Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/364 E. 2020/743 K. 31.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/364
KARAR NO : 2020/743

DAVA : Sıra Cetveline İtiraz (İflas Tasfiyesinde Düzenlenen Sıra Cetveline Yönelik Kayıt Kabul Ve Terkin Talebi (İİK 235))
DAVA TARİHİ : 20/07/2020
KARAR TARİHİ : 31/12/2020

Mahkememizde görülmekte olan sıra cetveline itiraz (İflas Tasfiyesinde Düzenlenen Sıra Cetveline Yönelik Kayıt Kabul Ve Terkin Talebi (İİK 235)) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin iflas eden şirketten alacaklı olduğunu, alacak kayıt numarasının 123 olup 2.056.000-TL alacak ile ilgili iflas masasına kaydını talep ettiğini, bu talebinin hasız yere ret olduğunu, bu nedenle alacağının iflas masasına kaydını talep etmiştir.
Davalı davayı inkar eder konumdadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık talebin kabulünün gerekip gerekmediği, davanın süresi içinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
… 2.ATM nin … E.sayılı dosyasında ise 19/07/2018 tarihi itibari ile iflas kararı verildiği, davanın iflas sırasında düzenlenen sıra cetveline yönelik kayıt kabul davası olduğu, mükerrer olarak yapılan yazışmalar sonucunda davacı şirketin alacak kayıt talebi sonrası masraf avansı yatırdığı, sıra cetvelinin 24/12/2018 tarihinden davacı vekiline tebliğ edildiği, akabinde müdürlükten gelen kayıtlara ise sıra cetvelinin ulusal gazetede 27/12/2018, sicil gazetesinde ise 04/01/2019 tarihleri itibariyle ilan olunduğu, davanın ise 20/07/2020 tarihi itibariyle açıldığı tartışmasızdır.
Duruşmalı ön incelemenin tamamlanması karşısında 6100 sayılı HMK m.142 hükmü uyarınca ve tahkikata başlanmadan önce hak düşürücü süreye tabi davanın süresi içinde açılıp açılmadığı irdelenmelidir.
Öncelikle dava tarihi itibariyle süresinde açılmış bir dava olup olmadığı ele alınmalıdır. Esasen dava tarihinden sonra meydana gelen usuli değişikliklerin yargılamaya etkisi,süresinde açılan bir dava olup olmadığı ele alındıktan sonra irdelenmelidir.Nitekim Yargıtay uygulamasında da görev,yetki ve sıfat noktasında usuli eksiklik yok ise süre hususunun ele alınması, ondan sonra davaya ilişkin diğer değerlendirmelerin yapılması icap eder.
Dava, kayıt kabul istemine ilişkin olup İİK’nın 234/f.1 hükmü gereği “İflas idaresi sıra cetvelini iflas dairesine verir ve alacaklıları 166. maddenin 2. fıkrasındaki usule göre ilan yoluyla haberdar eder.”Yine İİK m235/f.1 hükmünün ilk iki cümlesi, “Sıra cetveline itiraz edenler, cetvelin ilanından itibaren onbeş gün içinde iflasa karar verilen yerdeki Ticaret Mahkemesine dava açmaya mecburdurlar. 223. maddenin üçüncü fıkrası hükmü mahfuzdur.” hükmünü içermektedir. Yargıtay 23.HD uygulamasında da belirtildiği gibi “Bu madde hükümlerinden de anlaşılacağı üzere, iflas sıra cetveline itiraz davaları süreye tabi olup, bu husus üzerinde mahkemece re’sen durulmalıdır. Bu süre, kural olarak sıra cetvelinin İcra İflas Kanunu’nun m.166. hükmünde gösterilen usulde ilanından itibaren işlemeye başlar.Eğer davacı, aynı Kanun’un 223. maddesine göre, tebliğe elverişli adres gösterir ve gerekli masrafı avans olarak yatırırsa, süre kendisine yapılan tebliğden itibaren hesaplanır.Bu itibarla sıra cetvelinin hangi tarihte hangi gazetede yayınlandığının tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklıkla belirtilmesi ve davacının tebliğe elverişli adres bildirip, gerekli avansı yatırıp yatırmadığının net olarak bilinmesi şarttır.”
İflas müdürlüğüne yazılan yazı ve gelen dayanaklara göre gerek sıra cetvelinin davacı vekiline tebliğ olunduğu tarih ve gerekse ilanların yapıldığına dair gazeteler dikkate alındığında belirtilen en son tarihten itibaren onbeş günlük yasal hak düşürücü süre içinde mahkememizde kayıt kabul davası açılmadığı anlaşılmaktadır.
Gelen cevabi yazılardan anlaşılacağı üzere davacının açıklanan tarihlere rağmen en son tarih niteliğindeki 04/01/2019 tarihinden itibaren onbeş günlük yasal süre içinde bu davayı açmadığı açıktır. Kaldı ki davacı vekili daha önce … 1. ATM’nin …E.sayılı dosyasına istinaden kayıt kabul davası açmış olsa dahi bu davada 02/07/2019 tarihi itibariyle açılmamış sayılma kararı verilmiş olup 6100 sayılı HMK m.150/f.7 hükmü uyarınca bu davanın mevcut süreyi herhangi bir nedenle ve usulen kesebilmesi kanunen mümkün değildir.
Hal böyle olunca davacının davasının, hak düşürücü süre içinde açılmadığı ve bu nedenle ret olunması gerektiği açıktır. Her ne kadar Yargıtay 23. HD’nin 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girdiği 01/10/2011 tarihinden sonra dahi bu tip durumlarda “davacının davasının hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine” dair ret kararları oluşturmaya devam etmekte ise de süre aşımı nedeniyle davanın “dava şartı yokluğundan ve usulden reddi” HMK da öngörülen sistematiğe, kanun koyucunun adı geçen kanunda yapmış olduğu düzenlemelere, esasen konuyla ilgili ve oy birliğiyle verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulamasına ve doktrindeki görüşlere de açıkça aykırıdır.
Bu çerçevede yukarıda atıf yapılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2013/12-657E. 2013/1600K.sayılı ilamında da açıkça irdelendiği üzere “bir davanın süresi içinde açılıp açılmadığı, ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra bir başka deyişle HMK m.138 hükmü uyarınca dava şartları açısından bir eksiklik bulunmadığı takdirde ve ön inceleme duruşmasının tamamlanmasından sonra HMK m.142 hükmüne göre ancak değerlendirilebilir. Bir başka deyişle süre hususunun değerlendirilmesi, dava şartları noktasında hiçbir eksikliğin olmadığını gösteren bir haldir. Hal böyle olunca süre aşımından dolayı davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddi kanunun mevcut sistematiğine açıkça aykırıdır.
Esasen HMK m.142 hükmü gözetildiğinde, davanın hak düşürücü süre içinde açılmaması durumunda bu madde nedeniyle davanın reddi gerekecektir ki zaten kanun metninin açık içeriği ile bu durum sabittir. Kanun koyucu dahi gerekçesinde hak düşürücü sürenin geçmesi durumunda, müeyyide olarak dava şartı yokluğu nedeniyle usulden ret durumunu düzenlememiştir.
Nitekim Yargıtay 12. HD’nin ilk derece mahkemesi sıfatıyla “bir yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılmadığından dolayı davanın usulden reddine” dair kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2013/12-657E. 2013/1600K.sayılı ve 27/11/2013 tarihli ilamında “Bu açıklamalar nazara alındığında; dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması tamamlandıktan sonra, öncelikle dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenerek bu konularda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi; dosya üzerinden karar verilemeyen dava şartları ile ilk itirazlar hakkında karar verilmek ve diğer ön inceleme işlemlerini yapmak üzere tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi, 6100 sayılı HMK 137 ve 140 maddelerine göre ön inceleme duruşmasında gerekli usul işlemleri yapıldıktan ve ön inceleme duruşmasının tamamlanmasından sonra, yine aynı Kanun’un 142. maddesi uyarınca, tahkikata başlanmadan önce, hak düşürücü süreler ile zamanaşımı hakkındaki itiraz ve def’ilerin incelenerek karara bağlanması gerekir. Somut olayda Kanun’un bu emredici düzenlemesine rağmen ön inceleme ve ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığından davanın usulden reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamış, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir” gerekçesiyle hak düşürücü süreyle ilgili inceleme yapılmasının zaten dava şartlarında bir eksiklik bulunmadığını ortaya koyan bir durum olduğunu vurgulamıştır.
“Yukarıda verilen Yargıtay kararı esasen doğru bir karardır. Ancak kararın ifade tarzından ve yazımından sanki hak düşürücü süre ve zamanaşımı süresi de diğer usuli sorunlar ile birlikte değerlendirilecek bir sorunmuş gibi intiba uyanmaktadır. Keza, süreler usuli sorunlarla birlikte değerlendirilip bunlar dışında bir uyuşmazlık varsa işin esasına girilebileceği belirtilmiştir. Oysa yukarıda ve 142.maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, hak düşürücü süre ve zamanaşımı süreleri esasa ilişkin konulardır”. (Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, İstanbul, Sayfa 1311-1312)
Gerek doktrindeki genel görüş gerek kanun koyucunun gerekçesi dahi hak düşürücü sürenin, işin usuli ile ilgili değil işin esası ile ilgili olduğunu kabul etmiştir. 6100 sayılı HMK’daki açık ve yeni düzenlemeler dikkate alınmaksızın davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle “dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddi” kararı gerek kanun metnine, gerek kanun koyucunun gerekçesine, gerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun benimsediği uygulamaya, gerek doktrin görüşlerine açıkça aykırı olacaktır.
Esasen bir davanın “dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddi durumunda” davacı aleyhine maddi anlamda kesin hüküm oluşturmaması, davacı aleyhine sadece maktu vekalet ücretine hükmolunması sonucunu doğururken süre aşımından dolayı ret durumu “davacı aleyhine maddi anlamda kesin hüküm oluşturduğu” gibi davacı aleyhine nisbi vekalet ücreti hükmolunmasını gerektirmektedir ki bu konu teorik bir tartışmadan öte gerek maddi hukuk, gerek usul hukuku açısından çok önemli sonuçlar dahi doğuracaktır.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının davasının hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının davasının hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine,
2-Davacı tarafından yapılan masrafların davacı üzerinde bırakılmasına,
3-Harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
4-Davalı vekille temsil edildiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince takdir olunan 4.080,00TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalı tarafa verilmesine,
5-Karar kesinleştiğinde gider avansının talep halinde iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren on günlük süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere davacı vekilinin huzurunda davalı vekilinin yokluğunda ve oy birliği ile karar verildi.31/12/2020

Başkan

Üye

Üye

Katip