Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/211 E. 2020/737 K. 31.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/211
KARAR NO : 2020/737

DAVA : Alacak (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 20/03/2020
KARAR TARİHİ : 31/12/2020

Mahkememizde görülmekte olan alacak (Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı şirket arasında 25/08/2019 tarihli yapımcı, oyuncu-mali hak-devir sözleşmesi yapıldığını, çekimlerin 20/08/2019 tarihinde başlayıp 26/10/2019 tarihine kadar bitirileceğinin kararlaştırıldığını, projede yer alan sinema filmi ile ilgili hiçbir çekimin ise yapılmadığını, çekimlere bir türlü başlanamadığını, 25/08/2019 tarihli sözleşme eki olarak düzenlenen ek protokolün tüm gelişen olaylar karşısında tek taraflı olarak ve davacı tarafından fesholunduğunu, bunun için gerekli ihtarın davalıya bildirildiğini, adı geçen sözleşme uyarınca eser henüz mevcut değilken hakları devreden sözleşme ile dava konusu sözleşme ve protokolün eser sözleşmesi niteliğinde olduğunu, ayrıca sözleşmenin haklı fesih nedeniyle müvekkilinin yoksun kaldığı kazancı, cezai şartı, manevi ve maddi tazminatı talep etmesinin zaruret haline geldiğini, bu çerçevede haklı fesih nedeniyle haklı davalarının kabulüne; 10.000,00 TL belirsiz alacak, 200.000,00 TL cezai şart alacağı, 100.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davacı yanın adli yardım talepli açtığı dava reddolduğundan, harcın tamamlattırılması için süre verilmiş olmasına rağmen harç tamamlanmadığından davanın usulden reddine karar verilmesini, davacının başından beri sözleşmeye riayet etmediğini, davacı sözleşmenin bu maddesine de uymadığını, müvekkili şirket tarafından belirlenen ve tebliğ edilen prova ve çekim günlerine katılmadığını, olay örgüsünden mesajlarda oynama yapıldığını, bu nedenle mahkemece davacının dilekçesinde yer verdiği yazışmalara itibar edilmemesini, davacının tebliğ edilen prova günlerine mazeretsiz gelmediğini, asistanı aracılığıyla dahi bir bilgi paylaşmadığının sunulacak kayıtlar ve dinlenecek tanıklarla ortaya çıkacağını, zaten dosya münderecatındaki olay örgüsünden davacının en başından beri disiplinsizlik arz eden hareketlerinin açık olduğunu, davacı taraf her ne kadar dilekçesinde müvekkilimin sektöre yeni girmeye çalışan bir yapım şirket olduğunu iddia ettiği beyanıyla müvekkiline sorumluluğu atmaya çalışsa da, esasen iddiasının aksine, çekimlerde yaşanılan aksama ve sıkıntıların sebebinin yine davacı oyuncu olduğunu, yukarıdaki maddede anlatıldığı gibi daha en baştan çekimler için belirlenen tarihlere riayet etmeden 21.12.2019 tarihinde …’e geliş yaptığı gibi bir de üç gün dinlenme istediğini, sözleşmenin 4.17. maddesinde oyuncu, değişiklikler de dahil tüm bu hususlara, çalışma ve iş programına profesyonel bir oyuncudan beklenecek sebat ve sadakatla uyacağını sinema filmi işinin her zaman öncelikli işi olduğunu, oyuncunun taleplerinden kaynaklanan senaryo veya cast revizyonundan doğan gecikmelerden oyuncunun sorumlu tutulacağını kabul, beyan ve taahhüt etmesine rağmen, sözleşmeye aykırı şekildeki kusurlu hareketleri ve sürekli istediği revizelerden kaynaklanan gecikmelerden dolayı müvekkilini maddi ve manevi zarara uğrattığını, sözleşmenin 4.11. maddesi; “oyuncunun çekimler öncesinde ve sonrasında yapımcıya karşı mesleki ahlak kuralları çerçevesinde sorumluluğu devam eder. Bu çerçevede oyuncu sinema filmi sebebiyle öğrendiği sırları saklamayı, yapımcının ticari ve şahsi itibarlarını zedeleyici eylem ve sözlerden kaçınmayı taahhüt eder” şeklindeki maddesine aykırı olarak sözleşme süresi devam ederken yapımcıdan onay ve izin almadan katıldığı televizyon programı, gazete ve haber sitelerine verdiği röportajlarda genel olarak kendisine kumpas kurulduğunu, dolandırıldığı gibi tutarlı yanı olmayan delil ve ispattan uzak beyanlarıyla müvekkili şirket ve yetkilisinin ticari ve şahsi itibarını zedelediğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
Harçlar Kanununun m.27, m.30, m.32 gereği harç eksikliği giderilmek suretiyle yargılamaya devam olunmuş, öncelikle görev hususu takdir edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık kapsamında öncelikle uyuşmazlığın dayandığı hukuki ilişkinin tespiti gerekmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2009/15-459E. 2009/541K.sayılı ilamına göre;
Uyuşmazlığın niteliği gözetilerek, öncelikle 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda düzenlenen eser, fikir ve sanat hakları ile 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi (istisna akdi) kavramlarına ilişkin şu açıklama ve saptamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:
Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku’nun temel kavramı “eser”dir. Nitekim 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun(FSEK’in) “Tanımlar” başlığını taşıyan 1/B/a maddesinde eser; “sahibinin hususiyetini taşıyan, ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eseri sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tarif edilmiştir. Tariften de anlaşılacağı gibi bir eserin, yasa karşısında eser niteliğini kazanabilmesi için iki unsur gereklidir. Birincisi objektif unsur ki yasa bunu mahsul (ürün) olarak belirtmiştir. Buna göre eser, evvela temellüke, tasarrufa elverişli maddi bir varlık olarak var olmalıdır. İkincisi de, subjektif unsur olup eserin sahibinin özelliğini taşıyan bir fikir ve sanat eseri olmasıdır. 0 halde, bir eserden bahsedebilmek için, ortada “sahibinin” hususiyetlerini taşıyan bir fikir ve sanat “mahsulünün” bulunması gereklidir.(Prof. Dr. Fırat Öztan; Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, sayfa 81 vd.)
Diğer yandan, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesi; “Bu kanunun amacı fikir ve sanat eserlerini meydana getiren eser sahipleri ile bu eserleri icra eden veya yorumlayan icracı sanatçıların, seslerin ilk tespitini yapan fonogram yapımcıları ile filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren yapımcıların ve radyo televizyon kuruşlarının ürünleri üzerindeki manevi ve mali haklarını belirlemek, korumak, bu ürünlerden yararlanma şartlarını düzenlemek, öngörülen esas ve usullere aykırı yararlanma halinde yaptırımları tespit etmektir.” hükmünü, aynı yasanın “kapsam” başlıklı 1/A maddesi ise ” Bu kanun, fikir ve sanat eserlerini meydana getiren eser sahipleriyle bu eserleri icra eden veya yorumlayan icracı sanatçıların, seslerin ilk tespitlerini yapan fonogram yapımcıları ile filmlerin ilk tespitlerini gerçekleştiren yapımcıların ve radyo televizyon kuruluşlarının ürünleri üzerindeki manevi ve mali haklarını, bu haklara ilişkin tasarruf esas ve usullerini, yargı yollarını ve yaptırımları ile Kültür Bakanlığı’nın görev, yetki ve sorumluluğunu kapsamaktadır.” hükmünü içermektedir. Aynı yasanın 2 ve devamı maddelerinde, fikri ve sanat eserleri; ilim ve edebiyat eserleri, müzik eserleri, güzel sanat eserleri, sinema eserleri, işlenme eserler ve derlemeler olarak gruplara ayrılır.
Bir eserin sahibi olanlar manevi ve mali haklara sahiptirler.
Manevi haklar; umuma arz yetkisi, eserde adının belirtilmesini istemek ve eserde değişiklik yapılmasını engellemek şeklinde özetlenebilir. Maddi haklar ise; işleme hakkı, çoğaltma hakkı, yayma (kiralamak, ödünç vermek, satmak, dağıtım yapmak) hakkı, temsil hakkı, işaret, ses veya görüntülü araçlarla kamuya sunma hakkı ve pay ve takip hakkı şeklinde ifade edilir. Bu haklara sahip kişiler genel olarak bizzat eseri meydana getirenlerdir. Bu kişilerden bu hakları miras yoluyla kazananlar veya sözleşme yaparak devralanlar da mali ve manevi hakları koruyabilirler.
2001 ve 2004 değişiklikleri ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na dahil edilen bağlantılı hak sahipleri de çeşitli haklara sahiptirler. Eser sahibinin izni ile; bir eseri yorumlayan, tanıtan, anlatan, söyleyen, çalan ve çeşitli biçimlerde icra eden sanatçılar, bir eserin icrasını ve diğer sesleri ilk defa tespit eden fonogram yapımcıları, radyo ve televizyon kuruluşları ve filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcıları bağlantılı hak sahipleridir.
Bağlantılı hak sahipleri; eserlerde isimlerinin belirtilmesi, değişiklik yapılmasını engelleme, mali hakların izinsiz kullanımlarını yasaklama, işaret, ses veya görüntülü araçlarda kamuya sunulmasını yasaklama haklarına sahiptirler. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na (FSEK’e) göre, yukarıda belirtilen hakların; eser veya bağlantılı hak sahipleri veya devrettikleri diğer hak sahibi kişilerden izinsiz kullanılması ve saldırıya konu olması hallerinde; eser sahibi tarafından, eser sahibinin tespiti davası, saldırının tespiti davası, saldırının kaldırılması davası, saldırının önlenmesi davası, maddi ve manevi tazminat davaları açılabilir.(Ünal Tekinalp; Fikri Mülkiyet Hukuku, dördüncü bası, sayfa 97 vd.)
5846 Sayılı FSEK.’in 76.maddesi hükmü gereğince; bu Kanunun düzenlediği hukuksal ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi görevlidir. Ancak bunun için öncelikle, davacı yanın, davada “Fikri mülkiyet hakkına veya hak sahipliğine” dayanması gereklidir.
Somut olayda ise, 5846 Sayılı Yasada korunan haklardan hiç birisine dayanılmadan; TV kanalında yayınlanmak üzere; “…” programı yapılması veya dizi veya yarışma programlarında sunuculuk, oyunculuk yapmasına ilişkin olarak yanlar arasında imzalanan 26.06.2006 tarihli sözleşmenin haksız feshine dayalı cezai şart ve tazminat istenmiştir.
Borçlar Kanunu’nun 355. maddesinde eser sözleşmesi; “İstisna, bir akittir ki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder.” olarak tanımlanmıştır. Eser sözleşmesinin unsurlarını, eser imal etme, ücret, taraflar arasında anlaşma ve sözleşmenin şekli olarak belirlemek mümkündür. Eser sözleşmesi bir iş görme sözleşmesi olmakla birlikte, bu sözleşmede önemli olan çalışmanın kendisinden çok, bu çalışmadan ortaya çıkan ve objektif olarak gözlenmesi kabul olan sonuçtur. Bugün için artık söz konusu sonucun mutlaka maddi bir şeyde kendisini göstermesi gerekmediği görüşü gerek öğretide ve gerekse uygulamada baskın bulunmaktadır. İnsan emeği ürünü olmak ve maddi bir varlıkta devamlı olarak kendini göstermek kaydıyla, maddi olmayan şeylerin, örneğin fikri çalışma ürünlerinin dahi eser kavramı içine gireceği kabul edilmektedir. Bir yapı planı çizilmesi, bir kitap yazılması, bir tablo yapılması, yeni bir buluşun uygulanması suretiyle bir şey vücuda getirilmesi, bir film için senaryo hazırlanması gibi. Giderek, insan emeği ürünü olup bir bütün görünüşünü arz eden ve iktisadi değeri bulunan her hukuki varlık, maddi nitelikte olsun veya olmasın, bir eser sayılmaktadır. Başka bir deyişle, objektif olarak tespiti mümkün olan belirli bir maddi veya maddi olmayan sonucun meydana getirilmesi, istisna akdinin konusunu oluşturabilir. Bu suretle İsviçre Mahkeme içtihatları şu hallerde bir istisna akdinin varlığını kabul etmektedirler: Bir gazeteye bir ilan konulması, radyo, televizyon reklâmları, ışıkla reklâm, bir reklâm kampanyasının bir müşavir tarafından planlanması, bir mağaza vitrinin düzenlenmesi, bir sanatçının radyoda bir tek konser vermesi, ücret karşılığı seyredilen havai fişek gösterisi, kızak yarışı, bisiklet yarışı düzenlenmesi, sinemada film gösterilmesi, şefiyle sözleşme yapılarak tutulan ve akitte kimlikleri belirtilmeyen, diğer çalgıcılarının ücretleri şef tarafından verilen bir dans orkestrasının bir lokalde çalışması, bir yarış atının eğitilmesi, bütün bu hallerde, maddi bir şey imalini veya böyle bir şeyin değiştirilmesini gerektirmeyen, fakat bir insan emeğinin tek bir bütün görüntüsünü taşıyan sonuçları karşısında bulunulmaktadır(Turgut Uygur; Borçlar Kanunu, cilt 6, sayfa 7453, Bası 2003). Burada şunu da belirtmekte yarar vardır: Borçlar Kanununun 355. maddesindeki eser kavramıyla, Borçlar Kanununun 58. maddesindeki imal kavramı arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, eser kavramını, Borçlar Kanununun 58. maddesindeki imal kavramıyla sınırlamak mümkün değildir. Bu kapsamda, genellikle emek unsuru ağır basan bir çalışma ürünü olup bütünlük arz eden ve ekonomik değeri olan her hukuksal varlık, maddi nitelikte olsun veya olmasın bir eser sayılmaktadır. Eser sözleşmesinin açıklanan tanımı ve unsurlarına göre, yanlar arasında ileri sürülen temel ilişki değerlendirildiğinde, hukuksal niteliğince bir “eser” sözleşmesi (istisna akdi) olduğu ve eldeki davada da bu sözleşmeye dayalı olarak tazminat ve cezai şart alacağı istendiği anlaşılmaktadır. Şu durumda davalı, yukarıda FSEK kapsamında unsurları açıklanan bir eserin henüz sahibi olmamasına ve davanın “Fikri mülkiyet hakkına veya hak sahipliğine” dayanmadığının belirgin olmasına göre, Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nın koruyucu hükümlerinden yararlanamaz. Diğer bir ifade ile olaya 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası hükümlerinin uygulanma olanağı yoktur. Dolayısıyla Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin görev alanına giren bir olgunun varlığından söz edilemez. Saptanan bu hukuksal durum uyarınca, yanlar arasındaki uyuşmazlığın Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerindeki hükümler ile sözleşme dikkate alınarak çözüme kavuşturulması ve Asliye Ticaret Mahkemesince davaya devam edilerek uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekirken dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi doğru olmamıştır” gerekçesiyle bu görev ayrımı açısından ölçüleri koymuştur.
Somut olayda da davacının oyunculuk yapmasına ilişkin olarak sözleşme yapıldığı, davacının oyuncu olarak görev alacağı dizi ile ilgili yapmış olduğu sözleşmeyi haklı nedenle feshettiği iddiasıyla tazminat talep ettiği, bu itibarla davacının bir eserin sahibi olmadığı gibi davanın fikri mülkiyet hakkına veya hak sahipliğine de dayanmadığı, bu çerçevede “oyuncu sözleşmesinin FSEK 1-A maddesi kapsamında düzenlenen sözleşmelerden olmadığı, uyuşmazlığın FSEK kapsamında olmayan bir eser sözleşmesinden doğduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere görev dava şartlarından olup yargılamanın her aşamasında ve her zaman ve öncelikle değerlendirilmesi gerekli usuli sorunlardandır.
6102 sayılı TTK’nın yürürlüğe girdiği tarihe kadar asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleri arasında iş bölümü ilişkisi bulunduğundan somut uyuşmazlık açısından görev hususu asliye hukuk mahkemesi ile ticaret mahkemesi arasında çok büyük tartışmalara yol açmamış olmakla birlikte 6102 sayılı TTK’nın yürürlüğe girmesinden sonra bu noktadaki görev hususu yeniden güncellik kazanmıştır. Bu noktada yukarıda açıklanan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun oluşturduğu tarih itibariyle Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Asliye Ticaret Mahkemeleri arasında görev ayrımı değil, iş bölümü ayrımı söz konusudur. Zaten bu nedenle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemesi mi yoksa Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin mi görev alanı içerisinde kaldığını tartışmış, iş bölümü itirazı söz konusu olmadığından doğal olarak sadece bu konu ele alınmıştır. Ne var ki 01/07/2012 tarihinden itibaren Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Asliye Ticaret Mahkemeleri arasındaki iş bölümü ayrımı son bulmuş ve görev ayrımı başlamıştır. Dolayısıyla yukarıda atıf yapılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında sadece ilgili karardaki uyuşmazlığın doğduğu temel ilişkiye ilişkin dikkate açıklamalar dikkate alınmıştır.
O halde taraflar arasındaki açıklanan temel ilişki gözetildiğinde davanın eser sözleşmesinden doğduğu açık olmakla birlikte ticari dava olup olmadığı mevcut temel ilişki çerçevesinde ele alınmalıdır.
Ticari davanın tanımlandığı TTK’nun 4. maddesine göre ;
Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;
a) Bu Kanunda,
b)Türk Medeni Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,
c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,
d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,
e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,
f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.
Somut olayda davacı gerçek kişinin gerek ticaret sicil kayıtları gerek vergi müdürlüğü kayıtlara göre birinci sınıf tacir olmadığı, aksine bir bilginin dahi sunulmadığı, yukarıda ayrıntılı açıklandığı üzere uyuşmazlığın fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesinin görev alanı dahilinde bulunmadığı, uyuşmazlığın eser sözleşmesinden kaynaklandığı, sadece davalının birinci sınıf tacir olduğu, davanın bu itibarla nisbi ticari dava olmadığı gibi gerek TTK gerekse özel kanun hükümleri dikkate alındığında mutlak ticari dava niteliği bulunmadığı, niteliğine göre başkaca özel görevli bir mahkemenin görevli olmasını gerektirir halin mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.
Kaldı ki temel ilişkinin tarzı karşısında yukarıda açıklanan ve Ticaret Kanunu’nda sayılan veya diğer özel kanunlarda sayılan ilişki tarzının da taraflar arasında bulunmadığı, taraflar arasındaki “oyunculuk sözleşmesinden” doğan uyuşmazlığın 6098 sayılı Borçlar Kanununda düzenlenen eser sözleşmesi hükümlerine göre halli gerektiği, bu çerçevede davanın mutlak veya nisbi ticari dava olmadığı, ticaret mahkemesinin değil genel görevli asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu kabul edilmelidir. (Yargıtay 11. HD. 2016/852E. 2017/3865K.ilamı; İstanbul BAM 37.HD. 2019/1450E. 2019/2712K.sayılı ilamı)
Bu noktada ayrıca belirtilmelidir ki 6762 sayılı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrası hükmünde, 21. maddenin 1. fıkrasına yapılan ve karışıklıklara yol açan, bu sebeple de görüş birliği halinde eleştirilen gönderme kaldırılmış ve bu suretle 6102 sayılı Kanunun m. 4/f.1 hükmü öğretide ve yargı kararlarında kabul gören eleştirilere uygun olarak düzeltilmiş, her iki tarafın ticari işletmesi ile ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava olarak düzenlenmiştir. Oysaki somut olayda davacı gerçek kişinin birinci sınıf tacir olmadığı gibi davacı tarafın ticari işletmesi dahi olmadığı,davanın da mutlak ticari dava niteliğini taşımadığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın özel görevli bir mahkemenin görev alanına girmemesi karşısında genel görevli olan asliye hukuk mahkemesi somut olayda görevlidir.Bu çerçevede mahkememizin somut davada görevli bulunmadığı yukarıdaki açıklamalarla açığa çıkmıştır.
Yapılan açıklamalar karşısında; mahkememizin görevsizliği nedeniyle davanın dava şartı yokluğundan ve usulden HMK m.114/f.1 bend c ve HMK m.115/f.2 hükümleri uyarınca reddine, HMK m.20/f.1 hükmü uyarınca kanun yoluna başvurulmayarak karar kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten itibaren; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğinden itibaren iki hafta içinde mahkememize başvurulması durumunda dosyanın görevli İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmek üzere Hukuk Mahkemesi Tevzi Bürosu’na teslimine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Mahkememizin görevsizliği nedeniyle davanın dava şartı yokluğundan ve usulden HMK m.114/f.1 bend c ve HMK m.115/f.2 hükümleri uyarınca reddine,
2-HMK m.20/f.1 hükmü uyarınca kanun yoluna başvurulmayarak karar kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten itibaren; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğinden itibaren iki hafta içinde mahkememize başvurulması durumunda dosyanın görevli İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmek üzere Hukuk Mahkemesi Tevzi Bürosu’na teslimine,
3-Harç, vekalet ücreti ve yargılama giderinin HMK m.331/f.2 hükmü uyarınca görevli mahkemece dikkate alınmasına,
4-Artan gider avansının hükmün kesinleşmesinden sonra HMK m.333 hükmü gereği taraflara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 31/12/2020

Başkan

Üye

Üye

Katip