Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/335 E. 2022/432 K. 02.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/335
KARAR NO : 2022/432

DAVA : Genel Kurul Kararının İptali
DAVA TARİHİ : 08/07/2020
KARAR TARİHİ : 02/06/2022

Mahkememizde görülmekte olan genel kurul kararının iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; sermaye artışını gerektirecek bir durumun olmadığını, bu hususta tüm itirazlarını içeren bir dilekçe yazıp toplantı başkanına sunduklarını, TTK m. 407/3’te sayılan ve yönetmelikle düzenleneceği belirtilen hususlar arasında yer almadığından ilgili yönetmelik maddelerinin kanun hükümlerine hem de normlar hiyerarşisine aykırı olduğunu, davalı tarafın müvekkili genel kurulda temsil edilmemesine ilişkin gerekçe olarak söz konusu vekaletnamenin apostil şerhini içermediğini iddia etmiş ise de yönetmelik ve kanunlarda böyle bir şekil şartı öngörülmemiş olduğunu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) öngörülenden daha ağır bir şekil şartı düzenleyen yönetmelik hükümlerinin, pay sahibinin vazgeçilmez nitelikteki temsil hakkını niteliğine uygun olmayan şekilde sınırlandırmakta olduğunu, dava konusu olayda vekaletnamede noter onayının bulunduğu gerçeği ışığında ve apostille şerhi bulunmasını öngören herhangi bir düzenleme bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda sundukları vekaletnamenin geçerli olacağının tartışmasız olduğunu, BTY md. 21/f.1’de sayılan unsurları içermeyen bir yetki belgesiyle toplantıya katılmak isteyen temsilcinin geri çevrileceğini, bu durumda pay sahibinin temsil hakkının fiilen sınırlanacağının açık olduğunu, belgenin geçerli kabul edilmesinin, pay sahibinin temsil hakkının vazgeçilmez niteliği bakımından ulaşılması gereken çözüm olduğunu, pay sahibi olan müvekkil … AG’nin vazgeçilmez nitelikteki temsil ve temsilci aracılığıyla oy ve diğer haklarını kullanma hakkı ihlal edilmiş olduğunu, müvekkilinin vazgeçilmez nitelikteki genel kurul toplantısına katılma hakkını kullanamayan Benedikt’in bu sebeple toplantıda alınan kararlara karşı iptal davası açma hakkı bulunmakta olduğunu, hukuken geçerli bir gerekçe olmaksızın müvekkilinin toplantıya alınmaması ve toplantı sırasında kullanmaya yetkili olduğu hakları kullanmasının engellenmesi sebebiyle bu toplantıda alınan dava konusu kararların iptalini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; sunulan genel vekaletnamenin usulüne uygun olmadığı, davacı yabancı şirketin teminat gösterme yükümlülüğünün bulunduğu, yönetim kuruluna verilen yetki uyarınca gerekli ilanların yapıldığı, sermaye arttırım kararının zorunlu hale gelmiş olduğu, 15/07/2008 tarihi itibari ile yayınlanan tebliğe ilişkin tedbirlerin bu noktada yol gösterici olduğu, davalı şirketin sermayesinin karşılıksız kalması, öz varlıklarının negatif olması, devam eden yüksek borçlar dikkate alındığında sermaye artırımı yapılması ve genel kurul çağrısının yapılmasının acil zorunlu bir işlem niteliğinde bulunduğu, vekaletnamede pay sahibinin pay adedinin de yer almadığı, ayrıca yönetmeliğe uygun bir vekaletname sunulmadığından vekaletnamenin geçersiz olduğu, pay adedi olmayan vekaletnamelerin geçersiz olacağına dair Yargıtay uygulamasının bulunduğu, ayrıca düzenlenen vekaletnamenin Türkçe tercümesinin olmadığı, vekaletname ekinde noter onaylı imza beyannamesinin bulunmadığı, vekaletnamenin asgari geçerlilik şartlarının mevcut olmadığı, bu nedenle adi yazılı bir vekaletnamenin somut olay açısından yeterli bulunmadığı, yönetim organı ve toplantı başkanın genel kurul toplantısını usulüne uygun olarak yönettiği, davacının ibraz ettiği vekaletnamenin hukuki işlem niteliğini zedelediği, aynı zamanda avukatlık görevini ifa eden temsilcinin bir vekaletnamenin geçerlilik hususunu bilmesi gerektiği, davacının talebinin red olunması gerektiği hususlarını savunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu, davacı adına sunulan vekaletname içeriğinin toplantıya katılma açısından gerekli ve yeterli nitelik taşıyıp taşımadığının Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul Ve Esasları İle Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik Hükümleri Ve İlgili Tebliğler dikkate alındığında yeterli olup olmadığı, vekaletnamede pay sahibinin ve pay adedinin ve karşılığı sermaye miktarının yer almasının gerekip gerekmediği, bu noktada davalının somutlaştırmış olduğu vakıaların etkisinin ne olduğu, davacı şirketin toplantıya kabul edilmemesinin haklı olup olmadığı, davacı şirketin sermaye arttırım kararı öncesi sermayesinin karşılıksız kalması, öz varlığının negatif olması ve devam eden yüksek borçlarının bulunup bulunmadığı, buna göre 15/09/2018 tarihli tebliğ hükümleri de dikkate alındığında davalı şirket açısından 08/05/2020 tarihli olağanüstü genel kurulunda sermayenin arttırılması dahil diğer kararların alınmasına gerek olup olmadığı, davacının somutlaştırmış olduğu deliller çerçevesinde adı geçen kararların kanun, esas sözleşme hükümlerine aykırı nitelik taşıyıp taşımadığı, buna göre sonuç olarak davalı şirketin 08/05/2020 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurulunda alınan sermaye arttırımı dahil diğer kararlarının iptalinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Davanın genel kurul kararının iptaline yönelik dava olduğu, süresi içinde ve davalı şirkete yönelik olmak üzere bu davanın açıldığı, davacı şirketin İsviçre uyruklu olduğu, cevabi yazıya göre teminat göstermekten muaf olduğu tartışmasızdır.
Dava, genel kurul kararın iptaline yönelik olarak açılmış ve 6102 sayılı TTK m.446 hükmünden kaynaklanmaktadır.
6102 sayılı TTK. m.446 hükmü somut uyuşmazlığa dayanak madde olup bu hükümde iptal davası açılabilecek kişiler sayılmıştır. Bu maddeye göre, toplantıda hazır bulunup da karara olumsuz oy veren ve bu muhalefetini tutanağı geçirten, toplantıda hazır bulunsun veya bulunmasın, olumsuz oy kullanmış olsun veya olmasın; çağrının usulüne göre yapılmadığını, gündemin gereği gibi ilan edilmediğini, genel kurula katılma yetkisi bulunmayan kişilerin veya temsilcilerinin toplantıya katılıp oy kullandıklarını, genel kurula katılmasına ve oy kullanmasına haksız olarak izin verilmediğini ve yukarıda sayılan aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olduğunu ileri süren pay sahipleri iptal davası açabileceklerdir.
İptal davası, genel kurul kararının alınmış olduğu tarih dikkate alındığında üç aylık yasal hak düşürücü süre içinde açılmış olup Mahkememiz yetkilidir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığa esas olan TTK m.426/f.1 hükmüne göre “senede bağlanmamış paylardan, nama yazılı pay senetlerinden ve ilmühaberlerden pay sahipliği hakları, pay defterinde kayıtlı bulunan pay sahibi veya pay sahibince, yazılı olarak yetkilendirilmiş kişi tarafından kullanılır.” Bu çerçevede Anonim Şirketlerinin Genel Kurul Toplantısının Usul Ve Esaslarıyla Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik hükümlerinden olan m.21/1 hükmü vekaletnamenin unsurları ve geçerlilik süresi başlığını taşımaktadır. İlgili hükme göre “Vekaletnamede; şirketin ünvanı, ait olduğu genel kurul toplantısının tarihi, vekilin adı ve soyadı, pay sahibinin pay adedi ile adı ve soyadı veya ünvanı ve imzasının bulunması şarttır. Bu bilgilerden herhangi biri bulunmayan özel veya genel vekaletnameler geçersizdir”. Yine aynı Yönetmeliğin m.18/7 hükmü toplantıya katılma hakkı başlığını taşımaktadır. İlgili hükme göre “Halka açık olmayan şirketlerde gerek nama gerek hamiline yazılı pay senetleri sahiplerinin vekilleri vasıtasıyla toplantıda temsil edilebilmeleri için vekaletnamenin ek üçteki örneğe uygun olarak noter onaylı şekilde düzenlenmesi gerekir.” Adı geçen hükümlerin somut olayda uygulanma kabiliyetinin tartışılması zorunludur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın araştırılması açısından atanan bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 31/05/2021 tarihli raporda “dayanağı m.TTK 407/3 hükmüne dayanan BTY’de düzenlenecek hususlardan sayılmayan vekaletname ve toplantıya katılım hususunda TTK amir hükümlerini aşacak ve onlara aykırı şekilde ayrıntılı şekil şartları içeren BTYm.21 ve m.18 hükümlerinin düzen hükmü olduğu, bir geçerlilik şartı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, pay sahibi toplantıya bizzat katılabileceği gibi, temsilci marifetiyle katılması da mümkün olup temsilcinin pay sahibi olmasını zorunlu tutan düzenlemelerin geçersiz olduğu gibi temsil edilmek suretiyle genel kurula katılmanın idari tasarruflar ile zorlaştırılamaması gerektiği, hükmün temsil edilme ile ilgili ağır şekil şartlarına bağlayan düzenlemeleri de geçersiz kılacağı, özellikle konu ile doğrudan alakalı olmayan Lahey Sözleşmesi hükümlerinden bahisle apostil ve benzeri şartlar konulmasının pay sahiplerinin genel kurulda temsil edilmesi amacıyla ve TTK amir hükümleri ile bağdaşmadığı, apostil zorunluluğunun genel hüküm mahiyetinde ve fakat TTK hükümleri özel düzenlemeler olduğu, kaldı ki somut olayda vekaletnamede asli unsurlar olarak noter onayı ve apostil onayı mevcut olduğu, bu bakımdan davacının somut olayda haksız olarak genel kurula alınmadığı, aksi yaklaşımın kanuna ve dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceği, ancak bu durumun kararın iptali için tek başına yeterli olmadığı, TTK m.446 uyarınca kararın alınmasında da etkili olması gerektiği, davalı şirketin itibari değeri 263.233,00 TL olan 263.233 adet payın mevcut olduğu, toplantıya haksız olarak alınmadığı anlaşılan … AŞ’nin ise 131.616,50 TL itibari değerde 131.616,50 payı ile şirketin hissedarı olduğu, ancak kendisinin toplantıya katılıp olumsuz oy kullanması halinde sermaye arttırım kararının karar yetersayısına ulaşılamadığından alınamayacağı, bu bakımdan aykırılığın kararın alınmasında etkili olduğu, nitekim alınan sermaye arttırımı kararı ile şirketin sermayesinin neredeyse on kat artırılarak 24.000.000 TL’ye çıkarıldığı, bu arttırıma katılmayan davacı pay sahibinin pay oranının yaklaşık % 0,55’a düşeceği, bu durumda iyi niyetli artırımdan söz edilemeyeceği, dürüstlük kuralına da aykırılık halinin söz konusu olduğu, her ne kadar TTK m.376 gereği borca batıklık gerekçesi ile artırım kararı alınmış ise de ilgili 2018 ve 2020 tebliğleri ile bu konuda şirketlere kolaylık sağlandığı, şayet arttırımın gerekliliği kabul edilir ise dahi bunun %50 hissedarın katılımı ile yapılacak toplantıda karar verilmesi gerektiği, toplantıya haksız alınmama durumunun somut olayda kararın geçerliliğini de etkileyeceği” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Raporun taraf vekillerine tebliğ olması ve taraf vekillerinin beyanlarını sunması sonrası ise bilirkişi kurulunun 31/05/2021 tarihli rapora yönelik itirazlar karşısında, davacı vekilinin dava dilekçesi ve mahkememizce oluşturulan 17/06/2021 tarihli ara karar sonrası sunduğu 22/06/2021 tarihli açıklayıcı dilekçesi nedeniyle, 08/05/2020 tarihli olağanüstü genel kurulda alınan tüm kararlara yönelik iptal talebi olmakla, tüm maddeler açısından, daha önce açıklanan uyuşmazlık konuları çerçevesinde her bir madde açısından gerekli değerlendirmenin yapılması, davacı vekilinin davanın kabulü yönündeki beyanına rağmen davalı vekilinin 16/06/2021 tarihli ve 01/07/2021 tarihli rapora itiraz dilekçeleri ve somut olay içeriği dikkate alındığında ve özellikle dayanılan emsal kararlar gereği bilirkişi kurulunun 31/05/2021 tarihli raporunda kurum içi düzenlemeler de gözetildiğinde herhangi bir maddi hata olup olmadığı hususlarının dikkate alınması, bu suretle bilirkişi kurulunun ek raporunu sunması amacı ile bilirkişi kurulundan ek rapor alınmasına” dair ara karar oluşturulmuştur.
Bu defa bilirkişi kurulu 16/03/2022 tarihli ek raporunda “dayanağı TTK m.407/3’e dayanan …’de düzenlenecek hususlardan sayılmayan vekaletname ve toplantıya katılım hususunda TTK amir hükümlerini aşacak ve onlara aykırı şekilde ayrıntılı şekil şartları içeren … m.21 ve m.18 hükümlerinin düzen hükmü olduğu, bir geçerlilik şartı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, pay sahibi toplantıya bizzat katılabileceği gibi, temsilci marifetiyle katılması da mümkün olup temsilcinin pay sahibi olmasını zorunlu tutan düzenlemelerin geçersiz olduğu gibi temsil edilmek suretiyle genel kurula katılmanın idari tasarruflar ile zorlaştırılamaması gerektiği, hükmün temsil edilebilirliği ağır şekil şartlarına bağlayan düzenlemeleri de geçersiz kılacağı, özellikle konu ile doğrudan alakalı olmayan Lahey Sözleşmesi hükümlerinden bahisle apostil ve benzeri şartlar konulmasının pay sahiplerinin genel kurulda temsil edilmesi amacıyla ve TTK amir hükümleri ile bağdaşmadığı, apostil zorunluluğu genel hüküm mahiyetinde ve fakat TTK hükümleri uyarınca özel düzenlemeler olduğu, kaldı ki somut olayda vekaletnamede asli unsurlar olarak noter onayı ve apostil onayı mevcut olduğu, bu bakımdan davacının somut olayda haksız olarak genel kurula alınmadığı, bu yöndeki kök rapordaki görüşün muhafaza edildiği, somut olaydaki gibi bir pay oranına sahip olan bir ortağın haksız olarak genel kurula alınmadığı hallerde, bundan sonra geri kalan hazirunun varlığında toplanan genel kurulun gerçek anlamda çoğunluğu sağlayamacağı, zira katılmayan payın temsili ve olumsuz oy kullanması halinde, yalnız karara olumlu oy veren pay sahiplerinin bu aykırılık olmasa idi toplantıda mevcut olabilecek paylar nazara alındığında oy çokluğunu sağlayamayacağı, bu bakımdan somut olayda alınan kararlarda iddia olunan hukuka aykırılık durumunun salt TTK m.446 anlamında iptal davası açma hakkı veren bir durum değil, yokluğa varacak şekilde bir kanuna aykırılık türü olduğu, kök raporda da ifade edildiği üzere “her ne kadar TTK m.376 borca batıklık iddiasında bulunuluyor ise de ilgili 2018 ve 2020 tebliğleri ile bu konuda şirketlere kolaylık sağlandığı, şayet arttırımının gerekliliği kabul edilir ise dahi bunun hissedarın katılımı ile yapılacak toplantıda karar verilmesi gerektiği, toplantıya haksız alınmama durumunun somut olayda kararın geçerliliğini de etkileyeceği, davalı yanın itirazları açısından TTK m.376 yönünden sermaye artırımına gereklilik olduğu, bu hususların kök raporda incelenmediği yönünde ise de esasen bu konuda kök raporda inceleme yapıldığı gibi, ek raporda görüldüğü üzere, TTK m.376’da ve ilgili tebliğde zikredilen gerekli şartlar yerine getirilmeden sermaye arttırımı yapılması ihtimalinin, bizzat davalı şirketin almış olduğu sermaye arttırımı kararının geçersizliği yaptırımına sebebiyet verebileceği, … hükümlerine göre vekaletname düzenlenmesi zorunluluğu bulunup bulunmadığı yönünden, öngörülen hükümlerin geçerlilik şartı değil düzen hükmü olduğu, Yargıtay kararlarının bu düzen hükmünü geçerlilik şartı olarak yorumluyor ise de, yönetmeliğin Kanun’da öngörülmeyen bir şekil şartı öngörmesinin mümkün olmadığı, düzenlemenin TTK ilgili hükümleri karşısında normlar hiyerarşisine aykırı ve TBK hükümleri çerçevesinde geçersiz olduğu, bu görüş uyarınca ilgili hükümler nazara alınarak pay sahibinin genel kurula katılmasının engellenemeyeceği, bununla birlikte Yargıtay’ın görüşüne üstünlük tanınarak karar verilmesinin Mahkeme’nin takdirlerinde olduğu” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Yukarıda açıklanan kanun hükümleri dikkate alındığında toplantıya katılmak isteyen davacının sunmuş olduğu vekaletname niteliğindeki belgenin ilk sayfasında yabancı bir tüzel kişinin yönetim kurulu üyesi olduğu iddia edilen yabancı gerçek kişinin imzası mevcut ise de ikinci sayfada yer alan metin içeriğinin Türkçe tercümesi mevcut olmadığı gibi bilirkişi kurulu raporunda irdelenen vekaletnamenin asgari geçerlilik unsurlarının dahi mevcut bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre dayanak yönetmeliğin m.18/7 hükmü uyarınca vekaletnamenin adı geçen yönetmeliğin ekinde yer alan vekaletname örneğine uygun olması, noter onaylı bulunması veya noter huzurunda düzenlenmiş imza beyanının vekaletnameye eklenmesi zorunludur. Yine adı geçen Anonim Şirketlerinin Genel Kurul Toplantılarının Usul Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca genel kurul toplantısına katılmak üzere sunulan vekaletnamelerde genel kurul toplantı tarihinin, vekilinin adının ve soyadının, pay sahibinin pay adedi ile adı ve soyadı ünvanı ve imzasının bulunması zorunlu şekil koşulu olarak öngörülmüştür. Zaten dayanak vekaletnamede pay sahibinin pay adedinin olmadığı dahi tartışmasızdır. Yargıtay uygulamasında da yönetmelik hükümlerine uygun düzenlenmeyen bir vekaletnameye dayalı olarak temsilcinin toplantıya katılmasının mümkün olmadığı, bu tip bir vekaletnameye dayalı olarak temsilcinin toplantıya alınmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir.
Nitekim Yargıtay uygulamasında da “davacılar adına genel kurula katılan vekilleri …………ibraz ettiği vekaletnamenin Gümrük ve Ticaret Bakanlığının 28.11.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 28481 sayılı Yönetmeliğin 21. maddesinde düzenlenmiş olan “Vekaletnamelerin unsurları ve geçerlilik süresi” başlıklı hükmün gerektirdiği şekil ve şartlara uymadığının Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcisi katılımıyla düzenlenen genel kurul toplantı tutanağı içeriğinden anlaşıldığı, buna göre, davacılar adına toplantıya katılan vekilin usule uygun vekaletle toplantıya katılmadığı gerekçesiyle, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yukarıda belirtilen gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir” şeklinde görüş belirtilmiştir.(Yargıtay 11. HD 2019/5362E. 2020/3451K.sayılı kararı)
Nitekim benzer uyuşmazlık yönünden ilk derece mahkemesinin açıklamış olduğu gerekçeye göre “ilgili yönetmeliğin kanunda düzenlenen yazılı temsil belgesinin ne şekilde olacağını açıkladığı, anılan yönetmeliğin genel kurul toplantısının yapıldığı tarihte ve halen dahi yürürlükte olduğu, Danıştay tarafından verilmiş herhangi bir iptal kararının bulunmadığı, kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadıkça yürürlükte olan bir yönetmeliğin kanuna aykırı olduğunun iddia edilemeyeceği ve bağlayıcı olduğu nedeniyle bilirkişilerin aksi yöndeki görüşü mahkememizce benimsenmemiştir. Genel kurul toplantı tutanağına ekli olan davacıların vekillerinin sunduğu vekaletnameler incelendiğinde; vekaletname başlıklı belgelerin adi yazılı belge oldukları, noterden düzenlenen vekaletnamenin ise; genel dava yetkilerini içerir mahkemelere ibraz edilen vekaletname sureti niteliğinde olduğu, ilgili yönetmeliğin m.18/7 maddesinde aranan özellikleri taşımadığı, vekalet verenin noter tasdikli imza sirkülerinin vekaletnamelere eklenmediği görülmekle bu durumda genel kurul toplantısına davacıların vekaleten katılma talebinin kabul edilmemesinde mevzuata aykırılık bulunmadığı, etki kuralı şartının da oluşmadığı, TTK 447.maddesinde belirtilen butlan sebeplerinin de olmadığı, kanaatine varılmakla davacıların dava konusu genel kurul toplantısında alınan kararların iptalini isteyemeyecekleri anlaşılmıştır” (… 1. Asliye Ticaret Mahkemesi, E…., K. …, T. 1.2.2018 Tarihli Kararı) şeklinde gerekçe İstanbul BAM 14.HD’nin 2018/1158E. 2019/1260K.sayılı kararı ile “İş bu dava yönünden davacılar adına genel kurula katılan vekilleri ………ibraz ettiği vekaletnamenin Gümrük ve Ticaret Bakanlığının 28.11.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 28481 sayılı Yönetmeliğin 21. maddesinde düzenlenmiş olan “Vekaletnamelerin unsurları ve geçerlilik süresi” başlıklı hükmün gerektirdiği şekil ve şartlara uymadığının Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcisi katılımıyla düzenlenen genel kurul toplantı tutanağı içeriğinden anlaşılmaktadır. Buna göre, davacılar adına toplantıya katılan vekilin mahkeme gerekçesinin aksine bazı kararlarda muhalefet şerhini usule uygun tutanağa geçirdiği anlaşılmakla birlikte, yukarıda açıklandığı üzere usule uygun vekaletle toplantıya katılmadığı anlaşıldığından, mahkemenin kabulüne göre muhalefetin usule uygun tutanağa geçirilmediği yönündeki yanılgılı gerekçesi sonuca etkili olmayıp, bu yöndeki istinaf nedeni yerinde görülmemiştir.” gerekçesiyle benimsenmiş ve buna ilişkin istinaf başvurusu reddolunmuştur.
Kaldı ki Yargıtay’ın öteden beri devam eden uygulaması, davacıyı temsilen genel kurula katılmak üzere yetkilendirilen kişinin vekaletnamesini yönetmelik hükümlerine uygun düzenlenmemesi gerekçesiyle toplantıya kabul olunmaması halinde, dayanak vekaletnamede pay sahibinin pay bedelinin belirtilmemesi nedeniyle vekaletnamenin geçersiz olduğu, geçersiz olan vekaletnameye istinaden toplantıya kabul edilmemesinin ise haklı olduğu, bu nedenle bu kişinin davacı olarak genel kurul kararlarının iptalini isteyemeyeceği, ancak yokluk ve batıllık müeyyidesi gerektiren şartlar oluşmuş ise de bunun talep edilebileceği yönündedir. (Yargıtay 11. HD 2004/3484E. 2004/12889K.sayılı kararı)
Hal böyle olunca davacının dayanak yönetmelik gereği geçersiz vekaletname nedeniyle toplantıya alınmamış olması haksız değil, “haklı bir nedene” dayanmaktadır. Bu nedenle yönetmelik hükümleri dikkate alındığında geçersiz vekaletname ile davacının toplantıya katılmasına izin verilmemesi haklıdır. Dayanak hükümlerin yönetmelik hükümleri olduğu, bu nedenle TTK hükümlerine aykırı olduğu, pay sahibinin temsiline dair vazgeçilmez hakların gözardı edildiği yönünde gerek doktrin gerek bilirkişi raporunda tespitler var ise yukarıda atıf yapılan yargısal uygulama karşısında bu yöne ilişkin tespitlere itibar edilememiştir. Kaldı ki Mahkememizce yapılan değerlendirmeye göre normlar hiyerarşisi çerçevesinde “yönetmelik hükümleri kanun hükmüne aykırı olamaz ise de, yönetmelik hükmünün aynen bir kanun hükmünün tekrarı olduğu da kabul edilemez. Sonuç itibariyle yönetmelik, kanunların uygulanabilmesi için çıkarılmış olan idari düzenleyici işlemlerdir. İdarenin, kanun hükümleri göre görevlerini yapabilmek adına kendi yetki sahalarına ait olmak üzere idari düzenleyici işlem yapmaları gerekli ve mümkündür. Dayanak yönetmelik hükümleri bu çerçevede idarenin kendi yetki sahasına ilişkin olmak üzere ve kanun hükmünün uygulanması için çıkarılmıştır. Aksi düşünce, kanunun uygulanması için çıkarılmış tüm yönetmelik hükümlerinin kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle adli yargı mahkemelerince uygulanmaması tehlikesine yol açabilir ki bu durumun hukuki kaosa yol açabilme ihtimali yüksektir. Zaten ve bu nedenle bir yönetmelik hükmünün kanuna aykırılığı söz konusu olduğu takdirde, bu durumun kural olarak -istisnalar baki- yine idari yargı içinde tartışılması gerekir. İlk derece mahkemelerinin mevcut olan yönetmelik hükümlerini, normlar hiyerarşisi teorisi çerçevesinde ve kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle uygulamaması yönünde oluşturacakları takdirleri Mahkememize göre sakınılarak uygulanması gereken bir takdir yetkisidir. Akdi durum kural olarak idari yargısının görevlerinin adli yargı tarafından gasbına dahi yol açabilecektir. Somut olay yönünden açıklanan gerekçeler nedeniyle yönetmelik hükümlerinin mevcut hali ile uygulanmasına engel olabilecek açık, belirli, tarafları ikna edici ve makul bir durum yoktur.”
Nitekim Yargıtay’ın bu noktadaki uygulaması yerleşik olup BAM ve ilk derece mahkemeleri tarafından da benimsenmektedir. Buna göre davacının toplantıya alınmaması haklı bulunduğundan davacının TTK m.446/1-a hükmü uyarınca dava açılması için gereken şartı yerine getiremediği kabul edilmiştir. Yargıtay’ın istikrarlı uygulamasına göre davacının açmış olduğu iptal davasının dinlenebilmesi için yukarıda açıklanan kanun hükümleri de dikkate alındığında davacı pay sahibinin haksız olarak genel kurul toplantısına alınmamış olması zorunludur. Bir başka ifade ile genel kurul toplantısında alınan kararlara karşı iptal davası, yukarıda açıklanan kanun hükümlerinde belirtilen kişiler tarafından açılabilir. Ancak bu davanın kabul edilebilmesi için ayrıca TTK’da belirtilen kanuna, esas sözleşmeye veyahut objektif iyi niyet kurallarına aykırı olması zorunludur. (Oğuz İMREGÜN, Anonim Ortaklıklar, Sayfa 173, İstanbul) Açıklandığı üzere somut olay yönünden davacının iptal davası açabilmesinin şartları daha gerçekleşmediğinden dolayı, diğer araştırmaların yapılmasında gereklilik bulunmamaktadır.
Kaldı ki “etki kuralının” uygulanması ancak ve sadece haksız olarak toplantıya alınmamış, dava açma şartı lehine bu yönde oluşmuş olan davacının toplantıya katılması halinde farklı bir kararın söz konusu olabileceği ihtimaline dayanmaktadır. Oysaki somut olayda davacı, toplantıya haklı olarak alınmamıştır. Bu durumda davacı lehine “etki kuralının” tartışılmasında davacı lehine herhangi bir hukuki yarar söz konusu değildir. Bir başka deyişle iptal kararı, bu tip hallerde haksız alınmama durumu yanında ayrıca etki kuralının ispatlanması sonrası, ancak kanun, sözleşme ve dürüstlük kurallarına aykırılığın ispatı sonucu tartışılabilecek durumdur. O halde etki kuralının somut olayda dikkate alınabilmesi dahi mümkün bulunmamaktadır.
Şirket sermayesinin arttırılması yönündeki kararın, HMK m.33 hükmü uyarınca yapılacak nitelendirmede yokluk ve butlan olarak nitelendirilmesinin yapılarak hükümsüzlüğüne karar verilip verilemeyeceği de Mahkememizce irdelenmiştir.
“Bilindiği üzere, mülga 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6762 Sayılı TTK) batıl kararlara yönelik olarak genel kurul kararlarının iptali için dava açma hakkı düzenlenmemiş ancak doktrin ve uygulamada ilgililerin açacağı bir tespit davası ile hükümsüzlüğün belirlenmesinin talep edebileceği kabul edilmiştir. (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 447. maddesinde ise genel kurulun hangi tür kararlarının batıl olduğu hüküm altına alınmış durumdadır.)
Hükümsüzlük halleri, yokluk ve butlan olarak iki alt kategoride ela alınabilir.
Kavram olarak yokluk; bir hukuki işlemin doğabilmesi için öngörülen ve kurucu nitelikte olan emredici hükümlere aykırılık halidir. Bu aykırılık, işlemin unsurlarında eksikliğe yol açar ve işlemi “yokluk” ile sakat hale getiri. Yok sayılan işlem, şeklen dahi meydana gelmemiştir. Yokluk, bunu ileri sürme konusunda hukuki menfaati bulunan herkes tarafından her zaman ileri sürülebilir ve tespit ettirilebilir, hâkim tarafından da re’sen dikkate alınır. Mahkemenin vereceği tespit hükmü, bu durumu açıklayıcı niteliktedir.
Şirketler hukukundaki emredici hükümlere göre, genel kurul kararlarının oluşabilmesi için iki kurucu unsur gereklidir: Birincisi genel kurul toplantısı yapılması, ikincisi toplantıda karar alınmasıdır. Bunların birisindeki eksiklik halinde, işlem (karar) hiç doğmamış sayılır; yani baştan itibaren yoktur. Örneğin, karar alınmadığı halde alınmış gibi gösterilirse veya Bakanlık temsilcisinin toplantıda bulunmaması halinde işlem, yoklukla sakat olacaktır.
Butlan ise; bir işlemin, konusuna ilişkin emredici hükümlere aykırı olması halidir. Eş söyleyişle, bir işlemin konusu; kanuna, ahlaka, adaba, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı ya da, imkânsız ise, bu işlem batıldır. Yokluktaki gibi, butlanda da kesin geçersizlik söz konusudur; hâkim bunu re’sen göz önünde bulundurur ve herkes bu geçersizliği, iptal davasında öngörülen üç aylık süreyle bağlı olmaksızın ileri sürebilir ve tespit ettirebilir. Yokluk ve butlan arasında sonuçları değil, sebepleri bakımından farklılık bulunmaktadır (Fatih Bilgili, Ertan Demirkapı, Şirketler Hukuku, 2012, 2. Baskı, s.190).
Mülga Türk Ticaret Kanunu’nda bir işlemin batıl hale gelmesine örnek olarak 392. madde hükmü verilebilir. Anılan yasa hükmünde, sermaye artırım koşullarına uyulmamasının kararı batıl hale getireceği düzenlenmiş olup, ikinci fıkra aynen; “Esas sermayenin artırılması yukarıki hükümlere göre icra edilmemiş ise bu husustaki muameleler batıl ve bundan dolayı da idare meclisi azalariyle murakıplar; şirkete, münferit ortaklara ve üçüncü şahıslara karşı müteselsilen mesuldürler.” şeklindedir. Bunun yanı sıra, toplantı ve karar nisabının bulunmaması da (6762 Sayılı TTK m. 378) butlan sebeplerine örnek olarak verilebilir.
İptal edilebilir kararlarda ise; genel kurul kararının geçersizlik halini oluşturan nedenin, işlemin, baştan itibaren geçersiz olması sonucunu doğuracak nitelikte olmaması hali söz konusudur. Örneğin; anonim şirket ortaklar genel kurulunda oyunu kullanmasına haksız yere izin verilmediği, çağrının usulsüz yapıldığı, gündemin gereği gibi ilan veya tebliğ edilmediği, toplantıya ve karara yetkili olmayan kimselerin iştirak ettikleri iddiasında olan ortaklar, yasa, ana sözleşme ve afaki iyi niyet kurallarına aykırılık hallerini ileri sürerek, kararların iptallerini mülga 6762 Sayılı TTK’nun 381. maddesi uyarınca isteme hakları bulunmaktadır.
Es söyleyişle; mutlak butlanla batıl kararlar, baştan beri hükümsüz olan, sonradan geçerlilik kazanma olanağı olmayan, emredici kurallara, kamu düzenine veya ahlaka ve adaba aykırı veyahut konusu olanaksız olan kararlardır. Bu tür kararlar, baştan beri hüküm ifade etmezler ve mahkemece, re’sen üzerinde durulması da gerekir. 6762 sayılı TTK’nun 381. maddesi anlamında iptali kabil kararlar ise, daha çok ortakların menfaatlerinin koruyan düzenlemelere aykırılık teşkil eden, emredici kurallar dışında yorumlayıcı ve şekle ilişkin kuralların ihlal edildiği kararlardır. İptali gereken kararlar, baştan itibaren geçersiz olmadıklarından, iptal edilinceye kadar geçerli bir kararın hüküm ve sonuçlarını doğururlar.
Yokluk ve butlan hallerinin re’sen göz önünde bulundurulacağı ve herkesin ve her zaman bu geçersizliği ileri sürebileceği, Yargıtay HGK 12.3.2008 gün ve 2008/11-246 E., 2008/239 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.” (Yargıtay HGK 2013/11-1048E. 2014/430K.sayılı ilâmı)
Bu durumda somut olay yönünden sermaye arttırımına ait karar için usulüne uygun olarak bir genel kurulun toplandığı, bu çerçevede genel kurulda bir karar alındığı yapılan açıklamalarla sabit olduğundan somut olay yönünden herhangi bir yokluk yaptırımını gerektirir fiili durum söz konusu değildir. Özellikle somut olayda davalı şirket genel kurulu tarafından sermaye arttırımına dair karar alınmasında davalı şirket açısından muhasebesel ve finansal açısından bir gereklilik söz konusudur. Zira davalı şirket, TTK m.376 hükmü gereği eksi öz kaynağa sahip olan şirket açısından iyileştirici önlemler almak ve bunları sunmak üzere genel kurulu hemen toplantıya çağırmak zorundadır. Kaldı ki 6102 sayılı TTK 376/f.2 ve f.3 hükmünün açık içeriği karşısında davalı şirketin infisah veya iflas ile karşılaşmaması açısından sermaye arttırımında zorunluluk mevcuttur. Bir başka deyişle davalı şirketin somut olay yönünden sermaye arttırım kararı alması kanuna, esas sözleşmeye, iyi niyet kurallarına uygun olduğu gibi kamu düzenine ve emredici hükümlere aykırı bir yönü ise zaten bulunmamaktadır. Bu yönüyle sermaye arttırımına dair kararın butlanını gereken bir durumu dahi mevcut değildir. Yukarıda açıklandığı üzere yokluk ve butlan her zaman ve herkes tarafından ileri sürülebilir olması niteliği ile iptal edilebilirlik durumundan farklıdır. Ne var ki somut olayda ortaya çıkan ve davaya konu olan genel kurul kararı için yasaya uygun bir şekilde toplantı yapılmış, yine usule uygun şekilde gerekli karar alınmıştır. Bu itibarla yokluk durumunu gerektiren ve her aşamada ileri sürülebilecek bir hal ise bulunmadığı gibi butlan hali de yoktur. Mahkememizce yapılan değerlendirmede butlan yahut yokluğun tespitini gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Mahkeme tarafından bu hususun resen nazara alınabileceği doktrinde ve açıklanan Yargıtay uygulamasında kabul görmektedir. (Erdoğan MOROĞLU, Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, İstanbul 2004, Sayfa 124, 144, 150) Bu nedenle davacı tarafından açıkça butlan ve yokluk durumu ileri sürülmemiş olsa dahi bu husus Mahkememizce resen nazara alınmış ve değerlendirilmiştir.
Tüm bu gerekçeler dikkate alındığında aksi yöndeki bilirkişi kurulu raporundaki değerlendirmelere itibar edilememiş ve itibar edilmeme nedenleri izah edilmiştir.
Somut olayda sermaye arttırımı dışındaki alınan diğer kararlara yönelik dava açılmış olmakla birlikte alınan diğer kararların esasa yönelik herhangi bir genel kurul kararı niteliğinde bulunmadığı ve sadece toplantı usulüne ilişkin bulunduğu açıktır. Öte yandan uyuşmazlığın dayanak maddesi 6102 sayılı TTK m.445 olup maddenin kapsamına dahil olan kenar başlığı “Genel kurul kararlarının iptali” başlığı taşımaktadır. Bir başka deyişle kanun koyucu genel kurul toplantısı sonrası etki gösteren kararların iptalini amaçlamaktadır. Nitekim doktrinde de usule ilişkin olan, nihai kararların alınmasıyla ilgili genel kurul müzakerelerinin düzenlenmesi amacıyla alınan ve ömrü genel kurul toplantısıyla sınırlı olan kararların herhangi bir nedenle geçersizliğini talep etmekte herhangi bir hukuki yararın bulunmadığı kabul olunmaktadır. (Erdoğan MOROĞLU, Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, 7.Baskı, İstanbul 2004, Sayfa 13,14; Aynı yönde Ünal TEKİNALP, Reha POROY, Ersin ÇAMOĞLU, Ortaklıklar Hukuku, 12.Baskı, İstanbul, M. 958, A) Bu nedenle asıl uyuşmazlık, sermaye arttırımına dair karar olmakla birlikte bu karar dışındaki toplantı usulüne dair diğer kararların dahi iptali mümkün bulunmamaktadır. Zaten bu konudaki bilirkişi kurulu raporundaki saptamalar da bu yöndedir.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64) Oysaki davacının iptalini talep etmiş olduğu hususlar ile ilgili ispat yükünü yerine getiremediği açıklanan gerekçeler ile ortaya çıkmıştır.
Yapılan açıklamalar karşısında ve Yargıtay’ın emsal dosyalardaki uygulaması gereği (Yargıtay 11.HD 2004/3489E.2004/12889K.sayılı, 2005/13648E. 2007/590K.sayılı ilamı) davacının davasının tamamen reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının davasının tamamen reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80,70-TL harçtan peşin alınan 54,40-TL maktu peşin harcın mahsup edilerek bakiye 26,30-TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,
3-Davacının harcadığı masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafın harcadığı 500,00*3=1.500,00 TL bilirkişi ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
5-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden AAÜT gereği 5.100,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
6-Artan avansın karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 02/06/2022

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …