Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/380 E. 2022/814 K. 13.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/380
KARAR NO : 2022/814

DAVA : Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 24/07/2020
KARAR TARİHİ : 13/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 08.12.2006 tarihli bayilik sözleşmesi kapsamında müvekkil şirketin, bayilik sözleşmesinin imzalandığı tarih olan 08.12.2006 tarihi ile davalının bayilik sözleşmesini tek taraflı olarak haksız feshettiği tarih olan 29.11.2019 arasında … bayisi ve yetkili olarak hizmet verildiği, davalı yetkili servis ve bayilik sözleşmesini haksız ve hukuka aykırı olarak feshettiği, davalı şirketin tek taraflı feshinin haksız ve hukuka aykırı olduğu, müvekkili şirketin bayilik ve servis hizmetinde satış sonrası müşteri memnuniyetinde Türkiye ortalamasının altında kaldığı ve şikâyet ortalamasının Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu dönem, müvekkil şirketin müşterilerine hizmet verdiği… ve servisin büyütülmesi için showroom ve servis duvar ve zemin seramikleri, tuvaletler, satış ve müşteri kabul ofisleri, dış cephe ve aydınlatmanın tümüyle yenilendiği, böylesine geniş çaplı inşaatın olduğu bir ortamda hizmet verilirken müşteri memnuniyetinde kısa süreli kısmi bir azalma yaşanmasının son derece normal olduğu, davalı şirketin müvekkil şirkete belirtilen sözleşme hükümleri gereğince herhangi bir süre tanımadan fazla ödenen primin iadesine dair herhangi bir bildirimde bulunmadan sözleşmeyi tek taraflı olarak feshedildiği, fesih bildiriminden itibaren otuz gün içinde fazla ödenen primin iadeşi talep edildiği, haklı davanın kabulü ile davalı farafın sözleşmeyi haksız feshi sebebiyle müvekkilin uğramış olduğu zararın tazmini için 25.000TL ile denkleştirme alacağı olarak 25.000 TL olmak üzere fazlaya dair haklar saklı kalmak kaydı ile toplamda 50.000 TL’nin ve bu tutara sözleşmenin fesih tarihi olan 29.11.2019 tarihinden itibaren işletilecek avansa faizinin davalı şirket tarafından müvekkili şirkete ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin davacının prim taleplerindeki aşırı yükselişten şüphelenince bu işlemleri incelemeye aldığı, bir mali müşavirlik firmasının da yapmış olduğu incelemeye istinaden şüpheli görünen 1727 adet işlemin faturalarını ve iş emirlerini talep ettiğini, davacının müvekkil şirketin tespit ettiği şüpheli işlemlere ilişkin talep edilen faturaları müvekkili şirkete göndermediğini, müvekkili şirketin davacının prim taleplerindeki aşırı yükselişten şüphelenince bu işlemleri incelemeye aldığımı, 2017 yılının ilk aylarından başlayarak prim tutarlarının her ay artarak devam ettiğini, bu artışın 1,5 yıllık süreçte neredeyse 10 katına çıktığının tespit edildiğini, bu konuda şüpheli işlemler yapıldığından şüphelenildiğini, davacının müvekkil şirketten temin edilmeyen parçaları orijinal yedek parça gibi gösterdiğini, kullanılmaması gereken kodlar kullanarak yedek parça satışı yapmış gözüktüğünü, bu şekilde kendilerine yüksek meblağlı prim ödemesi sağladıklarını, davacının müvekkil şirketten temin edilmemesine rağmen orijinal parçaların temin edilmiş gibi gösterildiği, kullanılmaması gereken kodlar kullanılarak yedek parça satışı yapmış gibi gösterildiği, sisteme bu şekilde işlenen yedek parçalar sebebiyle davacının lehine yüksek meblağlı prim ödendiğini, davacının bu tarz kötü niyetli işlemleri nedeniyle müvekkil şirketten 2017 ve 2018 yıllarında en az 468.643,00 TL * KDV haksız prim aldığının tespit edildiğini, davacının her ne kadar dava dilekçelerinde işyerinin yenilenmesi ve tadilatı sebebiyle müşteri memnuniyetinin düştüğünü, bu yenileme ve tadilatın da müvekkil şirket tarafından talep edildiğini ileri sürseler de bu beyanların gerçek dışı olduğunu, davacının tadilat çalışmalarının uzun sürmesinin işyeri alanının arttırılması sebebiyle olduğunu, davacının müvekkil şirket için değil başka firmalar ve markalar için bu tadilatı bir yatırım olarak yaptıklarını, metrekare artışının müvekkil şirket ile ilgisinin olmadığını, ancak bu davranışın müvekkil şirket müşterilerinin memnuniyet oranında düşüş yaşanmasına sebep olduğu, davacının sözleşmesel yükümlülüklerini yerine getirmesi için bayilik servis sözleşmesi uyarınca resmi olarak otuz günlük süre verilmişse de fiili olarak bu süreden çok daha uzun bir süre beklendiğini, müvekkil şirketin haklı olarak hem yedek parça prim sistemindeki yaptırımı kullanması hem de bu davranış sözleşme uyarınca fesih sebebi olduğundan sözleşmeyi feshetmenin mümkün olduğu, davacının kötüniyetli ve hileli işlemleri hakkında savunması istendiğinde herhangi bir delil sunmayıp afaki ve soyut cümlelerle kendini savunmasının taraflar arasındaki güveni sarstığı, davacının sözleşmesel yükümlülüklerini ihlal etmesinden kaynaklanan ve davacının hileli işlemleri nedeniyle güven ilişkisinin zedelenmesinden dolayı haklı sebeple sözleşmeyi feshettiği, sözleşmesi haklı sebeple feshedilen bayi/servisin herhangi bir tazminat talebinde bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine, yargılama masrafları ile vekalet ücrerinin davacıdan tahsil edilmesini savunmuştur.
Taraflar arasında düzenlenen 08/12/2006 tarihli bayilik sözleşmesinde davacının bayilik alan, davalının bayilik veren olduğu, taraflar arasındaki uyuşmazlık ve işletmenin yönetim tarzı ve amacı dikkate alındığında taraflar arasındaki sözleşmenin davalının düzenlemiş olduğu ihtarnamelerde belirtilen nedenler çerçevesinde davalı tarafından feshinin söz konusu olup olmadığı, ayrıca feshin sözleşme hükümlerine uygun olup olmadığı, feshe konu bu ihtarnamelerde belirtilen şekilde tarafların sözleşme yükümlülüklerine uyup uymadıkları, dayanak sözleşmenin ilgili maddeleri çerçevesinde bayilik sözleşmesinin feshinin davalı açısından gerekip gerekmediği, varılacak sonuca göre davacının kâr kaybına ilişkin uğradığını belirttiği zararların tazmini ile denkleştirme tazminatı alacağı talebi yönünden tarafların talep edebilecekleri miktarlar ve sorumluluklarının ne olduğu, tarafların aleyhine sonuca varılmasını gerektiren muhasebesel kaydın taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarında yer alıp almadığı, ne şekilde yer aldığı, davacının beyan ve talepleri ile davalının beyan ve savunmaları dikkate alındığında tarafların hak, yükümlülük ve sorumlulukları karşısında halihazırda belirsiz durumdaki zarar tazminatı ile denkleştirme tazminatı alacağına ilişkin kalem türleri ve miktarları gözetildiğinde davacının davalıdan tazminat talep etme hakkının bulunup bulunmadığı noktalarında uyuşmazlık toplanmaktadır.
Uyuşmazlık hususlarının araştırılması için atanan bilirkişi kurulu 15/06/2021 kök raporlarında, davacı olan şirketin kendisine ait olan ve raporda özellikleri yazılan araçlarla ilgili 2017 yılı Ocak ayı ve 2018 yılı Kasım ayı arasında yani yaklaşık 20 aylık dönem içinde bir aracı için 4 adet jant değişimi ve 28 adet lastik değişimi, yine bir başka araçları için 6 adet jant değişimi 39 adet lastik değişimi, yine başka bir araçları için 16 adet jant değişimi, 26 adet lastik değişim, yine başka bir araçları için 16 adet jant değişimi, 36 adet lastik değişimi yaptığı, DMS sisteminde yapılan incelemelerde, davacıya ait olduğu iddia edilen şase numaralı araçlarda, teknik olarak değişim süresi tamamlanmadan ve olması gereken sayıların çok üstünde lastik ve jant değişimleri yapıldığı, bu değişimler için faturaların düzenlenmiş olduğu, kayıtlarda görüldüğü, davalı tarafından ibraz edilen bayi denetim raporlarının, davacı taraf yetkilileri ve davalı taraf çalışanları tarafından karşılıklı olarak imzalandıklarının görüldüğü, bayi denetim raporlarında, davacı bayiinin sözleşme sorumluluğunda olan niteliksel hususlar hakkındaki eksikliklerin olduğu, müşteri memnuniyeti hususunda bölge ve Türkiye ortalamaları altında kaldığı, recall kampanyası adı verilen ve araç sahiplerinin servise geri çağrılarak, teknik hususlarının giderilmesi hususunda aksiyonlar alınmadığı, iş emirleri hazırlanması hususunda eksikliklerinin olduğunun tesipt edildiği, bayi ve bölge müdürü ile karşılıklı imzalandığının görüldüğü, müşteri şikayet oranları hususunda, davacıya ait … ve … Şubelerinin, Türkiye ve bölge ortalamasının çok üstünde olduğu ve yaklaşık 4100 daha fazla oranda müşteri şikayeti olduğu, ibraz edilen raporlarda görüldüğü, karşılıklı olarak imzalanan bayi denetim raporlarında, davacıya ait şubelerdeki teknik eksiklikler ve düşük kalan skorlar görüldüğü, davacı tarafın davalı taraftan talep ve tahsil ettiği jant ve lastik satışları ile ilgili performans prim detay listelerinin dosya muhteviyatı ve … sişteminden incelemesi sonucunda, davacı tarafından hakkedildiği iddia edilen prim tutarının doğru olmadığı, prime esas olduğu iddia edilen tüm jant ve lastiklerin davalı taraftan satın alınmadığı, davalı tarafından gerçekleştirilen sözleşmeye aykırılıkların taraflar arasındaki sözleşmenin 44.maddesi bakımından davalı tarafa sözleşmeyi haklı sebeple feshetme hakkı sağladığı, davalı tarafından sözleşmeye aykırılıkların giderilmesi amacıyla davacıya … 11. Noterliğinin … tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile otuz günlük süre tanındığı, aykırılıkların giderilmemesi nedeniyle davalı tarafın haklı sebeple fesih imkanı elde ettiği, buna dayalı olarak da sözleşmenin haklı sebeple feshinin gerçekleştiği; yine davalı tarafından gerçekleştirilen bu davranışların takdiri Mahkemeye ait olmak üzere, taraflar arasındaki güven ilişkisini sarsan, hukuki ilişkinin devamını çekilmez hale getiren bir olgu niteliğinde olduğu, sözleşmenin çekilmez hale geldiği kabul edilerek olağanüstü fesih için aranan haklı sebebin de olayda varlığının kabul edilebileceği, buna dayanarak haklı sebeple feshin de hüküm ve sonuçlarını doğurabileceği, bu nedenle davacının bir tazminat hakkı bulunmadığı, heyet üyelerinin sözleşmenin haklı nedenlerle fesh edildiği kanaati nedeniyle sözleşmenin 44.2 maddesi nedeniyle kar kaybı hesaplaması yapılamayacağı, davacı tarafından hakkedildiği iddia edilen prim tutatının doğru olmadığı ve prime esas olduğu iddia edilen tüm jant ve lastiklerin davalı taraftan satın alınmadığının tespit edildiği, denkleştirme tazminatı hesaplanması noktasında karar vermesi durumunda davacının talep edebileceği denkleştirme tazminatı üst sınır beş yıllık net primin ortalaması 1.511.695,32’TL (7.558.476,61/5) olarak tespit edildiği” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Kök rapora itiraz dilekçesi sonrası ise inceleme yapan bilirkişi kurulu 16/06/2022 tarihli raporda ise “müşteri adı … ŞTI şaşe … jant değişimi 4, lastik değişimi 28 adet, parça tutarı 79.372 TL, müşteri adı …ŞTİ, şaşe …, jant değişimi 6, lastik değişimi 39, parça tutarı 100.896 TL, müşteri adı … KOLL ŞTİ, şaşe …, jant değişimi 16, lastik değişimi 24, parça tutarı 97.659 TL, müşteri adı … ŞTİ, şaşe …, jant değişimi 16, lastik değişimi 36, parça tutarı 98.197 TL, toplam fatura tutarı 376.124 TL olduğu, DMS sisteminde yapılan incelemelerde, teknik olarak değişim süresi tamamlanmadan ve verilen tarih aralıklarına göre yapılan tespit edildiği, olması gereken sayıların çok üstünde lastik ve jant değişimleri yapıldığı
, bu değişimler için faturaların düzenlenmiş olduğu, davalı tarafından ibraz edilen bayi denetim raporlarının, davacı taraf yetkilileri ve davalı taraf çalışanları tarafından karşılıklı olarak imzalandıklarının görüldüğü, bayi denetim raporlarında, davacı bayiinin sözleşme sorumluluğunda olan niteliksel hususlar hakkındaki eksikliklerin olduğu, müşteri memnuniyeti hususunda bölge ve Türkiye ortalamaları altında kaldığı, recall kampanyası adı verilen ve araç sahiplerinin servise geri çağrılarak, teknik hususlarının giderilmesi hususunda aksiyonlar alınmadığı, iş emirleri hazırlanması hususunda, eksikliklerinin olduğu tespitleri olup, bayi ve bölge müdürü ile karşılıklı imzalandığı, müşteri şikayet oranları hususunda, davacıya ait … ve … Şubelerinin, Türkiye ve bölge ortalamasının çok üstünde olduğu ve yaklaşık %100 daha fazla oranda müşteri şikayeti olduğu, karşılıklı olarak imzalanan bayi denetim raporlarında, davacıya ait şubelerdeki teknik eksiklikler ve düşük kalan skorların görülebildiği, teknik değerlendirme için yerinde yapılan incelemedeki belgelerin, davalı tarafın sistemlerinden tespit edilmiş olup karşılıklı taahhüt imzalarının görüldüğü, davalı tarafça feshe dayanak yapılan olguların ve faturaların kök raporda ayrıntısına değinilmiş olup prim faturalarının tarafların muhasebesel kayıtlarında bulunduğunun tespit edildiği, jant ve lastik satışları iddiası ile davalıdan tahsil edilmiş olan primlerin, davalı
tarafından davacıya satışı yapılmamış ürünleri kapsadığı, distrübitör- bayi prim sisteminin, distrübitör firma tarafından bayiye satılan yedek parçaların bayi tarafından müşterilerine satışı ve yine distrübitör firma ve bayi tarafından tespit edilen ve bayilik sözleşmesinde yer alan kriterlere uyulması sonucu hak edilebilir olması sebebi ile davacının, davalıdan hiç satın almamış olduğu ürünlerin satışından dolayı prime hak kazanamayacağına kanaat getirildiği, davacı tarafın davalı taraftan talep ve tahsil ettiği jant ve lastik satışları ile ilgili performans prim detay listelerinin dosya muhteviyatı ve … sisteminden incelemesi sonucunda, davacı tarafından hak edildiği edildiği, iddia edilen prim tutarının doğru olmadığı
ve prime esas olduğu iddia edilen tüm jant ve lastiklerin davalı taraftan satın alınmadığı” şeklinde görüş bildirmiştir.
Taraflar arasında varlığı tartışmasız olan bayilik sözleşmesinin 44.maddesi ile fesih hususu düzenlenmiş olup adı geçen hüküm gereği davalı, sözleşmenin ihlaline esas kıldığı hususlar ile ilgili ve sözleşme hükmüne uygun olarak davacıya söz konusu eksikliklerin giderilmesi için süre verdiğini yazılı olarak bildirmiş, otuz günlük süre ve imkan tanınmıştır. Ancak dayanılan eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle bu defa davalı sözleşmeyi haklı sebeplerle feshetmiştir.
Taraflar arasındaki sözleşmenin sürekli borç doğuran bir sözleşme niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. “Bu tip sözleşmelerin olağanüstü feshi ise, belirli veya belirsiz süreli sözleşmelerin haklı sebeplere dayanılarak ileriye etkili şekilde ve ihbar süresi verilmeden derhal sona erdirilmesidir. Ancak taraflar arasında ortaya çıkan her sorun haklı sebep sayılamaz. Bu konuda haklı sebebin yerinde olup olmadığını takdir yetkisi TMK’nun 4. maddesi gereğince hukuka ve hakkaniyete göre hakime aittir. Haklı sebebin takdirinde sözleşmenin tarafları arasında çıkan sorun ile buna uygulanacak yaptırım arasında orantılılık ilkesine riayet edilmeli ve olağanüstü fesih son çare olarak düşünülmelidir. Olağan fesih yolunu kullanan tarafın karşı tarafın bu fesih nedeniyle uğradığı zararı tazmin etmesi gerekmektedir. Olağan fesih yolunu kullanırken ise yeterli ihbar süresini vermeyerek veya olağanüstü fesih yolunu kullanırken dayandığı sebep haklı bulunmadığı için sözleşmeyi haksız olarak feshetmiş olan taraf diğer tarafın fiili zararı ve kar mahrumiyeti zararından sorumlu olur.” (Yargıtay 19. HD 2016/5707E. 2016/12723K.sayılı kararı)
Buna göre davacı şirketin bu taleplerinin kabulü açısından, taraflar arasındaki bu sözleşmenin usulüne uygun feshedilip feshedilmediği, feshin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, buna göre davacının dava dilekçesinde tazminat davasına konu yapmış olduğu taleplerin kabulünün gerekip gerekmeyeceği tartışılmalıdır.
6102 sayılı TTK m.18 hükmü uyarınca tacirler arasında gerçekleşecek olan sözleşmenin feshin ne şekilde yapılacağı düzenlenmiştir. Ne var ki Yargıtay uygulamasında kabul olunduğu üzere TTK m.18/3’deki tacirler arasındaki bildirim usulleri geçerlilik şartı değil ispat şartıdır. (Yargıtay 11. HD 2020/4077E. 2021/3351K.sayılı kararından hareket edilmiştir) Bu noktada gerek şekil açısından gerekse dayanak sözleşmenin 44.madde içeriğine uygun olarak feshin gerçekleşmiş olduğu, sözleşmenin son bulduğu tartışma konusu olmaktan çıkmıştır.
O halde davalı tarafından sözleşmenin feshi yoluyla sona erdirilmesi söz konusu ise de “her hak gibi olağan fesih hakkı dahi keyfi olarak kullanılamaz. Buna bağlı olarak olağan üstü fesih hakkının evleviyetle keyfi olarak kullanılamayacağı zaten kabul olunmalıdır. “Keyfi kullanım dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil eder. Bu nedenle davalı tarafın söz konusu fesih hakkının haklı bir nedene dayandığını ispat yükü altında olduğu kabul olunmuştur. (Yargıtay 11. HD. 22/10/2014 tarih – 2014/7542 Esas ve 2014/16209 Karar ve 11. HD. 27/04/2016 tarih – 2015/15216 Esas ve 2016/4748 Karar)
Taraflar arasındaki iddia ve savunmalar, somutlaştırılan delil içerikleri dikkate alındığında bilirkişi kurulu raporlarında açıklanan ve davacı şirketin kendi araçları için almış olduğu jant ve lastik satışları nedeniyle davalıdan prim tahsil ettiği, aslında davalı tarafından davacıya satışı yapılmamış ürünlerin bu kapsamda söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Davacı şirkete ait araçlarla ilgili 2017 yılı Ocak ayı ile 2018 Kasım ayı arasındaki 20 aylık dönem içerisinde belirtilen sayılarda jant değişim adedinin ve lastik değişim adetinin, gerek teknik açıdan ve gerek hayatın olağan akışına ve ticari hayatın gereklerine aykırı şekilde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda teknik bilirkişi incelemesi bir tarafa araçla ilgili en düşük düzeyde bilgi ve tecrübe sahibi sürücü tarafından dahi bu aykırılığın anlaşılması mümkündür. Bilirkişi kurulu raporunda incelendiği üzere, davacının hiç satın almadığı ve aslında almasının dahi kabul edilemeyeceği ürünlerin satışından dolayı prime hak kazanamayacağı açıktır. Kaldı ki ticari hayatın gerekleri ve daha da önemlisi hayatın olağan akışı dikkate alındığında hiç bir suretle kabulü mümkün bulunmayan jant adet değişimi ve lastik adet değişimi söz konusudur. Bu değişime ilişkin satışlar ile ilgili performans prim detay listeleri ve … sisteminin incelenmesi sonucunda davacı tarafından hak edildiği iddia olunan prim tutarının doğru olmadığı, tüm jant ve lastiklerin davacı tarafından satın alınmadığı, bir başka deyişle bu kayıtların fiktif olarak oluşturulduğu gerek bilirkişinin kök raporu gerek ek raporuyla açıkça tespit olunmuştur. Kaldı ki ibraz edilen bayi denetim raporları davacı taraf yetkileri ve davalı taraf çalışanları tarafından karşılıklı olarak imzalanmış olup bu raporlara göre davacı bayinin sözleşme kapsamında niteliksel hususlarla ilgili eksikliklerin olduğu, müşteri memnuniyeti hususunda bölge ve Türkiye ortalamaları altında kaldığı, recall kampanyası adı verilen ve araç sahiplerinin servise geri çağrılarak teknik hususların giderilmesi hususunda aksiyonlar alınmadığı, ayrıca iş emirlerinin hazırlanması hususunda dahi eksikliklerin tespit edildiği kayden açıktır. Zaten belgeler bayi ve bölge müdürü ile karşılıklı olarak imzalanmıştır. Bir başka deyişle davacı şirket, açıkça ilgili aykırılıkların varlığını benimsemiştir. Öte yandan müşteri şikayet oranları hususunda davacı şirketin Muğla ve Bodrum şubelerinin Türkiye ve bölge ortalamalarının üstünde olduğu dahi anlaşılmaktadır. Ne var ki söz konusu aykırılıklar sözleşmeye uygun olarak davacıya bildirildiği halde ve sözleşme hükmüne uygun olarak verilen süreye rağmen eksikliklerin giderilmediği ve akabinde sözleşmenin davalı tarafından feshedildiği ise sabittir.
Bilirkişi kurullarının kök ve ek rapor içerikleri Mahkememizin bu yönde kanaate ulaşmasına elverişli olduğu gibi yapılan tespitler gerekçeli, denetime elverişli, sayısal verileri tek tek irdeleyen ve hükme elverişli nitelikte olup davalının somutlaştırmış olduğu vakıa ve delillerle uyumlu nitelik taşımaktadır. Bir başka deyişle davalının sözleşmeyi feshetmesi sözleşme kapsamına uygun ve tamamen haklı sebeplere dayanmaktadır.
Bilindiği üzere sözleşmenin olağan fesih yolu kullanılırken yeterli ihbar süresinin verilmemesi veya olağanüstü fesih yolunu kullananın dayandığı sebebin haklı bulunmaması durumunda, sözleşmenin haksız olarak feshi söz konusu olacaktır. Doktrinde de genel olarak kabul olunduğu üzere fesih, taraflar arasındaki sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdiren bir bozucu yenilik doğuran hak niteliğindedir.
Taraflar arasında on iki yılı aşkın devam eden ticari ilişki içinde, davacının bir bayi olarak sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinin olduğu, özellikle bu yükümlülükler kapsamında, davacı şirketin bayilik veren davalı şirketin güvenini sarsıcı tavır ve davranışlardan uzak kalması, buna göre çerçeve niteliğinde yapılan dayanak sözleşme uyarınca belli dönemlerde ve belli seviyede ve sözleşme ile taahhüt edilen biçimde davacı bayinin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek zorunda bulunduğu kabul edilmelidir. Zira Mahkememizce yapılan değerlendirmede davacı bayinin, davalı bayilik veren şirketin tüketicisine ulaşan konumunda olması, tüketici ile doğrudan ilişkiye giren firma konumunda bulunması, bayinin bu kapsamdaki dürüstlük kuralına aykırı tavır ve davranışlarının ve özel olarak sözleşmeye aykırı davranışlarının davalı şirket nezdinde ve mutlak anlamda güvenin sarsılması sonucunu doğuracağı kabul edilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi yukarıda açıklandığı üzere herhangi bir sözleşme olmayıp davalının ticari menfaat ve yatırımlarını doğrudan ilgilendirmesi, sürekli borç doğuran sözleşme niteliği taşıması, malların düzenli, sürekli ve güvenli bir şekilde davacı tarafından alıcılara ulaştırmasının amaçlaması karşısında, davalının güven duymasına engel tavır ve davranışlarda bulunan davacı ile sözleşmeyi sürdürmesini beklemek kural olarak beklenmemelidir.
“Sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olan şartların değişmesi genel anlamda, işlem temelinin çökmesidir. İşlem temelinin çöktüğünün kabul edilmesi için, önceden öngörülmemiş bir değişikliğin olması gerekir.” (Rona SEROZAN, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, İstanbul, Sayfa 259) Elbette söz konusu olayda işlem temelinin çökmesini gerektirecek bir durum olmasa da taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin devamının taraflar arasındaki güvenin sarsılması nedeniyle beklenemeyecek bir hale gelip gelmediği teorik açıdan da irdelenmesi gerekmektedir. Elbette bu husus her somut olay açısından ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirmesi gereken hukuki bir durumdur. Dürüstlük kuralı çerçevesinde davalının sözleşmeye devam etmesinin beklenebilir olup olmadığı irdelenmelidir. Bu irdeleme yapılırken ve öncelikle güven kavramı ve dürüstlük ilkesi ile ilgili genel açıklamalar üzerinde durulmalıdır.
“Taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür.
Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” (Türk Medeni Kanunu m.2), bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir.
Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi” dir. Bu güven ilkesi de, “hukuki görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur.
Güven kavramı, anlam itibariyle sadece, etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hali, bir zihniyet, bir anlayıştır.
Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki, o bireye güven verir. Bir kimsenin, çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukuki olarak korunma gerektirmektedir.
Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı, doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları Medeni Kanun m.2’de düzenlenen dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre, korunan karşı tarafın-beyan muhatabının- “haklı güven”idir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin, beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması MK. m.2 uyarınca haklı görünmelidir. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının, dürüstlük kuralına(objektif iyiniyet) göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makul ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır.
Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir.
Yukarıda güven sorumluluğuna ilişkin belirtilen genel şartlar, aynı zamanda Alman Hukukunda da aranmaktadır.
Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır. (Yargıtay HGK 2012/19-670E.2013/171K.sayılı ilamı)”
Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, taraflar arasında 08/12/2006 tarihi itibariyle kurulan ve uzun süre devam eden, bir başka deyişle on iki yılı aşkın devam eden sözleşmesel ilişki içinde davalı şirket nezdinde açık güven oluştuğu anlaşılmaktadır. Nitekim davalı şirketin dayanak ilişki çerçevesinde üzerine düzen yükümlülüğü yerine getirdiği, bu noktada davalı aleyhine somutlaştırılmış bir durumun mevcut olmadığı, uzun süreli devam eden bu ticari ilişki nedeniyle davalı şirketin karşı tarafa duyduğu güven nedeniyle fiktif muhasebesel hareketler ve satımlar yapılmasını davacıdan beklememesinin makul ve dürüstlük kurallarına da uygun bulunduğu, davacının davalı tarafta bu yönde güven oluşturduğu halde Mahkememizce haklı fesih nedeni olarak kabul edilen tavır ve davranışlarda bulunduğu, eksikliklerin giderilmediği, artık bu aşamadan sonra yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan sözleşmenin özellikleri ve ilişki tarzı nedeniyle davalının sözleşmeyi feshetmek dışında bir çaresinin bulunmadığı, bir başka deyişle bu feshin davalı yönünden son çare (ultima ratio) niteliği taşıdığı Mahkememizce kabul edilmiştir.
Zaten bilirkişi kurulunun kök ve ek raporlarında da irdelendiği üzere ve yukarıda belirtildiği gibi davacı olan şirketin sözleşme hükümlerine aykırı tarzda müşteri memnuniyeti, araç sahiplerinin servise çağrılması, iş emirlerinin alınması konularıyla ilgili üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği, davacı şirketin imzaladığı yazılı belgeler ile sabittir. Davacı şirketin bu noktada üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediğini benimsediği, bu aykırılıkların giderilmediği anlaşıldığı halde davacı şirketin bu defa aksi yönde beyanda bulunması dahi davacı yönünden “çelişkili davranış yasağı” (…) ilkesinin açık ihlalidir.
Taraflar arasındaki ticari ilişkide, davalı tarafından fesih hakkının dürüstlük kuralı çerçevesinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Davalının fesih hakkını dürüstlük kuralı çerçevesinde kullanması karşısında TMK m.2 hükmü uyarınca hukuk düzeni tarafından bu feshin korunması gerekir. Davalının fesih hakkını kötüye kullanmadığı, bir başka deyişle haklı nedene dayandığı açık olmakla davacının davaya konu etmiş olduğu tazminat taleplerinin kabulü mümkün değildir. Sonuç olarak “hiç kimse kendi kusuruna dayanarak hak talep edemez” (Nemo auditur propriam turpitudinem allegans)
Kaldı ki davacının tazminat talebine konu her iki talep açısından ayrı ayrı dayanmış olduğu vakıalar dahi dikkate alındığında, davacının alacak talebine esas kılmış olduğu somut koşul vakıaların yani feshin haksız olduğu ispatlanamamıştır.
Öte yandan davacı olan şirketin, yedek parça sisteminde belirtilen müeyyidenin uygulanması gerektiği, dayanılan hallerin sözleşmenin feshini gerektirmediği yönündeki genel savunmalarına da itibar edilebilmesi mümkün değildir. Zira somut olayın özellikleri açısından davacı taraf sözleşmenin özelliği gereği basiretli bir tacir olarak hareket etmek durumundadır. 6102 sayılı TTK m.18/f.2 hükmü (eski TTK m.20/f.2) uyarınca her tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir…Her tacir ticari faaliyetlerinde tedbirli ve tecrübeli bir iş adamı gibi hareket etmekle yükümlüdür.Bu yükümlülüğe aykırılık sebebi ile bir zarar doğarsa,tacir bu zarardan sorumlu olur….Basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gereken tecrübeli bir tacir…sözleşmenin ifa edilmeyeceğini düşünmeli ve öngörmelidir.Dolayısıyla sözleşmeyi yerine getirebileceğini düşünerek yaptığı masrafları karşı taraftan talep edemez.(Ülgen,Teoman,Helvacı,Kendigelen,Kaya,Nomer Ertan,Ticari İşletme Hukuku,İstanbul,2006,Sayfa 235) Somut olayda feshe neden olan tavır ve davranışlarda bulunduğu sabit görülen davacının, artık davalıdan sözleşmeye devam etmesini bekleyebilmesi ticari olarak mümkün değildir.
O halde feshe konu sözleşmenin davalı tarafından haklı nedenlerle feshedilmiş olması karşısında, dava dilekçesine ve akabinde değer arttırım yoluyla ıslah dilekçesine konu olan ve sözleşmenin haksız fesih nedeniyle uğranıldığı iddia olunan denkleştirme tazminatı alacağı ile kâr kaybı tazminatı alacağı olarak ileri sürülen alacak taleplerinin kabulü mümkün değildir.
Yeri gelmişken 62 sayfadan ibaret, 14/11/2021 tarihli olan ve 16/06/2022 tarihli bilirkişi kurulu ek raporundan önce davacı vekilince sunulan uzman görüşüne itibar edilemediği belirtilmelidir. Bu noktada öncelikle genel açıklamalar yapılmasında da fayda bulunmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 145. maddesinin gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Uygulamada, davaların uzamasının temel sebeplerinden birinin de gereksiz yere yeni delil sunulması ve bu konuda taraflara verilen sürelere uyulmaması olduğu bilinmektedir. Maddenin ilk fıkrasıyla, Kanunda belirtilen sürelerden sonra, davada yeni delil sunulmasının yasak olduğu kural olarak benimsenmiştir. Fakat iki istisna kabul edilmiştir. Yeni delil sunulması talebi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya delilin süresinde sunulmaması ilgili tarafın kusuru dışında bir sebebe dayanıyorsa, hâkim gerekçesini de belirtmek şartıyla, yeni delil sunulmasına izin verebilir. Bu şekilde delil sunma kuralına istisna getirilmesi, hukukî dinlenme hakkının tabiî bir sonucudur”. Kanun koyucunun, belli şartların varlığı hâlinde, taraflara yargılamanın daha sonraki aşamalarında delil ileri sürebilmeleri için istisnai bir düzenleme getirmesinin gerekçesi, adil yargılanma hakkının bir unsurunu oluşturan “hukukî dinlenilme hakkı” dır (Yılmaz, s.3032). Nitekim bu husus HMK’da “Delillerin ikamesi” başlığını taşıyan 318. maddesinde; “(1) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.” şeklinde düzenlenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sistematiği içinde tahkikat aşamasına geçilmezden evvel, tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple HMK’nın 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır. (Yargıtay HGK 19(22) 9-637, 2021/1387K.sayılı kararı)
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında davacının dilekçelerin verilmesi aşamasında delil olarak dayanmadığı, ayrıca 6100 sayılı HMK m.145 hükmü kapsamında kaldığını dahi ileri sürmediği ve bilirkişi kurulu raporunun sunulmasından sonraki aşamada delil sunduğu uzman kişi görüşüne hukuken ve delil olarak itibar edilebilmesi mümkün değildir. Kaldı ki Mahkememizce atanan bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu kök ve ek rapordaki muhasebesel, teknik tespitler karşısında, medeni hukuk ana bilim dalında görevli olan öğretim görevlisi bilirkişinin rapor içeriğine itibar edilebilmesi mümkün değildir. Bir başka deyişle Mahkememizce haklı fesih nedeniyle kabul olunan teknik ve muhasebesel haller karşısında, özellikle raporda açıklanan muhasebesel ve teknik incelemeler ve davacının kendisine ait dört araç ile ilgili yirmi ay içinde gerçekleşen olağanüstü sayıdaki fiktif nitelik taşıyan jant ve lastik değişimine dair kayıtlar nedeniyle Mahkememizce atanan bilirkişi kurulu raporuna itibar etmeye engel fiili ve hukuki bir durum bulunmamaktadır.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64) Davalının, taraflar arasında varlığı tartışmasız olan bayilik sözleşmesini olağan üstü fesih yoluyla feshettiği, bu feshin haklı nedenlere dayandığının ise ispatlandığı, buna mukabil davacının aksi yönde bir karşı ispat faaliyetinin davalı aleyhine ve davacı lehine yerine getiremediği sonucuna varılmıştır. Feshin haklı olduğu anlaşılmakla davacının davaya konu alacak taleplerinin kabulü mümkün değildir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının haksız fesih sebebiyle uğranıldığını iddia ettiği zarara ilişkin tazminata ve denkleştirme alacağına ilişkin tazminata ilişkin davasının sübut bulmadığından tümden reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının haksız fesih sebebiyle uğranıldığını iddia ettiği zarara ilişkin tazminata ve denkleştirme alacağına ilişkin tazminata ilişkin davasının sübut bulmadığından tümden reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 80,70 TL harcın, peşin alınan 929,14TL ve 26.001,00 TL tamamlama harcından mahsup edilerek bakiye 26.849,44‬ TL harcın karar kesinleştiğinde ve istek halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından yapılan herhangi bir yargılama gideri olmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
5-Açılan tazminat davasında davalı vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT m.13 gereğince, 9.200,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
7-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.13/12/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip