Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2020/1 E. 2023/110 K. 10.02.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/1
KARAR NO : 2023/110

DAVA : İtirazın İptali (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 02/01/2020
KARAR TARİHİ : 10/02/2023

Mahkememizde görülmekte olan itirazın iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekilinin dava dilekçesi ile müvekkili … A.Ş, davalı …-… ve firma yetkilisi ile Yortan İçme Suyu Hattı projesine dair 16/09/2017 tarihinde tedarik sözleşmesi yapıldığını, müvekkili … A.Ş’nin sözleşme gereğince ve sözleşmeden doğan tüm edimleri süresinde gereği gibi yerine getirdiğini, bakiye alacak müvekkili tarafından yazılı ve sözlü olarak talep edilmesine rağmen müvekkilinin alacağının kendisine ödenmediğini, … 35. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı dosyası ile ilamsız takiplere mahsus icra takibinin başlatıldığını, davalı … – … Firmasının söz konusu borcun olmadığını belirterek borcun tamamına tüm ferileri ile birlikte haksız ve kötü niyetli şekilde itiraz edildiğini, … 35. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı dosyası ile yapılan takibe vaki davalı borçlunun haksız ve kötü niyetli itirazının iptalini, takibin devamı ile takibe konu 1.436.988,43-TL en yüksek reeskont avans faiz oranı tahsilini, davalının %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesini talep etmiştir.
Davalı davayı inkar eden konumundadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, süresi içinde takibe itiraz edilip edilmediği, takibin durup durmadığı, davacının somutlaştırmış olduğu deliller çerçevesinde davacının dayanmış olduğu sözleşme hükümleri çerçevesinde üzerine düşen tüm edimleri yerine getirip getirmediği, bu sebeple tedarik sözleşmesi çerçevesinde davacının alacaklı olup olmadığı, kaç TL alacaklı olduğu, davacının dayanmış olduğu deliller ve ekindeki belge içerikleri ve tüm somutlaştırılan deliller dikkate alındığında davacının edimi gerçekleştiğine dair ispat yükümlülüğünü ne şekilde yerine getirdiği, buna göre takip tarihi itibariyle davacının talep edebileceği alacak miktarının ne olduğu noktasında toplanmaktadır.
Davacı tarafından davalı aleyhine takip yapıldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle dayanak icra dosyasında itiraz dilekçesinin mevcut olmadığı, bu arada davacının ünvanının değiştiği, davacının ve davalının isim ve imzalarının yer aldığı yazılı sözleşmeyi ve ekinde dört adet çizelge sunduğu, yine bu belgeler altında taraflara atfedilen isim, kaşe ve imzanın yer aldığı tartışmasızdır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın araştırılması açısından atanan bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 13/01/2022 tarihli rapora göre “tarafların ticari defter kayıt ve belgelerine göre tarafların bu sözleşme kapsamında açık hesap şeklinde çalışmış olduğu, davacının sözleşme -ihale konusu iş- kapsamında davalıya sadece mal satışı yapmadığı, aynı zamanda finansman ve ekipman da sağlamış olduğu, tarafların ticari defter kayıtlarına göre sözleşme kapsamında davacı tarafından davalıya 35 adet fatura karşılığında 3.134.488,43 TL tutarında mal ve hizmet satışı yapıldığı belirlenmiş olup, davacı tarafından davalıya düzenlenen faturalar yönünden taraf kayıtları bire bir örtüştüğü, davalı defterlerinde her ne kadar 190.000,00 TL tutarında davacı ödemesi kayıtlı ise de, davacının ticari defter kayıtları ve bu kayıtlara dayanak olan banka dekontlarına göre sözleşme kapsamında davacı tarafından davalıya 1.302.500,00 TL tutarında ödeme yapıldığı, yine davalı defterlerinde he ne kadar 1.250.000,00 TL tutarında davalı ödemesi kayıtlı ise de, davacı defterleri ve dosyaya celbedilen banka dekontlarına göre sözleşme kapsamında davalı tarafından davacıya 3.000.000,00 TL tutarında ödeme yapıldığı, tarafların ticari defter kayıtları ile faturalar ve ödeme belgelerine göre ispatlanan faturalar ve ödemeler gözetilerek davacının davalıdan (3.134.488,43 + 1.302.500,00 — 3.000.000,00)= 1.436.988,43 TL alacaklı olduğu, davacının defterlerine göre; davacı tarafından davalıya toplamda 1.302.500,00 TL ödeme yapıldığı, davalının defterlerine göre ise, davacı tarafından davalıya 190.000,00 TL tutarında ödeme yapıldığı, havale yoluyla ödenen para, karine olarak borcun ödenmesi için yapılmış sayılacağından davacının davalıya yapmış olduğu ödemelerinde, karine olarak davacının davalıya olan borcunun ödenmesi için yapılmış sayılması gerektiği, eğer davacı, bu ödemelerin sonradan geri istenmek üzere yapıldığını, (yani borç/kredi olarak verilmek için vs. yapıldığını) iddia ediyor ise, bu iddiasını kesin delil (kredi/borç verme sözleşmesi vs.) ile ispat etmekle yükümlüğü olduğu, ne var ki/dava dosyasında, davacının bu ödemeleri sonradan geri istenmek üzere yaptığını (yani borç/kredi vermek için vs. yaptığını) ispata yönelik kesin delile (kredi/borç verme sözleşmesi vs.) rastlanılmadığı, bu durumda ise davacının ancak 134.488,43 TL alacaklı olabileceği, takdirinin Mahkemeye ait olduğu” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Taraf vekillerinin kök rapora karşı ve ayrıca 10/02/2022 tarihi öncesi beyan dilekçelerinin, aynı zamanda vergi dairesinden gelen cevap içeriğinin dikkate alınarak kök raporda değişikliğe gidilmesi gereken durum olup olmadığı, vergi dairesinden gelen cevaplar ile önceki cevapların birbirleriyle uyumlu olup olmadığı, vergi dairesi müdürlüğünden gelen cevabın taraflar lehine veya aleyhine muhasebesel veri içerip içermediği konularında bilirkişi kurulundan ek rapor alınmasına dair ara karar oluşturulmuştur.
Bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 19/10/2022 tarihli ek raporunda “kök rapordan sonra dosyaya celbedilen davacı şirketin BS formlarına göre hem kendi hem de davalı defterlerinde kayıtlı olan 31/05/2018 tarihli 133.059,34 TL tutarlı satış faturası dışındaki tüm faturaları bağlı bulunduğu vergi dairesine beyan ettiği, bahsi geçen (defterlerde kayıtlı olup Bs formunda beyan edilmeyen) davacı faturasının davalı defterlerinde kayıtlı olması ve davalı tarafından vergi dairesine mal ya da hizmet alımı olarak beyan edilmiş olması nedeniyle davalı tarafça benimsenmiş olduğu anlaşılmakla Bs formunda beyan edilmemesinin kök rapordaki mali inceleme sonucuna etkisinin olmadığı, tarafların itiraz dilekçelerinde kök rapora yönelik olarak ileri sürdükleri itirazların kök rapordaki tespit ve değerlendirmeler de herhangi bir değişiklik yaratmadığı, tarafların kök rapora yönelik itirazları ve kök rapordan sonra dosyaya celp olunan vergi kayıtlarının kök rapordaki tespit ve değerlendirmelerde herhangi bir değişiklik yaratmamış olup sonuca etkili olmadığı” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı açılan itirazın iptali davasının konusu, icra takibi konusu edilen alacaklar olup, davanın amacı itirazla duran takibin devamını sağlamaktır. İtirazın iptali davası, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir. Davalı borçlunun icra dosyasında ileri sürdüğü itirazlar dışındaki itirazlarını da bu dava içinde ancak cevap süresi içinde ileri sürmesi olanaklıdır. Eğer cevap süresi içinde davalı/borçlu diğer itirazlarını ileri sürmezse mahkeme bunları kendiliğinden göz önüne alamaz, takibe itiraz edilirken bildirilen sebeplerle sınırlı araştırma yapmak durumunda kalır. Dava yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabi olduğundan; ispat külfeti normal bir alacak davasındaki ile aynıdır. Ancak her iki dava ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından farklılıklar göstermektedir. Bu bağlamda belirtmek gerekirse; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi gereğince ispat yükü kanunda özel düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Bu genel kuralın dışında bazı hâllerde kanıt yükü yer değiştirerek davalı tarafa geçer. Davacı ya da davalı iddiasını ya da savunmasını HMK’da belirtilen hükümlere göre ispat etmelidir. Buna göre yapılacak yargılama sonucunda mahkemece verilecek karar ya davanın kabulü ya da reddine yönelik olacak; ancak takibin iptali ya da devamı hükmünü de içerecektir. Bu açıklamalar da göstermektedir ki, itirazın iptali davası, icra takibine sıkı sıkıya bağlı; itiraz üzerine duran icra takibinin devam edebilmesini sağlayan ve takip hukuku içinde olmakla birlikte, maddi hukuk ilişkisinin incelenerek uyuşmazlığı kesin hükümle sonuçlandıran bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir. (Yargıtay HGK 2017/19-919E. 2019/886K.sayılı kararı)
Somut olayda davalı taraf cevap süresi içinde itirazlarını sunmamıştır. Artık bu aşamadan sonra Mahkemece inkar kapsamında kalan hususlar dışında davalı savunmasının araştırılması mümkün değildir. Elbette yukarıda açıklandığı üzere davalı tarafından takibe itiraz edilirken bildirmiş olduğu sebeplerle sınırlı olarak sadece tahkikat icra edilecektir.
Esasen kök ve ek bilirkişi raporunda da 2018-2019 yıllarına ait Ba ve Bs formlarının mevcut olduğu, buna göre davalının 2018 yılındaki beyanına göre davacı şirketten 11 adet belge karşılığında 354.067,00TL tutarında mal ve hizmet alımının gerçekleştiği, davalı şirketin defter ve kayıtlarına göre ise davalının davacıdan 2017-2018 yılında toplamda 3.134.488,43 TL tutarında KDV dahil 35 adet faturaya istinaden mal ve hizmet aldığının davalı şirketin defter ve kayıtlarından açıkça anlaşıldığı, yine davacı şirkete yapılan ödemelerin olduğu, fatura toplamı olan 3.134.488,43 TL ile yine davalı lehine yapılan ödeme toplamı olan 1.302.500,00 TL ile toplandığında bulunan toplam rakamdan davalıdan yapılan 1.300.000,00 TL tahsilat düşüldüğünde bakiye alacak miktarı 1.436.988,43 TL olarak saptanmıştır.
Davacı takip talebinde alacağının dayanağı sadece sözleşmeye dayalı alacak olarak değil ayrıca ticari defterlere göre ödenmeyen alacak olarak açıklamıştır. Bu yönüyle sadece sözleşme değil takibe konu olan “ticari defterlerden kaynaklı” alacak olup olmadığı da önem arz eder.
Taraflar tacir olmakla taraf şirketlerin defter ve kayıtlarında dava konusu faturaların yer alıp almadığı ve ne şekilde yer aldığı, tarafların lehine ve aleyhine delil teşkil edip etmeyeceği öncelikle dikkate alınmıştır.
HMK. 219. maddesine (HUMK. 326) göre her iki taraf kendi ellerindeki vesikaları (belgeleri) mahkemeye ibraz etmek zorundadır. Bir davada ispat yükü kendisine ait olan tarafın, başka delillerle birlikte karşı tarafın ticari deferlerine de dayandığı, eş söyleyişle, delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği, dolayısıyla da uyuşmazlığa özel hükmün uygulanamayacağı durumlarda; karşı tarafın kendi defterlerini mahkemeye ibraz etmesi ya da bundan kaçınmasına bağlanması gereken hukuksal sonuçlar HMK. 219. ve ardından gelen maddelerindeki konuya ilişkin genel düzenlemelere tabidir.
Somut uyuşmazlık yönünden bakıldığında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarında da açıklandığı üzere “HMK. 220. maddesi, bir tarafın, mahkemece kendisine verilen süre içerisinde ilgili belgeyi ibraz etmemesi halinde, mahkemenin, o tarafın maksadını gözeterek, diğer tarafın o belgeye ilişkin açıklamasını kabul edebileceğini öngörmektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki HMK. 220. (HUMK. 330, 331, 332 ) maddesindeki bu hüküm, taraflardan birinin delillerini salt karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği hallerde, ticari defterlerin mahkemeye sunulması bakımından da uygulanır. Eş söyleyişle, belirtilen bu durumda ticari defterlerde HMK. 219. ve sonraki maddeleri anlamında “belge” niteliğindedir.
Ticari defterlerin ispat kuvvetini düzenleyen HMK 220-222 maddesi değerlendirildiğinde ve aynı kenar başlıklarının metne dahil bulunduğu da gözetildiğinde ticari işlerden dolayı tacirler arasında çıkan uyuşmazlıklarda ticari defterlerin maddede gösterilen koşulların mevcut olması kaydıyla kesin delil olduğu öngörülmüştür.
“Dava, 01/10/2011 tarihinden sonra açılmış olup, HMK’nın “ticari defterlerin ibrazı ve delil olması” başlıklı 222. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Zira, 6103 sayılı Kanun’un 13. maddesi, 6335 sayılı Kanun’un 47. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6102 sayılı TTK’nın 4/2. maddesinde, ticari davalarda da deliller ile bunların sunulmasının 1086 sayılı HUMK hükümlerine tabi alacağına ilişkin hükümde yer alan atıf, HMK’nın 447/2. maddesi uyarınca HMK’na yapılmış sayılır.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2012 tarih ve 2011/11-862 Esas, 2012/51 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere; 6100 sayılı HMK’nın 219. (1086 sayılı HUMK’nın 326.) maddesine göre her iki taraf kendi ellerindeki vesikaları (belgeleri) mahkemeye ibraz etmek zorundadır. Bir davada ispat yükü kendisine ait olan tarafın, başka delillerle birlikte karşı tarafın ticari defterlerine de dayandığı, diğer anlatımla, delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği, dolayısıyla da, uyuşmazlığa 6100 sayılı HMK’nın 222/5. (6762 sayılı TTK’nın 83/2.) maddesindeki özel hükmün uygulanamayacağı durumlarda; karşı tarafın kendi defterlerini mahkemeye ibraz etmesi ya da bundan kaçınmasına bağlanması gereken hukuksal sonuçlar, HMK’nın m. 220 (HUMK’nın 330.) maddesindeki genel düzenlemelere tabidir. HMK’nın 220. (HUMK’nın 332.) maddesi, bir tarafın, mahkemece kendisine verilen süre içerisinde ilgili belgeyi ibraz etmemesi halinde, mahkemenin, o tarafın maksadını gözeterek, diğer tarafın o belgeye ilişkin açıklamasını kabul edebileceğini öngörmektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki; HMK’nın 220. (HUMK’nın 332.) maddesindeki bu hüküm, taraflardan birinin delillerini salt karşı tarafın ticari defterlerine hasretmediği hallerde, ticari defterlerin mahkemeye sunulması bakımından da uygulanır. Diğer anlatımla, belirtilen bu durumda ticari defterler de, HMK m. 220. madde (HUMK’nın 330 ve sonraki maddeleri) anlamında “vesika” niteliğindedir. Öte yandan, ticari defterlerin ispat kuvvetini düzenleyen HMK’nın 222. (6762 sayılı TTK’nın 82.) maddesindeki hüküm, “I Kati delil” şeklindeki kenar başlığı ile birlikte değerlendirildiğinde ve aynı Kanun’un 1474. maddesi uyarınca kenar başlıklarının metne dahil bulunduğu da gözetildiğinde; ticari işlerden dolayı tacirler arasında çıkan uyuşmazlıklarda ticari defterlerin (maddede gösterilen koşulların mevcut olması kaydıyla), kesin delil niteliğinde bulunduğunu öngörmektedir.
Somut olayda, tacirlerin ticari defter ve kayıtlarına göre takip tarihi itibariyle davalı tacirin davacıya takip konusu miktar kadar borçlu olup olmadığı önem arz etmektedir.
Davalı tarafa ticari defterlerini ibraz etmek üzere mehil verilmiş, bu konuda davalı vekiline HMK’nın 220. maddesindeki usule göre ihtaratlı tebliğ edilmiştir. Bu inceleme sonucunda taraflar arasındaki ticari ilişkisi çerçevesinde takip tarihi itibariyle davalı kişinin davacıya bakiye 1.436.988,43 TL tutarında borçlu bulunduğu, bu noktada taraf şirketlerin defter ve kayıtlarının ise birbirleriyle uyumlu bulunduğu, buna göre bu miktar kadar davacının davalıdan alacaklı olduğu anlaşılmıştır. (Yargıtay 23. HD 2016/1122E. 2018/4888K.sayılı ilamı)
Davacının üzerine düşen ispat yükümlülüğünü yerine getirdiğinin kabulü karşısında ispat yükünün davalıya geçip geçmediği ve başkaca bir araştırmanın yapılıp yapılmadığının ayrıca ele alınması gerekmektedir. Zira dava itirazın iptali davası olduğu için genel hükümlere göre yargılamanın görülmesi esastır. Mahkememizce Yargıtay 11.HD ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulaması karşısında, bilirkişi raporu ile davacı lehine ispat durumunun oluştuğu anlaşılmakla beraber süresi içinde cevap dilekçesi sunmayan ve delil listesini bildirmeyen davalının aleyhine oluşan bu durumun aksini ispatlayamadığı Mahkememizce kabul edilmiştir.
Bu suretle ile sözleşmeye dayalı alacak ile birlikte defterlerden kaynaklı alacak nedeniyle dahi davacının takip konusu miktar kadar alacaklı olduğu ispatlanmıştır.
Bu arada davacı tarafından davalıya 1.302.500,00 TL tutarında ödeme yapıldığı, bu ödemenin havale amacıyla yapılmış bir ödeme olma ihtimali bulunduğu bilirkişi kurulu tarafından seçenekli olarak belirtilmiştir. Buna göre hesap yapıldığı takdirde bu miktar davacı lehine dikkate alınmayacak, yani 3.134.488,43 TL’den yapılan tahsilat toplamı olan 3.000.000,00 TL mahsup yapıldığında ise davacının 134.488,43 TL olarak alacaklı olarak kabul edilebilecek olup bu hal seçenek olarak raporda belirtilmiştir. Bilirkişi kurulu raporunda seçenekli olarak belirtilen bu görüşe aşağıda açıklanan nedenlerle itibar edilmemiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere davacı tarafından davalıya toplamda 1.302.500,00 TL ödeme yapılmış olsa da davacı tarafından “bir borcun ödenmesi” için yapılmış bir ödeme olarak kabulü Mahkememizce mümkün görülmemiştir.
Zira;
1-Öncelikle taraflar arasında varlığı tartışmasız olan sözleşme, bilirkişi kurulunun kök raporunda da açıklandığı üzere 19/06/2017 tarihli tedarik sözleşmesi olup bu sözleşmeye göre davacı tarafından davalıya hakediş ve iş tutarına göre belirlenmek ve hesaplanmak üzere malzeme temin edileceğinin kararlaştırıldığı, yine tarafların defter ve kayıtlarına göre tarafların açık hesap şeklinde çalıştığı, yine rapordaki tespitlere göre davacının sözleşme yani ihale konusu iş kapsamında davalıya sadece mal satışı yapmadığı, aynı zamanda “finansman” ve ekipman dahi sağlandığının tespit olunduğu belirtilmiştir.
Nitekim adı geçen sözleşmenin 5.2 hükmüne göre sözleşmenin icrası sırasında doğacak “bir takım masraf ve giderlerin”, tedarik masraflarının davacı tarafından karşılanması düzenlenmiştir. Buna göre davalı alıcının, alacağı mal ve hizmet bedeli kapsamında bir takım masrafların davacı tarafından karşılanmasına yönelik “finansal destek” alacağı açıkça belirtilmiştir.
Bu kapsamda davacı tarafından, davalı lehine banka dekontlarıyla yapıldığı anlaşılan ödemelerin, “bir borç ödemesi” olarak davacı tarafından yapılmış olabileceği ihtimaline değer verilmemiştir. Bir başka deyişle dayanak sözleşmedeki hüküm nedeniyle davalı lehine yapılmış bir ödemenin olduğu, ancak bu ödemenin sözleşmeden kaynaklı “bir finansal destek” için yapıldığı Mahkememizce değerlendirilmiştir.
Zaten havale yolu ile yapılmış olan ödemelere konu olan bu rakamların, taraflar arasındaki başkaca bir hukuki ilişki nedeniyle davacıya ödenmesini gerektiren bir halin varlığı davalı tarafından ispatlanamadığı gibi bu konuda davalı lehine herhangi bir başkaca bir ilişki dahi ispatlanamamıştır. Bu durumda davalı tarafından yapılan söz konusu havale miktarlarının, taraflar arasındaki varlığı tartışmasız yazılı sözleşmenin 5.2 madde hükmü gereği ve “finansal destek” olarak davacı tarafından davalıya ödendiği kabul edilmiştir.
2-Davalı vekili 06/12/2020 tarihli dilekçesinde açıkça, sözleşme öncesi, “müvekkilinin işi yapacak sermayesinin olmadığının ifade olunması sonrasında, davacı firmanın yapısının güçlü olduğunun müvekkiline ifade olunduğunu, hatta müvekkilinin akabinde yapılan masrafları ödeyebileceğini ve finansal bir ortak bularak yapabileceğini ifade ederek bu çerçevede sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldığını ifade etmiştir”. Bu açıklama dahi yukarıda saptanan deliller ile uyumludur.
3-Zaten süresi içinde davalı taraf cevap dilekçesi sunmamıştır. Davalı vekili cevap süresi geçtikten sonra sunmuş olduğu 06/12/2020 tarihli beyan dilekçesinde muhasebe biriminden göndermiş olduğu paraların açıklama kısmına “borç iade” ibarelerini dahi yazmıştır. Söz konusu belge, davalı aleyhine ve davacı lehine olan ve yukarıda açıklanan sözleşmenin 5.2 hükmüyle uyumlu bir senet niteliğindedir. Bu suretle adı geçen ibare dahi, sözleşmedeki hüküm gereği davacı tarafından davalı lehine yapılan ödemeler olduğunu, davacının sözleşmeden kaynaklı olarak davalıya ödeme yaptığını ortaya koymaktadır. Her ne kadar davalı vekili, söz konusu “ibarelerin” muhasebe biriminin beyanı nedeniyle bu şekilde yapılmış olduğunun beyan etmiş ise de bu savunma soyut olup adı geçen senetteki davalı aleyhine yazılı ibareyi ve sözleşmenin 5.2 hükmündeki ibareyi ortadan kaldırmaktan uzaktır. Zaten başkaca bir ilişkinin varlığı da ispatlanamamıştır.
4-Yine taraflar arasında yapılmış olan ve varlığı tartışılmayan yazılı sözleşmenin, yukarıda belirtilen, ödeme yapılmasına esas olan “5.2 maddesinde işin bedeli 4.592.800,00TL” olarak belirtilmiştir. Söz konusu havale miktarı ile yine davalıda gözüken mal teslimine ilişkin KDV hariç beyan olunan miktara KDV oranına isabet eden 133.059,34 TL dahil olunduğunda ise toplam mal ve ödeme miktarının 4.593.998,00 TL olacağı Mahkememizce tespit edilmiştir. Bu rakamlar arasındaki fark fahiş olmayan, kuruşlandırma kaynaklı küçük bir miktardır. Bu miktar hariç tutulduğunda sözleşmenin 5.2 maddesindeki miktarla tam uyumludur. Bu durum davacı tarafından banka yoluyla yapılan ödemelerin, adı geçen “sözleşmenin 5.2 maddesi kapsamında” davacı tarafından davalı lehine yapılmış ödemenin varlığı noktasında açık bir belgeler zincirinin davacı lehine ve davalı aleyhine oluştuğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıda farklı nedenlere dayalı, birbiriyle uyumlu ve bilirkişi kurulu raporundaki tespitlerle çelişmeyen gerekçeler dikkate alındığında, davacı tarafından davalıya 1.302.500,00 TL ödemenin davacı tarafından “bir borcun ödenmesi amacıyla” yapılmış ödemeler değil, bilakis dayanak sözleşmenin 5.2 kapsamında “finansal destek amaçlı olarak davalıya yapılmış ödemeler” olduğu Mahkememizce değerlendirilmiştir. Bu nedenle adli muhasebe açısından Mahkememizce yapılan yoruma göre, bu miktarın davacı aleyhine değil davacı lehine olarak değerlendirilmesi gerektiği takdir edilmiştir.
Mahkememizce irdelenen tüm bu gerekçeler karşısında, davacı lehine ve davalı aleyhine düzenlenen, taraf şirketlerin ticari defterlerinde de gözüken, birbiri ile uyumlu kayıtlara göre 3.134.000,00TL bedelli faturalara, ayrıca sözleşme gereği finansal destek kapsamında davalıya ödenen 1.302.000,00 TL miktarın eklenmesi zorunludur. Bu iki rakamın toplamından davalının yaptığı 3.000.000,00TL ödeme mahsup olunduğunda davacının takip konusu miktar kadar alacaklı olduğu Mahkememizce takdir olunmuştur. Bu nedenle bilirkişi kurulu raporundaki davacı aleyhine olan diğer seçenekli duruma itibar olunmamıştır.
Davacının ispat faaliyeti çerçevesinde üzerine düşen yükümlülüğü, Yargıtay HGK’nun emsal uygulamaları ve Yargıtay’ın özel daire kararlarındaki uygulamaları ile yerine getirdiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere HMK’nın ispat yükünü düzenleyen 190. maddesine göre ispat yükü; kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi gereğince de, kural olarak, herkes iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64). Bu şartlarda sonuç olarak davalı tacirin, davacı lehine ve ancak davalı aleyhine oluşan karinenin aksini ispatlayamadığı kabul olunmuştur.
Kaldı ki bilirkişinin hazırladığı rapor gerekçeli, açık ve denetime elverişli, uyuşmazlık konularını muhasebesel açıdan tek tek ele alan niteliktedir. Mahkememizce yapılan yargısal yorumlar dikkate alındığında davacının 1.436.988,43 TL tutarında alacaklı olduğu yönündeki seçenekli bilirkişi raporuna itibar etmeye engel ve somutlaştırılmış bir itiraz ise yoktur.
Bilindiği üzere İİK.m.67/f.2 hükmüne göre itirazın iptali davalarında davalı borçlunun itirazının haksızlığına karar verilmesi karşısında borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli olması halinde ise alacaklı tazminata mahkum edilir. Buna göre davalı borçlunun itirazının haksız olması açıkça anlaşıldığından davacı lehine varlığı ispatlanan miktar üzerinden davalı aleyhine icra inkar tazminatı hükmedilmiştir. Buna mukabil davacının haklı olduğu anlaşılmakla davanın kabulü karşısında davalının kötü niyet tazminat talebi ise reddolunmuştur.
Bu arada takip talebinde davacı “reeskont avans faizi” talep etmiştir. Bilindiği üzere reeskont veya avans faizi talep edilebilir ise de “reeskont avans faizi” isimli bir faiz türü faiz hukukunda olmayıp bu noktada belirsizlik giderilmiştir. Bu belirsizliğin giderilmesi sonucunda kısmen düşük olsa da davacı kendi adına reeskont faizi talep etmiş olmakla bu noktada belirsizlik giderilmiş, bu çerçevede işleyecek faiz türü belirlenmiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında … 35. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu 1.436.988,43-TL asıl alacak miktarına yönelik itirazın iptali ile ile bu kısımlar yönünden takibin devamına, hükmedilen 1.436.988,43-TL asıl alacağa takip tarihinden itibaren ve talep gereği reeskont faizinin değişen oranlarda işletilmesine, hükmedilen 1.436.988,43-TL alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının şartları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-… 35. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına konu 1.436.988,43-TL asıl alacak miktarına yönelik itirazın iptali ile ile bu kısımlar yönünden takibin devamına,
2-Hükmedilen 1.436.988,43-TL asıl alacağa takip tarihinden itibaren ve talep gereği reeskont faizinin değişen oranlarda işletilmesine,
3-Hükmedilen 1.436.988,43-TL alacağın %20’sine isabet eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-Davalının şartları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine,
5-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 98.160,67TL harçtan, peşin alınan 17.355,23 TL’nin ve 7.184,94 TL icra harcı toplamı olan 24.540,17‬‬ TL’nin mahsup edilerek bakiye 73.620,5‬0 TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
6-Davacı tarafından yatırılan 17.355,23TL peşin harç, 54,40TL başvuru harcı gideri toplamı olan 17.409,63‬‬TL harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
7-Davacı tarafından yapılan 661,80‬ TL tebligat, posta gideri ile 7.000,00TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 7.661,8‬TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8-Davacı, vekil ile temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereğince dava değeri olan 1.436.988,43TL üzerinden hesaplanan 162.959,07 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
9-1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin ileride Bakanlıkça ödenmesi durumunda 6183 sayılı AATUHK hükümleri gereği davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
10-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 10/02/2023

Başkan

Üye

Üye

Katip