Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/273 E. 2022/16 K. 13.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/273
KARAR NO : 2022/16

DAVA : Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 12/06/2020
KARAR TARİHİ : 13/01/2022

Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı yanca dilekçelerinde belirtmiş oldukları ticari ilişki ve borç miktarı kabul edilmiş olduğunu, ancak 42.000,00 Avro tutarlı fatura bedeli icra dosyasına ödenmişse de 30.000,00 Avro tutarlı alacak talepleri için itiraz edilmiş olduğunu, itirazın iptali davasına konu 30.000,00 Avro tutarlı ödemenin müvekkil şirket hesabına yapılmamış olduğunu, davalı tarafından işbu ödemenin yapıldığı iddia edilmişse de bahse konu tutarın müvekkil şirket hesabına gelmemiş olduğunu, davalı yanın icra takibine itirazında yer vermiş olduğu bahse konu ödemenin yapıldığı iddiasına konu banka ve banka hesap bilgilerinin müvekkil şirket ile ilgisi bulunmamakta olduğunu, uluslararası bankacılık işlemlerinde ödeme işlemi sırasında hesap numarası, kod bildiriminden kaynaklı yanlışlıkların olabileceği, bu nedenle davalının bankası ile görüşüp ödemenin müvekkil şirketin hesabına yapılıp yapılmadığının kontrolü istenmiş olduğunu, ancak davalı tarafın buna ilişkin müvekkil şirkete hiçbir dönüş yapmamış olduğunu, davalı yanın …. 32. İcra Müdürlüğünün …Esas sayılı dosyasından başlatılan takibe yapmış olduğu, haksız ve kötü niyetli itirazının iptalini, başlatılan icra takibinin takip talebindeki koşullarla aynen devamını, yargılama konusu alacak davalı yanca hesaplanabilir olduğundan ve de davalının itirazının müvekkilin alacağına kavuşmasını sürümcemede bırakma saikiyle yapıldığından, davalının alacağın %20’sinden az olmamak kaydıyla icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında imzalanan sözleşmenin son sayfasında ücretin ödeneceği hesap olarak … Bank, … IBAN kodlu hesap gösterilmiş olduğunu, bu noktada davacı firma tarafından, sunulan … Bank IBAN … IBAN kodlu banka hesabı iletilmiş olduğunu, davacı çalışanı … tarafından bu sefer de, müvekkil firmaya yeni banka bilgileri olarak … bilgileri gönderilmişse de, ödemenin acilen durdurulması ve kesinlikle …’e yapılmaması gerektiği yönünde bir e-postanın daha 13 Nisan 2018 de müvekkil şirkete gönderilmiş olduğunu, davacı finans departmanı tarafından 13 Nisan 2018 tarihli e-posta ekinde gönderilen … BANK’a ait IBAN: … kodlu hesaba ödeme yapılması gerektiği belirtilmiş olduğunu, …Bankası … Bankacılık Merkezi üzerinden davacı finans departmanı tarafından davalı şirkete e posta yolu ile en son bildirilen …’a ait IBAN: … kodlu hesaba gerçekleştirilmiş olduğunu, …Bankası …Bankacılık Şube Müdürlüğü’ne alıcı kısmının düzeltilmesi için yapılan başvuru neticesinde sehven davacı tarafından yapılan ve düzeltilmesi rica edilen değişikliğin 19 Nisan 2018 tarihinde gerçekleştirilmiş olduğunu, düzeltmeye dair işlem bilgilerini içerir dokümanında görülmekte olduğunu, 42.000,00 Avroluk fatura bedelini icra dosyasına ödemiş olduğunu, halihazırda ödemiş olduğu ve yapılacak inceleme neticesinde ortaya çıkacak 30.000,00 Avroluk ödemenin mükerrer talep edilmesi üzerine itiraz etmesi, kötüniyet ve ödemeden kaçınma olarak yorumlanamayacağını, hukuki dayanaktan yoksun ve mükerrer ödeme talepli icra takibi nedeniyle davacı tarafa %20den az olmamak kaydı ile kötüniyet tazminatına yükletilmesini savunmuştur.
Taraflar arasındaki tartışma konusu davalı tarafından kronolojik olarak açıklanan ve somutlaştırılan tercüme şeklindeki e-posta içerikleri, davalıya ait banka kayıtları, … Bankası kayıtları çerçevesinde uyuşmazlık kalemlerinden olan 30.000,00-Avronun sözleşmede kararlaştırılan hesap dışında, davacının talebi çerçevesinde, talimatı doğrultusunda ve davacı lehine davacı hesabına ödeme yapılıp yapılmadığı, ödemenin yapılmış olduğu hesabın taraflar arasındaki dayanak sözleşmenin 8. sayfasında belirtilen hesaptan farklı bir hesap olduğu anlaşılmakla, sözleşmede belirtilen hesap dışında başka bir hesaba davacı lehine ödeme yapılması konusunda taraflar arasında irade uyuşmasının incelenecek kayıtları ve mevcut bankacılık uygulamaları da dikkate alındığında davacı aleyhine bu noktada veri olup olmadığı, davalının taraflar arasındaki sözleşmenin 8. sayfasında belirtilen hesaba davalının somutlaştırmış olduğu ancak davacının kabul etmediği 30.000,00Avronun davacı lehine yapılıp yapılmadığı, ayrıca asıl alacak kalemleri nedeni ile taraflar arasındaki sözleşme ve somutlaştırılan belgeler çerçevesinde takip tarihi itibari ile işlemiş temerrüt faizi olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Taraflar arasında ticari ilişki bulunduğu, bu ilişki çerçevesinde takibe konu edilen toplam miktarın 72.000,00 Avro bedelli tutar olduğu, ancak dava konusunun sadece 30.000,00 Avro ile 9.135,62 Avro 12.150,37- Avro olduğu, taraflar arasındaki sözleşmenin 8. sayfasında ödeme yapılması gereken bankanın ve hesap numarasının … Bank … IBAN hesap olduğu, bu hesaba yapılmış bir ödemenin olmadığının ise tartışmasızdır.
Yargılama aşamasında yabancı paranın dava tarihindeki efektif satış kuru karşılığı üzerinden harç eksikliği, kapatılan Yargıtay 19. HD’nin benimsediği yönteme göre tamamlatılmış, yine davacı şirketin uyruğunda olduğu ülkenin teminattan muaf olduğu tespit edilmiş, yargılama içinde vekalet süresi biten davalı vekilinin yeniden vekaletname sunması temin edilerek usuli eksiklikler giderilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması için atanan akademisyen bilgisayar konusunda ehil kişi, emekli banka müdürü, Birleşik Krallık muhasebe sistemi konusunda ehil SMMM ve ayrıca KGK-SMMM ünvanlı bilirkişi kurulu raporlarında “davacı tarafından 06.03.2018 tarihinde 30.000 Avro ve 02.05.2018 tarihinde 42.000 Avro (dava dışı) tutarında tanzim edilen faturalar altında ödeme yerinin … İBAN NO olduğunu, sözleşmenin10. maddesinde mevcut ödeme bilgileri ile faturadaki ödeme banka hesap bilgilerinin aynı olduğunu, davalı tarafından …Bankası vasıtasıyla 13.04.2018 tarihinde 30.0000 Avro tutarı “…faturaya ilişkin … hesabına transfer edildiğini, 13.04.2018 tarihinde yapılan 30.000 Avro … referans transfere ilişkin alıcı ünvanının “…” olması gerekirken sehven “…” yazıldığını, alıcı ünvanının revize edilmesini rica ettiğine ilişkin 19.04.2018 tarihinde … Bankasına ihtafen yazılan yazıyı ve ekinde alıcı LTD” isminin (Benef Name) olarak değiştirilmesini, 19.04.2018 tarihli banka tarafından … referans no transferin “…bildirildiğini, alan adı olarak ve adres olarak birbirinden farklı olduğunu, “…” ile biten e-postaların dosya kapsamında kullanılan bir alacağının kabul edilebileceğine dair bir bilgi bulunmadığını, kaldı ki bu emaillerin içeriğinde şirket logosu bulunmamakta olup orijinalden farklı olduğunu, telefon numaraları görüldüğü gibi … adresinden altılan e-postalar gönderilmiş yanıt adresi olarak yine bk.ru adresi verildiğini, bunların yanıtlanan adresler olduğunu, e-postayı alan kişiler yanıtlaya bastıklarında otomatik olarak orijinal adrese gitmeyeceğini, dikkat çekici olan … maillerde mail kime ait olursa olsun (davacı ve davalı taraf çalışanları) telefon numaraları bir harf ile farklı bir telefon numarası yazıldığını, şirket logosunun bulunduğunu, olayların olduğu tarihlerde 2018 server sistemlerinin tadilat gördüğü sistemin değiştirildiğini, olayların olduğu tarihlerde, şimdi olduğu gibi e-postalar için uyaran sistem olmadığını, … uzantılı e-postaların kim tarafından gönderildiğinin bulunmasının mümkün olmadığını, bu yönde tespit yapılacak bilgi belge ve bulguya rastlanılmadığını, olayın gerçekleştiği nisan ayı yazışmalarının tamamına yakınında “…” adresi ile “…” geçtiğini, “davalının taraflar arasındaki sözleşmenin 8.sayfasında belirtilen hesaba davalının somutlaştırılmış olduğu ancak davacının kabul etmediği 30.000 Avronun davacı lehine yapılıp yapılmadığı hususunda ise dosyaya gelen banka cevabi yazısı uyarınca, sözleşmenin 8.sayfasında belirlenen… numaralı hesaplarında 30.000 Avro ödeme yapılmadığı hususlarının tespit edildiğini, davalının bildirmiş olduğu e-posta yazışmaları üzerinde yapılan incelemeler neticesinde, daya dosyasında sözlesmede alan adı olarak davacı taraf için “rystecpharma.com olduğunu, olayın gerçekleştiği nisan ayı yazışmaların tamamına yakınının “… ile gerçekleştiğini, dosyadaki banka yazısı cevabında hesaba para gelmediği hususlarının tespit edildiğini” bildirmişlerdir.
Bilirkişi kurulunun hazırladığı rapor inceleme konularını tek tek ele alan, gerekçeli, denetime elverişli, davalı adresinde ve yerinde yapılan incelemelere dayalı, konusunda ehil bilirkişi kurulunca hazırlanan bir rapor niteliğindedir. Bilirkişi kurulu raporu, içerik olarak davacı lehine olup bilirkişi kurulu raporundaki bankacılık, muhasebe ve bilgisayar uygulamalarına dair tespitlere itibar etmeye engel bir itiraz bulunmamaktadır. Elbette rapor hukuki olarak değerlendirilmeye de muhtaçtır.
Taraflar arasında yapılan 15/02/2018 tarihli sözleşmede hangi hesaba ödeme yapılacağının açık ve kesin olarak belirtildiği, sözleşmenin taraflarca imzalandığı, davacı tarafından düzenlenen faturalarda dahi sözleşmede yer alan ve hangi hesaba fatura bedelinin ödeneceğinin aynen mevcut bulunduğu, davalının dava konusu miktarı havale etmiş olduğu tarih itibariyle dahi bu noktada taraflar arasındaki sözleşmenin hukuken varlığının aynen devam ettiği, bu tarihe kadar taraflar arasında açık veya kapalı herhangi bir anlaşmanın bulunmadığı, bilirkişi kurulunda yer alan bilişim uzmanının raporda belirtmiş olduğu ayrıntılı teknik tespitlerden de anlaşılacağı üzere davacı alacaklı tarafından başkaca bir hesaba ödeme yapılması noktasında herhangi bir talimatın verilmediği, davacı tarafa atfedilen ve davacının başka bir hesap numarasına ödeme yapılmasına konu olduğu savunulan yazışmaların ise sahte adres ile gerçekleştiği, esasen gönderilen e-postaların kim tarafından ve ne şekilde gönderildiğinin bulunmasının teknik olarak mümkün olmadığı gibi bu noktada davacı aleyhine somutlaştırılmış herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmadığı, bu tespitleri ortadan kaldıran ve davacıyı hukuken bağlayacak bir delilin de olmadığı, davalının sözleşme uyarınca ödeme yapması gereken hesaba ödeme yapmadığı, bu nedenle davacının asıl alacak hakkının takip ve dava tarihi itibariyle ödeme veya başka nedenle sona ermediği öncelikle anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere 6098 sayılı TBK m.114 hükmü uyarınca haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanır. Buna göre taraflar arasında yapılan sözleşmeye rağmen, davalı şirketin sözleşmeye aykırı hareketi karşısında davacı dava konusu alacağını tahsil edememiştir. Davalının bu hareketi karşısında davacının zarara uğradığı, davalının ise sözleşme hukukuna aykırı hareket ettiği, davalının sözleşmedeki açık hükme rağmen ve davacının farklı bir beyan veya benimsemesi olmadığı halde davalının sahte hesaplardan gelen bilgi üzerine ve davacıdan herhangi bir muvafakat ve teyit almadan ve en önemlisi davalının bilgi ve rızası dışında savunduğu bu ödemeyi gerçekleştirdiği, aksine bir vakıanın ise davacı aleyhine somutlaştırılamadığı, meydana gelen zarar ile davalının eylemi arasında ise nedensellik bağının bulunduğu anlaşılmaktadır. O halde TBK m.114 uyarınca “haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanır” tarzında yapılan yollamanın kapsamına dava konusu maddi zararın girdiği, davacının bu zararın giderimini mevcut kanun hükmü çerçevesinde talep edebileceği açıktır.
Davalı şirketin, gerek yazılı sözleşmedeki gerek faturadaki hesap numarası yerine davacının açık veya örtülü hiçbir rızası bulunmadığı halde ve bu konuya ilişkin rızasının bulunduğu ispatlanmak bir yana sahte hesaplardan geldiği kesin olarak anlaşılan yazışmalar çerçevesinde başka hesaba ödeme yaptığı, aslında davalının tacir konumu dikkate alındığında da ayrıca irdelenmesi gereken bir durumdur.
Roma hukukundaki kabul ile taraflar arasındaki “anlaşmanın bir anlamda tarafları bağlayan kanun” (Conventio est lex) hükmü niteliğine haiz olduğu da dikkate alındığında davalı şirketin, taraflar arasındaki sözleşme hükmüne rağmen ödemeyi sözleşmede ve faturada belirtilmeyen farklı bir hesaba havale etmiş olması, davalı açısından sözleşme hukukuna açık aykırı bir harekettir. Sözleşme hukukunu tam ve kusurlu olarak ihlâl eden davalı şirket hukuka aykırı davranışın sonuçlarına mutlak anlamda katlanmak zorundadır.
Öte yandan, somut uyuşmazlığa esas olan sözleşmenin tarafları birinci sınıf tacir yani şirkettir. 6102 sayılı TTK m.18/f.2 hükmü (eski TTK m.20/f.2) uyarınca her tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir.(…)Her tacir ticari faaliyetlerinde tedbirli ve tecrübeli bir iş adamı gibi hareket etmekle yükümlüdür.Bu yükümlülüğe aykırılık sebebi ile bir zarar doğarsa, tacir bu zarardan sorumlu olur.(…) (Ülgen,Teoman,Helvacı,Kendigelen,Kaya,Nomer Ertan,Ticari İşletme Hukuku,İstanbul,2006,Sayfa 235)
Somut olayda, taraflar arasında varlığı tartışmasız sözleşme hükümleri ve özellikle sözleşmenin 8.sayfa içeriği çerçevesinde davacının kendi hesabına dava konusu edilen asıl alacağın ödenmemiş olması ve bu konuda davacıya atfı kabil kusur dahi olmaması karşısında dava konusu miktarı talep etmekte haklı olduğu kabul edilmiştir. Esasen bu zararın oluşmasında davacıya atfedilecek hiçbir kusur bulunmadığından dolayı davacı aleyhine herhangi bir indirim durumu ise mevcut değildir.
4721 sayılı TMK m.2 hükmü dikkate alındığında ise davacının, taraflar arasında yapılan sözleşme çerçevesinde davacı hesabına ödenmeyen miktarı talep etmesi, davacının herhangi bir kusurunun olmaması dahi dikkate alındığında iyi niyet kurallarına uygundur.
Nihayet “Taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür.
Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” (Türk Medeni Kanunu m.2), bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir. Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi” dir. Bu güven ilkesi de, “hukuki görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur.
Güven kavramı, anlam itibariyle sadece, etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hali, bir zihniyet, bir anlayıştır. Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki, o bireye güven verir. Bir kimsenin, çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukuki olarak korunma gerektirmektedir.
Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı, doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları Medeni Kanun m.2’de düzenlenen dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre, korunan karşı tarafın-beyan muhatabının- “haklı güven”idir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin, beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması MK. m.2 uyarınca haklı görünmelidir. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının, dürüstlük kuralına(objektif iyiniyet) göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makul ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır. Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir. Yukarıda güven sorumluluğuna ilişkin belirtilen genel şartlar, aynı zamanda Alman Hukukunda da aranmaktadır. Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır.(Yargıtay HGK 2012/19-670E.2013/171K.sayılı ilamı)” Buna göre davalı şirketin mevcut sözleşme çerçevesinde, sözleşmede belirtilen hesaba ödeme yapılacağı noktasında davacı tarafta güven verdiği, davacının bu güvenin ortadan kalkmasına yol açabilecek açık veya kapalı bir söz veya eylem şeklinde iradesinin mevcut olmadığının açıkça anlaşıldığı, bu yönde davacıyı hukuken bağlayan ve sözleşme hükmünün taraflar arasında değiştiğini ortaya koyan bir delilinin mevcut olmadığı, bu nedenle davacının dava konusu miktarın ödenmesini talep etmekte de iyi niyetli bulunduğu, dava konusu edilen 30.000,00 Avro tutarını talep etmekte takip tarihi itibariyle davacının haklı olduğu sonucuna varılmıştır.
Öte yandan davalı cevap dilekçesinde yemin deliline dayanmış olmakla ve davalı savunmaları karşısında, davalı şirketin “dava konusu olan miktarı cevap dilekçesinde belirtmiş olduğu hesap numarasına ve hesap sahibine ödenmesi noktasında davacı şirket ile herhangi bir rıza uyuşmasının olup olmadığı, davacı şirketin bilgisi dahilinde bu davaya konu olan 30.000-AVRO tutarlı asıl alacak miktarının davacı şirkete ödenip ödenmediği, bu miktarın davacı şirketin uhdesinde mevcut olup olmadığı, halihazırda davacı şirketin dava konusu olan 30.000-AVRO nedeni ile alacak hakkının devam edip etmediği, bu suretle davacı şirketin halihazırda dava konusu 30.000-AVRO tutarında davalı şirketten alacaklı olup olmadığı” hususlarıyla ilgili davacı şirkete yemin teklif etme hakkının olduğu davalı vekiline hatırlatılmış, davalı vekili bu hakkını kullanmıştır. Dayanak belgelere göre davalı şirketin münferit temsilcisi olduğu anlaşılan kişinin tercüman huzurunda ve mahkememizde yemin merasimi icra edilmiş, davacı şirket temsilcisi usulüne uygun olarak icra edilen merasim sonucunda ise “davalı şirketin dava konusu olan miktarı cevap dilekçesinde belirtmiş olduğu hesap numarasına ve hesap sahibine ödenmesi noktasında davacı şirket ile herhangi bir rıza uyuşması olmadığı, sadece sözleşmede belirtmiş olunan hesap numarasının davalı şirkete bildirildiği, davacı şirketin bilgisi dahilinde bu davaya konu olan 30.000-AVRO tutarlı asıl alacak miktarının davacı şirkete ödenmediği, halihazırda bu miktarın davacı şirket hesabına geçmediği, davacı şirketin dava konusu olan 30.000-AVRO alacaklı olduğu” yönünde yemin eda etmiştir. Bu suretle davacı asıl alacak yönünden iddiasını ispatlamıştır.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir(…) Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 792).” Oysaki davalının, davacının davasına konu ettiği 30.000,00 Avro tutarlı miktarı sahte yazışmalarla ve davacıya ait olmayan başka bir hesaba göndermesinde davacıya atfedilecek herhangi bir kusurun varlığını ise ispatlayamadığı anlaşılmaktadır.
Davacının dava konusu ettiği diğer bir miktar ise işlemiş faiz alacağıdır. Belirtmek gerekir ki davacının işlemiş temerrüt faizi talep etmesine dayanak olan husus, tartışmasız bulunan sözleşmenin 6.3.maddesindeki “Giderler/Ödeme Takvimi” başlığı altında yer alan düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre “Ödeme vadesi faturanın düzenlendiği tarihi müteakip otuz gündür”. Yargıtayın yerleşik uygulamalarında da belirtilmiş olduğu üzere bu hüküm davacının alacakları yönünden kesin ve belli ödeme günü olmayıp sadece alacağın muaccel yani istenebilir hale geldiği zamanı gösterir. Sözleşmede ödeme için öngörülen süre kesin bir vadeye bağlanmadığından bu sürenin geçmiş olması davalıyı kendiliğinden temerrüde düşürmez. (Yargıtay 19. HD 2014/743E. 2014/3713K, aynı yönde Kemal TUNÇOMAĞ, Türk Borçlar Hukuku, Cilt 1, İstanbul, Sayfa 908; aynı yöndeki Alman Hukukundaki çalışmaları için Kürşat YAĞCI, Borcun İfasının, Sözleşmesinin Kurulmasından Sonraki Bir Olgunun Gerçekleşmesinden İtibaren Belirli Bir Sürenin Geçmesiyle Muaccel Olacağının Kararlaştırıldığı Hallerde Borçlunun Temerrüde Düşmesi İçin İhtar Şart mıdır? İstanbul Hukuk Mecmuası Fakültesi, 2019, Sayfa 287, aynı yönde aynı yazarın aynı görüşü sayfa 307) Davacının dayandığı sözleşmedeki hüküm davalıyı temerrüde düşüren bir hüküm değil muacceliyet hükmüdür. O halde temerrüd faizine hükmedilebilmesi için davalının ayrıca ve usulen temerrüde düşürülmesi zorunludur (BK. madde 101/I.)
Somut olayda, tarihinden önce dava konusu edilen alacak miktarları ile ilgili ve aynı zamanda dava konusu edilen asıl alacak miktarlarının tanınan belli bir süre içinde ödenmesi amacına dönük davalıya tebliğ edilmiş bir ihtarname bulunmamaktadır. Bu nedenle davalı şirketin usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmediği açık olmakla asıl alacaklar yönünden temerrüt en erken ve ancak takip tarihi itibariyle oluşmuş olacaktır. Hal böyle olunca ise davacının dava konusu yaptığı işlemiş temerrüt faizine ilişkin alacak kalemlerine ilişkin taleplerinin reddolunması gerekmiştir.
Öte yandan dava konusu alacak yabancı para alacağı bulunduğundan 3095 sayılı Kanunun m.4/a hükmü gereği adi veya ticari iş ayrımı yapılmaksızın tüm yabancı para borçları için adı geçen düzenleme dikkate alınacaktır. Buna göre yabancı para konu alacaklar için uygulanacak temerrüt faizi bir yıllık yabancı mevduata uygulanan en yüksek faiz olabilecektir. O halde ticari işlerden kaynaklanan yabancı para borçları için belirtilen hüküm çerçevesinde asıl alacağa faiz uygulanması gerekmekte olup esasen yargısal uygulama dahi bu yöndedir.
Bilindiği üzere İİK.m.67/f.2 hükmüne göre itirazın iptali davalarında davalı borçlunun itirazının haksızlığına karar verilmesi karşısında borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli olması halinde ise alacaklı tazminata mahkum edilir. Nitekim somut olayda borçlunun haksız olarak itiraz ettiği ve hükmedilen toplam 30.000,00 -AVRO asıl alacağın takip tarihindeki AVRO’ nun efektif satış kur karşılığına isabet eden 193.938,00 TL’nin %20’sine isabet eden 38.787,60 -TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesi, buna mukabil davacının fazlaya ilişkin bir kısım talepleri ret olunmuş olsa dahi davacının kötü niyetli olduğunun anlaşılamaması ve yasal koşulların bu çerçevede mevcut olmaması karşısında davalının yasal koşulları oluşmayan kötü niyet tazminat talebinin ise ret olunması gerekmiştir. Bu hesaplama yapılırken Yargıtay uygulaması çerçevesinde hükmedilen toplam yabancı para alacağının takip tarihindeki efektif kur karşılığı dikkate alınmak suretiyle inkar tazminatına hükmedilmiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının davasının kısmen kabulüne, … 32. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu olan asıl alacağın 30.000-AVRO kısmına yönelik itirazın iptali ile bu kısım yönünden takibin aynen devamına, hükmedilen 30.000-AVRO tutarlı asıl alacağa, takip tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunun m.4/a hükmü gereği devlet bankalarının AVRO cinsinden bir yıllık vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faizin uygulanmasına, hükmedilen toplam 30.000-AVRO asıl alacağının takip tarihindeki AVRO’nun efektif satış kur karşılığına isabet eden 193.938,00-TL’nin % 20’sine isabet eden 38.787,60-TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının kötüniyet tazminatı talebinin ise şartları oluşmadığından reddine, davacının fazlaya ilişkin tüm taleplerinin reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının davasının kısmen kabulüne,
… 32. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu olan asıl alacağın 30.000-AVRO kısmına yönelik itirazın iptali ile bu kısım yönünden takibin aynen devamına,
2-Hükmedilen 30.000-AVRO tutarlı asıl alacağa, takip tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunun m.4/a hükmü gereği devlet bankalarının AVRO cinsinden bir yıllık vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faizin uygulanmasına,
3-Hükmedilen toplam 30.000-AVRO asıl alacağın takip tarihindeki AVRO’ nun efektif satış kur karşılığına isabet eden 193.938,00-TL’nin % 20’sine isabet eden 38.787,60-TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davalının kötüniyet tazminatı talebinin ise şartları oluşmadığından reddine,
5-Davacının fazlaya ilişkin tüm taleplerinin reddine,
6-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince dava tarihindeki (12/06/2020) efektif satış kuru dikkate alınarak (1 Avro=7.7352 TL) kabul edilen 30.000,00-AVRO’nun TL karşılığı olan 232.056‬,00 TL üzerinden alınması gereken 15.851,74 TL harçtan, peşin alınan 2.461,59 TL, 1.305,68 TL tamamlama harcı ve 3.007,49 TL icra harcı toplamı olan 6.774,76 TL’nin mahsup edilerek bakiye ‭‭9.076,98 TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
7-Davacı tarafından yatırılan 2.461,59 TL peşin harç, 1.305,68 TL tamamlama harcı, 54,40TL başvuru harcı gideri toplamı olan ‭‭3.821,67‬‬‬ TL harcın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
8-Davacı tarafından yapılan 129,5‬ TL tebligat ve posta gideri, makbuzlu 1.430,00 TL tercüme ücreti ve 504,43TL vekaletname noter ücreti, 3.500,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 5.563,93‬ TL yargılama giderinin davanın kabul nispetine göre (%58) 3.783,47‬ TL’nin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
9-Davalı tarafından harcanan 250,00 TL bilirkişi ücretinin ret nispetine göre (%42) 105,00 TL’nin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
10-Dava kısmen kabul edildiğinden ve davacı vekil ile temsil edildiğinden, dava tarihindeki efektif satış kuru dikkate alınarak (1 Avro=7.7352 TL) kabul edilen 30.000,00 Avronun, TL karşılığı 232.056,00 TL üzerinden hüküm tarihinde yürürlükte olan AAÜT gereğince hesaplanan 24.693,92 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
11-Dava kısmen reddedildiğinden ve davalı vekil ile temsil edildiğinden, dava tarihindeki efektif satış kuru dikkate alınarak (1 Avro=7.7352 TL) reddedilen edilen 21.285,99‬ Avronun TL karşılığı 164.651,38‬ TL üzerinden hüküm tarihinde yürürlükte olan AAÜT gereğince hesaplanan 19.591,88 TL nisbi vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
12-1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği %58’a isabet eden 765,6‬ TL’nin davalıdan tahsili ve yine bakiye 554,4‬ TL’nin ise davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
13-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın taraflara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 13/01/2022

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …