Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/311 E. 2022/844 K. 15.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/311
KARAR NO : 2022/844

DAVA : Banka Dışındaki Diğer Kredi Kuruluşlarına İlişkin Düzenlemelerden Kaynaklanan (İtrazın İptali)
DAVA TARİHİ : 30/06/2020
KARAR TARİHİ : 15/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan banka dışındaki diğer kredi kuruluşlarına ilişkin düzenlemelerden kaynaklanan itrazın iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekilinin dava dilekçesinde özetle; söz konusu alacağın müvekkilince temellük edilmiş olduğunu, ödemenin gerçekleştirilememesi sebebiyle borçlulara karşı … 7.İcra Müdürlüğünün … E.sayılı dosyası ile takip başlatılmış olduğunu, takip sürecinde borçlular takibe itiraz etmiş olduklarını, itirazın iptali davasının açılmasının zorunlu hale gelmiş olduğunu, itirazın iptali dava şartı olarak düzenlenen arabuluculuk sürecinin de tamamlanmış olduğunu, davalılarla sulh olunamadığını, davalıların itirazının iptali ile takibin devamına, davalılar aleyhine icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; yapılan yargılama sonucunda, itirazlarının haklı görülerek davanın kabulüne karar verilmiş olduğunu, bu kararın istinaf ve temyiz incelemelerinden geçtikten sonra 13.11.2018 tarihinde kesinleşmiş olduğunu, bu tarihte bir yıllık dava açma süresinin işlemeye başlamış olduğunu, dava konusu asıl alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklanmakta olduğunu, kredinin 30.12.1999 tarihinde kat edilmiş olduğunu, söz konusu tarihten dava tarihine kadar yaklaşık 21 yıl geçmiş olduğunu, asıl alacak ve buna bağlı ferilerinin zamanaşımına uğramış olduğunu, iş bu davanın reddinin gerektiğini, davanın hak düşürücü sürenin geçirildikten sonra açılmış olması nedeniyle usulden reddine, müvekkili açısından husumet yokluğu nedeniyle reddine, davacının işbu davayı açmakta haksız ve kötü niyetli olması sebebiyle, asıl alacağın %20’sinden az olmamak kaydıyla kötüniyet tazminatı ödemesine hükmedilmesini savunmuştur.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; davaya konu kredinin, sözleşmenin kredi çeken tarafı olan asıl borçlusu Gorbon Seramik tarafından ödenmiş olduğunu, davanın hak düşürücü süre olan bir yıllık süre içerisinde açılmamış olduğunu, davaya konu borç zamanaşımına uğramış olduğunu, davacının %20 den az olmamak üzere kötüniyet tazminatına mahkum edilmesini, yargılama masrafları ve vekalet ücretinin davacıya yüklenmesine karar verilmesini savunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık davanın süresi içinde açılıp açılmadığı, davalı …’un sözleşmede taraf veya kefil olup olmadığı, dayanak genel kredi sözleşmesinin kefil olarak imzalayıp imzalamadığı, faiz oran ve tutarının fahiş olup olmadığı, borcun davalılar tarafından ödenip ödenmediği, bu açıdan davalı … aleyhine açılan davanın reddinin gerekip gerekmediği, yine davalı … yönünden de sözleşmeye konu borcun dava dışı asıl borçlu “…” tarafından ödenip ödenmediği, davanın süresi içinde açılıp açılmadığı, faizin yüksek olup olmadığı, buna göre davanın tümden reddi gerekip gerekmediği, tarafları lehine tazminat hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Dava dosyasına esas olan … 7.İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra takibinin halihazırda derdest olduğu, davacının takip alacaklısı, davalıların takip borçlusu konumunda olduğu, süresi içinde takibe itiraz olunduğu, takibin durduğu, mal haciz ve satış işlemlerinin devam ettiği, şeklen dört farklı borçlunun gözüktüğü, süresi içinde itirazın iptali davasının açıldığı tartışmasızdır.
Dayanak sözleşme hükmü gözetildiğinde Yargıtay 19.HD. 2014/18364E.sayılı ilamı ve benzer ilamları karşısında, öncelikle harçtan muafiyet veya istisna durumu dava tarihi itibariyle bulunmayan davacının, 389.125,47TL miktar üzerinden nispi karar ve ilam harç eksikliğini gelecek duruşmaya kadar tamamlamasına; aksi halde Harçlar Kanunu m.27,m.30,m.32 hükümleri uyarınca dava dosyasının HMK.m.150 hükmü uyarınca işlemden kaldırılacağının davacı vekiline bildirilmesine dair ara karar oluşturulmuştur. Esasen gerek temlik eden … A.Ş , gerek temlik alan … A.Ş açısından Yargıtay HGK 2009/12-259 E- ,2001/549 K.sayılı,Yargıtay 4. HD 2016/12632 E.-2019/3133 K.sayılı, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/31323 E.-2012/14987 K.sayılı ve nihayet güncel Yargıtay HGK 2017/12-342 E.-2020/1030 K.sayılı ve yerleşik uygulamaları karşısında yargısal harçtan herhangi bir muafiyet ve istisna durumunun olmadığı dahi açıklığa kavuşmuştur. Bu çerçevede harç eksikliği yargılama sırasında tam ve eksiksiz şekilde giderilmiştir.
Takibe konu alacağın 5411 sayılı Bankacılık Kanunu çerçevesinde fona devredilen alacaklardan olduğunun sabit olması, bu alacağın 2005 yılındaki kanun değişikliğinden önce on yıllık süreye tabi olsa dahi 2005 yılında yapılan kanun değişikliği nedeniyle zamanaşımı süresinin yirmi yıl olması, 2012 yılında yürürlüğe giren TBK’dan önce işlemiş olan zamanaşımı süresinin TBK’nın yürürlüğüne dair kanun hükümleri gözetildiğinde eski kanuna tabi bulunması, hükmün 2012 yılından sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal olunmasının, zamanaşımı süresi açısından somut olay açısından önem arz etmemesi karşısında icra dosyasındaki itiraza konu zamanaşımının def’inin esas hakkında hüküm oluşturulmadan önce ve öncelikle reddine, esasa yönelik incelemelere bu suretle devam olunmasına dair ara karar oluşturulmuştur.
Esasen itiraz dilekçesi tebliğ edilmediğinden dava da hak düşürücü süre içinde açılmıştır.
Uyuşmazlık hususlarının araştırılması için bilirkişilerin hazırlamış olduğu 28/06/2022 tarihli raporda “sözleşmede davalı …’un şahsi kefalet imzasının bulunmadığı, …’dan alınan 16.08.2021 tarihli imza inceleme raporuna göre, dava dışı … A.Ş. ile … A.Ş.arasında 02.07.1997 tarihinde akdedilen 5.000.000.000 TL (5.000,00 YTL) bedelli sözleşme üzerinde imza incelemesi yapıldığı, davanın dayanağı sözleşme ise dava dışı .. Tic. Ve San.A.Ş. ile … A.Ş. arasında 400.000,00 DEM-Fedaral alman markı limitli olarak imzalandığı, dolayısıyla imza incelemesi yapılan sözleşme ile huzurda görülmekte olan davanın dayanağı sözleşme arasında bir organik bağ bulunmadığı, yani imza incelemesi yapılan sözleşmenin huzurda görülmekte olan davaya bir etkisi bulunmadığı, banka kredi sözleşmesinin 43.m. hükmü uyarınca; … 19.Noterliği aracılığı ile … tarihinde … yevmiye sayılı ihtarnamesini keşide ettiği, 30.12.1990 tarihi itibariyle 68.012,28 YTL (000.000 eksiği ile) nakdi kredi borcunu (1) gün içinde ödenmesi, aksi halde yasal yollara müracaat edileceğinin ihtar edildiği, nakit kredi ana para alacağı 46.883,00 TL, işlemiş 31/12/1999 dönemi devre faizi 17.444,38 TL, tahsil edilemeyen 30/09/1999 devre faizi 1.669,53 TL, gecikme faizi 2.015,38 TL toplam alacağın 68.012,28 TL olduğu, davalı kefil-… muhatabın gösterilen adresinde tevziat sırasında bulunmaması üzerine birlikte çalışan sekreter…’e 03.01.2000 tarihinde tebliğ edildiğinin noter tebliğ şerhinden anlaşıldığı, davalı kefil … anılan kefilin GKS’de şahsi kefalet imzası bulunmadığı için bu yönde irdeleme yapılmaya şu aşamada gerek duyulmadığı, davacı şirket ödeme emrinde yasal mevzuata göre değişen oranlarda 622 oranında faiz talep edildiği, davacı şirket yasal mevzuata göre akdi ve temerrüt faizi talep ettiği için, taleple bağlı kalınarak sözleşme koşullarına göre ayrıca bir irdeleme yapılma gereği duyulmadığı, temliknamede açıkça somut olarak herhangi bir nakdi ve/veya gayrinakdi alacak miktarı gösterilmeksizin sadece alacağın …’ne temlik edildiği, başka bir deyişle temlik alacaklısının kendisine temlik edilenden daha fazlasını isteyemeyeceği, ayrıca, alacağın temlik edilmesi, borçlunun durumunda bir değişiklik yaratmayacağından, borçlu alacaklıya hangi oranda ve koşullarda borçlu ise devralan üçüncü kişiye karşı da aynı oranda ve koşullarda borçlu hale geldiği, bu nedenle borçlu, devri öğrendiği sırada devredene karşı sahip olduğu savunmaları, devralana karşı da ileri sürebileceği, temlik alan davacının temlik aldığı alacağı kat tarihine (30.12.1999) geri dönerek hesap yapılamayacağı hususuna tekrar geri dönülecek olursa bu belirsizlik hali göz önüne alındığında, temlik sözleşmesi tarihi 12.08.2005 itibariyle alacağını temlik eden TMSF’nun kayıtlarına ve bu kayıtlardan hareketle tanzim edilip dosyaya sunulan hesap hülasasına itibar edilmesi ve borçlunun durumunun temlikle kötüleştirilemeyeceği, alacağın temlik edildiği 12.08.2005 tarihinden önce anapara alacağı tamamen ödenmiş olduğu için, takip tarihi itibariyle herhangi bir işlermiş faiz hesabı yapılmadığı, yani daha alacak temlik edilmeden TMSF (Fon) bünyesinde iken anapara alacağı ödendiği, dolayısıyla davacı temlik alan şirkete işlemiş faiz ve ferilerinin temlik edilmiş olduğu değerlendirildiği, o halde anapara borcu tamamen ödenmiş olduğu için haliyle işlemiş faiz hesabı yapılamadığı, 3095 sayılı K’nun 3 m. ile TBK’nun m.388/III uyarınca faize faiz (bileşik faiz) yasağı kuralından hareketle sadece 61.270,19TL’nin davalı kefil …’dan istenilebileceği, sözleşmede davalı …’un şahsi kefalet imzası bulunmadığı için, haliyle kefaleten borçtan sorumlu tutulamayacakları” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Mevcut itirazlar karşısında atanan ikinci bilirkişi …ise 10/10/2022 tarihli raporda “davacı banka ile dava dışı asıl borçlu … A.Ş arasında, 25.06.1998 tarihinde 400.000.00 DEM limitli genel kredi sözleşmesi imzalandığı, (Dönüşüm: 400.000/1.95583=204.516,75 EURO) iş bu sözleşmeyi …, … VE … A.Ş.’nin imzaladıkları, davalı …’un sözleşmede imzasının bulunmadığı, alacağını temlik eden … (mülga … A.Ş) ile dava dışı kredi lehtarı (asıl borçlu) …SAN.A.Ş. firması arasında genel kredi sözleşmesi akdedildiği, anılan sözleşme kapsamında kullandırılan rotatif kredinin ödenmemiş olması nedeniyle, davalı kefil hakkında takip ve dava hakkının bulunduğu, …’nun sözleşmede imzasının bulunmadığı, takibin ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla açılmadığı ,takibin ilamsız takip yapıldığı dikkate alındığında, yukarıda açıklanan nedenlerle ve yapılan hesaplama neticesinde davalı kefilin kefalet limiti kapsamında sorumlu olup olmadığı”, buna göre davacının davalı …’dan temlik tarihi itibariyle 61.270,19 TL tutarında alacaklı bulunduğunu açıklamıştır.
Davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı mevcut olup her bir davalı açısından usul hukuku tekniği açısından ayrı ayrı değerlendirme yapılmalıdır. Gerek davalı …’un alacağa esas olan sözleşmede kefil olarak imzasının bulunmadığı yönündeki inkar gerekse bu yöne ilişkin her iki bilirkişi raporu karşısında davalı …’un kefil olarak dayanak sözleşmede imzasının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Davacı, davalı …’un temlik edilen … A.Ş.ile asıl borçlu olan şirket arasında imzalanan sözleşmeden dolayı sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Ne var ki adı geçen davalı kefilin, kefil olarak imzalamadığı sözleşmelerden doğan borçtan sorumlu tutulması doğru değildir. (Yargıtay 19.HD 2012/15/421E. 2013/1789K.sayılı kararı) Kaldı ki 6098 sayılı TBK’nun yürürlüğünden önce sözleşme imzalanmış olmakla, 6101 sayılı Yasa gereği kefalete ilişkin TBK’nun 583 ve 584 maddelerinin uygulama kabiliyeti bulunmamakta olduğu, uygulanması gerekli olan 818 sayılı BK’nun 484. maddesine göre kefaletin yazılı olması, miktarının gösterilmesi geçerliliği için yeterli olduğu anlaşılmakla birlikte en önemlisi kefilin imzasının varlığıdır. Davalı kefil …’un imzası bulunmadığından gerçek kişi aleyhine açılan davanın reddolunması gerekmiştir.
Adı geçen davalı … aleyhine açılan davanın reddi ile davacının icra inkar tazminatı reddolunması gerektiği gibi davacının kötü niyetli olarak takip yaptığına dair kayıt ve veri bulunmaması, ayrıca takip tarihi itibariyle devredilen şirket tarafından da takibin başlatılmış olması karşısında ve Yargıtay uygulaması gözetilerek davalının kötüniyet tazminat talebinin reddolunması gerekmiştir.(Yargıtay 19. HD’nin 2017/4255E. 2018/5638K.sayılı ilamından hareket edilmiştir.)
Diğer davalı … açısından ise ayrıca değerlendirme yapılacaktır. Adı geçen davalı … yönünden yapılan incelemede dayanak sözleşmede kefil olarak imzasının mevcut olduğu, her iki rapor içeriği dikkate alındığında kefile gerekli kat ihtarının tebliğ olunduğu, temerrüt faiz oranının yine bilirkişiler tarafından tespit edildiği, sözleşmesel olarak akdi ve temerrüt faizi yerine alacağın 12/08/2005 tarihinde … tarafından takip talebinde adı geçen … A.Ş.’ye temlik edilmiş olması karşısında alacağın temlik edildiği 12/08/2005 tarihinden itibaren hesaplama yapılması gerektiği, temerrüt faizinin sözleşme ile belirlenen temerrüt faizinden daha düşük seviyede olduğu, davacı şirketin ise ödeme emrinde %52 oranında faiz talep edip bu faizin ise sözleşmesel faizden daha düşük seviyede olduğu, bu nedenle “taleple bağlı kalınmasının” gerekli ve mümkün bulunduğu kabul edilmiştir.
Bilirkişi kurulu raporlarında açıklandığı üzere …’nin temlik ettiği alacağın belirlenmesi açısından borç, alacak, bakiye ve faiz ile ilgili 12/08/2005 olan temlik tarihi itibariyle ana paranın tamamen ödenmiş olması karşısında faiz ve ferilerinden kaynaklı bakiyenin kaldığı, bu miktarın ise 61.270,19 TL olduğu saptanmıştır. Bu noktada her iki bilirkişi raporu birbirleriyle uyum içindedir.
Bu arada belirtmek gerekir ki davalı borçlu hakkında başlatılan ilamsız takip olup herhangi bir ipotekli alacak bulunmamaktadır.
Adı geçen icra dosyalarında da temlik eden alacaklı … A.Ş., borçlu dosyamız davalısı …’dur. Mahallinde incelenen ve birbirleriyle örtüşen kayıtlara göre temlik tarihi itibariyle gerçekleşen tahsilat söz konusudur. Bu tahsilatın bilirkişi kurulu tarafından dikkate alınması ise zorunludur. Temlik eden davacı şirketin sunmuş olduğu hesap ekstresine göre bankanın BK m.84 ve TBK 100 madde uygulamasını yapmadan hesabı gerçekleştirdiği gözetildiğinde takip tarihi itibariyle zaten davacı şirketin asıl alacağı bulunmamaktadır. Esasen bu noktada Yargıtay uygulamasında kabul olunduğu üzere yapılan ödemelerin faiz ve ferilerden mahsup etmeksizin yapılan ödemelerin ana paradan düşülmesi durumunda artık bu tercihe itibar edilmesi gerekecektir. Buna göre yapılan ödemelerin mahsubu sonucunda ise bakiye kalan rakam 61.270,19 TL tutarındadır. Temlik alacaklısı kendisine temlik edilen asıl alacak miktarı tamamen ödenmiş olmakla işlemiş ve faiz ve masraf olmak üzere temlik tarihi itibariyle hesaplanan 61.270,19 TL miktarı ancak ve sadece talep edebilecektir. Kaldı ki “hiç kimse hakkından fazlasını devredemez” kaidesi gereği davacının devir tarihi itibariyle Mahkememizce tespit olunan 61.270,19 TL işlemiş faiz alacağı dışında talep edebileceği bir alacağı bulunmadığı sabit hale gelmiştir.
Nihayet “bir alacak ifa, ibra, takas vs ile sona erdikten sonra ortada tasarruf edilebilecek bir hak bulunmadığı cihetle temlik söz konusu olamaz. (Prof. Dr.M.Kemal OĞUZMAN, Yard. Doç. Dr. M.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku , Cilt II, İstanbul, 1991, Sayfa 418)
Bu arada davacının dayanak sözleşmeden dolayı davalı … ve dava dışı asıl borçlu şirketten başkaca alacağının bulunup bulunmadığı noktasında yapılan araştırmalara rağmen başkaca bir banka kaydı tespit edilememiş olup esasen bankacı bilirkişi tarafından dahi yerinde yapılan incelemeye rağmen farklı bir belge bulunamamış davacı tarafından da farklı bir somutlaştırma yapılamamıştır. Bu durum davacı lehine değil davacı aleyhine sonuç doğurmalıdır. Zira “Olay tarihi itibariyle somut uyuşmazlığa uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 68/1 maddesinde, daha sonra ortaya çıkacak olan uyuşmazlıkların çözümünde defterlerin ve belgelerin önemli bir ispat aracı olduğu gözetilerek ve özellikle de ticari defter tutma yükümlülüğünün tamamlayıcısı olarak ticari defter ve belgeleri saklama yükümlülüğü getirilmiştir. Aynı düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 82/1 maddesinde de yer almaktadır. 6762 sayılı TTK’nin 68/1 maddesi; “Defter tutmak mecburiyetinde bulunan kimse ve işletmeye devam eden halefleri defterleri son kayıt tarihinden ve saklanması mecburi olan diğer hesap ve kağıtları tarihlerinden itibaren on yıl geçinceye kadar saklamaya mecburdurlar” hükmünü haizdir. Buna göre ticari defterlerin delil niteliğiyle olan bağlantısı dikkate alındığında tacir; hem mecburi defterleri, hem de ihtiyari defterleri saklamak zorunda olup, ayrıca ticari defter kayıtlarının dayanağını teşkil eden işletmesiyle ilgili belgeleri de saklamak zorundadır. Bu belgeler, 6762 sayılı TTK’nin 70/2-6 maddesi gereğince, defterlerdeki kayıtların dayanağını teşkil edeceğinden ve ticari defterler ancak bunlarla birlikte delil olabileceğinden kanun koyucu tarafından bunların da defterler gibi saklanması zorunluluğu öngörülmüştür. Özellikle bir belgenin saklanmasının gerekip gerekmediği hususunda karar verilirken, onun tacirin yaptığı ticari işlemlerle ilgili olup olmadığı esas alınmalıdır. Dolayısıyla ticari işlemlerin hazırlanmasına, kurulmasına, icrasına veya iptaline ilişkin olup da, ticari defterlerin anlaşılması ve düzenlenmesi için gerekli olan belgelerin, ticari defterlerin dayanağını teşkil etmese de yine de saklanması gerekir. Bu belgelere örnek olarak; tacirin işletmesiyle ilgili işler dolayısıyla aldıkları mektup, yazı, telgraf, fatura, cetvel, senet gibi vesika ve kağıtlarla ödemelerini gösteren vesikalar ve yazdığı mektup, yazı ve telgraflarının kopyaları ve mukaveleleri, taahhüt ve kefalet ve sair teminat senetleri ve mahkeme ilamları gibi belgeler gösterilebilir. Bankaların genel olarak 6762 sayılı TTK’nin 68/1 maddesi gereğince belgeleri saklama yükümlülüğü bulunmakla birlikte ayrıca bankaların doğrudan bankacılık faaliyetleri kapsamındaki belgeleri saklama zorunluluğu, 19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 42. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Anılan madde; “Alınan yazılar ve faaliyetler ile ilgili belgelerin asılları veya bunun mümkün olmadığı hâllerde sıhhatlerinden şüpheye mahal vermeyecek kopyaları ve yazılan yazıların makine ile alınmış, tarih ve numara sırası verilerek düzenlenecek suretleri, usûlleri çerçevesinde ilgili banka nezdinde on yıl süreyle saklanır. Bu belgelerin mikrofilm, mikrofiş şeklinde veya elektronik, manyetik veya benzeri ortamlarda saklanmaları mümkündür. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurulca belirlenir” hükmünü haizdir. Bu kapsamda ayrıca 01.11.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Bankaların Muhasebe Uygulamaları ve Belgelerin Saklanmasına İlişkin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik çıkarılmıştır. Bankaların belgeleri saklama yükümlülüğüne ilişkin benzer bir düzenleme mülga 25.04.1985 tarihli ve 3182 sayılı Bankalar Kanunu’nun 53. maddesinde ve mülga 18.06.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 13/5 maddesinde de öngörülmüş, ancak bu Kanun’larda belgelerin saklanmasına ilişkin bir süre belirlenmemiştir. Bankaların belgeleri saklama yükümlülüğüne ilişkin on yıllık sürenin ne zaman başlayacağı hususunun 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) zamanaşımına ilişkin hükümleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Buna göre Kanun’da aksine bir hüküm bulunmadıkça her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir (818 sayılı BK m. 125) ve zamanaşımı alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar, alacağın muacceliyeti bir ihbar bildirimine tâbi ise zamanaşımı bu bildirimin yapılabileceği günden işlemeye başlar”. (818 sayılı BK m. 128). (Yargıtay HGK 2017/11-50E. 2021/33K.sayılı kararı) Buna rağmen temlik eden bankaca, bilirkişiler tarafından tespit edilen kayıt ve belgeler dışında davacı lehine sonuç doğuracak kayıt ve belgelerin sunulmadığı açıktır. İki farklı bankacı bilirkişinin tespit ettiği rakamlara itibar etmeye engel olabilecek vakıa ve delil somutlaştırması yapılamadığından ve yapılan açıklamalar karşısında birbirleriyle uyumlu olarak bilirkişi raporlarındaki rakamlara itibar edilmiştir.
“İtirazın iptâli davalarında İcra ve İflas Kanunu’nun 67/2. maddesi çerçevesinde alacaklı yararına icra inkâr tazminatına hükmedilebilmesi için, usulüne uygun şekilde yapılmış bir icra takibinin bulunması, borçlunun süresi içerisinde itiraz etmesi ve alacaklının icra hakimliğine başvurmadan alacağını mahkemede dava ederek haklı çıkması gerekir. İcra inkâr tazminatı, hakkındaki icra takibine itiraz ederek durduran ve çabuk sonuçlandırılmasına engel olan borçluya karşı konulmuş bir yaptırımdır. Bu yasal koşullar yanında, takibe konu alacağın likit olması da zorunludur. Her uyuşmazlığın kendine özgü somut özelliklerine göre değişmekle birlikte, bir uyuşmazlıkta alacağın likit olup olmadığı belirlenirken, alacak ve onun borçlusu birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifade ile, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Gerek borç ve gerekse borçlu bakımından, bu koşullar mevcut ise ortada likit bir alacak bulunduğu kabul edilmelidir (Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.2006 tarih 2006/19-295 Esas, 2006/341 Karar sayılı kararı). Bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; icra takibine dayanak olan ve bu miktara esas belgeler, özellikle işlemiş faizlerin ödenmediğinin mevcut kayıtlara dayalı olarak belirli olması, faiz ödemelerinin yapılmadığının açık olması dikkate alındığında en azından Mahkemece tespit edilen işlemiş faiz tutarında olmak üzere davalı …’un borçlu olduğu anlaşılmaktadır. O halde sadece hükmedilen işlemiş faiz yönünden yapılan itiraz haksız ve kötüniyetli olup sadece bu kısım üzerinden davacı lehine icra inkar tazminatına hükmedilebilecektir. Bu durumda takip tarihi itibariyle davacının 61.270,19 TL üzerinden %20 icra inkar tazminatına dair talebin sadece davalı … yönünden kabulü gerekir. (Yargıtay 15.HD 2019/829E. 2020/1041K.sayılı kararından hareket edilmiştir.) Davacının diğer davalı … aleyhine açtığı dava reddedildiğinden davalı … aleyhine davacının talep ettiği icra inkar tazminatı reddolunmuştur.
Buna mukabil davacının takip tarihi itibariyle takip yapan şirket konumunda olmaması nedeniyle ve ayrıca kötüniyeti ispatlanamadığından Yargıtay uygulamasında da benimsendiği üzere davacı devir alan şirket aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilebilmesi mümkün değildir. Kaldı ki bu noktada davacı olan bankanın devir alan şirket konumunda olması, banka alacağının doğum tarihi itibariyle tüm kayıtların davacı devir alan şirket nezdinde bulunmaması durumu dikkate alındığında davacının elinde mevcut olan kayıtlara göre takibe devam etmesi karşısında davacının kötü niyetli olduğu takip yaptığı ispatlanamamıştır. (Yargıtay 19.HD 2017/4255E. 2018/5638K.sayılı ilamından hareket edilmiştir.)
Yapılan açıklamalar karşısında davacının davalı … aleyhine açmış olduğu itirazın iptali ve takibin devamına yönelik davası sübut bulmadığından reddine, davacının davası red olunduğundan davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine, davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine, davacının davalı … aleyhine açmış olduğu davanın kısmen kabulüne, … 7.İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu kalemlerden 61.270,19-TL işleyen temerrüt faizine yönelik davalı …’un itirazının iptali ile -tahsilde tekerrür olmamak üzere -takibin devamına, işlemiş faize ,bileşik faiz yasağı nedeniyle faiz uygulanmamasına, hükmedilen 61.270,19-TL alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile -tahsilde tekerrür olmamak üzere -davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine, davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
I-1)Davacının davalı … aleyhine açmış olduğu itirazın iptali ve takibin devamına yönelik davası sübut bulmadığından reddine,
Davacının davası red olunduğundan davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine,
Davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine,
2-Davacının davalı … aleyhine açmış olduğu davanın kısmen KABULÜNE, … 7.İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu kalemlerden 61.270,19-TL işleyen temerrüt faizine yönelik davalı …’un itirazının iptali ile -tahsilde tekerrür olmamak üzere -takibin devamına,
İşlemiş faize, bileşik faiz yasağı nedeniyle faiz uygulanmamasına,
Hükmedilen 61.270,19-TL alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile -tahsilde tekerrür olmamak üzere -davacıya verilmesine,
Davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine,
Davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine,
II-1)492 sayılı Harçlar Kanunu gereği alınması gereken 4.185,36 TL harcın, peşin alınan 10.474,81‬TL harçtan mahsubu ile 6.289,45‬TL bakiye ilam harcının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
2-Davacı tarafından harcanan 4.185,36‬TL peşin harcın …’dan tahsili ile davacıya verilmesine,
3-Davacı tarafından harcanan 438,2‬TL tebligat posta masrafı ile 4.100,00TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 4.538,2‬0TL yargılama giderinden davanın kabul nispetine göre (%10) 453,82TL yargılama giderinin davalı …”dan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davalı tarafından harcanan herhangi bir yargılama gideri olmadığından karar verilmesine yer olmadığına,
5-Dava kısmen kabul edildiğinden 61.270,19TL üzerinden yürürlükte olan AAÜT gereği hesaplanan 9.803,23TL nispi vekalet ücretinin davalı …’dan alınarak davacıya verilmesine,
6-Dava … yönünden kısmen red edildiğinden reddedilen 547.373,42‬ TL üzerinden yürürlükte olan AAÜT gereği hesaplanan 78.211,08 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı …’a verilmesine,
7-Davalı … yönünden davanın farklı nedenle reddi nedeniyle 608.643,61 TL üzerinden yürürlükte olan AAÜT gereği hesaplanan 84.950,80 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı …’a verilmesine,
8-Arabuluculuk toplantısına iştirak etmesi nedeniyle ve davanın bu davalı yönünden reddi karşısında davalı …’dan arabuluculuk ücreti tahsiline yer olmadığına, …’a ise tebligat yapılamaması, esasen kendisinin kısıtlı olması, bu noktadaki davalı vekilinin beyanı nedeniyle davalı …’un arabuluculuk toplantısına katılamamakta haklı mazeretinin bulunması karşısında 1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği davanın kabul nispetine göre (%10) 132,00 TL’nin davalı …’dan, kalan 1.188,00 TL’nin davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
9-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatıranlara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.15/12/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip