Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/397 E. 2022/916 K. 29.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/397
KARAR NO : 2022/916

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 20/12/2006
KARAR TARİHİ : 29/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; … AŞ’nin 24.03.2006 tarihinde yapılan 2002, 2003 ve 2004 faaliyet yıllarına ilişkin olağan genel kurul toplantısında gündem maddesi gereği yapılan görüşmeler ve şirket denetim kurulunun şirketin geçmiş yılları kapsayan faaliyetleri ile ilgili incelemelere yönelik oluşturduğu 09.09.2005 tarihli denetim kurulu raporu içeriğinin genel kurul bilgisine sunulduğunu, genel kurulun (5) no.lu kararı ile şirketi zarara uğratan davalılar hakkında sorumluluk davası açılmasına, bunun için TK gereğince şirket denetim kuruluna yetki verilmesine karar verildiğini, denetçi raporunda ayrıntısıyla açıklandığı üzere davalıların TK hükümlerine göre somut eylemlerle şirketi zarara uğrattıklarının tespit edildiğini, … 2001 yılı ortaklar sermaye apel ödemesinin …kuruluşu … AŞ’ye aktarılmasından doğan ve önceki yıllardan itibaren cüzi tahsilatlar haricinde donuk bir seyir takip eden 221.500 TL tutarındaki alacağını 14.10.2003’te Betonsan’dan gelen nakit ile tahsil ettiğini, ancak aynı gün bu nakdi tekrar …’e aktardığını, sonuçta Betonsan’dan olan alacağın bu kez …’den olan alacağa dönüştüğünü, bu nakit tahsilat ve ödemelerin nedeni konusunda firma kayıtlarından bir bilgi edinmenin mümkün olmadığını, alacak donuk niteliğini korumakta olup değişenin sadece borçlunun ismi olduğunu, neticede firmanın ödenmiş sermayesinin uzun dönemli olarak bir başka grup kuruluşuna örtülü sermaye ve \ örtülü kazancı anlatan Kurumlar Vergisi Kanunun (KVK) madde 16 ve 17’ye aykırı olarak finansman maliyeti karşılığı alınmaksızın aktarılmış göründüğünü, öte yandan …’dan yapılan tahsilatın …’e aktarılmasının 27.03.2003 tarihinde … 2. Sulh Ceza Mahkemesinin …ve… sayılı müteferrik tedbir kararına aykırı bir işlem oluşturduğunu, mahkemenin tedbir kararına rağmen grup kuruluşu Betonsan’dan alıp …’e aktardığı bu alacağın ise halen tahsil edilemediğini, şirket kasa hesabında muhasebe kayıtlarında gözükmekle birlikte fiilen mevcut olmayan 46,81 TL’nin gerekli takip yapılmayarak zarara dönüşmesinden ve sayım ve tesellüm noksanları hesabına atılmasından da davalıların müteselsilen sorumlu olduklarını, yönetim kurulu üyelerinin işletmenin kaynaklarını ticari amaçları doğrultusunda kendi ticari faaliyetleri için kullanılması gerekirken ticari teamüllere aykırı bir şekilde ve basiretsiz davranarak grup içi şirketlere, değersiz aktiflere ve çeşitli masraf unsurlanna yönelik kullanmalarının ve bu şekilde, şirketin bilerek ve isteyerek zarara uğratılmasının TK m. 2, 20, 320 ve 336/5’i ihlâl ettiğini, denetim kurulu üyelerinin de TK’nm kendilerine yüklediği kontrol ve uyarı görevini yerine getirmediklerini, bu nedenle yönetim kurulu üyelerinin verdikleri zararı tazminle mükellef olduklarını, büyük çoğunluğu …dahil faaliyet gösteren kuruluşlarda personel olan yönetim ve denetim kurulu üyelerinin, şirketi gayri faal tutmaları nedeniyle zarara uğrattıkları, muhasebe ilke ve prensiplerine aykırı işlemlere cevaz verdikleri, kendi dönemlerinde yapmış oldukları tasarruflar ve hatalı işlemlerle ilgili olarak gerekli prosedürü işletmemeleri ve gerekli önlemleri almamalan nedeniyle kusurlu olduklarını iddia ederek şirketin uğradığı zararın şimdilik 10.000 TL’sinin TK gereğince davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılardan …vekili 15.01.2007 tarihli cevap dilekçesinde özetle; öncelikle şirket denetçilerinin kim oldukları ve nasıl atandıklarının bilinmesi gerektiğini, bu konular açıklandığında görüleceği üzere denetçilerin TK’nın belirlediği usullerle belirlenmedikleri ve dava açma ehliyetlerinin bulunmadığını, TK’da yönetim kurulu ve denetim kurulu üyelerine kusur esasına dayanan bir sorumluluk yüklendiğini, yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna gidilebilmesi için bunların kusurlu hareketleri sonucunda bir zararın meydana gelmesi gerektiğini, oysa uyuşmazlık konusu olayda bu şartların oluşmadığını, dava dilekçesinde görüleceği üzere dava konusu işlemin tarihinin 14.10.2003 olduğunu, oysa müvekkilinin yönetim kurulu üyeliği görevinin 20/05/2003’te sona erdiğini, davacı şirketin 24.03.2006 tarihli genel kurul toplantısının ortak (olmayan kişilerce yapıldığını, dolayısıyla bu toplantıda alman kararların yok hükmünde olduklarını, ayrıca davacı yan tarafından ileri sürülen donuk alacak kavramının ne TK’da, ne de diğer bir mevzuatta yer aldığını, davacı şirketin alacaklarının verildiği firmalar olan … AŞ ile … AŞ’nin malvarlıkları olan, aktifleri bulunan şirketler lolduklarını ve bunlarm … şirketi olduklarını ve yapılan işlemlerin de rutin, olağan işlem olduğunu, ticaret hukukuna aykırılık teşkil etmediğini, ayrıca dava dilekçesinde yer aldığı üzere davacı şirket zarar durumunun da gerçekleşmediğini, dava dilekçesinde söz edilen şirketlerin yönetimin …’ye geçtiğini, söz konusu işlem nedeniyle müvekkilinin sorumlu tutulmasının açıkça hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu, dava dilekçesinde şirkete el konulma tarihinde kasada bulunması gereken 46,81 TL nakit tutarın mevcut olmadığının ileri sürüldüğünü, kasa sayımının ne zaman yapıldığının, …’nin kasayı kimden aldığının belli olmadığını, müvekkiline karşı açılan davanın tarihinin 22.12.2006 olduğunu, TK m. 341, 309 ve 335. maddelerinde yer alan zamanaşımı sürelerinin geçirildiğini, dolayısıyla öncelikle zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, ileri sürerek huzurdaki davanın reddini istemiştir.
Davalılardan … vekili 13.02.2007 tarihli dilekçesinde; … vekili 20.02.2007 tarihli dilekçesinde aynı yönde savunmalar ileri sürmüşlerdir.
Davalılardan …vekili, 09.04.2007 tarihli dilekçesinde özetle; TK’nın, anonim şirketlerde ortaklığın yönetim kurulu üyelerine karşı dava hakkını kullanmasını belirli şartlara tâbi tuttuğunu, buna göre zarar, kusur, zarar ile zarar verici eylem arasındaki illiyet bağı ve bu işlemin yönetim kurulu üyeleri tarafından idare ve temsil işleri kapsamında yapılmış olması şartlarının varlığının gerektiğini, ortaklıkça yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılacak davalarda genel kurul kararının varlığının dava şartı olduğunu, bu bakımdan öncelikle davacı tarafından dosyaya, dava açılmasına yönelik genel kurul kararının sunulması gerektiğini, bu eksikliğin mevcut olması durumunda davacı tarafından söz konusu eksikliğin giderilmesi aksi halde davanın şekli şart yokluğundan reddi gerektiğini, TK m. 309 gereğince müvekkiline yöneltilebilecek talebin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin, dava dilekçesinde beyan edildiği üzere, 20.05.2003 tarihinden şirketin yönetim ve denetimine el konulma tarihi olan 13.02.2004 tarihine kadar davacı tüzel kişiliğin yönetim kurulu üyesi sıfatını taşıdığını, müvekkilinin sorumluluğu tespit edilirken dava dilekçesinde olduğu gibi bir genellemeden değil, müvekkilinin görev yaptığı dönemde meydana gelen ve müvekkilinin doğrudan sorumlu olduğu hususların somut olarak tespiti gerektiğini, davacının da belirttiği gibi, şirket aleyhine … 2. Sulh Ceza Mahkemesinin …tarih ve … ve… sayılı müteferrik kararları ile şirketler aleyhine tedbir konulduğunu, o donem zarfında şirket yöneticilerinin tedbir kararlarına aykırı davranması hukuki açıdan mümkün olmamakla birlikte şirketin, ticari faaliyetlerini yerine getirebilmek için zorunlu bazı harcamalarını mahkeme izniyle yapmakta olduğunu, söz konusu zaruri ödemeler dışında şirketin adına hiçbir ödeme yapılmadığını, yapılmasının da mümkün olmadığını, denetim kurulu raporunda bahsedilmiş olan, ticari dayanaktan yoksun olarak diğer grup şirketlere yapılmış ödemelerin tespitinin neye dayanarak belirlendiğini anlamanın olanaksız olduğunu, davacı şirketin yönetim ve denetimine … tarafından 14.02.2004 tarihinde polis baskını ile el konulduktan sonra müvekkilinin şirkete girişine dahi izin verilmediğini, bununla birlikte yeni atanan yöneticilerin şirket ortaklarını ve yöneticilerini de yok saydıkları, ayrıca yeni yönetim tarafından mevcut kasaların ve şirket kayıtlarının durumunun bir tutanak ile resmi biçimde devir alınmadığının da bilindiğini, davacı şirket muhasebe kayıtlarına göre olması gereken, ancak fiilen mevcut bulunmayan 46,81 TL’den bahsetmekle beraber, bu miktarın hangi tarih itibariyle oluştuğu, kasa sayımının ne zaman yapıldığı, kasada bulunması gerekirken bulunmadığı iddia edilen bu bedelin şirkete el konulma tarihinden ne kadar sonra tespit edildiği gibi hususlarda hiçbir açıklama yapmadığını, bu nedenle, eğer şirket kasasında bir açık mevcut ise bundan müvekkilinin sorumlu olmadığını, davacı şirketin genel kurullarında şirket hesaplarının ve yönetim kurulu ve denetim kurulunun ibra edilmiş olduğu düşünülecek olursa, davacı tarafın şirket adına sorumluluk davası açmasının mümkün olmadığını, ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, … A.Ş.’nin denetim ve yönetim kurulu üyeleri olan davalılar hakkında açılmış sorumluluk davasıdır.
Yargıtay bozma kararı öncesi Mahkememizin 2006/833E. 2016/477K.sayılı ve 30/06/2016 tarihli kararında:
“Mahkemece deliller toplanmış, davanın niteliği gereği bilirkişi incelemesi yapılmıştır.
1. Rapor: Mali Müşavir …, Mali Müşavir … ve Yard. Doç. Dr. … tarafından düzenlenen raporda özet ve sonuç olarak, ticari hayatın işleyişi sırasında bir şirketin elinde bulunan fazla sermayenin aynı grup içinde yer alan diğer şirkete tahsis edilmesine ilişkin yönetim kurulu kararının olağan işlem niteliğinde olduğu, zararın varlığının ispatlanamadığı, yönetim kurulu üyeleri ve denetçilerin hukuka aykırı eylemde bulundukları ve şirketi zarara uğrattıklarına ilişkin kanıt bulunmadığı bildirilmiştir.
Rapora yapılan itirazlar üzerine ek rapor düzenlenmiş, ek raporda itirazlar cevaplanarak kök rapordaki görüş tekrar edilmiştir.
2. Rapor:…, …ve Mali Müşavir … tarafından düzenlenen raporda, davalıların zararlandırıcı işlemleri sebebiyle şirketin zarara uğrattıklarına ilişkin kanıt bulunmadığını bildirmişlerdir.
Düzenlenen ek raporda itirazlar cevaplandırılarak önceki görüş tekrarlanmıştır.
3. Rapor: …, Emekli Banka Denetçileri …ve … tarafından düzenlenen 04/05/2016 tarihli raporda da, davalıların kanuna, ana sözleşmeye aykırı eylemleri ve şirket zararının kanıtlanamadığı belirtilmiştir.
Toplanan deliller, birbirini doğrulayan bilirkişi raporları tümüyle dikkate alındığında şu sonuçlara ulaşılmıştır; davada yönetim kurulu ve denetçi olan davalıların 46,81 TL kasa açığından ve ..A.Ş hesabından … A.Ş ‘ye aktarılan 223.000,00 TL’nin tahsil edilememesinden dolayı sorumlu oldukları ileri sürülmektedir.
Dava konusu edilen 46,81 TL’lik kasa açığının ne şekilde ve ne zaman meydana geldiği, buna ilişkin usulüne uygun bir kasa sayımı yapılmamış olması sebebiyle belirsizdir. Bu nedenle belirtilen kasa açığının varlığı usulüne uygun şekilde tespit edilmemiş olduğundan davalıların sorumluluğu söz konusu değildir.
…A.Ş’ye apel ödemesinden gelen 250.000,00 TL’nin 230.000,00 TL’lik kısmının … Şirketlerinden … A.Ş’ye oradan döndükten sonra da … Şirketi … A.Ş’ye 223.000,00 TL olarak aktarıldığı ve bu paranın geri dönmemiş olduğu sabittir.
…A.Ş tarafından 223.000,00 TL’nin … A.Ş’ye ödünç olarak aktarılmasıyla ilgili olarak davalıların şirket genel kurulunda ibra edildikleri belirlenmiştir.
Somut olayda …A.Ş tarafından belirtilen alacağın … A.Ş’den talep edildiğine, yapılan takibin semeresiz kaldığına ilişkin bir delilin de bulunmadığı anlaşılmıştır.
Sonuç olarak, ticari hayatın gerekleri dikkate alındığında …Ticaret A.Ş tarafından 223.000,00 TL’nin … A.Ş’ye aktarılmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gibi bu işlemle ortaya çıkmış bir zararın da söz konusu olmadığı sonucuna ulaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekmiştir”
gerekçesiyle birleşen dava hakkında ayırma kararı verildiğinden, bu dosya yönünden karar verilmesine yer olmadığına ve asıl davanın reddolunmasına dair karar oluşturulmuştur.
Yargıtay 11.HD tarafından ve en son oluşturulan karar düzeltme konulu 2019/998E. 2020/3422K.sayılı ve 02/07/2020 tarihli kararda ise;
“Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen sair karar düzeltme istemlerinin reddine karar vermek gerekmiştir.
Dava, … tarafından yönetim ve denetimine el konulan … şirketlerinden … A.Ş.’nin önceki dönemlerde yönetim ve denetim kurulu üyesi olan davalıların, görevleri sırasında zarara neden oldukları iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Kural olarak, yönetim kurulu üyeleri şirket adına yaptıkları işlemlerden dolayı kişisel olarak sorumlu tutulamazlarsa da, TTK’nın 336. maddesinde belirtilen hallerde ortaklığa ve ortaklık alacaklılarına karşı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe tüm yöneticiler oluşan zarardan müteselsilen sorumlu olurlar. Yani yönetim kurulu üyelerinin görevlerini ifaları sırasında bir zarar oluşmuşsa, bu zararın üyelerin kusurlu eylemi sonucunda meydana geldiğinin kabulü gerekmektedir. Başka bir deyişle, Türk Ticaret Kanunu yönetim kurulu üyeleri için ispat yükü ters çevrilmiş kusur esasına dayanan bir sorumluluk öngörmüş ve yönetim kurulu üyeleri aleyhine kusur karinesi kabul etmiştir. Nitekim TTK’nın 338. maddesinde, yönetim kurulu üyelerinin kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ispat edemedikleri takdirde zarardan sorumlu oldukları düzenlenmiştir. Yine TTK’nın 337. maddesinde, yeni seçilen veya tayin olunan yönetim kurulu üyelerinin, seleflerinin belli olan yolsuz muamelelerini murakıplara bildirmeğe mecbur oldukları, aksi halde seleflerinin sorumluluklarına iştirak edecekleri belirtilmiştir. Denetim kurulu üyelerinin de kusursuz olduklarını ispat etmedikçe zarardan sorumlu bulundukları, TTK’nın 359. maddesinde düzenlenmiştir.
Somut olayda da davacı taraf, önceki dönemde yönetim ve denetim kurulu üyesi olan davalıların şirketi zarara uğrattıklarını ileri sürmüş, hangi eylemleriyle zararın doğduğunu dava dilekçesinde açıklamış, mahkemece bilirkişi raporlarına itibar edilerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, hüküm yeterli araştırma ve incelemeye dayanmadığı gibi, temel alınan bilirkişi raporları da uyuşmazlığı çözmeye elverişli değildir. Zira, mahkemenin kabulünün aksine, grup içi şirketlere aktarılan paranın şirket zararı olarak kabul edilebilmesi için yönetim kurulu üyeleri ve denetçiler aleyhine dava açılmadan önce esas borçlu dava dışı şirket hakkında borcun takibi amacıyla harekete geçilmesinin ve bunun semeresiz kalmasının, başka bir ifade ile alacağın tahsili hususunda gereken tüm hukuki yolların tüketilmesinin davalıların sorumluluğuna gidilmesinin ön şartı olarak görülmesi olanaklı değildir.
Öte yandan, TTK’nın 380. maddesinde düzenlenen ibra, yönetim kurulu üyeleri ve denetçilerin ortaklığın bir yıllık hasep dönemi içindeki çalışmalarından dolayı sorumluluklarının doğmayacağı, işlem ve faaliyetlerinin yasa ve ana sözleşme hükümlerine uygun bulunduğuna yönelik genel kurulun bir irade açıklamasıdır. Ancak, geçerli bir ibranın söz konusu olabilmesi için, başka bir anlatımla ibranın geçerli şekilde sonuç doğurabilmesi için, sorumluluğa esas işlem veya faaliyetin genel kurulda ayrıca ve açıkça tartışılması, normal düzeydeki bir ortağın anlayacağı şekilde ortaya konulması veya bilançoda gösterilmesi gerekir. Aksi halde, ilgililerin sorumluluğu söz konusudur. Bu itibarla, dava konusu eylemin faaliyet raporları ve bilançolara konu olup olmadığının, genel kurullarda değerlendirilip tartışılmak suretiyle ibra kararı verilip verilmediğinin de tespiti yapılmalıdır.
Bu durumda mahkemece, uyuşmazlığın aydınlatılması yükümlülüğü çerçevesinde yukarıda anılan iddianın öncelikle davacı için bir zarar olup olmadığı varsa miktarının denetlenebilir bir şekilde gerektiğinde bilirkişi kurulu marifeti ile kuşkuya yer bırakmaksızın saptanması, bu hususun şirket için bir zarar kalemi olarak kabulü halinde, yönetim ve denetim kurulu eski üyelerinin, TTK’nın 336 vd. maddeleri bağlamında ispat külfeti ters çevrilmiş kusur sorumluluğu ilkeleri çerçevesinde, kusursuzluklarını kanıtlayamamaları halinde oluşan zarardan sorumlu olduklarının ilke olarak kabulü ve ayrıca ibranın sonuç doğrulabilmesi için yukarıda da açıklandığı üzere açık ibra olması gerektiği hususları nazara alınarak sonucuna göre bir karar vermek gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı yazılı gerekçe ile hüküm tesisi doğru olmayıp kararın bozulması gerektiğinden Dairemizin 02.10.2018 tarih, 2016/14999 E-2018/5915 K. sayılı onama ilamının kaldırılarak mahkemece verilen kararın yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir”
gerekçesiyle bozma nedeni açıklanmıştır.
Mahkememizce verilen hükme yönelik temyiz sebepleri ileri sürülmüştür. Yargıtay tarafından ise sadece belirtilen hususlar bozma sebebi yapılmıştır. Bu durumda Yargıtay HGK’nin son uygulamaları doğrultusunda bozma kapsamı dışında kalan hususlarla ilgili mahkememizce artık inceleme yapılamayacağı için bu kısımlar için yeniden bir karar verilmesi yani dava dosyası yönünden kesinleşen hususların incelenebilmesi mümkün değildir. O halde bozma ilamıyla sınırlı olmak üzere yargılama yapılacaktır. Belirtilen bozma sebeplerinden anlaşılacağı üzere bozma “sınırlandırıcı” nitelikte olmayıp “araştırmaya ve tahkikatı genişletmeye” yöneliktir.
Yargıtay bozma ilamına Mahkememizce uyulmuş olmakla bu çerçevede yargılamaya devam olunmuştur.
Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2015/6623 E.-2015/8697 K.sayılı emsal uygulamaları çerçevesinde, 6762 sayılı TTK’nın 341. maddesi uyarınca davalı eski yöneticiler ve denetçiler tarafından şirketin zarara uğratıldığı iddiasına dayalı olarak sorumluluk davasının açılmış olması, sorumluluk davasına esas olan yılların 2001,2002,2003 yıllarına ait olmakla birlikte davacı şirketin sorumluluğa esas zararı 09/09/2005 tarihli denetim raporundan ileri sürmüş olması, aksine bir belge ve bilginin mevcut olmaması, buna göre beş yıllık zamanaşımı süresinde davanın açılmış olması, ayrıca asıl davanın 2006 tarihinde açılmış olup, bu durumda yönetici ve denetçilerin zarara sebebiyet verdiği iddia olunan eylemlerinin görevde kaldıkları sürece devamlılık arz ettiği ve sorumluluklarının da görevlerinin sona erdiği tarihe kadar devam edeceği yönündeki Yargıtay uygulamasının kabulü nedeniyle ile işbu alacak kalemi için açılan sorumluluk davasında zamanaşımı süresinin Yargıtay uygulaması çerçevesinde davalıların görevlerinin son bulduğu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı yönündeki yargısal uygulamanın mevcut bulunması karşısında zamanaşımına yönelik tüm defilerin hüküm öncesi reddine dair karar oluşturulmuştur.
Ayrıca dava açılmadan önce gerekli izin kararı alınmış olduğunun ve dosyada mevcut olduğunun tespiti karşısında Yargıtay bozma ilamı dahi dikkate alınarak yargılamaya devam edilmiştir.
Asıl dava dosyasındaki davalı … dava tarihi itibariyle vefat eden kişi konumunda bulunması karşısında bu durumun usuli açıdan ele alınması gerekir. Adı geçen davanın açılmış olduğu 2006 tarihi itibariyle 1086 sayılı HUMK hükümleri yürürlüktedir. Buna göre gerek Yargıtay kararları gerek bu uygulamayı benimseyen BAM kararı ve Mahkememizin kararlarının içeriği dikkate alındığında davalı … mirasçıları aleyhine açılan davanın usuli açıdan değerlendirilmesi yapılmalıdır.
“HMK’da da usuli kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de, bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtayın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır; çünkü mahkemenin bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli müktesep hak doğmuştur. Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usuli kazanılmış hak” ya da “usuli müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.02.1988 tarihli ve 1987/2-520 E., 1988/89 K. sayılı kararında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak denilmektedir…” şeklinde tanımlanmakta olup ayrıca Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Kamu düzenine aykırılık da usuli kazanılmış hakkın istisnalarından bir diğeridir. Gerçekten de kamu düzeninden sayılan bir husus ile usuli kazanılmış hak çelişiyorsa bu hâlde kamu düzeninden sayılan hâl usuli kazanılmış hakkın önüne geçecektir. Hak düşürücü süre kamu düzeninden sayılmakla hak düşürücü süre söz konusu ise usuli kazanılmış haktan bahsedilemeyecektir. Nihayet son olarak Yargıtayın kararı her türlü yorumun, hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında, açıkça ve tartışmasız şekilde başka bir şekilde yorumlanamayacak açıklıkta maddi hataya dayalı ise ve onunla sıkı sıkıya bağlı olduğu halde usuli kazanılmış hak ilkesi uygulanmayacaktır. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata yapılması halinde, bu hata, usuli kazanılmış hak oluşturmayacaktır” (Yargıtay HGK 2018/ (21) 10-948E. 2021/416K.sayılı ilamı)
Somut olayda Yargıtay bozma kararında adı geçen …’ın dava tarihinde ölü olduğu, bu hususun mevcut kayıtlarda açıkça ve tartışmasız şekilde anlaşıldığı, esasen dava tarihi itibariyle denetçi …’ın dava ehliyetinin mevcut olmadığı, dava ehliyetinin 1086 sayılı HUMK döneminde dahi kamu düzenine ilişkin ve resen düzenlenmesi gereken usuli bir durum olduğu, kamu düzeninden kayılan bu halin her halde ve öncelikle ele alınması gerektiği anlaşılmakla denetçi … yönünden bu çerçevede karar oluşturulması gerekmiştir.
Hal böyle asıl davada davacının dava tarihi itibariyle vefat eden … aleyhine açılan davanın usulden reddolunması gerekmektedir. Nitekim ilk kararda asıl davadaki davalı olup dava tarihi itibariyle ölü olduğu anlaşılan … yönünden dahi dava reddolunmuştur. Zaten bu husus daa ehliyetine ilişkin olmakla kamu düzenindedir ve usuli kazanılmış hak dahi oluşturamaz. O halde bozma ilâmına uyulması dahi bu durumu ortadan kaldıramaz. Bu nedenle bozma ilamında işaret olunduğu üzere tüm davalılar yönünden bozma ilamı oluşturmakla birlikte … yönünden bu şekilde hukuki değerlendirme yapılmıştır. (Yargıtay 11.HD 2015/1532/15321E. 2017/3070K.; 2015/1112E. 2015/8659K.sayılı ilâmları) Adı geçen Yargıtay bozma ilâmları gözetilerek … yönünden bu çerçevede hüküm oluşturulmuştur.
Yargıtay bozma ilamının gereğinin tam olarak icrası için; dosyada mevcut olan ibra kararı içeriği dikkate alındığında ve Yargıtay bozma ilamı karşısında, dosyada mevcut olan ibranın dava konusu olan sorumluluğa esas olan işlem ve faaliyetin genel kurulda ayrıca ve açıkça tartışılıp tartışılmadığı, normal düzeydeki bir ortağın anlayacağı şekilde ortaya konulup konulmadığı, bilançoda gösterilip gösterilmediği, sorumluluğa esas kılınan miktarların bu çerçevede ayrıca ve açıkça yazılıp yazılmadığı, dava konusu eylemin faaliyet raporları ve bilançolara konu olup olmadığı, genel kurulda değerlendirilip değerlendirilmediği, bu çerçevede Yargıtay uygulamasına uygun olarak dava konusu eylem nedeniyle usulüne uygun olarak alınmış bir ibra kararının muhasebesel, işletmesel yönden mevcut olup olmadığının bilirkişi kurulu tarafından tartışılması amacıyla bilirkişi kurulundan ek rapor alınmıştır.
Bilirkişi kurulu sunmuş olduğu 13/10/2022 tarihli ek raporda, ibra kararı bakımından yapılan incelemede şirketin zararların görüşüldüğü 24/03/2006 tarihli ve 2002-2003-2004 yıllarına ilişkin genel kurul toplantısında, toplantı tutanağına ve ilan edilen sicil gazetesi kayıtlarına göre gündemin 4.numaralı bilanço kâr, zarar hesaplamalarının onaylanmasına dair karar oluşturduğu belirterek zarar doğurduğu iddia olunan işlemler yönünden bir ibradan söz edilemeyeceği noktasında görüş açıklamış olmakla birlikte bu noktada Mahkememizce de ayrıca bir değerlendirme yapılacaktır.
6762 sayılı TTK döneminde anonim şirketlerde denetleme kurulu, şirketin yönetim kurulu ve genel kurul gibi, zorunlu organlarından bir diğeridir; onun mevcut olmaması şirketin feshi ve tasfiyesini gerektirir. 6762 sayılı TTK’nin 347/1 maddesi gereğince denetim kurulu bir veya beşi geçememek üzere birden çok denetçi (murakıp) tarafından teşkil edilir. (…) TTK’nın 380. maddesi gereğince ibra hâlinin geçerli sayılabilmesi için şirket zararının dayanağı olarak ileri sürülen konuların, genel kurulda ayrı ayrı ve gerekli açıklıkta ve hatta orta yetenekli bir şirket ortağının anlayabileceği bir konuşma diliyle ele alınıp müzakere konusu yapılmış olması zorunludur.” (Mahkememizin 2017/54E. 2017/777K.sayılı dosyasına istinaden oluşturulan Yargıtay HGK 2018/11-101E. 2021/1461K.sayılı kararı) Ne var ki somut olayda …dışındaki diğer davalı yönetim kurulu üyesi ve denetleme üyeleri yönünden sorumluluğa esas olan işlem ile ilgili açık bir tartışmanın yapılması, normal düzeydeki bir ortağın anlayacağı şekilde işlemin ortaya konulması veya bilançoda gösterilmesi hali söz konusu olmadığı gibi aksine somutlaştırılmış bir vakıa ve delil yoktur.
Hal böyle olunca ibra kararının asıl dosyadaki …. dışındaki diğer davalılar lehine sonuç doğurabilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle ise bozma ilamında işaret olunduğu üzere davacı için bir zarar olup olmadığı varsa miktarının ne olduğu hususunun dahi saptanması gerekmektedir.
Bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan 13/10/2022 tarihli ek rapor içeriği dikkate alındığında “223.000,00TL davacı iddiasına göre 221.500,00 TL’nin akıbeti bakımından, kök rapordaki mali tespitlere göre, davacı şirketin banka hesabından 230.000TL’nin …’ın … şubedeki hesabına gönderildiğine dair kayıt 20.09.2001 tarihinde davacı muhasebe defterlerine … yevmiye numarası ile kaydedildiği, bu ödemenin 20.09.2001 tarihinde davacı şirketin banka hesabından yapıldığı, … A.Ş. … şubesinin 20.09.2001 tarihli …: 0379 sayılı dekontundan tespit edildiği, bu borca mahsuben davacı şirket tarafından 01.04.2002 tarihinde 1.500 TL ve 15.10.2002 tarihinde 2.000TL tahsil edildiği, 31.12.2002 tarihli davacı şirket bilançosunda görünen alacak tutarının 226.500 TL olarak gösterildiği tespit edildiği, 2003 yılına devreden 226.500 TL’ye alacağa mahsuben 01.04.2003 tarihinde 5.000 TL tahsil edildiği, 14.10.2003 tarihinde 221.500 TL tahsil edildiği ve böylece davacı şirketin …AŞ.’den alacağının 14.10.2003 tarihi itibariyle tamamen tahsil edilmek suretiyle sona erdiğinin davacı şirket kayıtlarından tespit edildiği, 14.10.2003 tarihinde davacı şirket tarafından … A.Ş.’ye 223.000 TL borç verildiğinin davacı şirket kayıtlarından tespit edildiği, 31.12 2003 kapanış kayıtlarında davacı şirketin … A.Ş.’den alacağının 223.000 TL olarak kayıtlı olduğu, şu halde 223.000 TL’nin şirketten çıkış tarihinin 14.10.2003 olduğu, ilaveten, kök raporda mali tespitlere göre, davacı şirket kayıtlarından çıkarılan defter-i kebir muavin kayıtlarından 31.08.2004 tarihinde … numaralı fiş ile … numaralı yevmiye maddesi olarak 48,81 TL kasa hesabı sayım ve tesellüm noksanları hesabına borç kaydı yapıldığı, 223.900 TL tahsil edilmeyen borca ilave olarak kasa açığı 48,81 TL’lik bu miktarın şirketten çıkış tarihi tespiti mümkün olmamakla birlikte eksikliğin tespit edildiği tarih olan 31.08.2004 tarihinin nazara alınabileceği” şeklinde görüş bildirmiştir.
… dışındaki diğer tüm davalıların göreve başladıkları itibaren 6762 sayılı TTK’nın 353 ilâ 357. maddeleri ile kendilerine yüklenen görevleri ihmâl ettikleri, zira gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsalardı göreve başladıkları tarihten sonra davalı denetim kurulu üyesi … ile diğer yönetim kurulu üyesi olan davalıların davacı olan şirkete ait ve tahsil edilen nakit kaynağı şirket için ve aktif olarak kullanmak yerine dava dışı grup şirkete yeniden borç vererek yeniden tahsil edilen bu kaynağı yeniden pasif hale dönüştürdüğü, hatta dava tarihi itibariyle ve halihazırda dahi bu kaynağın şirketten haksız ve gereksiz olarak çıkmasına sebebiyet verdikleri, şirketin açık şekilde bir zararının oluşmasına yol açtıkları denetim kurulu üyesinin gerekli uyarı ve bilgilendirmeleri yapabileceği, görevini ihmâl etmeleri nedeniyle oluşan zarar ile bu eylemleri arasında illiyet bağının bulunduğu, esasen yönetim kurulunda yer alan üyelerin bu zarara almış oldukları karar ile bizzat yol açtıkları, bu nedenle davalıların görev yapmış oldukları dönemde meydana gelen zararlardan dolayı müteselsilen sorumlu bulundukları Mahkememizce kabul edilmiştir. (Yargıtay HGK 2018/11-101E. 2021/1461K.sayılı ilâmından kısmen hareket edilmiştir)
Esasen bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 13/10/2022 tarihli ek rapor içeriği, Yargıtay bozma kararında belirtilen hususlar çerçevesinde yapılan inceleme ve araştırmaları içermekte olan gerekçeli ve denetime elverişli rapor niteliğindedir.
Nitekim emsal olaya ilişkin Yargıtay uygulamasında da “dava, davacı şirketin yönetim kurulu üyesi ve denetçisi olan davalıların davacı şirkete ait kaynakları … şirketlerinin hisselerini almak suretiyle tükettikleri ve bu şekilde davacı şirketi zarara uğrattıkları iddiasına dayalı maddi tazminat istemine ilişkin olup mahkemece, davalı …dışındaki davalılar yönünen kabul edilen miktarın 10.000,00 TL’sine dava tarihinden, bakiye 688.096,00 TL’sine ise ıslah tarihinden itibaren işleyecek avans faizine hükmedilmiş ise de; dava dilekçesinde hükmedilecek tazminata zarar tarihinden itibaren faiz işletilmesi talep edilmiş olmakla dava konusu tazminat taleplerine ilişkin zarar kalemlerinden dava dışı … A.Ş., … San. A.Ş. ve … A.Ş.’den hisse alınarak oluşan toplam 454.636,00 TL zararın 25.06.2003 tarihinde, dava dışı … A.Ş. ve… A.Ş.’den hisse alınarak oluşan toplam 243.460,00 TL zararın 03.07.2003 tarihinde vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece, talep edilen tazminata dayanak zarar kalemlerinden her birinin, dava dışı şirketlerden, yukarıda belirtilen hisse alım tarihleri itibariyle oluştuğu kabul edilerek, anılan zararların vuku bulduğu tarihlerden itibaren avans faiziyle tahsiline karar verilmesi gerekirken, yukarıda yazılı şekilde dava ve ıslah tarihleri dikkate alınarak avans faizine hükmedilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiş ise de, anılan bu yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, HUMK 438/7 maddesi uyarınca mahkeme kararının düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir” (Yargıtay 11.HD 2019/1504E. 2020/33K.sayılı)
gerekçesi somut olay yönünden hem kusur hem faiz başlangıcı açısından hem kusur hem faiz başlangıcı açısından emsal niteliğindedir.
Davalıların …Tic.A.Ş.’de yönetim kurulu ve denetim kurulu üyesi oldukları dönemde şirket ortaklarının apel ödemesinden gelen miktarın bir kısmının dava dışı şirkete borç olarak verildiği, bu miktarın dahi halen ödenmediği, ödenmeyen bu miktarın takibinin yapılmayarak ödeme yapması mümkün olmayan şirkete bu miktarın aktarılmasına yol açtıkları, bu şekilde yönetim ve denetim kurulu üyesi oldukları şirketin mal varlıklarını tükettiklerini kabul etmek gerekir. O halde uygulanması gereken 6762 sayılı TTK m.336 ve devamı hükümleri karşısında davalıların kusursuzluklarını kanıtlayamamaları ve geçerli bir ibranın bulunmadığı kabulü karşısında doğan zarardan asıl dosyadaki davalılar sorumlu olacaktır.
Dava dilekçesine konu edilen miktar ve akabinde ıslah ile arttırılan miktar söz konusu olmakla birlikte faiz yönünden zararın nedeninin haksız fiile dayandığı mutlak suretle dikkate alınmalıdır. Nitekim davacı vekili dahi dava dilekçesinde açıkça zararın oluştuğu tarihten itibaren avans faizi talep etmiştir.
Buna göre haksız fiilden doğan tazminat alacaklarında kural olarak faiz başlangıcı olay tarihidir. Zarar gören, tazminat alacağına zararın doğduğu an hak kazanır. Haksız fiillerde olayın vuku tarihinde alacağın muaccel olduğu ve dolayısıyla borçlunun temerrüde düştüğü kabul edilmekte haksız fiil failinin temerrüdü için ayrıca alacağı istemeye yönelik ihtar keşide edilmesine gerek bulunmamaktadır. Bu konuda, olay tarihinde yürürlükte olan Yargıtay uygulaması dahi bu yöndedir. Bilirkişi kurulunca hesaplanan toplam zarar kalemi 223.046,81 TL olup bu alacak kaleminin 223.000,00TL’lik kısmı 14/10/2013 tarihi itibariyle ve 46,81 TL alacak kısmı ile ilgili zarar ise 31/08/2004 tarihi itibariyle oluşmuştur. Bu nedenle bu miktarlara belirtilen tarihten itibaren ve işin ticari olması nedeniyle avans faizi işletilmesi takdir olunmuştur. (Yargıtay 11. HD 2019/1504E. 2020/33K.sayılı kararı) O halde dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi söz konusu olamayacaktır. (Yargıtay 11.HO 2019/1504E. 2020/33K.sayılı ilâmı)
Yapılan açıklamalar karşısında dava dilekçesinde adı geçen davalı …, dava tarihinden önce ölmüş olduğundan ve ölü şahsa karşı davanın dava tarihi itibariyle açılamayacağından dolayı davalı … aleyhine açılan davanın usulden reddine, davacı tarafından davalılar …, …, …, …, …, …, … aleyhine açılmış olan davanın kabulüne, bu suretle dava dilekçesine konu edilen 10.000-TL ile ıslah ile arttırılan 213.046,81-TL olmak üzere ve sonuç olarak 223.046,81-TL alacak yönünden; 223.000,00-TL alacak kısmının 14/10/2003 tarihinden ve ayrıca 46,81-TL alacak kısmının ise 31/08/2004 tarihinden itibaren işleyecek TCMB ‘nın kısa vadeli kredilere uygulanan avans faizi ile birlikte adı geçen davalılardan -tahsilde tekerrür olmamak üzere- müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, birleştirilen İstanbul 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018/513 E.sayılı dosyası hakkında daha önce ayırma kararı verilmiş olduğundan bu dosyada karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Dava dilekçesinde adı geçen davalı …, dava tarihinden önce ölmüş olduğundan ve ölü şahsa karşı dava, dava tarihi itibariyle açılamayacağından dolayı davalı … aleyhine açılan davanın usulden reddine,
Davacı tarafından davalılar …, …, …, …, …, …, … aleyhine açılmış olan davanın kabulüne,
Bu suretle dava dilekçesine konu edilen 10.000-TL ile ıslah ile arttırılan 213.046,81-TL olmak üzere ve sonuç olarak 223.046,81-TL alacak yönünden;
223.000,00-TL alacak kısmının 14/10/2003 tarihinden ve ayrıca 46,81-TL alacak kısmının ise 31/08/2004 tarihinden itibaren işleyecek TCMB ‘nın kısa vadeli kredilere uygulanan avans faizi ile birlikte adı geçen davalılardan -tahsilde tekerrür olmamak üzere- müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,
2-Davacı harçtan muaf olduğundan peşin alınan 135,00-TL harcın karar kesinleştiğinde istek halinde davacıya iadesine,
3-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 15.236,32‬ harcın davalılar …, …, …, …, …, …, …’ndan -tahsilde tekerrür olmamak üzere- müştereken ve müteselsilen tahsili ile hazineye gelir kaydına,
4-Davacı tarafından yapılan 756,00 TL tebligat, posta gideri ile 15.600,00TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 16.356‬,00TL yargılama giderinin davalılar …, …, …, …, …, …, …’ndan -tahsilde tekerrür olmamak üzere- müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,
5-Davalı … dışındaki davalılar tarafından yapılan masrafın üzerilerinde bırakılmasına,
6-Davacı vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince dava değeri olan 223.046,81TL üzerinden tek olarak hesaplanan 34.226,55 TL vekalet ücretinin davalılar …, …, …, …, …, …, …’ndan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,
7-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın iadesine,
8-Birleştirilen … 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin …E.sayılı dosyası hakkında daha önce ayırma kararı verilmiş olduğundan bu dosyada karar verilmesine yer olmadığına,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı diğer taraf vekillerinin yokluğunda kararın tebliğinden itibaren on beş günlük süre içinde Yargıtay nezdinde temyiz yasa yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.29/12/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip