Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/347 E. 2021/825 K. 30.11.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/347
KARAR NO : 2021/825

DAVA : Ödeme Emrinin İptali (Menfi Tesbit)
DAVA TARİHİ : 28/03/2017
KARAR TARİHİ : 30/11/2021

Mahkememizde görülmekte olan davanın yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı kurum tarafından müvekkiline 23/02/2017 tarihli, … E takip kart numaralı ve … varide sayılı ödeme emrinin gönderildiğini, ödeme emrini ve ödeme emrinde belirtilen borcu ve borç tutarını kabul etmediklerini, müvekkilinin davalı Kuruma herhangi bir borcu bulunmadığını, davalı kurumun aynı alacak konusunda … Sigorta A.Ş.’ye ödeme emri gönderdiğini, … Sigorta A.Ş. tarafından mezkur borcun özel borç olduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebiyle İş Mahkemesinde dava açıldığını, halen derdest olduğunu, davalı kurum tarafından takip konusu yapılan alacağın amme alacağı niteliği taşımadığını, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre takip yapılmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmadığını, davalı kurumun talep ettiği alacağın klasik bir SGK prim alacağı olmadığının sabit olduğunu, davalı kurumun ödeme emrine konu alacağının … Sigorta A.Ş. nin bankalardaki likit değerleri ile karşılanacak durumda olmasına rağmen, davalı kurum tarafından mezkur hesaplara konulan blokajın kaldırılarak alacağını tahsil etme imkanından feragat edildiğini, bu nedenle müvekkilinin sorumlu tutulabileceği bir borç kalmadığını, müvekkilinin yönetim kurulu üyesi olduğu … Sigorta A.Ş. nin kuruluşundan itibaren sermaye yetersizliği problemleri ile karşı karşıya kaldığını, sermayesinin hiçbir zaman Hazine Müsteşarlığının öngördüğü değerlere ulaşamadığını, sermaye yetersizliğinden kaynaklanan problemlerin 2011 yılında trafik sigortalarıyla ilgili yapılan düzenlenme neticesinde davalı kuruma aktarılması gereken primlerin intikalini zora soktuğunu, davalı kuruma aktarılması gereken primlerle ilgili olarak 12/08/2015 tarihinde toplantı yapılması kararlaştırılmış iken 07/08/2015 tarihinde Hazine Müsteşarlığının sermaye yetersizliği nedeniyle … Sigorta A.Ş. nin sigortacılık faaliyetlerini durdurduğunu, şirketin … Hesabına devrettiğini, bu tarihten sonra şirketin tamamen devletin kontrolüne girdiğini, şirketin devletin kontrolüne geçmesi üzerine davalı kurum … Sigorta A.Ş. ye işbu dava konusu alacaklarının tahsiline yönelik olarak ödeme emri gönderdiğini, ancak ödeme emrinin gönderildiği tarihte … Sigorta A.Ş. nin bankalarda bulunan likit değerlerinin davalı kurumun amme alacağı olduğu iddia edilen alacaklarını ödemeye yeterli düzeyde ve davalı kurumun alacaklarının öncelikli olmasına rağmen … Hesabı tarafından davalı kuruma herhangi bir ödeme yapılmadığını, müvekkilinin ödeme emrine konu edilen … Sigorta A.Ş. nin borçlarından sorumlu tutulabilmesi için söz konusu borcun oluşumunda kusurlu bulunması gerektiğini, ancak ödeme emrine konu borcun tamamen sermaye yetersizliğinden kaynaklandığını, müvekkilinin bu hususta herhangi bir kusuru bulunmadığını, … Sigorta A.Ş.’nin içinde bulunduğu sermaye yetersizliği problemi nedeniyle 2013 yılında Hazine Müsteşarlığı temsilcilerinin yönetim kuruluna atandığını, Hazine Müsteşarlığının 22/05/2015 tarihli yazısı ile şirketin davalı kuruma olan borçlarının yıllara yayılarak ödenmesi talimatı verdiğini belirterek, … tarafından gönderilen … tarihli ve … sayılı ödeme emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı kurum vekili cevap dilekçesinde özetle; 2918 sayılı Kanunun 98.maddesi gereği … Sigorta A.Ş’nin prim katkı paylarını müvekkili kuruma aktarmak zorunda olduğunu, mezkur Kanunun 98.maddesi gereğince ödenecek meblağın süresinde ödenmemesi halinde 5510 sayılı Kanunun 80.maddesinin ikinci fıkrasına göre işlem yapılması gerektiğini, yükümlülüklerini yerine getirmeyen … Sigorta A.Ş. hakkında da gerekli yasal işlemler yapılarak 6183 sayılı Kanun gereği takibe geçildiğini, müvekkili kurumun hem … Sigorta A.Ş. ye hem de şirketin yönetim kurulu üyelerine karşı yasal takip başlattığını, ödeme emri gönderdiğini, müvekkili kurumun takibe konu ettiği alacağın amme alacağı niteliğinde olup imtiyazlı olduğunun açık olduğunu, davacının 5510 sayılı Kanunun 88/20.maddesi gereğince kuruma karşı şirket ile birlikle müteselsilen sorumlu olduğunu, müvekkili kurumun yaptığı işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davaya konu edilen alacağın nitelik olarak davacının ticari faaliyetinden doğan bir alacak niteliğinde olup olmadığı, buna göre dava konusu alacağın özellikleri itibari ile kamu alacağı niteliğinde olup olmadığı, bu çerçevede 6183 sayılı AATUHK hükümleri kapsamına giren alacaklardan olup olmadığı, VUK ve 6183 sayılı AATUHK m.35 hükümleri gözetildiğinde davacı gerçek kişinin davaya konu borcun oluşmasında kusurunun olup olmadığı, bu borcun tamamen şirketin sermaye yetersizliğinden doğup doğmadığı, bu noktada davacıya atfı kabil bir kusurun olup olmadığı, davacı olan gerçek kişinin, şirket yönetim kurulunda hangi tarihlerde görev aldığı, borcun doğumuna esas olan yıllar itibari ile icra-i yetkisi olup olmadığı, bu dönemde iç denetimden dolayı davacının sorumlu olup olmadığı, eğer sorumlu ise bu sıfatı karşısında ve ayrıca aynı dönemde davacının icrai faaliyette bulunup bulunmadığı, bulunmasının mümkün olup olmadığı, dava konusu alacak ile ilgili davalı kurum ile dava dışı … Sigorta A.Ş arasında devam ettiği iddia olunan davanın taraflar, konusu, sebebi dikkate alındığında davacı aleyhine olmak üzere dava konusu miktardan dolayı davacının sorumlu bulunup bulunmadığı hususlarında toplanmaktadır.
Davacı olan gerçek kişi tarafından, davalı kurumca hazırlanan ve 6183 sayılı Kanuna dayalı olarak belirlenen ödeme emrinden dolayı davacı gerçek kişinin borçlu olmadığına yönelik davanın açıldığı, bu çerçevede davacının ödeme emrine konu olan borçtan dolayı davalı kuruma borçlu olmadığının esas olarak talep olunduğu, davanın … 20.İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararı sonrası ve usulüne uygun şekilde Mahkememize intikal etmiş olduğu, genel ve dava şartları açısından davaya bakmaya engel bir halin ise bulunmadığı tartışmasızdır.
506 sayılı Kanun’un 80 maddesi; prim borçlarından dolayı tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin kuruma karşı işveren tüzel kişiyle birlikte müteselsil sorumluluklarını düzenlemiş, 3917 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile yapılan düzenleme sonrasında ise, kurum alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede davacının dayanmış olduğu vakıa karşısında ve dava konusu olan ödeme emrinin davalı kurumca 6183 sayılı Kanununun 58.maddesi kapsamında düzenlenmiş olması nedeniyle yapılan değerlendirmede dava esas olarak menfi tespit davası olarak nitelendirilmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.02.2008 gün ve 2008/21-139-204; 03.10.2007 gün ve 2007/21-623-717; 26.004.2006 gün ve 2006/21-198-249 sayılı Kararları). Hal böyle olunca; davanın nispi harca tabi tutulması zorunludur.
Davanın niteliği ve en önemlisi davalının harçtan muaf olması ile ilgili davacı vekilinin dayanmış olduğu Yargıtay HGK 2010/550 E.-2020/561 K.sayılı ilamı mahkememizce bilinse de, davanın nitelik itibariyle halihazırda asliye ticaret mahkemesince görülmesi, ileri sürülen vakıalar karşısında davanın menfi tespit davası niteliğinde olması, parayla değerlendirilmesi mümkün bu davanın Harçlar Kanunu gereği nisbi harca tabi olması, davalı SGK harçtan muaf olmakla birlikte yukarıda anılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararından sonra ve sonraki tarihli Yargıtay HGK 04/12/2013 tarih ve 2013/21-445E. 2013/1625K.sayılı ilamı ile değişmesi, nitekim Yargıtay İBK 16/10/2020 tarih ve 2018/4E. 2020/2K.sayılı güncel ilamında da 2010 tarihli HGK tarihli görüşün son daire ilamları ve Yargıtay HGK’nin 2013 tarihli ilamlarıyla terk olunduğu, bu tip durumlarda davacının yargı uygulamasına göre harç muafiyetinden faydalanmasının mümkün olmadığı yönünde Yargıtay uygulamasının halihazırda devam ettiği” anlaşılmakla öncelikle davacının nisbi harç eksikliğini tamamlamasına, bu çerçevede dava değeri üzerinden nisbi karar ve ilam harç eksikliğinin müteakip duruşmanın gün ve saatine kadar davacı vekili tarafından tamamlanmasına, en başta yatan harcın mahsup olunarak davacı vekili tarafından harç eksikliğinin gelecek duruşmaya kadar Harçlar Kanununun 27., 30. ve 32. maddeleri çerçevesinde tamamlatılmasına; davacı vekili tarafından harç eksikliğinin gelecek duruşmaya kadar tamamlatılmaması durumunda ise davacının açmış olduğu dava hakkında Harçlar Kanununa atfen HMK m.150 hükmü uyarınca dava dosyasının işlemden kaldırılacağının ihtar olunmasına, davalının 6183 sayılı Kanun gereği hakkında takibe geçtiği davacı hakkında, davacının takibe konu ödeme emrine yönelik olarak açmış olduğu davada Avukatlık Kanunu m.168/f.2 hükmü ve Yargıtay HGK’ nin ilamı gözetilerek davada maktu vekalet ücretine hükmedilip hükmedilmeyeceğinin hüküm sonucuna göre takdir olunmasına” dair karar oluşturulmuştur.
Ne var ki davacı vekili bu yöne ilişkin ara karardan dönülmesini, aksi hade adli yardıma karar verilmesini talep etmiştir. Bu defa mahkememizin 04/10/2021 tarihli celse ara kararı ile durum gerekçeli olarak incelenmiştir. Bu gerekçe çerçevesinde “davacı asil gerçek kişinin 28/09/2021 tarihli dilekçesine ekli belgelerde halihazırda üzerine kayıtlı araç, taşınmaz olmadığına dair kayıt sunduğu, halihazırda SGK’ dan emekli kişi konumunda olduğu gibi sunulan mahkeme ara kararına göre zihinsel özürlü olan kardeşinin vasisi konumunda bulunduğu, davacının başkaca bir gelir ve kaydının bulunmadığının açıklandığı, ayrıca iddia olunduğu gibi davacının sigortalı olarak çalıştığı döneme ilişkin aleyhine kurum tarafından ödeme emri düzenlenen ve ancak halihazırda herhangi bir sigortalı çalışması bulunmayan kişi konumunda bulunduğu, bu itibarla tamamlanması gereken nispi harcın 1.161.619-TL olması karşısında davacının bu miktarı kendisinin ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor bir duruma düşürmeksizin ödeme gücünden yoksun kimse konumunda olduğu noktasında kanunda belirtilen somut koşul ve vakıaların oluştuğu; özellikle mevcut dosya kapsamı, alınan bilirkişi kurulu raporu içeriği dikkate alındığında davacının iddialarının açıkça dayanaktan yoksun bulunmadığı anlaşılmakla beraber tam olarak haklı olup olmadığının bu aşamada kesin olarak belli olmadığı, esasen yargılamanın devam ettiği, ne var ki bu aşamada adli yardım talebinin kabulü açısından bu yönden dahi gerekli somut koşul vakıanın gerçekleştiği sonuca varıldığı, kaldı ki davanın reddi halinde davacının sadece maktu red harcı ödeyecek olması, davanın kabulü halinde ise zaten davalı harçtan muaf olmakla davalı aleyhine harca hükmedilmeyecek olması dahi yukarıdaki gerekçe ile birlikte ele alındığında, davacı lehine yargılama harçları ile ilgili olmak üzere adli yardım talebinin kabul edilmemesi hem kavramlar içtihatları yorumuna hem menfaat içtihatları yorumuna aykırı olacağı gibi, somut vakıalar gözetildiğinde davacının mahkemeye erişim hakkının ve giderek Anayasa m.36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6.madde hükmünün ihlaline yol açıcı sonuçlar dahi doğurabileceği” gerekçeleri karşısında davacı vekilinin mahkememizin 02/09/2021 tarihli duruşmasında belirtildiği üzere davanın nispi harca tabi olduğuna dair ara kararın devamına, bu yöne ilişkin ara karardan dönülmesi talebinin red olunmasına; buna mukabil davacının 28/09/2021 tarihli dilekçesine konu ve terditli olarak ileri sürdüğü adli yardım talebinin ise yargılama harçları ile sınırlı olmak üzere kabulüne; bu suretle mahkememizin 02/09/2021 tarihli duruşmanın 2 numaralı ara kararında belirtilen nispi karar ve ilam harcından davacı asilin muaf tutulmasına” dair karar oluşturulmuş, bu suretle harca ilişkin ön mesele halledilmiştir. Her ne kadar davacı vekili emsal olarak sunmuş olduğu diğer mahkeme dosyalarında Yargıtay HGK’nin 2010 tarihli ilamı esas alınmış ise de Mahkememizce açıklanan gerekçelerle harç hususu ile ilgili belirtilen çerçevede bir yol izlenmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması açısından mahkememizce atanan bilirkişi kurulu aracılığıyla yapılan incelemeler sonucunda hazırlanan rapora göre, “dava dışı … Sigorta A.Ş. tarafından düzenlenen poliçelerin/ faturaların yasal defterlerinde yer aldığı, defterlerin yasaların emrettiği şekilde tutulduğu, Sosyal Güvenlik Kurumu ve mali idareye yapılması gereken bildirimlerin süresinde yapıldığı, açılış ve kapanış kayıtlarının Kanun öngördüğü süreler içinde yapıldığı, 2918 sayılı Yasa kapsamından kaynaklanan dava konusu alacağın bir ticari faaliyetten kaynaklanan alacak olması sebebiyle kamu alacağı olarak kabul edilemeyeceği, şirket yönetim kurulu üyelerinin şirketin borçlarından sorumlu tutulabilmesi için VUK’nun 10’uncu maddesi ile 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde öngörülen şartların bu olayda gerçekleşmemiş olduğu, davaya konu borcun sadece … Sigorta A.Ş.’den istenebileceği, dava dışı … Sigortanın, davalı SGK ‘na 12.06.2020 tarihinde 62.128.110.- TL ödeme yaptığı, davacının … Sigorta A.Ş.’nin 2918 sayılı Yasa gereği SGK’ya aktarılmayan trafik sigortası primlerinden dolayı şahsen sorumlu tutulma şartlarının gerçekleşmemiş olduğu, şirket yönetiminin 15.01.2014 tarihinden sonra 5.000 TL üstü harcamalar için Hazine Müsteşarlığı tarafından atanan üyelerden onay almadan ödenmemesi ve şirket yönetiminin 07.08.2015 tarihinden sonrasında tüm yönetimin Hazine Müsteşarlığı tarafından atanan yönetim kuruluna geçmiş olması sebebiyle davacı yönetim kurulu üyesinin bu tarihten sonra zaten sorumlu tutulamayacağı, … Hesabının devraldığı … Sigorta A.Ş.’den devraldığı malvarlığından yapılmış ödemelerin … Hesabı Yönetmeliğindeki esaslar muvacehesinde yapılmış olup olmadığı ve … Sigorta (… Hesabı) ile davalı SGK arasında … 21. İş Mahkemesinin .. E. sayılı dosyasında devam eden davanın sonucunun da (VUK’nun 10 ncu maddesi ile 6183 sayılı kanunun mükerrer 35 inci maddesi sebebiyle) önem arz ettiğini, dava dışı … Sigorta A.Ş.’nin … 8. Asliye Ticaret Mahkemesindeki …E. dosya da işlem gören davasında bilirkişi raporu sunulmuş olup 2.9.2015 tarihi itibari ile SGK’nın asıl alacağının 62.306.248,61 TL olduğu ve … Sigorta A.Ş. 12.06.2020 tarihinde 62.128.110.- TL SGK’ya ödeme yaptığı, kalan anapara 178.138,61 TL alacağın SGK Kanunu gereğince ödemelerin vücuda geldiği ilk tarihli borçtan başlanarak kapatılması gerekeceğinden (borç yaşlandırması) kalan SGK alacağının tamamının kamu idaresinde olduğu döneme ait olacağından davacının sorumlu olamayacağı” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki 6183 sayılı Kanun çerçevesinde devlet kurumları tarafından farklı nedenlerle ödeme emirleri düzenlenmektedir. Bu çerçevede 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun çerçevesinde genel bütçe, il özel idaresi, belediye ve köylere ait vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülük ile bunlara ait zam ve cezalarla ilgili takipler dışında kalan diğer bir hal ise Sosyal Güvenlik Kurumunun 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre ödenmeyen prim ve diğer alacaklarıyla ilgili düzenlenen ödeme emirleridir.
4857 sayılı İş Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu uyarınca, SGK’nın ödenmeyen prim alacaklarına ilişkin ödeme emrine dahi davacının itiraz edebilme hakkı, somut olay gibi menfi tesbit dava açma hakkı mevcuttur.
5510 sayılı Yasanın 88. maddesi“…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kurum, kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/52 md.) Sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata veya yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, sigortalılarca ödenen prim ve prime ilişkin borcun noksan tahakkuk ettirildiğinin kurumca sonradan tespit edilmesi hâlinde tespit edilen fark prime ilişkin borç aslına, tebliğ tarihinden itibaren 89 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde fıkra içermektedir.
Belirtilen yasal düzenleme uyarınca SGK’nın süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının 6183 sayılı AATUHK kapsamında olanların tahsili amacıyla -Kanunda belirtilen istisnalar dışında- ilgili gerçek ve tüzel kişiler hakkında 6183 sayılı AATUHK hükümleri uygulanacaktır. SGK’nın prim ve diğer alacaklarının tahsiline ilişkin özel kanun niteliği taşıyan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu m.88/19 hükmüne göre ise “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir. “Yine aynı Kanunun m.101 hükmüne göre “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkacak uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.”
Görevsizlik kararı veren iş mahkemesinin gerekçesi Yargıtay 10. HD tarafından benimsenen gerekçe olup bu gerekçeye göre ödeme emrine konu olan alacak 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 14.maddesi ile ilgili hükümler ile yine Sigortacılık Kanununa atıfta bulunan Karayolları Trafik Kanununun m.98/f.2 hükmü ile TTK’nın sigorta hukuku ile ilgili maddeleri, yine aynı Kanununun 4.maddesinden doğmakta olup, yukarıda açıklanan nedenlerle iş mahkemesinin görevli olduğu bir alacak ise bulunmamaktadır.
Mahkememizce yapılan bilirkişi incelemesinden de anlaşılacağı üzere 2918 sayılı Kanunda adı geçen prim bu nedenle sosyal güvenlik ile ilgilisi bulunmayan, yukarıda atıf yapılan Yargıtay 10. HD tarafından dahi benimsenen kararlardan da anlaşılacağı üzere özel sigortacılık faaliyetinden doğmakta olan bir prim alacağıdır. Buna göre davaya konu olan alacağın davalı SGK tarafından takip edilebilecek bir kamu alacağı niteliği olmadığı anlaşılmaktadır. Zaten bu hal yukarıda açıklandığı gibi 6183 sayılı Kanun kapsamında kalmayan istisnai bir haldir
Nitekim davalı SGK’ya dava konusu alacak ile ilgili yapılan başvuru sonucunda, SGK tarafından hazırlanmış olan 19/11/2014 tarihli yazıda dahi açıkça dava konusu alacağın yapılandırma kapsamında olmayan bir alacak olduğu, yapılandırma kapsamına girmediği, bu suretle 5510 sayılı Kanunun 4.maddesi kapsamında belirtilen alacak ve primler ile ilgili hükmün kapsamında kalmadığı, bu itibarla kamu alacağı vasfında olmadığı davalı kurum tarafından dahi açıkça benimsenmiştir. Bir kimsenin, davranışlarında tutarlılık bulundurmasını gerektiren bir prensip yoktur. Fakat bir hukuki ilişkide bir kimse davranışı ile karşı tarafta esaslı bir güven uyandırdıktan sonra, artık bu davranışına aykırı tutum takınamaz. (Venire contra factum proprium) -(Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman, Medeni Hukuk Dersleri, Sayfa. 173, İstanbul, 1975). Bu nedenle davaya esas olan ödeme emrine konu alacağın kamu alacağı kapsamında değerlendirilmediğinin davalı kurum tarafından dahi iç yazışmalar ile kabul edilmesi sonrası davalı kurumun uyandırmış olduğu güvene aykırı olarak hareket etmesi dahi kabul edilebilir değildir. “Sadece özel tüzel kişiler ve gerçek kişiler değil devletin tüm kurum ve kuruluşlarının dahi kendilerine tanınan yasal hak ve yetkileri dürüstlük kuralı çerçevesinde kullanması hukuk devletinin dahi olmazsa olmaz bir gereği olarak Mahkememizce değerlendirilmiştir. Zaten yukarıda açıklanan hukuki durum ile davalı kurumun iç yazışmalarıyla kabul etmiş olduğu hukuki durum aynı yöndedir.
Öte yandan davacı gerçek kişinin tüzel kişi yöneticisi sıfatıyla tüzel kişinin kamu borçlarından sorumlu olabilmesi için, VUK m.10 ile 6183 sayılı Kanununun mükerrer m.35 hükmüne göre tüzel kişinin kusur ve sorumlu bulunması ve ayrıca tüm girişimlere rağmen borcun tüzel kişiliğin mal varlığından tahsil edilememiş olması zorunludur. Dava dışı sigorta şirketinin 2011 yılında yapılan önemli değişiklik nedeniyle aynı yıllarda sermaye yetersizliği sorunuyla karşı karşıya kaldığı, Hazine Müsteşarlığına devredildiği, zaten devir nedeninin bu hal olduğu, davacının ise şirketin sermaye yetersizliği durumuna düşmesinde özel bir kusurunun varlığının ise ispatlanamadığı, 21/03/2013 tarihinden itibaren yönetim kurulunun Hazine Müsteşarlığının kararıyla ve kamu iradesiyle yürütüldüğü, bu tarihten sonra yönetim kurulunun icra yetkisi olmakla beraber kullanım yetkisinin sınırlı olduğu, davacının ve dava dışı şirketin açıklanan statüsü karşısında davacının bu nedenle sorumlu bulunmasının somut olay açısından şartlarının oluşmadığı, alacağın da 6183 sayılı Kanundan doğan bir kamu alacağı da olmadığı kabul edilmiştir. Esasen dava dosyasına sunulan uzman kişi raporları başka mahkemelere sunulan aynı vakıalara dayalı emsal bilirkişi raporları ile Mahkememizin varmış olduğu gerekçe ve atanan bilirkişi kurulunun varmış olduğu sonuç tam olarak ve birbirleriyle uyumludur. Mahkememizce atanan bilirkişi kurulunun raporunun içeriğine itibar etmeye engel bir hal ise mevcut değildir.
Hal böyle olunca davacı gerçek kişi aleyhine düzenlenen ödeme emrine konu alacağın ödeme emrinde belirtildiğinin tersine ve yukarıda anılan 5510 sayılı Kanundan kaynaklanmadığı, yine yukarıda anılan özel sigorta hukukunundan kaynaklı bir prim alacağı niteliği taşıdığı, kamu alacağı niteliğinin bu açıdan bulunmadığı, davacının ve dava dışı şirketin konumu karşısında dava konusu edilen ödeme emrine konu borçtan dolayı ise davacının borçlu bulunduğunun kabul edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Davaya konu olan ödeme emri davalı olan kurum tarafından 6183 sayılı AATUHK ve 5510 sayılı SSGSSK hükümleri çerçevesinde düzenlenen, akabinde davacıya tebliğ olunan ödeme emri ile ilgili açılmış olmakla ve dava ise davalı kurum aleyhine sonuçlanmış olmakla vekalet ücreti ile ilgili ayrıca açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır. Bu nedenle emsal olarak dayanılan ilk derece mahkemelerindeki vekalet ücretindeki husus dikkate alınmamıştır. Zira “kanun koyucu bazı hallerde dava değeri ne olursa olsun maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği yolunda düzenleme de yapabilmektedir. Nitekim, Avukatlık Kanunun 168. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir” hükmü bulunmaktadır. Bu düzenleme ile, eldeki dosyaya benzer şekilde menfi tespit davası niteliğinde olan ve davanın konusunun para ile değerlendirilebilir nitelikte olmasına rağmen, bu yasal düzenlemeden dolayı sözü edilen 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğan ödeme emrinin iptaline yönelik davalarda vekalet ücretinin maktu olarak belirleneceği hüküm altına alınmıştır. (Yargıtay HGK 2010/10-550E. 2010/561K.sayılı ilamı) Uyuşmazlığın çıkmasının nedeni, adı geçen 6183 sayılı Kanununun davalı kurumca uygulanması ve bu uygulamaya dayalı olarak düzenlenen ödeme emri ile ilgili bulunmakla davalı kurum aleyhine ancak maktu vekalet ücreti hükmedilecektir. Davalı kurumun adı geçen kanun hükümlerinin uygulanmasından dolayı muhatap olduğu bu dava nedeniyle diğer ilk derece mahkemelerinin aksine ve davacı lehine en fazla maktu vekalet ücreti hükmedilecektir.
Yapılan açıklamalar karşısında davalı kurum tarafından, davacı aleyhine 6183 sayılı AATUHK hükümlerine göre düzenlenen, … tarihli ve …-E İcra takip kart numaralı ve … sayılı ödeme emrine konu olan borçtan dolayı davacının, davalı kuruma borçlu olmadığının tespitine; davalının, dava konusu miktar nedeni ile takip konusu alacağın %10 fazlası ile davacıdan tahsiline dair talebinin, davanın kabulü karşısında reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı kurum tarafından, davacı aleyhine 6183 sayılı AATUHK hükümlerine göre düzenlenen, … tarihli ve …-E İcra takip kart numaralı ve … sayılı ödeme emrine konu olan borçtan dolayı davacının, davalı kuruma borçlu olmadığının tespitine,
2-Davalının, dava konusu miktar nedeni ile takip konusu alacağın %10 fazlası ile davacıdan tahsiline dair talebinin, davanın kabulü karşısında reddine,
3-Davacının harca ilişkin adli yardımdan yararlanması, davanın kabul edilmiş olması ve buna mukabil davalının ise harçtan muaf olması karşısında davalı aleyhine herhangi bir harca hükmedilmemesine,
4-Davacı tarafından yatırılan 31,40 TL başvuru harcı, 31,40 TL peşin harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
5-Davacı tarafından harcanan 454,00 TL tebligat ve posta ücreti, 5.500,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 5.954,00 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
6-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden Avukatlık Kanunu m.168/f.2 hükmü karşısında hüküm tarihinde yürürlükte olan AAÜT gereği 5.100,00 TL maktu vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
7-Dava dosyası mahkememize … 20. İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararı ile tevzi edilmekle ve ön inceleme duruşması yapılmakla 2018 yılı AAÜT gereğince takdir olunan 2.180,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
8-Artan avansın karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 30/11/2021

Başkan

Üye

Üye

Katip