabilecek bir durumun söz konusu bulunmadığı kabul edilmiştir. Bir başka deyişle dava tarihi itibariyle sermaye arttırım kararının iptalinin gerekip gerekmediği noktasında bekletici mesele yapılmasındaki gereklilik ispatlanamamıştır. Zaten davalı da bu yöne ilişkin iddiayı inkâr etmiştir.
Öte yandan uyuşmazlığın dayanak maddesi 6102 sayılı TTK m.445 olup maddenin kapsamına dahil olan kenar başlığı “Genel kurul kararlarının iptali” başlığı taşımaktadır. Bir başka deyişle kanun koyucu genel kurul toplantısının iptalini amaçlamamış ve düzenlememiştir. Hal böyle olunca münhasıran genel kurul toplantısında alınan kararların iptali yerine “genel kurul toplantısının iptaline” dair talebin bir bütün olarak kabulü kanun hükmünün gerek lafzına gerek ise amacına aykırıdır. Bu nedenle dava dilekçesinde yer alan “genel kurul toplantısının iptaline” dair talep bilirkişi kurulu tarafından ele alınmasa dahi Mahkememizce yapılan değerlendirmeye göre reddolunmuştur. Yargısal uygulamanın da bu yönde olduğu bilinmektedir.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64) Oysaki davacının gerek genel toplantısında alınan ve yukarıda irdelenen hususlar dışında yer alan diğer kararların iptali ile ilgili üzerine düşen ispat yükünü yerine getiremediği; yer, zaman, konu, eylem açısından gerekli somutlaştırmaları yapmadığı anlaşılmaktadır. Zaten toplantının 1.maddesi ve 4.maddesi tamamen toplantıda mevcut olan fiili durum ile temenni niteliği içeren konular olup iptale dair somut vakıaları taşımamaktadır.
Somut davada davacının finansal, işletmesel, muhasebesel yönden, davalı şirketin 13/11/2020 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan ve yönetim kurulu üyelerine TTK m.395, m.396 kapsamında izin verilmesine ilişkin 3 numaralı maddesi uyarınca alınan kararın iptali gerektiği, buna mukabil diğer kararların ise yok hükmünde olmasını gerektirir veya iptalini gerektirir bir halin varlığının ispatlanamadığı sonucuna varılmıştır.
Yapılan açıklamalar karşısında davacıların davasının kısmen kabulüne, davalı şirketin 13/11/2020 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan ve yönetim kurulu üyelerine TTK m.395, m.396 kapsamında izin verilmesine ilişkin 3 numaralı maddesi uyarınca alınan kararın iptaline, davacıların fazlaya ilişkin diğer taleplerinin ise sübut bulmadığından reddine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacıların davasının kısmen kabulüne,
Davalı şirketin 13/11/2020 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında alınan ve yönetim kurulu üyelerine TTK m.395, m.396 kapsamında izin verilmesine ilişkin 3 numaralı maddesi uyarınca alınan kararın iptaline,
Davacıların fazlaya ilişkin diğer taleplerinin ise sübut bulmadığından reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 59,30TL harçtan peşin alınan 54,40TL harcın mahsubu ile bakiye 4,90 TL karar ilam harcının davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafından yatırılan 54,40 TL peşin harç, 54,40 TL başvuru harcı gideri toplamı olan 108,80‬ TL harcın davalıdan alınarak davacılara verilmesine,
4-Davacılar tarafından harcanan 252,00TL tebligat posta masrafı ile 4.000,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 4.252,00 TL yargılama giderinin dava dilekçesindeki taleplerin kısmen kabul durumu nedeniyle ve takdiren 1/4 oranına isabet eden 1.063,00 TL’nin davalıdan alınarak davacılara verilmesine,
5-Davalı tarafından harcanan 1.000,00 TL bilirkişi ücreti giderinin dava dilekçesindeki taleplerin kısmen ret durumu nedeniyle ve takdiren 3/4 oranına oranına isabet eden 750,00 TL’nin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
6-Dava kısmen kabul edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereği takdir edilen 5.100,00 TL maktu vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine,
7-Dava kısmen red edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereği takdir edilen 5.100,00 TL maktu vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
8-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatıranlara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.30/11/2021

Başkan

Üye

Üye

Katip