Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/288 E. 2022/815 K. 13.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/288
KARAR NO : 2022/815

DAVA : İtirazın İptali (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 22/06/2020
KARAR TARİHİ : 13/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan itirazın iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı “…”ın, anılan sözleşmeler uyarınca taahhüt etmiş olduğu eser edimlerine dayalı ifa yükümlülüğünü bizzat yerine getirmeyeceğine kanaat getirmiş olduğunu, eser edimi yükümlülüğünü yerine getirecek yeni bir yüklenici arayışına girmiş olduğunu, sözleşmede geçen taşeron deyimi ile kanuni tabir “alt yüklenici” sıfatı ile davacı müvekkil şirket tarafından yerine getirileceği kararlaştırılmış olduğunu, … Tic. A.Ş. tarafından yapılacaktır” şeklindeki hükmü uyarınca anılan eser imalinin davacı müvekkil tarafından alt yüklenici sıfatı ile yerine getirileceği hüküm altına alınmış olduğunu, bu konuda eser sözleşmesi edimlerinin … tarafından … hesabına ve onu temerrüde düşürmeksizin ifa edilmiş ve … A. Ş.’nin Türk Medeni Kanunu m.716 hükmüne konu olan bağımsız bölümler taraflar arasında hiçbir uyuşmazlığa meydan vermeden paylaşılmış olduğunu, buna ek olarak taraflar arasında imzalanmış olan sözleşmeye konu işin icrası kapsamında doğacak KDV iadesinin davacı müvekkil “…” ye TBK m. 183 vd. hükümleri uyarınca devredileceği hususunda taraflar arasında “Alacağın Temliki Sözleşmesi” imzalanmış olduğunu, “…” lehine taahhuk edecek olan KDV iadesi tutarına ilişkin alacak hakkının davacı müvekkil “…” ye TBK m.183 vd. hükümleri uyarınca devredileceği konusunda mutabık kalmış olduğunu, Türk Borçlar Kanunu m. 191 hükmünce garanti hükmü kanundan ötürü doğmasına rağmen huzurda görülen davayı açmamıza yol açan dürüstlük kuralına aykırı davranışlarıyla alacağın hiçbir zaman ifa etmemiş olduğunu, “…” tarafından ticari defterlerde yer alan borç ödenmediği gibi bu borca karşılık olarak temlik edilen alacağın da müvekkili tarafından tahsilinin önüne geçilmiş olduğunu, davanın kabulü ile KDV iadesinden kaynaklı alacakları ile fatura alacaklarından kaynaklı davalı aleyhine başlatılan … 37. İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı icra takibine yapılan haksız itirazın iptaline ve takibin devamına, alacağın likit olması sebebiyle, davalı borçlunun, alacak miktarının %20’sinden az olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine, bu talebin kabul görmemesi halinde taraflar arasındaki akdi ilişkiye dayalı olarak fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 100.000,00 tl’nin(kısmi dava) davalıdan ticari avans faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili tarihli cevap dilekçesinde; davacı firma ile müvekkil arasında bahsi geçen icra takibinden sonra anlaşma sağlanmış olduğunu, bu protokolün 2. Maddesinde “Bu hususta … TİCARET A.Ş.’nin 35 ve 32 no lu daire ile 40 no lu dükkanın devri ve kdv iadesi talebi dışında başkaca hiçbir hak ve alacağı kalmayacaktır.” yer alan beyanı ile müvekkil firmanın davacı tarafa icra takibine konu faturadan kaynaklanan bir borcun olmadığının ispatlanmakta olduğunu, mahsup sonrası alacağın, üçüncü kişilere nakden iadesinin talep edilmesi halinde de alacağın temlikine ilişkin talebin yukarıda belirtilen şekilde yapılması gerekmekte olduğunu, KDV iade alacağının temlik edilmesi işleminde temlik sözleşmesinin yazılı olması yeterli olmayıp söz konusu sözleşmenin noterde düzenlenmesinin şart koşulmuş olduğunu, davaya konu somut olayda da davacının talebinin geçersiz bir temlik sözleşmesine dayanmakta olduğunu, bu sebeple davacı tarafın bu talebinin ayrıca davacı taraf icra takip dayanağında ve dava dilekçesinde asıl alacağa işleyecek %19,5 ticari avans talep etmiş olsa da bu talep fahiş ve haksız olup faiz talebinin reddi gerekmekte olduğunu, alacağın temlikine bağlı terditli alacak talebi olan 2. talep konusunda da müvekkilinin daha öncesinde temerrüde düşürülmediğini, bu hususta ileri sürülen faiz talebinin haksız, fahiş ve yersiz olduğunu, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Taraflar arasında 29/08/2016 tarihi itibari ile düzenleme şeklinde inşaat yapımı karşılığında gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapıldığı, eser imalinin davacı şirket tarafından alt yüklenici sıfatı ile yerine getirileceğinin düzenlendiği, ayrıca sunulan delillere göre taraflar arasında imzalanmış olan sözleşmeye konu işin icrası kapsamına doğacak KDV iadesinin davacıya devredileceği hususunda taraflar arasında alacak temlik sözleşmesinin varlığına dayanıldığı, temlik sözleşmesinin 4 ve 5.maddeleri ile şeklen bu konuya ilişkin düzenleme olduğu, ancak davalının üzerine düşen borcu ödemediği gibi temlik edilen alacağın da davacı şirket tarafından tahsil edilmediği tartışmasızdır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, alacak temlik sözleşmesi çerçevesinde mevcut düzenlemelere uygun olarak temlik işleminin yapılıp yapılmadığı, buna göre iptal edilen temlik sözleşmesi belgesinin bu yönden geçerli olup olmadığı, yine dilekçelerin verilme aşamasında genişletilen savunmaya göre alacak temliki sözleşmesinde temlik eden hanesinde mevcut olan imzanın davalı şirket temsilcisine ait olup olmadığı, davalıyı bağlayıcı niteliğinin olup olmadığı, bu çerçevede KDV ile ilgili ana ve yan düzenlemeler dikkate alındığında davacının takip tarihi itibari ile ve asli talep yönünden haklı olup olmadığı, buna göre taraflar aleyhine tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği, asli talebinin uygun görülmesi durumunda davacının akdi ilişkiye dayalı 100.000-TL kısmi dava alacak talebinin kabulünün gerekip gerekmediği, uyuşmazlık konusu vakıalar ve dayanılan belgeler ile ilgili taraf şirketlerin 2015,2016,2017,2018 yılı ticari defter ve kayıtlarında lehe veya aleyhe veri olup olmadığı, ne şekilde veri olduğu noktalarında toplanmakta olup yargılama aşamasında imzanın davalı şirket adına atıldığı tartışma konusu olmaktan çıkmıştır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması için Mahkememizce atanan bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 06/04/2022 tarihli rapora göre “davacının sunulan kayıtlarında 1.300.254,68TL davalı borcu mevcut olduğu, talimat yoluyla alınan bilirkişi raporunda 701.243,34 TL davacı alacağı olduğu mevcut olup, taraf kayıtları arasında 599.011,34 TL farkın mevcut olduğu, davacı tarafından 2017 tarihinde tanzim edilen toplam 8.260.000TL tutarındaki iki adet faturasının ve davalının 2017 yılında tanzim ettiği toplam 1.683.750,00TL tutarındaki üç adet faturasının ve davalının 2018 yılında yaptığı 6.908.006,22TL ödemesinin davacı ve davalı kayıtlarında mevcut olduğu, taraflar arasındaki 599.011,34 TL tutarındaki farkın nedeni, davacı kayıtlarında 2016 yılındaki davalıya yapılan 1.632.011,28 TL ödeme sebebiyle davalı borcu mevcut iken talimat raporunda incelenen davalı kayıtlarında 1.033.000TL “sipariş avanslarından virman” açıklaması ile davacı alacağı kayıtlanması nedeniyle farkın oluştuğu, davacı kayıtları uyarınca davalı şirketin 1.300.254,68 TL borcu mevcut olup, davacı tarafından takip tarihinde 1.182.000 TL tutarın talep edildiği, vergi dairesi yazısında “ilgide kayıtlı yazınızla görülmekte mahkemenizde görülmekte olan … Esas sayılı dava nedeniyle bilgi belge talep etmektesiniz. Bilgi ve belge talebinde bulunduğumuz dairemiz … vergi kimlik numaralı …Nak.San.İç Dış Tic.Ltd.Şti. 01.05.2017 tarihinden itibaren KDV yönünden mükellefimiz bulunmamaktadır. Mükellefimiz Ağustos 2018 döneminde gerçekleştirdiği indirimli orana tabi teslimleri nedeniyle Ağustos 2018 döneminde YMM raporu ile KDV iadesi talebinde bulunduğu, mükellefin KDV iade talebi 855.092,45 TL olarak 29.11.2018 tarihinde gerçekleştirilmiş olup, söz konusu iade tutarının 293.195,65 TL’lik kısım vergi dairesi borçlarına mahsup edilmiş, 49.186,65 TL’lik kısmı SGK borçlarına mahsup edildiği, geri kalan tutarlar ekteki alacağın devri (temlik) dilekçelerine istinaden 427.710,15 TL’lik kısmı …’ın hesabına, 85.000,00 TL’lik kısmı …’un hesabına gönderilmiştir. Mükellefin yazımız tarihi itibariyle başkaca iade talebi ve alacağı bulunduğu” beyanının takip tarihi itibariyle davacının incelenen kayıtlarında 1.300.254,68 TL davalıdan alacak kayıtlı olduğu, davalının talimat ile alınan bilirkişi raporunda defterlerinde 701.243,34 TL davacının alacaklı olduğu hususları şekilde tespit edilmiş olup 599.011,34 TL taraf kayıtlarında farkın mevcut olduğu, farka ilişkin incelemelerde 2016 yılında davacının yapmış olduğu toplam 1.632.011,28 TL ödemenin karşılığında davalının önce alınan sipariş avanslarında aldığı ödemeleri daha sonra 599.011,34TL eksiği ile davacıya ilişkin cari hesaba 1.033.000,00 TL olarak yaptığı virman kaydından kaynaklı olduğu, dosyada davalının 599.011,34TL davacı ödemesinin eksik şekilde hesaba virmanlamasının dayanakları mevcut olduğu, bu nedenle mevcut kayıtlar uyarınca davacı kayıtlarındaki şekilde davacının alacaklı olduğunun muhasebesel olarak değerlendirildiği, muhasebe kayıtları kapsamında borç alacak miktarının tespit edildiği, taraflar arasında 2016 yılında yapılmış olan düzenleme şeklinde inşaat yapımı karşılığında gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi kapsamında gerçekleşen ilişkide yukarıdaki muhasebe kayıtlarının oluştuğu, davacının bu sözleşme kapsamında bir kısım edimlerin yerine getirilmesi istemli davalıya 18.09.2017 tarihli ihtarnameyi keşide ettiği, taraflar 31.01.2018 tarihinde gerek sözleşme gerekse kayıtlardaki borç alacak ile ilgili ek protokol yapıldığı, ek protokolün taraflar arasındaki borç alacak ilişkisi ve sözleşmenin karşılıklı yükümlülüklerin sonlandırılmasına ilişkin hükümleri havi olarak düzenlendiği, ek protokolde belirtilen KDV iadesine ilişkin madde kapsamında KDV iadesine ilişkin alacağın temliki sözleşmesinin davalı tarafça ileri sürülen ek protokole konu dairelerin davacıya teslim edildiği iddiasının aksine davacı beyanı mevcut olmadığı, protokole göre davacıya KDV iadesinin ödenmesi ile muhasebesel ve sözleşmesel borç alacağın sonlanacağına ilişkin hükümlerin mevcut olduğu, davacı ise takip talebinde 17.12.2018 tarihli cari hesap ve fatura alacağı olarak alacağı, sözleşme sebebiyle kaydi olarak doğan alacak, yine ek bir sözleşme ile sonlandırılmak üzere ek bir sözleşme yapılmış olup, muhasebesel kayıtlar ek protokole göre tamamlanmamış olmakla protokolde yer alan KDV iadesi ile muhasebesel borç alacak kısmının kapanmış olacağı anlaşıldığından kayıtlarda tespit edilen alacağın ek protokole konu olan kısmının 855.092,45 TL olarak talep edilebileceği, ek protokolde KDV’nin davalı tarafın sorumluluğunu kaldıracak nedenler yer almış olup, vergi dairesinden gelen yazı cevabının davalının KDV iadesinin davacıya ödeme sorumluluğunu kaldırmadığına ilişkin üçüncü şahıslara yapılan temlik kaynaklı olduğu, ancak ek protokolde KDV iadesinden 33.000TL teminat mektubu komisyon masrafı mahsubu kararlaştırılmış olduğundan, 33.000 TL’nin mahsubu ile 822.092,45 TL kalan hesaplanacağı, taraflar arasında 2016 yılında yapılmış olan düzenleme şeklinde inşaat yapımı karşılığında gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi kapsamında gerçekleşen ilişkide davacı ve davalı kayıtlarındaki tespitler kapsamında yukarıda gerekçeler ile muhasebesel olarak takip tarihi itibariyle 1.300.254,68 TL davalı borcu tespit edildiği, tarafların 31.01.2018 tarihinde gerek sözleşme gerekse kayıtlardaki borç alacak ile ilgili borç alacak ilişkisi ve sözleşmenin karşılıklı yükümlülüklerin sonlandırılmasına ilişkin ek protokol yaptıkları, ek protokolde belirtilen KDV iadesine ilişkin madde kapsamında KDV iadesine ilişkin alacağın temliki sözleşmesinin düzenlendiği, protokole göre davacıya KDV iadesinin de ödenmesi ile muhasebesel ve sözleşmesel borç alacağın sonlanacağına ilişkin hükümler kapsamında kayıtlarda tespit edilen alacağın ek protokole konu olan kısmının 855.092,45 TL olarak kararlaştırıldığı, yine protokolde yer alan 33.000TL’nin mahsubu ile 822.092,45 TL hesaplanan tutarın talep edilebileceği” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Davadaki asli talebin itirazın iptali talebi olması, davacının takip talebi ile cari hesap ve fatura alacağını konu etmiş olması, bu çerçevede “takiple bağlılığın esas olması,”bu çerçevede ve öncelikle takip tarihi itibariyle incelenen taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtları doğrultusunda takip tarihi itibariyle davacının alacaklı olup olmadığı, bilirkişi kök raporunda belirtildiği üzere davalının yapılan virman ile ilgili 599.011,34-TL davacı ödemesinin eksik olarak hesaba virmanlanmasının dayanak vesaiki olup olmadığı, ticari defterlerindeki kaydın dayanak vesaikinin olmaması halinde Yargıtay HGK uygulaması dahi gözetildiğinde bu durumun muhasebesel anlamda davacı aleyhine olup olmadığının davacı vekili itirazları da gözetilerek muhasebesel açıdan yeniden irdelenmesi, davalının dayandığı 31/01/2018 tarihli ek protokolün ilgili hükmü uyarınca davacının takip konusu yapmış olduğu iddia ettiği alacak ile ilgili alacağın “davalının ibra olunduğu, takibe konu borcun sona erdiği” hususunda açıkça davacıyı bağlayan bir kayıt olup olmadığı, bu noktada taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarında bu nedenle yeni ek protokol nedeniyle davacı borcunun sona ermesine yol açan kayıt olup olmadığı, lehe veya aleyhe veri olup olmadığı, davalı tarafın yapmış olduğu tek taraflı işlemlerle alacağı 3.kişilere yeniden temlik etmek suretiyle alacağın tahsilini engelleyip engellemediği, bu suretle temlike konu alacağın tahsil edilmesine dair şartın gerçekleşmesini davalının fiilen ve vergisel olarak engelleyip engellemediği, davalının bu şekilde şartın gerçekleşmesini bir an için engel olmasının kabulü durumunda o şartın geçersiz olması nedeniyle takip tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarının ne olacağı, bu suretle kök raporda değişiklik yapılmasını gerektirir bir durum olup olmadığı noktasında bilirkişi kurulundan ek rapor alınmasına dair ara karar oluşturulmuştur.
Akabinde bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 07/10/2022 tarihli ek raporlarında ise kayıtlar kapsamında takip tarihi itibariyle 1.300.254,68 TL davacı alacağın mevcut olduğu, kök raporda taraf kayıtları arasındaki farklılık olarak bildirilen 599.011,34 TL tutar, davacının davalıya 2016 yılında yapmış olduğu 132.011,28 TL banka havalesi ve 1.500.000 TL tutarındaki çek olmak üzere toplam 1.632.011,28 TL avans ödemesine ilişkin olduğu, tespit edilen ödemeler, alınan
talimat bilirkişi raporunda davalının alınan ödemeleri alınan sipariş avansları hesabından davacının 320 satıcılar hesabına aktardığı 1.033.000,00 TL virman kaydında 599.011,34 TL’nin olmadığı, ancak talimat bilirkişi raporunda alınan sipariş avanslarında davalının 1.632.011,28 TL mevcut iken 599.011,34 TL eksiği ile 1.033.000 TL aktarıldığının aldığı, ancak davacının havale ve çek ödemesi sebebiyle toplam 1.632.011,28 TL ödeme yaptığı sabit olmakla hesaplamada
davacının yaptığı ödeme tutarı esas alındığı, dolayısıyla davalının eksik tutarda virman yapmasının davacının havale ve çek olarak görülen ödeme tutarını değiştirmeyeceği, davalının bildirdiği “ortada bir virman kaydı bulunduğu” şeklindeki itirazlarının virman kaydının hesaplar arası aktarma işlemi olması sebebiyle tespiti değiştirici mahiyette olmadığı ,dayanak da sunulmadığı, itirazın yapılan tespiti değiştirici mahiyette olmadığı, bu noktada taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarında bu nedenle yeni ek protokol nedeniyle davacının borcunun sona ermesine yol açan kayıt olup olmadığı, lehe ve aleyhe veri olup olmadığı hususunda 31.01.2018 tarihli ek protokol ile 21.12.2018 takip tarihi arasındaki kayıtlarda 21.06.2018 tarihinde davalı tarafından yapılan 6.908.006,60 TL havale kaydı dışında başkaca kayıt mevcut olmadığı, bu ödemeden sonra 1.300.254,68 TL tutarında davacının davalıdan alacaklı bulunduğu ,alınan talimat raporunda da
davalı kayıtlarında borcun sona erdiği şekilde kayıt mevcut olmadığı 701.243,34 TL’nin davalıda borç kayıtlı olduğunun bildirildiği, yine aynı talimat raporunda 1.351.993,34 TL fatura bazında bilirkişi tarafından davalı borcu hesaplandığı, ödendiğine dair kayıt bulunmadığından ifade edildiği, vergi dairesi yazısı içeriğinde … firmasının 855.092,45 TL KDV iade talebinin 29.11.2018 tarihinde gerçekleştirildiği ve tutarın vergi dairesi, SGK borcu sebebiyle aktarılan kısmın dışında 427.710,15 TL … ,85.000 TL …‟a yapılan temlikler sebebiyle ödendiği belirtilmiş olup yazı kapsamındaki bildirilen ödemelerin davacının KDV iadesine ilişkin temlik alacağının tahsiline fiilen engel olduğu, KDV iadesine vergisel bir engel bulunmadığı ve davacının yazı cevabında yer alan davalıya ilişkin ödemeler olmasa idi temlik alacağının tahsilinin mümkün olacağı, ancak belirtilen ödemeler sebebiyle tahsil imkanı kalmadığı, vergi dairesi yazısı içeriğinde … firmasının 855.092,45 TL KDV iade talebinin 29.11.2018 tarihinde gerçekleştirildiği ve tutarın vergi dairesi, SGK borcu sebebiyle aktarılan kısmın dışında 427.710,15 TL …, 85.000 TL …’a yapılan temlikler sebebiyle ödendiği belirtilmiş olup, yazı kapsamındaki bildirilen ödemelerin davacının KDV iadesine ilişkin temlik alacağının tahsiline fiilen engel olduğu, KDV iadesine vergisel bir engel bulunmadığı, davacının yazı cevabında yer alan davalıya ilişkin ödemeler olmasa idi temlik
alacağının tahsilinin mümkün olacağı, ancak belirtilen ödemeler sebebiyle tahsil imkanı kalmadığı, vergi dairesi ile ilgili tespitlerin takdiri Mahkemeye ait olmakla davacının takip tarihi itibariyle kayıtlar kapsamında 1.300.254,68 TL alacağı bulunduğunun sabit olup, yapılan protokol de değerlendirildiğinde devirler ve KDV iadesinin tahsili ile borç sona ereceğinden ve devirler yapılmış olduğundan KDV’ye ilişkin protokole konu edilen 855.092,45 TL’nin tamamı vergi dairesi tarafından kabul edilmiş ve iadeye konu tutar KDV iadesinin davacı tarafından alınması ile temlik edenin temellük edene karşı hiçbir sorumluluğu olmayacağı bulunduğundan kayıtlarda kalan tutarın artık 855.092,45 TL‟ye baliğ edildiği
hususunda takdirin Mahkemeye ait olduğu, bu kapsamda 855.092,45 TL tutar kök raporda ayrıca belirtilmiş olup, yine taraflar arasında 31.01.2018 tarihinde yapılmış olan ek protokolün 3.maddesinin f bendinde 33.000 TL teminat
mektubu komisyonunun da KDV iadesinden mahsup edileceği hükmü değerlendirilerek 822.092,45 TL’nin hesaplamaya arz edildiği” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
6100 sayılı HMK m.111 hükmü dikkate alındığında davacı tarafından terditli dava açıldığı, asli talebin yanında ayrıca feri talebin ortaya konulduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan hal gözetildiğinde dava terditli dava olarak açılmıştır. Terditli dava 6100 sayılı HMK’nın 111. maddesinde düzenlenmiştir. Terditli davalarda aynı davalıya karşı birden fazla talep, aralarında aslilik ferilik ilişkisi kurmak suretiyle aynı dava dilekçesinde ileri sürülebilir. Ancak bu talepler arasında hukuki bağlantının bulunması şarttır. Öte yandan, anılan Yasa’nın 111/2. maddesinde belirtildiği üzere mahkeme davacının asli talebininin esastan reddine karar vermedikçe, fer’î talebini inceleyemez ve hükme bağlayamaz. (Yargıtay 6.HD 2021/ 2021/5570E. 2022/4606K.sayılı kararı) Bu nedenle öncelikle asli talebin ele alınması gerekir.
Asli talep açısından yapılan incelemede davalı olan şirketin yüklenici olarak davacı şirket ile düzenlenme şeklinde inşaat yapım karşılığında gayrimenkul satış vadi sözleşmesi imzaladığı, bu sözleşme uyarınca davacı şirketin alt yüklenici olarak sözleşme gereği üstlenmiş olduğu edimi yerine getireceği, bu edimin yerine getirilmesi karşılığında ise davalı tarafın taraflar arasında paylaşılan bağımsız bölüm dışında ve ayrıca ek olarak sözleşmeye konu işin icrası kapsamında doğacak KDV iadesinin davacı şirkete devir edileceği, bu konuya ilişkin devir alınacak temlik sözleşmesinin imzalandığı, sözleşmenin hükümlerinin varlığının taraflar arasında tartışma konusu bulunmadığı anlaşılmakla ayrıca kararlaştırılmış olan KDV iadesinin davacıya devrine dair maddenin hukuki açıdan ne tür bir ifa olduğu üzerinde öncelikle durulmalıdır.
Somut olayda devir edilen husus, davacının alt yüklenici olarak davalı lehine yerine getirmiş olduğu edim nedeniyle, sözleşmeye konu işin icrası kapsamında doğacak KDV iade tutarına ilişkin alacak hakkının davacı şirkete devredilmiş olmasıdır. Bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu kök ve ek raporlardan da anlaşılacağı üzere davalı tarafından davacı lehine yapılan havaleler dışında ve ayrıca davacı şirketin dayanak sözleşmeler nedeniyle davalı şirketten 1.300.254,68 TL tutarında alacaklı bulunduğu, alacağının mevcut olduğu, nitekim davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarında da davalı şirketin 1.351.993,34 TL fatura bazında olmak üzere davacı şirkete borçlu bulunduğu, bu miktarın ödendiğine dair kayıtların mevcut olmadığı açıktır. Davacı taraf, alacak temlik sözleşmesine konu edilen ve açıkça kararlaştırılan KDV tutarı dışında bağımsız bölümün paylaşılması suretiyle ediminin karşılığını alacaktır. Davacı lehine yerine getirilmesi gerekli olan edimin, sözleşmeden doğan davacı alacağının ifasına dönük olduğu açıktır. Davalı şirketin ifa için yapmış olduğu bu devir, yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere ivazlı bir devir niteliktedir. Bu devir ile alacak temlik sözleşmesine konu alacağı devir alan davacı, söz konusu KDV iade tutarını tahsil etmesini müteakiben devredilenin bu yöne ilişkin ifasının yerine getirilmiş olacağını kabul etmiştir. Taraflar arasındaki sözleşme içeriği ve gerekse ilişki tarzı dikkate alındığında söz konusu KDV iade tutarının devrinin, ifa yerine yapıldığı noktasında bir açıklık bulunmamaktadır.
Varlığı tartışmasız olan sözleşme hükümlerine göre KDV iade tutarının tahsil edilmesi noktasında davacıya alacak hakkının davalı tarafından devredilmesinin hangi amaçla yapılmış bir ifa olduğunun sözleşmelerin yorumuna dair genel ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
Bilindiği üzere sözleşmelerin yorumlanması, tarafların iradelerinin anlamının tespit olunması ve sözleşmedeki metnin, metin ile ortaya konulan iradenin ortaya çıkarılması olarak değerlendirilmelidir. Burada önemli olan sözleşmeye göre tarafların ortaya koymuş oldukları karşılıklı iradenin anlamının tespit edilebilmesidir.
Sözleşme yorumlanırken sözleşmede yer alan tarafların açıklamalarının taraflar nezdinde ne şekilde algılanması gerektiği ve algılandığı önem arz eder. “Öğretide, sözleşme yorumunda tarafların gerçek iradesi tespit edilemezse, tarafların açıklamalarının güven ilkesine göre yorumlanacağı kabul edilmektedir. Objektif yorum, sözleşmelerin normatif yorumu ile yani fiili uyuşma olmadığı, sözleşmenin, tarafların farazi iradesine göre kurulmuş olduğu durum ile örtüşmektedir… Taraflar birbirlerini fiilen doğru anlamamışlarsa, yani birbirlerinin gerçek iradesini bilmiyorsa, bu durumda da makul ve dürüst üçüncü kişinin bakış açısı ile güven teorisine göre yorum yapılacaktır”. (Yard. Doç. Dr. Nurcihan Dalcı Özdoğan Sözleşmenin Yorumunda Gerçek İradenin Tespiti, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1, Yıl 2017, Sayfa 50)
Somut olay açısından dayanak olan sözleşmenin içeriğine göre davacı olan şirketin alt yüklenici olarak davalı lehine edimde bulunduğu, edimini yerine getirdiği tartışmasız olup taraflar arasında başkaca bir hukuki ilişkinin olmadığı dikkate alındığında davacı lehine olacak şekilde sözleşme kapsamında yapılan bazı bağımsız bölümlerin taraflar arasında paylaşıldığı, ancak ayrıca ve ek olarak alacağın temliki sözleşmesinden anlaşılacağı üzere davacı şirketin sözleşmeye uygun şekilde üstlenmiş olduğu işin yükleniciye devretmiş olması karşısında bu inşaatın yapılmasıyla ilgili edim borcunun ifası amacıyla KDV iade alacaklarının tamamının devrinin dahi söz konusu olduğu, bu şekilde davalının dayanak sözleşme nedeniyle davacıya yapılması gereken edimin yani borcun karşılanması amacıyla bu temlikin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Böylelikle asıl amaç sözleşmeden kaynaklanan alacaklarının ödenmesidir.
Zaten doktrinde de, taraflar arasında yapılan sözleşmede ifa amacına dönük olarak verilen edimin alacağı karşılamaması durumunda, alacaklının ilk edime dönerek hakkını talep edebileceği kabul edilmektedir. (Süleyman YALMAN, Edime Uygun İfa Kuralının İstisnaları, Konya, Sayfa 505) Yine doktrinde taraflar arasında yapılan sözleşmede yapılacak olan ifanın “ifa yerine edim mi yoksa ifa uğruna edim mi” olduğu kesin ve açıkça belirlenememiş ise “ifa uğruna edim” olduğu kabul edilmektedir. (M.K.OĞUZMAN, Borçlar Hukuku Dersleri, İstanbul 1979, Sayfa 16, K.TUNÇOMAĞ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt 1, İstanbul, 1976, Sayfa 720) Somut olayda sözleşme içeriği karşısında alacağın temliki sözleşmesi ile “ifa uğruna edim”in söz konusu olduğu, “ifa yerine bir edimin” söz konusu olmadığı, lâfzı olarak bu yorumun mümkün olduğu öncelikle açıktır.
Somut olayda alacağın temliki, davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarında mevcut olan ve davacının takip konusu yapmış olduğu, açık hesap ilişkisinde dahi mevcut bulunan, 17/12/2018 tarihi itibariyle tahakkuk ettiği anlaşılan borcun ifa yolu ile sona erdirilmesine dönüktür. Dosya kapsamından ve yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, alacak temlikine konu olan sözleşme çerçevesinde KDV iade tutarı davacı tarafından tahsil edilememiştir. Bu durumda yukarıda açıklandığı üzere davacının ifa uğruna edim öncesi mevcut sözleşme nedeniyle mevcut olan ve ödenmeyen alacağını tahsil etme imkanı doğal olarak ortaya çıkacaktır. Zaten “alacaklı, sözleşme gereği ifa uğruna verilen edimden hakkını almaya girişmeden asıl edimin ifasını talep edemez. Yalnızca sözleşmede öngörülen edimi talep etme hakkını kazanır. Bu nedenle alacaklı, asıl edimi, alacağını ifa uğruna edimden tahsil edemediği durumlarda talep edebilecektir. (F.N.FEYZİOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 2, İstanbul 1977, Sayfa 16 K.TUNÇOMAĞ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt 1, İstanbul, 1976) Nitekim davacı şirket dahi, KDV iade tutarı alacağının temlikinin taraflar arasındaki borç ilişkisinin sonlandırılmasına dönük yapılmakla temlikin gerçekleştirilmediğini, bu nedenle ticari defterlerde yer alan borcun ödenmediğini, temlikine konu alacağın tahsilinin dahi engellendiğini beyan etmiş, bu çerçevede ise açık hesap ilişkisine istinaden düzenlenen ve faturalara konu bakiye 1.182.000,00 TL asıl alacağını talep etmiştir. İlişki tarzından da “ifa uğruna edimin” kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.
Davalının ifa uğruna gerçekleşen ve alacağın temlikine konu olan KDV iade tutarını gerçekleşememesi karşısında, ivaz karşılığında bu alacağını temlik eden davalı şirketin sorumlu olması gerekip gerekmediği de ayrıca ele alınmalıdır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun m.191 hükmüne göre “Alacak, bir edim karşılığında devredilmişse devreden, devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücüne sahip olduğunu garanti etmiş olur. Alacak bir edim karşılığı olmaksızın devredilmiş ya da kanun gereğince başkasına geçmişse, devreden veya önceki alacaklı, alacağın varlığından ve borçlunun ödeme gücünden sorumlu değildir.” Adı geçen yasal düzenleme dikkate alındığında, somut olayda olduğu üzere alacak bir edim karşılığında devredilmiştir. Bu durumda davalı şirket devreden konumunda olup davacı tarafından KDV iade tutarının tahsil edilmemesi durumunda davalı, davacının alacağının ödenmesini garanti etmiş konumunda olacaktır. Yasal düzenleme ile alacağı ivaz karşılığı devir alanın, alacağın gerçekten var olup olmadığı veya borçlunun bunu ödeyip ödeyemeyeceği noktasındaki endişelerinin engellenmesinin amaçlandığı, bu şekilde kurumun kendisinden beklenen tüm özellikleri yerine getirebilmesi amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle davacı lehine yapılan alacağın temliki sözleşmesine konu KDV iade tutarının tamamının davacı tarafından tahsil edilebilmesi imkansız hale getirilmiştir. Artık taraflar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan tüm alacakların davalıdan talep edilmesi imkanı hukuken mümkündür. Kaldı ki KDV tutar alacağının tahsil edilmemesi nedeniyle davacının sadece 855.092,45 TL miktarı değil, ayrıca bu kısım dışında kalıp bakiye olan ve bilirkişi raporu ile tespit edilen, icra takibine konu olan ve ispatlanan alacak miktarını dahi talep edebileceği Mahkememizce kabul edilmiştir. İfanın yapılması bir kısım daire ve KDV iade tutarı ile sona erecektir. Ne var ki ifa tam yapılmamakla ve ifanın hangi miktarlara karşılık geldiği açıkça kararlaştırılmış olmamakla, davacı doğan ve ancak sona erdiği davalı kayıtlarından dahi anlaşılmayan miktar tutarınca alacaklı durumundadır. Yukarıda da belirtildiği üzere davacı alacaklı, ifa uğruna edimi tahsil edememesi halinde bakiye alacağını talep edebilecektir.
Davacının, ifa uğruna yapılan edimin kendisine yapılamamış olması nedeniyle taraflar arasındaki varlığı tartışmasız olan kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklı bakiye alacağını takip konusu yaptığı, taraflar arasında başkaca bir hukuki ilişkinin bulunmadığı gerçeği karşısında taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtları irdelenmiştir. Bu irdelemeye göre davacının takip tarihi itibariyle ve ifa uğruna edimin gerçekleşmemiş olması karşısında, davalıdan talep edebileceği miktarın araştırılması açısından taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtları üzerinde dahi durulması gerekmektedir. Esasen davacı ticari defter ve kayıtlara dahi delil olarak dayanmıştır.
Taraflar tacir olmakla taraf şirketlerin defter ve kayıtlarında dava konusu faturaların yer alıp almadığı ve ne şekilde yer aldığı, tarafların lehine ve aleyhine delil teşkil edip etmeyeceği öncelikle dikkate alınmıştır.
HMK. 219. maddesine (HUMK. 326) göre her iki taraf kendi ellerindeki vesikaları (belgeleri) mahkemeye ibraz etmek zorundadır. Bir davada ispat yükü kendisine ait olan tarafın, başka delillerle birlikte karşı tarafın ticari deferlerine de dayandığı, eş söyleyişle, delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği, dolayısıyla da uyuşmazlığa özel hükmün uygulanamayacağı durumlarda; karşı tarafın kendi defterlerini mahkemeye ibraz etmesi ya da bundan kaçınmasına bağlanması gereken hukuksal sonuçlar HMK. 219. ve ardından gelen maddelerindeki konuya ilişkin genel düzenlemelere tabibir.
Somut uyuşmazlık yönünden bakıldığında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarında da açıklandığı üzere “HMK.220. maddesi, bir tarafın, mahkemece kendisine verilen süre içerisinde ilgili belgeyi ibraz etmemesi halinde, mahkemenin, o tarafın maksadını gözeterek, diğer tarafın o belgeye ilişkin açıklamasını kabul edebileceğini öngörmektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki HMK. 220. (HUMK. 330, 331, 332 ) maddesindeki bu hüküm, taraflardan birinin delillerini salt karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği hallerde, ticari defterlerin mahkemeye sunulması bakımından da uygulanır. Eş söyleyişle, belirtilen bu durumda ticari defterlerde HMK. 219. ve sonraki maddeleri anlamında “belge” niteliğindedir.
Ticari defterlerin ispat kuvvetini düzenleyen HMK 220-222 maddesi değerlendirildiğinde ve aynı kenar başlıklarının metne dahil bulunduğu da gözetildiğinde ticari işlerden dolayı tacirler arasında çıkan uyuşmazlıklarda ticari defterlerin maddede gösterilen koşulların mevcut olması kaydıyla kesin delil olduğu öngörülmüştür.
“Dava, 01/10/2011 tarihinden sonra açılmış olup, HMK’nın “ticari defterlerin ibrazı ve delil olması” başlıklı 222. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Zira, 6103 sayılı Kanun’un 13. maddesi, 6335 sayılı Kanun’un 47. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6102 sayılı TTK’nın 4/2. maddesinde, ticari davalarda da deliller ile bunların sunulmasının 1086 sayılı HUMK hükümlerine tabi alacağına ilişkin hükümde yer alan atıf, HMK’nın 447/2. maddesi uyarınca HMK’na yapılmış sayılır.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2012 tarih ve 2011/11-862 Esas, 2012/51 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere; 6100 sayılı HMK’nın 219. (1086 sayılı HUMK’nın 326.) maddesine göre her iki taraf kendi ellerindeki vesikaları (belgeleri) mahkemeye ibraz etmek zorundadır. Bir davada ispat yükü kendisine ait olan tarafın, başka delillerle birlikte karşı tarafın ticari defterlerine de dayandığı, diğer anlatımla, delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği, dolayısıyla da, uyuşmazlığa 6100 sayılı HMK’nın 222/5. (6762 sayılı TTK’nın 83/2.) maddesindeki özel hükmün uygulanamayacağı durumlarda; karşı tarafın kendi defterlerini mahkemeye ibraz etmesi ya da bundan kaçınmasına bağlanması gereken hukuksal sonuçlar, HMK’nın m. 220 (HUMK’nın 330.) maddesindeki genel düzenlemelere tabidir. HMK’nın 220. (HUMK’nın 332.) maddesi, bir tarafın, mahkemece kendisine verilen süre içerisinde ilgili belgeyi ibraz etmemesi halinde, mahkemenin, o tarafın maksadını gözeterek, diğer tarafın o belgeye ilişkin açıklamasını kabul edebileceğini öngörmektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki; HMK’nın 220. (HUMK’nın 332.) maddesindeki bu hüküm, taraflardan birinin delillerini salt karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği hallerde, ticari defterlerin mahkemeye sunulması bakımından da uygulanır. Diğer anlatımla, belirtilen bu durumda ticari defterler de, HMK m. 220. madde (HUMK’nın 330 ve sonraki maddeleri) anlamında “vesika” niteliğindedir. Öte yandan, ticari defterlerin ispat kuvvetini düzenleyen HMK’nın 222. (6762 sayılı TTK’nın 82.) maddesindeki hüküm, “I Kati delil” şeklindeki kenar başlığı ile birlikte değerlendirildiğinde ve aynı Kanun’un 1474. maddesi uyarınca kenar başlıklarının metne dahil bulunduğu da gözetildiğinde; ticari işlerden dolayı tacirler arasında çıkan uyuşmazlıklarda ticari defterlerin (maddede gösterilen koşulların mevcut olması kaydıyla), kesin delil niteliğinde bulunduğunu öngörmektedir.”
Somut olayda, taraf şirketlerinin ticari defter ve kayıtları incelendiğinde gerek kök bilirkişi kurulu raporu gerek ek bilirkişi kurulu raporu dikkate alındığında davalı tarafından davacıya yapılan havale kayıtları dışında başkaca bir kayıt bulunmadığı, ancak yapılan ödemeden sonra yani borcu söndüren haller sonrası 1.300.254,68 TL tutarında davacının davalıdan alacaklı bulunduğu, alınan talimat raporunda dahi davalı lehine ve davalı defterlerinde adı geçen bu borcun sona erdiğine dair herhangi bir kaydın mevcut olmadığı, yine talimat yoluyla incelenen davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarında dahi 1.351.993,34 TL fatura bazında davalı borcunun hesaplandığı, davalı şirketin ticari defterlerindeki bu kayıt ve açıklamanın ise takip talebi ekinde ve davacı tarafından sunulan cari hesap ekstresi, faturalar, davacı şirketin incelenen ticari defter ve kayıt içerikleriyle birebir ve tam uyumlu olduğu, bu suretle davacının incelenen kayıtlarında dahi davacının 1.300.254,68 TL tutarında alacak hakkının devam ettiği, bu suretle davacı şirketin ticari defterlerinin davacı aleyhine herhangi bir veri içermediği, en önemlisi davalı defterlerinin dahi takip konusu miktarı teyit ettiği sabittir.
Buna göre “davacı şirket, tarafların ticari defterleri ile alacağını ispat etmiştir. O halde dava ve takibe konu olan miktar ve dayanaklar çerçevesinde, davacının davalıdan alacaklı olduğu, Yargıtay uygulaması da dikkate alındığında davacı lehine ve davalı aleyhine ispatlanmıştır. (Yargıtay 23.HD 2016/802E. 2018/4589K., Yargıtay 23.HD 2016/3846E. 2018/5911K.sayılı ilamları) Mahkememizce Yargıtay kapatılan 19.HD ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulaması karşısında, bilirkişi raporu ile davacı lehine ispat durumunun oluşması karşısında ve ayrıca davalıya savunmasını ispatlaması amacıyla ve cevap dilekçesinin ”deliller” kısmında yemin deliline dayanmış olması nedeni ile yemin teklif etmesi hakkı hatırlatılmıştır. Nitekim davalı bu hakkını kullanmıştır. Ne var ki uyuşmazlık konusu kapsamında kendisine yemin teklif olunan davacı şirketin temsilcisi, usulüne uygun olarak teklif edilen yemini eda etmiştir. Davacının ispat faaliyeti çerçevesinde üzerine düşen yükümlülüğü, Yargıtay HGK’nun emsal uygulamaları ve Yargıtay’ın özel daire kararlarındaki uygulamaları ile yerine getirdiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere HMK’nın ispat yükünü düzenleyen 190. maddesine göre ispat yükü; kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi gereğince de, kural olarak, herkes iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64). Bu şartlarda sonuç olarak davalı şirketin, davacı lehine ve ancak davalı aleyhine oluşan bu ispat durumunun aksini karşı ispat faaliyeti çerçevesinde ispatlayamadığı kabul olunmuştur. Kaldı ki bilirkişinin hazırladığı rapor gerekçeli, açık ve denetime elverişli, uyuşmazlık konularını muhasebesel açıdan tek tek ele alan niteliktedir. Mahkememizce yapılan yargısal yorumlar dikkate alındığında bilirkişi raporuna itibar etmeye engel ve somutlaştırılmış bir itiraz ise yoktur.
“İtirazın iptâli davalarında İcra ve İflas Kanunu’nun 67/2. maddesi çerçevesinde alacaklı yararına icra inkâr tazminatına hükmedilebilmesi için, usulüne uygun şekilde yapılmış bir icra takibinin bulunması, borçlunun süresi içerisinde itiraz etmesi ve alacaklının icra hakimliğine başvurmadan alacağını mahkemede dava ederek haklı çıkması gerekir. Burada, borçlu itirazının kötü niyetle yapılmış olması ve alacağın bir belgeye bağlanmış bulunması koşulları aranmaz. İcra inkâr tazminatı, hakkındaki icra takibine itiraz ederek durduran ve çabuk sonuçlandırılmasına engel olan borçluya karşı konulmuş bir yaptırımdır. Bu yasal koşullar yanında, takibe konu alacağın likit olması da zorunludur. Her uyuşmazlığın kendine özgü somut özelliklerine göre değişmekle birlikte, bir uyuşmazlıkta alacağın likit olup olmadığı belirlenirken, alacak ve onun borçlusu birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifade ile, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Gerek borç ve gerekse borçlu bakımından, bu koşullar mevcut ise ortada likit bir alacak bulunduğu kabul edilmelidir (Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.2006 tarih 2006/19-295 Esas, 2006/341 Karar sayılı kararı). Bu ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; icra takibine dayanak olan cari hesap ekstresine konu miktar ve bu miktara esas olan faturaların belirtildiği, bu miktar ve tutarların davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarında mevcut olduğu, bu noktada inşaat yönünden herhangi bir teknik inceleme ve keşif yapılmasının dahi gerekmediği, buna göre en az Mahkememizce hükmedilen asıl alacak tutarında davacı lehine alacağın var olduğu, davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarından dahi açıkça anlaşıldığı, bu alacağın likit olduğu kabul edilmiştir. O halde icra takibine dayanak olarak sunulan ve varlığı tartışmasız olan, sözleşmeden kaynaklanan bakiye 1.182.000,00 TL miktarın varlığının taraf şirketlerin ticari defter ve kayıtlarından açıkça anlaşıldığı, artık hükmedilen alacağın likit olduğu açıktır. Bu durumda takip tarihi itibariyle 1.182.000,00 TL üzerinden %20 icra inkar tazminatına dair talep Yargıtay uygulaması çerçevesinde kabul olunmuştur. (Yargıtay 15. HD 2019/829E. 2020/1041K.sayılı kararından hareket edilmiştir.) Buna mukabil davacının davasının kabul edilmesi ve kötü niyetli olduğunun ispatlanamaması karşısında davalının kötü niyet tazminat talebi red edilmiştir.
Dava 6100 sayılı HMK m.111 hükmü çerçevesinde terditli dava olarak açılmış olup yukarıda belirtilen gerekçeler çerçevesinde asli talep kabul olunmuştur. Bu durum karşısında ve bu aşamadan sonra davacının feri nitelikteki talebiyle ilgili herhangi bir karar verilmesi gerekmemektedir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının terditli davadaki asli talebinin kabulüne, … 37. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına konu olan 1.182.000,00-TL asıl alacak miktarına yönelik itirazın iptali ile ile bu kısım yönünden takibin devamına, hükmedilen 1.182.000,00-TL asıl alacağa takip tarihinden itibaren TCMB’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizinin değişen oranlarda uygulanmasına, hükmedilen 1.182.000,00-TL asıl alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine, davacının asli talebi kabul olunduğundan terditli davaya konu feri talep ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının terditli davadaki asli talebinin kabulüne,
… 37. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu olan 1.182.000,00-TL asıl alacak miktarına yönelik itirazın iptali ile ile bu kısım yönünden takibin devamına,
2-Hükmedilen 1.182.000,00-TL asıl alacağa takip tarihinden itibaren TCMB’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizinin değişen oranlarda uygulanmasına,
3-Hükmedilen 1.182.000,00-TL asıl alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine,
5-Davacının asli talebi kabul olunduğundan terditli davaya konu feri talep ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına,
6-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 80.742,42‬TL harçtan, peşin alınan 1.707,75 TL’nin ve davacı tarafça yatırılan 12.567,85 TL tamamlama harcı, 5.910,00 TL icra harcı toplamı olan 20.185,6‬0 TL’nin mahsup edilerek bakiye 60.556,82‬‬ TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
7-Davacı tarafından yatırılan 1.707,75 TL peşin harç, 12.567,85 TL tamamlama harcı, 54,40TL başvuru harcı gideri toplamı olan ‭‭14.330.30‬TL harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8-Davacı tarafından yapılan 416,15‬ TL tebligat, posta gideri ile 5.850,00TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 7.261,80TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
9-Davacı vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince dava değeri olan 1.182.000,00TL üzerinden hesaplanan 142.560,00 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
10-1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
11-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.13/12/2022

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …